"... Evet, insan ruhunu yenmek mümkün olmuyor. Dünya¬da hiçbir ordu bu kadar sürekli ayakta kalamaz. Sadece bu¬gün 1800 şarapnel altık. Aylardan beri gece gündüz savaş ge¬milerimiz mevzilerini bombalıyor. Son derece hırpalanmış Türkleri koruyan Cenab-ı Allah'larından ayırmak için başka ne yapılabilir!..."
Müttefik Orduları Başkomutanı General Jean Hamilton
"Bir asker için mutluluk denen bir şey varsa, Türk'lerle omuz omuza savaşmaktır diyebilirim.
Fakir insanlardı; buğday kırığından yapılmış çorba en önemli yemekleriydi; sağlıksız su içerlerdi; çamur barınaklar¬da yatarlardı; fakat en modern silah ve araçlarla donanmış düşmanlarına karşı aslanlar gibi savaşırlardı... Bu insanların kalplerinde sadece ve sadece ulvî bir vatan sevgisi vardır. Ölü¬me onlar kadar gülümseyerek giden bir millet ferdi daha görmedim."
Beşinci Osmanlı Ordusu Kumandanı Mareşal Liman von Sanders
______________________________________________________________
Bir süre daha mermi yağdır¬dıktan sonra, Müttefikler toplarını Dardanos Tabyası'na çevirdiler. Yoğun toz bulutu azalıyor, harabeye dönmüş tabya ortaya çıkıyordu. Askerlerin çoğu şehit olmuştu; sağ kalanların arasında Edremit'in Çamlık Köyü'nden Abdur-rahman oğlu Seyit de bulunuyordu. O da birkaç adım öte¬sindeki Niğdeli Ali gibi bayılmıştı. Kendisine geldiği za¬man toz bulutu iyice hafiflemişti; çevresine şaşkın şaşkın bakan takım arkadaşı Niğdeli Ali'yi gördü. Kendini topar¬lamakta güçlük çeken Seyit, Ali'ye sordu:
- Neredeler?
- Mertebelerini buldular.
İri yarı Seyit bütün heybetiyle ayağa kalktı. Dolu göz¬lerini yerlerde yatan arkadaşlarının cesetlerinde gezdirdi. Neler olup bittiğini anlamak için denize doğru birkaç adım attı. Diğer tabyaları döven zırhlılar karaya sokul¬muşlar, taretlerinden alev ve duman püskürtüyorlardı. Geriye döndü; tabyanın içinde ise üçüncü toptan gayrisi yine toprağa gömülmüştü. Seyit önce gemilere, sonra to¬pa ve daha sonra da yerde duran 215 okkalık" mermilere intikam hırsıyla baktı.
- Ali yardım et; sırtıma alayım.
Niğdeli Ali gözlerini önce topun yan yatmış vincine dikti; sonra Seyit'e döndü.
- Kaldıramayız.
- Hele bir deneyelim.
Niğdeli Ali ümitsizlikle olduğu yerde dikiliyordu. Seyit Onbaşı mermilerin yanına giderken yirmi beş otuz metre kadar yukarılarına anlık aralıklarla üç mermi düştü. Ken¬di kendine söylendi.
- Vay kâfir vay!
Eğildi, kavradı; gres yağlı mermi ellerinden kaydı. Ku¬rulamak için ellerini toprağa sürerken köyündeki pehlivanlıklarını hatırladı; nice babayiğit delikanlıların sırtını yere getirmişti. Aslan pençesi gibi gerdiği nasırlı elleriyle
bir daha kavradı, dünyanın kalbini sökercesine asıldı; kan beynine sıçradı ama mermiyi sırtına vurdu. Sendeleyerek lopa doğru yürürken Niğdeli Ali ona şaşkınlıkla bakıyor¬du. Merdiven basamaklarına adımını attığında beli kırıla-
caktı; fakat kararlıydı; buraya kadar gelmişti; başarmalıy-
dı güç belâ mermiyi namluya sürdü ve kamayı kapattı.
şafak rengine bürünmüş yüzünden terler süzülüyor, derin derin soluyordu. Niğdeli Ali yanına geldi. Ne fayda ki iki-
si de numara eriydi; namluyu Ocean Zırhlısı'na çevirip, Beşi ediler, mesafeyi ayarlayamamışlardı.
Kitabı alıp okumayanlara kısa bir örnek....
Müttefik Orduları Başkomutanı General Jean Hamilton
"Bir asker için mutluluk denen bir şey varsa, Türk'lerle omuz omuza savaşmaktır diyebilirim.
Fakir insanlardı; buğday kırığından yapılmış çorba en önemli yemekleriydi; sağlıksız su içerlerdi; çamur barınaklar¬da yatarlardı; fakat en modern silah ve araçlarla donanmış düşmanlarına karşı aslanlar gibi savaşırlardı... Bu insanların kalplerinde sadece ve sadece ulvî bir vatan sevgisi vardır. Ölü¬me onlar kadar gülümseyerek giden bir millet ferdi daha görmedim."
Beşinci Osmanlı Ordusu Kumandanı Mareşal Liman von Sanders
______________________________________________________________
Bir süre daha mermi yağdır¬dıktan sonra, Müttefikler toplarını Dardanos Tabyası'na çevirdiler. Yoğun toz bulutu azalıyor, harabeye dönmüş tabya ortaya çıkıyordu. Askerlerin çoğu şehit olmuştu; sağ kalanların arasında Edremit'in Çamlık Köyü'nden Abdur-rahman oğlu Seyit de bulunuyordu. O da birkaç adım öte¬sindeki Niğdeli Ali gibi bayılmıştı. Kendisine geldiği za¬man toz bulutu iyice hafiflemişti; çevresine şaşkın şaşkın bakan takım arkadaşı Niğdeli Ali'yi gördü. Kendini topar¬lamakta güçlük çeken Seyit, Ali'ye sordu:
- Neredeler?
- Mertebelerini buldular.
İri yarı Seyit bütün heybetiyle ayağa kalktı. Dolu göz¬lerini yerlerde yatan arkadaşlarının cesetlerinde gezdirdi. Neler olup bittiğini anlamak için denize doğru birkaç adım attı. Diğer tabyaları döven zırhlılar karaya sokul¬muşlar, taretlerinden alev ve duman püskürtüyorlardı. Geriye döndü; tabyanın içinde ise üçüncü toptan gayrisi yine toprağa gömülmüştü. Seyit önce gemilere, sonra to¬pa ve daha sonra da yerde duran 215 okkalık" mermilere intikam hırsıyla baktı.
- Ali yardım et; sırtıma alayım.
Niğdeli Ali gözlerini önce topun yan yatmış vincine dikti; sonra Seyit'e döndü.
- Kaldıramayız.
- Hele bir deneyelim.
Niğdeli Ali ümitsizlikle olduğu yerde dikiliyordu. Seyit Onbaşı mermilerin yanına giderken yirmi beş otuz metre kadar yukarılarına anlık aralıklarla üç mermi düştü. Ken¬di kendine söylendi.
- Vay kâfir vay!
Eğildi, kavradı; gres yağlı mermi ellerinden kaydı. Ku¬rulamak için ellerini toprağa sürerken köyündeki pehlivanlıklarını hatırladı; nice babayiğit delikanlıların sırtını yere getirmişti. Aslan pençesi gibi gerdiği nasırlı elleriyle
bir daha kavradı, dünyanın kalbini sökercesine asıldı; kan beynine sıçradı ama mermiyi sırtına vurdu. Sendeleyerek lopa doğru yürürken Niğdeli Ali ona şaşkınlıkla bakıyor¬du. Merdiven basamaklarına adımını attığında beli kırıla-
caktı; fakat kararlıydı; buraya kadar gelmişti; başarmalıy-
dı güç belâ mermiyi namluya sürdü ve kamayı kapattı.
şafak rengine bürünmüş yüzünden terler süzülüyor, derin derin soluyordu. Niğdeli Ali yanına geldi. Ne fayda ki iki-
si de numara eriydi; namluyu Ocean Zırhlısı'na çevirip, Beşi ediler, mesafeyi ayarlayamamışlardı.
Kitabı alıp okumayanlara kısa bir örnek....