ofoking
New member
Çay ve Sağlığımız
Günümüzde sahip olduğumuz en basit ilaçların bile bilinmediği binlerce yıldan bu yana çeşitli gözlem ve deneyimlerine dayanarak Çin Halkı, insan sağlığı üzerinde çayın olumlu etkiler yaptığına inanmış ve bunu savunmuştur. Çinlilerin inancına göre çay insanlarda uyuşukluğu gidermekte, mideyi rahatlatmakta, insana canlılık vermekte, öksürüğü iyileştirmekte ve balgam söktürücü görev yapmakta, baş ağrısı gidermekte ve ateşi düşürmektedir. Çayın yararlarına ilişkin Çinlilerin bu inancı zamanla diğer milletler tarafından da paylaşılmış ve pek çoğu bilimsel araştırmalarla da kanıtlanmıştır.
Çayda insan sağlığı için önemli işlevleri olan değişik mineral maddeler bulunmaktadır. Çay bitkisi Mangan, Alüminyum, Fosfor, Potasyum, Kalsiyum, Magnezyum, Kükürt, Demir, Çinko, Bor, Bakır, Klor, Sodyum ve Flor biriktiren bir bitki olarak bilinmektedir.
Sadece bizim ülkemizde natürel olarak yetiştirilen çayımızdan bir bardak daha fazla içerek hem sağlığınıza hem de ülke ekonomisine katkı sağlayın.
Vejetaryen Beslenmenin Başlıca Nedenleri :
Sanayileşmiş ülkelerde bugün gençlerin vejetaryen beslenmeye yöneldikleri görülüyor. Bunun başlıca nedenleri aşağıda açıklanmıştır;
1) Her canlıya karşı saygı : Barışa inanç ve yaşayan her türlü canlıya karşı acıma duygusu yalnız insanlara değil, hayvanlara da yönelik olmalıdır.
2) Sağlık açısından : Yapılan incelemeler vejetaryenlerin et yiyen insanlara oranla daha uzun yaşadıklarını ve daha az hasta olduklarını ortaya koymuştur. Kolesterol ancak vejetaryen beslenme ile önlenir.
3) Et pahalıdır : Sınırlı bir bütçe etten besinini alamaz, oysa insan aynı dar bütçeyle vejetaryen beslenme yoluyla sağlığını rahatça koruyabilir.
4) Hayvan etleri ilaçlıdır : Etlerin eskisi gibi lezzetli olmayışının nedeni hayvanlara verilen antibiyotikler, hormonlar v.b. gibi ilaçlardır.
5) Psişik açıdan : Vejetaryen olmak bazı doğu ülkelerinin başlıca ilkelerindendir. Çoğu genç vejetaryenler etsiz besinle daha huzurlu olduklarını ileri sürüyorlar.
Tarihin ünlü vejetaryenleri Buda, Kyros, Zerdüşt, eski Yunan çağında Hesiodos, Orpheus, Homeros, Pythagoras ve müritleri, Empedokles, Leonidas, Plutarkhos, Platon, Sokrates, Epikuros, Zenon, Diognes, Demokritos, Aiskhylos, Euripides, Roma çağında Kral Numa, Cincinnatus, Seneca, Marcus-Aurelis, Lucanus, Virgilius, Ovidius, Horatius, İmparator Julianus, filozof Porphyrios ve Protocolus`tur. Daha sonraki çağlarda Leonardo da Vinci, Gassendi, Newton, Bossuet, Fenelon, Voltaire, John Ray`i sayabiliriz. 19. yüzyıldan sonra vejetaryenlerin sayısı artmaktadır; J.A. Gleizes, Anquetil-Duperron, Lord Byron, Richard Wagner, Michelet, Lamartine, Leo Tolstoy, Ghandi, George Bernard Show, Pr. Dr. Dujardin-Beaumetz, Dr. Anna Kingsford, Dr. Bonnejoy, Pr. Raoux, Dr. Paul Carton, Dr. Möller, Dr. Riedlin, Dr. Pfleiderer, Dr. Chittenden, Dr. Haig, Dr. Erwin Hof gibi.
Bedenin gelişmesinde etin gereksiz olduğunu bazı ünlü sporcular kanıtlamıştır. Uzun mesafe şampiyonu Muray Rose ve "Uçan Finli" (The Flying Finn) adıyla ün salan mesafe koşucusu Paave Nurmi bunlardandır.
Vejetaryen olmak et yemeden gelişigüzel baslenmek demek değildir. Sağlıklarını korumaları için vejetaryenler de beyaz undan yapılmış kekleri, tatlıları ve benzeri besinleri yememelidirler. Bu tür besinlerde protein, vitamin ve mineraller düşük, gereksiz kaloriler ise boldur.
Vejetaryenler et yemediklerinden, kullandıkları bazı besin maddeleri kimi insana garip gelebilir. Sanayileşmiş ülkelerde akdarı, arpa, yulaf, burçak, mısır gibi tahıllar vejetaryenlerin rağbet ettikleri besinlerdir. Çimlendirilmiş buğday, kabak çekirdeği, ayçiçeği, kavrulmuş Amerikan fıstığı, mısır ekmeği, siyah pirinç (yurdumuzda yetişmeyen bir tür pirinç) gibi besinler ise bol miktarda protein sağladıklarından, hem et yiyenler, hem vejetaryenler tarafından aranmaktadır. Vejetaryen usulü beslenme insan bedeninin her türlü besin gereksinimini karşılar. Yalnız B12 vitamini bitkisel besinlerde kıttır. Bu vitaminden yararlanmak için çimlendirilmiş buğday ve soya fasulyesi yemeyi ihmal etmemeli. Ancak unutulmamalı ki insanın besin tarzını belirleyen daima iklimdir. Örneğin Eskimolar vejetaryen olamazlar. Çünkü iklim soğuk olduğundan beden ısılarını korumak için yağlı ete gereksinimleri vardır. Ülkemizin bol güneşi ise böyle bir beslenmeyi gerektirmez. Tersine, ülkemiz vejetaryen olmaya elverişli bir iklime sahiptir.
Vejetaryenleri üç gruba ayırabiliriz :
1) Veganlar ya da Vejetalyenler : Bu grup hayvanın yalnız kendisini değil, ürününü de yemez; yani yoğurt, süt, peynir v.b. gibi hayvansal besinleri de kullanmaz, yalnız bitkisel besinle beslenir. Bu tür vejetaryenlere göre hayvanın sütü yavrusunundur, insanın bu sütü kullanmaya hakkı yoktur.
2) Lakto-Vejetaryenler : Hayvanın ürününden yararlanır, ancak yumurta yemezler. Çünkü yumurta oluşacak bir hayatın tohumunu taşımaktadır.
3) Ovo-Lakto-Vejetaryenler : Bu gruptakiler besinlerine hayvanın ürününü ve yumurtasını da katarlar.
Prof. Voit`nın görüşüne katılmayan Danimarkalı Dr. Hindehede Birinci Dünya Savaşı`nda yurttaşlarını açlıktan kurtarmıştır. Hükümetin emriyle domuzların beşte dördü, sığırların da üçte biri kesilmiş ve bu hayvanların besini olarak ayrılan 800.000 ton tahıl insan besini olarak kullanılmıştır. Böylece Danimarka halkı savaş sırasında kıtlık çekmediği gibi, sağlığına da kavuşmuştur. Oysa 1917 yılında Danimarka`nın iki katı tahıl stoku bulunan Almanya kıtlık çekmiştir.
Dr. Hindehede`nin 60 yıl önce sürdüğü gerçek, yakın zamanda Dünya Sağlık Birliği tarafından kabul edilmiştir. Bu kuruluş günde 35 gr. bitkisel proteinin insan sağlığına yeterli olduğunu saptamış, böylece dünyanın açlık sorununa yeni bir ufuk açılmıştır. İnsanlar hayvancılığın elverişsizliğine inandığı zaman, dünyamız tüm insanları besleyebilecektir. Hayvan üretimi büyük masraflara yol açmaktadır. Hayvana verilen besinin yanı sıra veteriner masrafları, aşı, serum, ilaç, barınak v.b. gibi giderler etin maliyetini bir hayli yükseltmektedir. J.P. Thorez, Stratégie pour demain, 'Rapport du Club de Rome' adlı yapıtında der ki: "Eğer tüm dünya gelişmiş ülkelerin besin tarzına uysaydı, bugünkü tarım verimiyle ancak 1-2 milyar insan beslenebilirdi; oysa dünya nüfusu 6 milyar dolayındadır."
Dr. Ralph Bircher, 24 Mart 1974`te Stuttgart`ta aşağıdaki açıklamada bulunmuştur: "Amerika`da tahıl ürününün %78`i hayvancılıkta kullanılmakta, böylece insanın yararlanabileceği 20 milyon ton protein kaybolmaktadır. Hayvan etinin kullanımı yarıya indirmekle gelişmekte olan ülkelerin besin gereksiniminin dört katı karşılanabilir."
Amerikalılara yapılan bu sitem Avrupalılar için de geçerlidir. Kasapta satılan bir hayvan, ömrü boyunca yediği yemin besleyici değerinin ancak beşte birini verebilir. Dr. Charles Hunter`ın bu konudaki incelemesi aşağıdadır. (İnceleme 440 dönümlük arazinin (100 akr) kaç kişiyi beslediğini göstermektedir.)
Ürünün Cinsi 100 akrdan yılda sağlanan ürün
(Pound olarak) (*) Yılda beslenen insan sayısı
Koyun 26.000 41
Süt 193.000 53
Buğday 150.000 250
Patates 1.430.000 683
(*) 1 Pound = 1 Libre = 454 gr.
Vejetaryen açısından protein :
Aşağıdaki açıklama İkinci Dünya Savaşı sırasında Britanya Besin Bakanlığı Müsteşarı Sir Jack Drummond tarafından yapılmıştır:
"İnsanın vejetaryen tarzı besinle yeterince beslenebileceği üzerindeki rapora karşı çıkmak olanaksızdır. Besin Araştırma Kurumu insanın etsiz de sağlıklı ve mutlu yaşayabileceğini kanıtlamak için sağlam bilimsel kurmuştur."
Sonradan, 1947 yılında Britanya Tıp Birliği Besin Encümeni insanın protein gereksinimi hakkında yaptığı eleştirici inceleme üzerinde aşağıdaki raporu vermiştir:
"Temel protein birimlerinin bitkisel ya da hayvansal olup olmaması önemli değildir. Yeter ki bunlar insana gereksindiği birimleri uygun bir karışım halinde ve sindirilebilir biçimde sağlasın. Hayvansal protein kendine özgü özel bir değer taşıdığını gösteren herhangi bir kanıt yoktur."
Yukarıdaki açıklamalar vejetaryenlere karşı girişilen eleştirilen geçersizliğini kanıtlamaya yeter sanırız.
Ekonomi açısından et :
Bundan yaklaşık yüz yıl kadar önce Prof. Voit insan sağlığı için günde 118 gram proteine gereksinim olduğunu ileri sürmüştü. Bu proteinler hayvansal kaynaklar olmalıydı. O çağda bitkisel proteinlerin kalitesi düşük sayılıyordu. Halka göre bu hala böyledir. Birçok okulda insan sağlığı için günde 100 gr. hayvansal proteine gerekli olduğu öğretilmektedir. Oysa bunun tam tersi 60 yıl önce kanıtlanmıştır.
Bu açıklamadan da anlaşılıyor ki, hayvancılık çok araziye gerek gösterirken, az nüfus besleyebilmektedir. Bu nedenle daha az et yemekle, hatta hiç et yememekle sağlığımızı korurduk. Diğer yandan et yemek hayvanın canına kıymak, onun yaşama ve gelişme hakkını yadsımak ve hayata karşı bir saygısızlık da sayılmaz mı?
"HAYVANLAR KONUŞABİLSEYDİ ONLARI KESİP YEMEYE CESARET EDER MİYDİK?"
(Voltaire)
Sağlık açısından et :
Et insan sağlığını olumsuz etkiler. Kesilen hayvanın dokularında, organlarında ve damarlarında artık maddelerle birlikte sağken hayvana yapılmış olan aşı, serum ve ilaçlar da bulunur. Bütün bunlar insan sağlığı için zararlıdır. Bu zararlı maddeler et piştiğinde yok olmaz; yani insan bu "zehirleri" etle birlikte yer. Böylece kanında bedene zararlı maddeler birikir ve zamanla bunlar insan bünyesine yük olur; özellikle de karaciğere ve böbreklere. Et yiyenlerde vejetaryenlere oranla daha çok kanser hastalığına rastlanır. Etsiz besin kanser, tansiyon, kalp, damar sertliği, verem gibi hastalıkların olasılığını azaltır. Karaciğer hastalıklarında etsiz besin uygulamak zorunludur. Et uyarıcı bir besindir ve insanı diğer uyarıcı maddelere kışkırtır; alkol ve narkotikler gibi. Et insanı guddeler yoluyla uyarır.
Birçok tıp ve beslenme uzmanı hastalarına et yemeyi yasaklar. Bu yasaklama yalnız romatizma, gut gibi hastalıklara karşı koymak için değil, aynı zamanda ürik asidi önlemek içindir. Gelişmiş ülkelerdeki şikayetlerin birçoğu yenen etin kaslarda bıraktığı ürik asitten ileri gelir.
Hayvan kesileceği sırada başına bir felaket geleceğini duygularıyla sezer. Tıpkı insandaki gibi, geçirdiği korkudan guddeleri olumsuz hormonlar salgılar; bu salgılar guddeler yoluyla insan bünyesine geçer. Dikkat edilecek olursa, etten besinini almayan hayvanlar yumuşakbaşlı, uysal olurlar; fil, deve, tavşan, tavuk v.b. gibi. Diğer yandan kedi, köpek, aslan, kaplan, kurt ve benzerleri etle beslendiklerinden, hırslı ve yırtıcıdırlar. İşin tuhafı, insan yemek için etle beslenen hayvanları değil, tahılla beslenenleri seçmektedir. Neden? Çünkü et yiyen hayvanın eti yenmeyecek kadar kokar. Midenin etteki proteini parçalaması için çok miktarda asit salgılaması gerekir. Et bağırsaklara geçtiğinde bu kez çürümeye ve toksik maddelerin oluşmasına yol açar. Hayvansal proteinin sindirilememesi idrarda aşırı derecede üre, asit ürik ve amonyak gibi zehirlerin oluşumuna neden olur. Hareketsiz bir hayat süren insanın bu zehirleri bedeninden atabilme olasılığı sınırlıdır. Tarlada çalışan köylü, ağır işçi veya bedensel gücünü kullanan amele içinse koşullar aynı değildir. Onlar bu zehirleri bedenlerinden ter yoluyla atarlar; masa başında çalışanlarsa atamazlar. Et yiyen bir hayvanın karaciğeri insanınkiyle karşılaştırılırsa, hayvanın insandan 10-15 kat fazla ürik asidi bedeninden atabildiği görülür. İnsan toksinleri bedeninden atamadıkça, bu tortular, artıklar ve zehirler çökelerek kas ve eklem dokularında yerleşir. Bu ise arterite yol açar.
Etkin bir yaşam sürmelerine karşın günde birkaç kilo çiğ et yiyen Eskimolar damar sertliğinden yakınırlar. Yaş hadleri ise 27`yi geçmez.
Prof. Dr. Gönsslen birçok öğrenci üzerinde ilginç bir deney yapmıştır: Öğrencilere günde 1.5 kilo et, 30 gr. beyaz ekmek ve bir miktar limonlu su vermiştir. Kılcal damarların mikroskopik incelemesinde, 10. günden itibaren önemli değişiklikler görülmüştür. Bu incecik damarların iç kısmını genellikle ince ve düzgünken, çeperler kalınlaşmaya, şişmeye, kıvrılmaya başlamıştır. Hatta bazı yerlerde çatlamalar olmuş, yer yer kan topladığı görülmüştür. Öğrencilerin ciltleri kızarmış, kimininki ise morarmıştır. Diş etleri de şişmiş, kanamıştır. Ancak uzun süre uygulanan bir vejetaryen rejimle bu gençlerin kılcal damarları eski normal haline dönebilmiştir. Dr. Bircher-Benner 10 günde bu denli kötü bir sonuç alındığına göre, etli beslenmenin 10 yılda ne büyük tahribata yol açabileceğine işaret etmiştir.
Etten alınan enerjiye gelince : Et yiyen insanın bedeni kuvvetli görünürse de, vejetaryenlerinki kadar dayanıklı ve dirençli değildir. Etsiz beslenenler, daha doğrusu beslenmesini bilenler, ağır bedensel koşullar altında yorulmaksızın uzun zaman çalışabilirler. Bu demek değildir ki et yemeyenler hastalanmaz. Ancak et yemeyenlerin bedenlerinde toksin olmadığı için (varsa da et yiyenlerinkine oranla az olduğu için) çabuk şifa bulurlar.
Fiziksel direnç için çok miktarda et yemek gerektiği kanısı vardır insanlarda. Dokuz atlet üzerinde yapılan deneyler bu inancın yanlış olduğunu kanıtlamıştır. Bu atletler bisiklet pedallarını çevirecek, böylece direnç güçleri ölçülecekti. Atletler 3 gün bol hayvansal protein ve yağla beslendiklerinde ortalama direnç güçlerinin 57 dakika olduğu görüldü. Aynı atletler bu kez 3 gün normal besinle, yani az et, az yağ ve az proteinle beslendiklerinde direnç güçleri ortalama 114 dakikaya ulaştı. 3 gün bol tahıl ve kuru sebze ile beslendiklerinde ise direnç güçleri ortalama 167 dakikaya yükseldi. Çünkü tahılda ve kuru sebzede bol glikojen vardır. Bilindiği gibi, glikojen kasların depoladığı ve kendi faaliyetleri için kullandığı karbonhidrattır.
İngiliz tarihinin en yaşlı insanı Thomas Parr 1635`te öldüğünde 152 yıl, 9 ay yaşamıştı. Bu İngiliz köylüsü az ve ölçülü yemek yermiş. Başlıca besini sebze, süt, peynir, yoğurt ve ekmekmiş. (Bugün bizim yediğimiz yapay besinle beslenen hayvanın sütü, peyniri ve özü gitmiş beyaz ekmek değil, kuşkusuz!). Ünlü operatör William Harvey`in yaptığı otopside kalbinin normal, damarlarının sağlıklı, erkeklik organlarının sağlam ve son yıllara kadar faaliyette olduğu ortaya çıkmıştır.
İnsanın etsiz besinle sağlıklı yaşayamayacağına inananlar herhalde bilmiyorlar ki dünyada et yiyenler azınlıktadır ve vejetaryenlerin sayısı sanıldığından çok daha fazladır. Çinlilerin %96`sı vejetaryendir. Vejetaryen aşçılık sanatının çok çeşitli ve zengin olduğunu çoğu kimse bilmez. Şimdiye kadar vejetaryenlere yaşama zevkiyle bağdaşmasını bilmeyen insanlar gözüyle bakılırken, bugün vejetaryenlik sofra zevkini bir yana bırakmayan sağlıklı ve doğal bir yaşama tarzı sayılmaktadır
Günümüzde sahip olduğumuz en basit ilaçların bile bilinmediği binlerce yıldan bu yana çeşitli gözlem ve deneyimlerine dayanarak Çin Halkı, insan sağlığı üzerinde çayın olumlu etkiler yaptığına inanmış ve bunu savunmuştur. Çinlilerin inancına göre çay insanlarda uyuşukluğu gidermekte, mideyi rahatlatmakta, insana canlılık vermekte, öksürüğü iyileştirmekte ve balgam söktürücü görev yapmakta, baş ağrısı gidermekte ve ateşi düşürmektedir. Çayın yararlarına ilişkin Çinlilerin bu inancı zamanla diğer milletler tarafından da paylaşılmış ve pek çoğu bilimsel araştırmalarla da kanıtlanmıştır.
Çayda insan sağlığı için önemli işlevleri olan değişik mineral maddeler bulunmaktadır. Çay bitkisi Mangan, Alüminyum, Fosfor, Potasyum, Kalsiyum, Magnezyum, Kükürt, Demir, Çinko, Bor, Bakır, Klor, Sodyum ve Flor biriktiren bir bitki olarak bilinmektedir.
Sadece bizim ülkemizde natürel olarak yetiştirilen çayımızdan bir bardak daha fazla içerek hem sağlığınıza hem de ülke ekonomisine katkı sağlayın.
Vejetaryen Beslenmenin Başlıca Nedenleri :
Sanayileşmiş ülkelerde bugün gençlerin vejetaryen beslenmeye yöneldikleri görülüyor. Bunun başlıca nedenleri aşağıda açıklanmıştır;
1) Her canlıya karşı saygı : Barışa inanç ve yaşayan her türlü canlıya karşı acıma duygusu yalnız insanlara değil, hayvanlara da yönelik olmalıdır.
2) Sağlık açısından : Yapılan incelemeler vejetaryenlerin et yiyen insanlara oranla daha uzun yaşadıklarını ve daha az hasta olduklarını ortaya koymuştur. Kolesterol ancak vejetaryen beslenme ile önlenir.
3) Et pahalıdır : Sınırlı bir bütçe etten besinini alamaz, oysa insan aynı dar bütçeyle vejetaryen beslenme yoluyla sağlığını rahatça koruyabilir.
4) Hayvan etleri ilaçlıdır : Etlerin eskisi gibi lezzetli olmayışının nedeni hayvanlara verilen antibiyotikler, hormonlar v.b. gibi ilaçlardır.
5) Psişik açıdan : Vejetaryen olmak bazı doğu ülkelerinin başlıca ilkelerindendir. Çoğu genç vejetaryenler etsiz besinle daha huzurlu olduklarını ileri sürüyorlar.
Tarihin ünlü vejetaryenleri Buda, Kyros, Zerdüşt, eski Yunan çağında Hesiodos, Orpheus, Homeros, Pythagoras ve müritleri, Empedokles, Leonidas, Plutarkhos, Platon, Sokrates, Epikuros, Zenon, Diognes, Demokritos, Aiskhylos, Euripides, Roma çağında Kral Numa, Cincinnatus, Seneca, Marcus-Aurelis, Lucanus, Virgilius, Ovidius, Horatius, İmparator Julianus, filozof Porphyrios ve Protocolus`tur. Daha sonraki çağlarda Leonardo da Vinci, Gassendi, Newton, Bossuet, Fenelon, Voltaire, John Ray`i sayabiliriz. 19. yüzyıldan sonra vejetaryenlerin sayısı artmaktadır; J.A. Gleizes, Anquetil-Duperron, Lord Byron, Richard Wagner, Michelet, Lamartine, Leo Tolstoy, Ghandi, George Bernard Show, Pr. Dr. Dujardin-Beaumetz, Dr. Anna Kingsford, Dr. Bonnejoy, Pr. Raoux, Dr. Paul Carton, Dr. Möller, Dr. Riedlin, Dr. Pfleiderer, Dr. Chittenden, Dr. Haig, Dr. Erwin Hof gibi.
Bedenin gelişmesinde etin gereksiz olduğunu bazı ünlü sporcular kanıtlamıştır. Uzun mesafe şampiyonu Muray Rose ve "Uçan Finli" (The Flying Finn) adıyla ün salan mesafe koşucusu Paave Nurmi bunlardandır.
Vejetaryen olmak et yemeden gelişigüzel baslenmek demek değildir. Sağlıklarını korumaları için vejetaryenler de beyaz undan yapılmış kekleri, tatlıları ve benzeri besinleri yememelidirler. Bu tür besinlerde protein, vitamin ve mineraller düşük, gereksiz kaloriler ise boldur.
Vejetaryenler et yemediklerinden, kullandıkları bazı besin maddeleri kimi insana garip gelebilir. Sanayileşmiş ülkelerde akdarı, arpa, yulaf, burçak, mısır gibi tahıllar vejetaryenlerin rağbet ettikleri besinlerdir. Çimlendirilmiş buğday, kabak çekirdeği, ayçiçeği, kavrulmuş Amerikan fıstığı, mısır ekmeği, siyah pirinç (yurdumuzda yetişmeyen bir tür pirinç) gibi besinler ise bol miktarda protein sağladıklarından, hem et yiyenler, hem vejetaryenler tarafından aranmaktadır. Vejetaryen usulü beslenme insan bedeninin her türlü besin gereksinimini karşılar. Yalnız B12 vitamini bitkisel besinlerde kıttır. Bu vitaminden yararlanmak için çimlendirilmiş buğday ve soya fasulyesi yemeyi ihmal etmemeli. Ancak unutulmamalı ki insanın besin tarzını belirleyen daima iklimdir. Örneğin Eskimolar vejetaryen olamazlar. Çünkü iklim soğuk olduğundan beden ısılarını korumak için yağlı ete gereksinimleri vardır. Ülkemizin bol güneşi ise böyle bir beslenmeyi gerektirmez. Tersine, ülkemiz vejetaryen olmaya elverişli bir iklime sahiptir.
Vejetaryenleri üç gruba ayırabiliriz :
1) Veganlar ya da Vejetalyenler : Bu grup hayvanın yalnız kendisini değil, ürününü de yemez; yani yoğurt, süt, peynir v.b. gibi hayvansal besinleri de kullanmaz, yalnız bitkisel besinle beslenir. Bu tür vejetaryenlere göre hayvanın sütü yavrusunundur, insanın bu sütü kullanmaya hakkı yoktur.
2) Lakto-Vejetaryenler : Hayvanın ürününden yararlanır, ancak yumurta yemezler. Çünkü yumurta oluşacak bir hayatın tohumunu taşımaktadır.
3) Ovo-Lakto-Vejetaryenler : Bu gruptakiler besinlerine hayvanın ürününü ve yumurtasını da katarlar.
Prof. Voit`nın görüşüne katılmayan Danimarkalı Dr. Hindehede Birinci Dünya Savaşı`nda yurttaşlarını açlıktan kurtarmıştır. Hükümetin emriyle domuzların beşte dördü, sığırların da üçte biri kesilmiş ve bu hayvanların besini olarak ayrılan 800.000 ton tahıl insan besini olarak kullanılmıştır. Böylece Danimarka halkı savaş sırasında kıtlık çekmediği gibi, sağlığına da kavuşmuştur. Oysa 1917 yılında Danimarka`nın iki katı tahıl stoku bulunan Almanya kıtlık çekmiştir.
Dr. Hindehede`nin 60 yıl önce sürdüğü gerçek, yakın zamanda Dünya Sağlık Birliği tarafından kabul edilmiştir. Bu kuruluş günde 35 gr. bitkisel proteinin insan sağlığına yeterli olduğunu saptamış, böylece dünyanın açlık sorununa yeni bir ufuk açılmıştır. İnsanlar hayvancılığın elverişsizliğine inandığı zaman, dünyamız tüm insanları besleyebilecektir. Hayvan üretimi büyük masraflara yol açmaktadır. Hayvana verilen besinin yanı sıra veteriner masrafları, aşı, serum, ilaç, barınak v.b. gibi giderler etin maliyetini bir hayli yükseltmektedir. J.P. Thorez, Stratégie pour demain, 'Rapport du Club de Rome' adlı yapıtında der ki: "Eğer tüm dünya gelişmiş ülkelerin besin tarzına uysaydı, bugünkü tarım verimiyle ancak 1-2 milyar insan beslenebilirdi; oysa dünya nüfusu 6 milyar dolayındadır."
Dr. Ralph Bircher, 24 Mart 1974`te Stuttgart`ta aşağıdaki açıklamada bulunmuştur: "Amerika`da tahıl ürününün %78`i hayvancılıkta kullanılmakta, böylece insanın yararlanabileceği 20 milyon ton protein kaybolmaktadır. Hayvan etinin kullanımı yarıya indirmekle gelişmekte olan ülkelerin besin gereksiniminin dört katı karşılanabilir."
Amerikalılara yapılan bu sitem Avrupalılar için de geçerlidir. Kasapta satılan bir hayvan, ömrü boyunca yediği yemin besleyici değerinin ancak beşte birini verebilir. Dr. Charles Hunter`ın bu konudaki incelemesi aşağıdadır. (İnceleme 440 dönümlük arazinin (100 akr) kaç kişiyi beslediğini göstermektedir.)
Ürünün Cinsi 100 akrdan yılda sağlanan ürün
(Pound olarak) (*) Yılda beslenen insan sayısı
Koyun 26.000 41
Süt 193.000 53
Buğday 150.000 250
Patates 1.430.000 683
(*) 1 Pound = 1 Libre = 454 gr.
Vejetaryen açısından protein :
Aşağıdaki açıklama İkinci Dünya Savaşı sırasında Britanya Besin Bakanlığı Müsteşarı Sir Jack Drummond tarafından yapılmıştır:
"İnsanın vejetaryen tarzı besinle yeterince beslenebileceği üzerindeki rapora karşı çıkmak olanaksızdır. Besin Araştırma Kurumu insanın etsiz de sağlıklı ve mutlu yaşayabileceğini kanıtlamak için sağlam bilimsel kurmuştur."
Sonradan, 1947 yılında Britanya Tıp Birliği Besin Encümeni insanın protein gereksinimi hakkında yaptığı eleştirici inceleme üzerinde aşağıdaki raporu vermiştir:
"Temel protein birimlerinin bitkisel ya da hayvansal olup olmaması önemli değildir. Yeter ki bunlar insana gereksindiği birimleri uygun bir karışım halinde ve sindirilebilir biçimde sağlasın. Hayvansal protein kendine özgü özel bir değer taşıdığını gösteren herhangi bir kanıt yoktur."
Yukarıdaki açıklamalar vejetaryenlere karşı girişilen eleştirilen geçersizliğini kanıtlamaya yeter sanırız.
Ekonomi açısından et :
Bundan yaklaşık yüz yıl kadar önce Prof. Voit insan sağlığı için günde 118 gram proteine gereksinim olduğunu ileri sürmüştü. Bu proteinler hayvansal kaynaklar olmalıydı. O çağda bitkisel proteinlerin kalitesi düşük sayılıyordu. Halka göre bu hala böyledir. Birçok okulda insan sağlığı için günde 100 gr. hayvansal proteine gerekli olduğu öğretilmektedir. Oysa bunun tam tersi 60 yıl önce kanıtlanmıştır.
Bu açıklamadan da anlaşılıyor ki, hayvancılık çok araziye gerek gösterirken, az nüfus besleyebilmektedir. Bu nedenle daha az et yemekle, hatta hiç et yememekle sağlığımızı korurduk. Diğer yandan et yemek hayvanın canına kıymak, onun yaşama ve gelişme hakkını yadsımak ve hayata karşı bir saygısızlık da sayılmaz mı?
"HAYVANLAR KONUŞABİLSEYDİ ONLARI KESİP YEMEYE CESARET EDER MİYDİK?"
(Voltaire)
Sağlık açısından et :
Et insan sağlığını olumsuz etkiler. Kesilen hayvanın dokularında, organlarında ve damarlarında artık maddelerle birlikte sağken hayvana yapılmış olan aşı, serum ve ilaçlar da bulunur. Bütün bunlar insan sağlığı için zararlıdır. Bu zararlı maddeler et piştiğinde yok olmaz; yani insan bu "zehirleri" etle birlikte yer. Böylece kanında bedene zararlı maddeler birikir ve zamanla bunlar insan bünyesine yük olur; özellikle de karaciğere ve böbreklere. Et yiyenlerde vejetaryenlere oranla daha çok kanser hastalığına rastlanır. Etsiz besin kanser, tansiyon, kalp, damar sertliği, verem gibi hastalıkların olasılığını azaltır. Karaciğer hastalıklarında etsiz besin uygulamak zorunludur. Et uyarıcı bir besindir ve insanı diğer uyarıcı maddelere kışkırtır; alkol ve narkotikler gibi. Et insanı guddeler yoluyla uyarır.
Birçok tıp ve beslenme uzmanı hastalarına et yemeyi yasaklar. Bu yasaklama yalnız romatizma, gut gibi hastalıklara karşı koymak için değil, aynı zamanda ürik asidi önlemek içindir. Gelişmiş ülkelerdeki şikayetlerin birçoğu yenen etin kaslarda bıraktığı ürik asitten ileri gelir.
Hayvan kesileceği sırada başına bir felaket geleceğini duygularıyla sezer. Tıpkı insandaki gibi, geçirdiği korkudan guddeleri olumsuz hormonlar salgılar; bu salgılar guddeler yoluyla insan bünyesine geçer. Dikkat edilecek olursa, etten besinini almayan hayvanlar yumuşakbaşlı, uysal olurlar; fil, deve, tavşan, tavuk v.b. gibi. Diğer yandan kedi, köpek, aslan, kaplan, kurt ve benzerleri etle beslendiklerinden, hırslı ve yırtıcıdırlar. İşin tuhafı, insan yemek için etle beslenen hayvanları değil, tahılla beslenenleri seçmektedir. Neden? Çünkü et yiyen hayvanın eti yenmeyecek kadar kokar. Midenin etteki proteini parçalaması için çok miktarda asit salgılaması gerekir. Et bağırsaklara geçtiğinde bu kez çürümeye ve toksik maddelerin oluşmasına yol açar. Hayvansal proteinin sindirilememesi idrarda aşırı derecede üre, asit ürik ve amonyak gibi zehirlerin oluşumuna neden olur. Hareketsiz bir hayat süren insanın bu zehirleri bedeninden atabilme olasılığı sınırlıdır. Tarlada çalışan köylü, ağır işçi veya bedensel gücünü kullanan amele içinse koşullar aynı değildir. Onlar bu zehirleri bedenlerinden ter yoluyla atarlar; masa başında çalışanlarsa atamazlar. Et yiyen bir hayvanın karaciğeri insanınkiyle karşılaştırılırsa, hayvanın insandan 10-15 kat fazla ürik asidi bedeninden atabildiği görülür. İnsan toksinleri bedeninden atamadıkça, bu tortular, artıklar ve zehirler çökelerek kas ve eklem dokularında yerleşir. Bu ise arterite yol açar.
Etkin bir yaşam sürmelerine karşın günde birkaç kilo çiğ et yiyen Eskimolar damar sertliğinden yakınırlar. Yaş hadleri ise 27`yi geçmez.
Prof. Dr. Gönsslen birçok öğrenci üzerinde ilginç bir deney yapmıştır: Öğrencilere günde 1.5 kilo et, 30 gr. beyaz ekmek ve bir miktar limonlu su vermiştir. Kılcal damarların mikroskopik incelemesinde, 10. günden itibaren önemli değişiklikler görülmüştür. Bu incecik damarların iç kısmını genellikle ince ve düzgünken, çeperler kalınlaşmaya, şişmeye, kıvrılmaya başlamıştır. Hatta bazı yerlerde çatlamalar olmuş, yer yer kan topladığı görülmüştür. Öğrencilerin ciltleri kızarmış, kimininki ise morarmıştır. Diş etleri de şişmiş, kanamıştır. Ancak uzun süre uygulanan bir vejetaryen rejimle bu gençlerin kılcal damarları eski normal haline dönebilmiştir. Dr. Bircher-Benner 10 günde bu denli kötü bir sonuç alındığına göre, etli beslenmenin 10 yılda ne büyük tahribata yol açabileceğine işaret etmiştir.
Etten alınan enerjiye gelince : Et yiyen insanın bedeni kuvvetli görünürse de, vejetaryenlerinki kadar dayanıklı ve dirençli değildir. Etsiz beslenenler, daha doğrusu beslenmesini bilenler, ağır bedensel koşullar altında yorulmaksızın uzun zaman çalışabilirler. Bu demek değildir ki et yemeyenler hastalanmaz. Ancak et yemeyenlerin bedenlerinde toksin olmadığı için (varsa da et yiyenlerinkine oranla az olduğu için) çabuk şifa bulurlar.
Fiziksel direnç için çok miktarda et yemek gerektiği kanısı vardır insanlarda. Dokuz atlet üzerinde yapılan deneyler bu inancın yanlış olduğunu kanıtlamıştır. Bu atletler bisiklet pedallarını çevirecek, böylece direnç güçleri ölçülecekti. Atletler 3 gün bol hayvansal protein ve yağla beslendiklerinde ortalama direnç güçlerinin 57 dakika olduğu görüldü. Aynı atletler bu kez 3 gün normal besinle, yani az et, az yağ ve az proteinle beslendiklerinde direnç güçleri ortalama 114 dakikaya ulaştı. 3 gün bol tahıl ve kuru sebze ile beslendiklerinde ise direnç güçleri ortalama 167 dakikaya yükseldi. Çünkü tahılda ve kuru sebzede bol glikojen vardır. Bilindiği gibi, glikojen kasların depoladığı ve kendi faaliyetleri için kullandığı karbonhidrattır.
İngiliz tarihinin en yaşlı insanı Thomas Parr 1635`te öldüğünde 152 yıl, 9 ay yaşamıştı. Bu İngiliz köylüsü az ve ölçülü yemek yermiş. Başlıca besini sebze, süt, peynir, yoğurt ve ekmekmiş. (Bugün bizim yediğimiz yapay besinle beslenen hayvanın sütü, peyniri ve özü gitmiş beyaz ekmek değil, kuşkusuz!). Ünlü operatör William Harvey`in yaptığı otopside kalbinin normal, damarlarının sağlıklı, erkeklik organlarının sağlam ve son yıllara kadar faaliyette olduğu ortaya çıkmıştır.
İnsanın etsiz besinle sağlıklı yaşayamayacağına inananlar herhalde bilmiyorlar ki dünyada et yiyenler azınlıktadır ve vejetaryenlerin sayısı sanıldığından çok daha fazladır. Çinlilerin %96`sı vejetaryendir. Vejetaryen aşçılık sanatının çok çeşitli ve zengin olduğunu çoğu kimse bilmez. Şimdiye kadar vejetaryenlere yaşama zevkiyle bağdaşmasını bilmeyen insanlar gözüyle bakılırken, bugün vejetaryenlik sofra zevkini bir yana bırakmayan sağlıklı ve doğal bir yaşama tarzı sayılmaktadır