Üstad Necip Fazıl'ı anıyoruz..

türk ocağı

serdengeçti
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
1,813
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
Taceddin Dergahı
NFK2.jpg

Edebiyat ve düşünce hayatımızın üstadı Necip Fazıl Kısakürek’i 1983 yılında kaybettiğimizden bu yana tam 25 yıl geçti. Geçen onca yıl, sanat severlere onu unutturmaya yetmedi, üstad asla unutulmadı ve ardında bıraktığı yüzlerce eserle birlikte anılmaya hala devam ediyor.

….Şairliğim on iki yaşımda başladı. Bahanesi tuhaftır: Annem hastanedeydi ,ziyaretine gitmiştim..Beyaz yatak örtüsünde , siyah kaplı, küçük ve eski bir defter…bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde… Haberi veren annem , bir an gözlerimin içini tarayıp: - senin dedi; şair olmanı ne kadar isterdim!

Şair bunları yazmıştı bir eserinde.İşte şiir sevgisinin ilk merakı böyle düşmüştü Kısakürek’in içine.. O gün karar vermişti Necip Fazıl şair olacaktı.. Ünlü şair liseye başladığında hocalarıyla attı ilk adımlarını bugünlere.. Kısakürek’in eğitiminde katkısı olan öğretmenleri dönemin ünlü isimlerini oluşturuyordu. Yahya Kemal, Ahmet Hamdi, İbrahim Aşki bunların başında gelen isimlerdi. Necip Fazıl şairlikte kararlıydı yazdığı şiirlerin bir bölümünü Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na götürmeye başladı. Ardından dönemin önemli edebiyat yazarlarının çıkardığı “yeni mecmuada” yazıları yayınlanmaya başladı Kısakürek’in.. Eğitimine İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünde devam etti. Aynı bölüm için Fransa’da bir okula da burslu olarak gönderilen Kısakürek, devamsızlıklarından dolayı bursunun kesilmesi üzerine Türkiye’ye tekrar döndü. Vatan topraklarında muhasebecilikten,müfettişliğe kadar bir sürü iş dalında çalıştı. Hayatının her döneminde yazmaya büyük zaman ayıran Necip Fazıl'ın Paris dönüşü yayımladığı Örümcek ağı ve Kaldırımlar adlı kitapları onu çok genç yaşta başarıya taşıdı.. Necip Fazıl yazdığı şiirleriyle, düzenlediği konferanslarıyla ve kaleme aldığı yazılarla 21. yüzyıla damgasını vurdu. 1980 yılında kültür Bakanlığı büyük ödülü, ‘iman ve İslam atlası’ adlı eseriyle fikir dalında Milli Kültür Vakfı armağanı (1981) ve Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülleri(1982) gibi bir çok ödülün sahibi oldu. 1983 yılında Erenköy’deki evinde vefat etti ünlü şair..
Üstad 25 mayıs 1983 günü yatağından doğruldu , ela gözlerini pencereden dışarıya , derin karanlığa dikti ve “demek böyle ölünüyormuş “ diyerek veda etti hayata.. 25 mayıs 1983 Necip Fazıl’ın hayata gözlerini yumduğu gün olarak geçti tarihe.. Ve 26 Mayıs.. Ne kadar ilginçtir ki 26 Mayısta üstadın doğum günü.. Aradan yıllar geçiyor, üstad doğduğu tarihten bir gün sonra vefat ediyor. Hem ölüm yıl dönümünde hem doğum gününde sen eserlerinle her zaman kalbimizde yaşacaksın.Seni unutmadık, unutmayacağız..

Necip Fazıl Çile ile anılıyor

Meram Belediyesi Konevi Tiyatro Topluluğu'nun hazırladığı tiyatro etkinlikleri bütün hızıyla sürüyor.

Büyük şair, yazar ve mütefekkir Necip Fazıl Kısakürek vefatının 25. yılında "Çile" adlı tiyatroyla anılıyor. Geçtiğimiz yıllarda da sahnelenen ve Üstad'ın hayranlarının yoğun ilgi gösterdiği "Çile" adlı oyun 21 ve 22 Mayıs 2008 tarihlerinde Konevi Kültür Merkezi'nde saat 20.00'da sahnelenecek. Meram Belediyesi Konevi Tiyatro Topluluğu, Türk edebiyatının yetiştirmiş olduğu büyük mütefekkir, şair, yazar, sanat ve aksiyon adamı Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in hayatını, ölümünün 25. yıl dönümü münasebetiyle Konevi Kültür Merkezi'nde "Çile" adlı eseriyle tiyatroya uyarladı. Yönetmenliğini Yasemin Kaynak'ın yaptığı Çile'de, Üstad rolünü ise Mustafa Akbulut oynayacak. Üstad Necip Fazıl'ı, ölümünün 25. yılında rahmetle andıklarını belirten Meram Belediye Başkanı Refik Tuzcuoğlu, "Necip Fazıl, Türk edebiyatının son dönem en güçlü kalemlerinden biriydi. Kendisinden önceki kültür mirasını tarihi ve aktüel yönleriyle ele alması, bunlardan hikmeti esas alan sonuçlar çıkarmasıyla düşünce hayatımızda derin izler bırakmıştır. Sonuç olarak Üstad Necip Fazıl, ne sadece şair ne de salt fikir yüklü bir ideologdur. O, madde ve mananın, arayışın ve buluşun, şöhret ve ıssızlığın birbirine karıştığı bir derya; fikir ve eylemin kekelediği bir dönemin idrak sembolü, konuşan filozofudur. Çok önemli tiyatro oyunlarını sahneye koyan Konevi Tiyatro Topluluğumuzun, Üstad'ın hayatını anlatan "Çile" adlı oyununa bütün Konyalılar davetlidir" dedi.

kaynak:http://yenisafak.com.tr/yurthaberler/default.aspx?t=19.05.2008&i=117998

Necip Fazılın en önemli şiirleri:

kaldirimlar3.jpg


KALDIRIMLAR

I

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...

II

Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi,
Etinle, kemiğinle, sokakların malısın!
Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi,
Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!
Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,
Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında.
Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri;
Onun taşı erimiş, senin kafatasında.

İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var;
Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz.
Dünyada taşınacak bir kuru başınız var;
Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.

Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur!
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur...
Ne senin anladığın kadar, kaldırımları...

III

Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece,
Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler.
Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince,
Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der.

Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de,
Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp.
Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de,
Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp.

Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım;
Onu bir başkasına râm oluyor sanırım,
Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.

Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan;
Bana rahat bir döşek serince yerin altı,
Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan...

SAKARYA

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya:
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir:
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.

Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat:
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne?
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine:

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

Rabb'im isterse, sular büklüm büklüm burulur.
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.

Eyvah, eyvah, Sakarya'm, sana mı düştü bu yük?
Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük!..

Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan:
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan!

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu?
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna?
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya.
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su:
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek:
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

Sakarya, saf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

Sen ve ben, gözyaşıyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!

Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!

NECİP FAZIL KISAKÜREK​
 
Onlar ki, sıfırlarda rakamları bulmuşlar,
Fikirden kurtularak, ölümden kurtulmuşlar.

Söyle Karacaahmet, bu ne acıklı talih!
Taşlarına kapanmış, ağlıyor koca tarih!


ağlıyor üstad,hem tarih,hemde gönlümüz ağlıyor.Atalarını kabul etmeyen bir nesil,dinini yok sayan bir toplum,namusun paçavra tabir edildiği haya oluşmuşken bilmem rahat uyurmusun ama;

mekanın cennet,ruhun şad olsun.
 
Zindan iki hece Mehmetim lafta !
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de geri adam boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed' im!
Kavuşmak mı?... Belki... Daha ölmedim!

Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yolda tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak.
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak

Bir alem ki, gökler boru içinde!
Akıl almazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, unut mu, sus mu, konuş mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı, asıldı
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, bir kaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...

Müdür bey dert dinler bu gün 'maruzat'!
Çatık kaş... Hükümet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş kim ede azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz dilekçem...
Anlamaz ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekün içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindan da birer kemiyet
Urbalarla kemik, mintanlarla et.

Somurtuş ki bıçak, nara ki tokat;
Zift dolu gözlerde kat kat...
Yalnız seccademin yüzünde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz madem;
Öp beni anlımdan, sen öp seccadem!

Çaycı, getir ilaç kokulu çaydan!
Dakika düşelim senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, Duman duman erisin!

Peykeler duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler
Duvar katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... beynimi içtin!

Sükut... kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez Dünyadan nazar.
Yer yüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç varda kalan biz miyiz?

Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelirki elde kader bu emir...
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünyaya kapalı, Allah'a açık.

Dua dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, bir tütsü bir uçan buğu
İplik ki incecik, örer boşluğu.

Ana rahmi dahi şu bizim koğuş;
Karanlığındadır, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa dim dik doğrul ve sevin!

Mehmed'im sevinin başlar yüksekte!
Ölsekte sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu teker kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

Necip Fazıl KISAKÜREK
 
46236.jpg

......alperenler ayasofyada.........

ÜSTADIN GENÇLİĞE HİTABESİ

Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik...

"Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!" şuurunda bir gençlik...

Devlet ve milletinin büyük çapa ermiş yedi asırlık hayatında ilk iki buçuk asrını aşk, vecd, fetih ve hakimiyetle süsleyici; üç asrını kaba softa ve ham yobaz elinde kenetleyici; son bir asrını, Allah'ın Kur'an'ında "belhüm adal" dediği hayvandan aşağı taklitçilere kaptırıcı; en son yarım asrını da işgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, Türkü madde plânında kurtardıktan sonra ruh plânında helâk edici tam dört devre bulunduğunu gören... Bu devirleri yükseltici aşk, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi... Beşinci devrenin kapısı önünde dimdik bekleyen bir gençlik...

Gökleri çökertecek ve yeni kurbağa diliyle bütün "dikey"leri "yatay" hale getirecek bir nida kopararak "Mukaddes emaneti ne yaptınız?" diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik...

Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik...

Halka değil hakka inanan, meclisinin duvarında "Hakimiyet hakkındır" düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bulan bir gençlik...

Emekçiye "Benim sana acıdığım ve yardımcı olduğum kadar sen kendine acıyamaz ve yardımcı olamazsın! Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasiyle, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başıboş bırakılamazsın!", kapitaliste ise "Allah buyruğunu ve Resul ölçüsünü kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın!", ihtarını edecek... Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik...

Bir buçuk asırdır yanıp kavrulan, bunca keşfine ve oyuncağına rağmen buhranını yenemeyen ve kurtuluşunu arayan Batı adamının bulamadığını, Türkün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta Batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını çözecek ve her sistem ve mezhep, ortada ne kadar hastalık varsa tedavisinin ve ne kadar cennet hayali varsa hakikatinin İslâm'da olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna İslâm âlemine ve bütün insanlığa numunelik teşkil edecek bir gençlik...

"Kim var!" diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert "Ben varım!" cevabını verici, her ferdi "Benim olmadığım yerde kimse yoktur!" duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik...

Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispette strateji ve taktik sahibi bir gençlik...

Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin bir gençlik...

Bugün, komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, çıkartma kağıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, fuhuş albümü gazetesi, şaşkına dönmüş ailesi ve daha nesi ve nesi, hasılı, güya kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden silkip atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine, telkin ve telbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, tek başına onlara karşı durabilecek ve çetinler çetini bu işin destanlık savaşını kazanabilecek bir gençlik...

Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa gelmiş ve geçmiş bütün eski nesillerden hiç birini beğenmeyen, onlara "Siz güneşi ceketinizin astarı içinde kaybetmiş marka Müslümanlarısınız! Gerçek Müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi!" diyecek ve gerçek Müslümanlığın "ne idüğü"nü ve "nasıl"ını gösterecek bir gençlik...

Tek cümleyle, Allah'ın, kâinatı hürmetine yarattığı Sevgilisinin âlemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, O'ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak, barınak tanımayacak ve O'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye lâyık görecek bir gençlik...

Bu gençliği karşımda görüyorum. Maya tutması için otuz küsür yıldır, devrimbaz kodamanların viski çektiği kamıştan borularla ciğerimden kalemime kan çekerek yırtındığım, kıvrandığım ve zindanlarda çürüdüğüm bu gençlik karşısında uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allah'a hamd etme makamındayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim, manevî babanın tabutunu musalla taşına, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymandır.
Allah'ın selâmı üzerine olsun!

Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!

Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es!..



 
Mehmed'im sevinin başlar yüksekte!
Ölsekte sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu teker kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

Üstad ruhun şad olsun........

Mevlam gani gani rahmet eylesin.......
 
ÜSTADIN VASİYETİ​

1- Bu vasiyet çoluk-çocuğumun ve şahsi yakınlarımın dar ve hususi kadrosundan ziyade, onların da içinde olduğu geniş ve umumi zümreyi muhatap tutuyor. Başta gerçek türk'ün ruh köküne bağlı yeni gençlik, şu kadar yıllık mücadele hayatımda beni okumuş veya dinlemiş her fert,kısaca allah ve resulüne perçinli herkes...Onlara hitap ediyorum ve dileklerimin yerine getirilmesi için gerekli çalışmayı işte bu yeni gençliğe ısmarlıyorum! eğer üzerilerinde bir hakkım varsa,hesap gününde tek tek sorumludurlar. emanetim, beni seven ve islam davasında bir hak sahibi olduğumu kabul eden herkese...

2- fikir ve duyguda vasiyete lüzum görmüyorum.bu bahiste bütün eserlerim,her kelime,cümle,mısra ve topyekün ifade tarzım vasiyettir. eğer bu kamusluk bütünü tek ve minicik bir daire içinde toplamak gerekirse söylenecek söz "allah ve resulü; başka herşey hiç ve batıl" demekten ibarettir.

3- "büyük doğu yayınları" kitabevi kuruluncaya kadar şunun bunun neşrettiği eserlerim arasında mukaddes ölçülere karşı küçük ve hafif çapta laubali, dikkatsiz ve ciddiyetsiz, hürmet ve haşyetten mahrum ve ne varsa -isterse nokta veya virgül olsun-onları reddediyor, malım olmaktan çıkarıyor ve bütün sorumluluğumu, bundan böyle kendi idare, murakabe ve firmam altında çıkaracağım eserlere bağlıyorum. inşallah hak bana onları dünya gözüyle bütünleşmiş ve tamamlanmış gösterir, arkamdan gelecekler de bu örneklere göre devam ederler, virgül oynatmaktan bile çekinirler. islama pazarlıksız ve sımsıkı bağlanmadan önceki şiirlerim ve yazılarım arasında hatta küfre kadar gidenler ise, çoktan beri eser çerçevem dışına çıkarıldığı,herbirinden ayrı ayrı istiğfar edildiği ve çöp tenekesine atıldığı için nereden nereye geldiğimi göstermekte bile kullanılmamalı ve onlarla müminleri benden çevirmek isteyeceklere -çok denenmiştir- şu cevap verilmelidir: "koca hz.ömer bile allahın resulünü öldürmeye davranmış ve peşinden bütün sahabilerin, derecede ikincisi olmak gibi bir şerefe ermiştir.hiç ona bu ilk davranışından ötürü sonradan dil uzatan olmuşmudur? belki o noktadan bu noktaya gelmekte faziletlerin en büyüğü vardır."

eserlerim mevzuunda vasiyetim kısaca şu: ilk yazılarımdan birkaçı asla benim değil; sonrakiler de en dakik şeriat mihengine vurulduktan, yani nasip olursa tarafımdan bütünleştirildikten sonra benim...bir kısmını şimdiden tamamlamış bulunduğum eserlerim üzerinde bu ölçüyü devam ettirmek ve en titiz murakabeyi sürdürmek borcu ise,mirascılarımın ve manevi mirasçım gençliğin...ben öldükten sonra kim ve ne suretle eserlerimin üzerinde gizli bir tasarrufa kalkar da ölçüyü hafifçe bile olsa örselerse,tezgahını başına yıkınız!
en büyük korkularımdan biri,nice müellifin başına geldiği gibi,ölümümden sonraki tahriflerdir.

4-beni,ayrıca hususi vasiyetimde gösterdiğim gibi, islami usullerin en incelerine riayetle gömünüz! burada, umumi vasiyette de belirtilmesi gereken bir noktaya dokunmalıyım:

1935 yılında,mürşidim ve kurtarıcım esseyyid abdülhakim efendi hazretlerine, bir yazımı okumuştum. bu yazı, kendilerini tanıdıktan sonraki dünya görüşüme ait olarak, zamanenin bize aykırı, meşhur bir gazetesinde çıkmıştı ve türkün tarih muhasebesini islami tefekkür noktası etrafında çerçeveliyordu. yazıyı ellerine aldılar, kalem istediler ve üstüne öz elleriyle "altın ile yazılacak yazı"buyurdular. işte hususi zarfında duran bu kesilmiş makaleyi, bütün eserlerimin tasdiknamesi olarak kefenime iliştirsinler...

5- nasıl, nerede ve ne şekilde öleceğimi allah bilir. fakat imkan aleminde en küçük pay bulundukça, biricik dileğim ankara'da bağlum nahiyesindeki yalçın mezarlıkta, şeyhimin civarına defnedilmektir. elden gelen yapılsın...

6-cenazeme çiçek ve bando muzika gönderecek makam ve şahıslara uzaklığımız ve kimsenin böyle bir zahmete girişmeyeceği malum... fakat bu hususta bir muziplik zuhur edecek olursa, ne yapılmak gerektiği de beni sevenlerce malum...çiçekler çamura ve bando yüzgeri koğuşuna...

7-cenazemde, namazıma durmayacaklardan hiç kimseyi istemiyorum! nede, kim olursa olsun, kadın...ve bilhassa, ölü simsarı cinsinden imam! ve "bid'at" belirtici hiçbirşey!... başucumda ne nutuk, ne şamata, ne medh,ne şu,ne bu...sadece fatiha ve kur'an...

8-mezarımda ilahi ve ulvi isim ve sıfatlardan ve benim beşeri ve süfli isim ve sıfatlarımdan hiçbir iz bulunmayacak...mevlid de istemem!... onu, uhrevi rüşvet vasıtası yapanlara bırakınız! sadece kur'an...

9-şimdi sıra en büyük dileğimde...müslümanlardan, eğer bu davada hizmetim geçtiğine inanan varsa, şunları istiyorum: her ferdin, herhengi bir kifayet hesabına yanaşmaksızın, benim için "necip fazıl'ın kaza borcuna karşılık" niyeti ile bir günlük (beş vakit) namaz kılması ve yine birgün oruç tutması... mevtanın ardından, onun için kaza namazı şafii içtihadında caizdir ve aynı içtihat hanefilerce de rahmettir.
her ferdin, en aşağı yüz tevhid kelimesi okuyup sevabının mislini bana hediye etmesi...70 bine dolması lazım...bir de,üzerimde hakkı olanların bunu allah rızası için helal etmeleri...

ölünceye dek,üzerimdeki allah ve kul haklarından mümkün olanını ödeyebilmek için elimden geldiği kadar cehdetmek azmindeysem de ne olacağını, nereye, hangi noktaya varabileceğimi bilmiyorum ve yardımı müslümanlardan bekliyorum. "şey'en lillah"tabiriyle bana allah için birşey veriniz! yardımınızı esirgemeyiniz!

10-allahı,allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! hele düşmanlarını!... olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız!

11-benide allah ve resul aşkının yanık bir örneği ve ardından bir takım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız!

Necip Fazıl Kısakürek
 
Allah rahmet eylesin inşaallah.
 
Destan

Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:

Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden,

Çekiyor tebeşirle yekûn hattını âfet;
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!

Durum diye bir lâf var, buyrunuz size durum;
Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodurum!

Bir şey koptu benden, şey, her şeyi tutan bir şey,
Benim adım Bay Necip, babamınki Fazıl Bey;

Utanırdı burnunu göstermekten sütninem,
Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem.

Ey tepetaklak ehram, başı üstünde bina;
Evde cinayet, tramvay arabasında zina!

Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil;
Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil!

Ve ferman, kumardaki dört kıralın buyruğu;
Başkentler haritası, yerde sarhoş kusmuğu!

Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama,
Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!

Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan!
Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan!

Allahın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.

Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!

Kubur faresi hayat, meselesiz, gerçeksiz;
Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz.

Siyaset kavas, ilim köle, sanat ihtilâç;
Serbest, verem ve sıtma; mahpus, gümrükte ilâç.

Bülbüllere emir var: Lisan öğren vakvaktan;
Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan!

Bak, arslan hakikate, ispinoz kafesinde;
Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde!

Mezarda kan terliyor babamın iskeleti;
Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?

Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap;
Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap.

necip fazıl kısakürek
 
ÜSTADIN VASİYETİ​

9-şimdi sıra en büyük dileğimde...müslümanlardan, eğer bu davada hizmetim geçtiğine inanan varsa, şunları istiyorum: her ferdin, herhengi bir kifayet hesabına yanaşmaksızın, benim için "necip fazıl'ın kaza borcuna karşılık" niyeti ile bir günlük (beş vakit) namaz kılması ve yine birgün oruç tutması... mevtanın ardından, onun için kaza namazı şafii içtihadında caizdir ve aynı içtihat hanefilerce de rahmettir.
her ferdin, en aşağı yüz tevhid kelimesi okuyup sevabının mislini bana hediye etmesi...70 bine dolması lazım...bir de,üzerimde hakkı olanların bunu allah rızası için helal etmeleri...

ölünceye dek,üzerimdeki allah ve kul haklarından mümkün olanını ödeyebilmek için elimden geldiği kadar cehdetmek azmindeysem de ne olacağını, nereye, hangi noktaya varabileceğimi bilmiyorum ve yardımı müslümanlardan bekliyorum. "şey'en lillah"tabiriyle bana allah için birşey veriniz! yardımınızı esirgemeyiniz!



Necip Fazıl Kısakürek
[/COLOR]


Üstadın bu vasiyetini yerine getirmekte boynumuzun borcu olsun.....
 
bayrak-cami.__-full.jpg

Ülkücüye Kaside

Sen;
Allahsız'ın nefret,
Namussuz'un dehşet,
Yüreksiz'in heybet,
Basıboş'un mihnet,
Devrimbaz'ın zulmet,
Eyyamcı'nın şirret,
İnmeli'nin sıklet,
Anarşist'in devlet,
Komunist'in illet

sandığı ve tanıdığı sen, bütün
bu menfilerin topyekun ve müşterek
düşmanı olduguna göre, acaba nasıl
bir "Müsbet" belirtmekte veya belirtme
yolunda ilerlemeye davetli bulunmaktasın?...

Bunca hıyanet tipinin bir arada düşmanı
olabilmen riyazi bir katiyetle ispat eder ki,
sen sanıldıgın ve tanındıgın gibi olmak,
böyle bir sanılma ve tanınmanın
kıymetini gerçekleştirmek borcundasın!

Sanıldıgın ve tanındıgın gibi ol!
Allah seni dusmanlarınca sanıldıgın ve
tanındıgın üzere yetiştirsin!...

"Allahsızın, vatansızın, namussuzun,
yüreksizin,başıboşun, devrimbazın,
inmelinin,anarşistin,komunistin gözünde
ben buyum!" demekten üstün bir
hüviyet ve hak tespitin olamaz!

Tez'ini kötülerin (antitez)'inden devşirmek
nasibi ne büyük talih!...

Allah'a hamdet!...

Necip Fazıl Kısakürek
 
Allahsız'ın nefret,
Namussuz'un dehşet,
Yüreksiz'in heybet,
Basıboş'un mihnet,
Devrimbaz'ın zulmet,
Eyyamcı'nın şirret,
İnmeli'nin sıklet,
Anarşist'in devlet,
Komunist'in illet

sandığı ve tanıdığı sen, bütün
bu menfilerin topyekun ve müşterek
düşmanı olduguna göre, acaba nasıl
bir "Müsbet" belirtmekte veya belirtme
yolunda ilerlemeye davetli bulunmaktasın?...
Rabbim bu davaya layık olmamızı nasip eylesin.
 
Zamanında değerini bilemediğimiz Üstadları şimdi
mumla arar olduk. Allah rahmet eylesin.
 
2.JPG


MHP' liye Hitap

Sevgili gönüldaş!

Seni çok büyük,yüklü bir borç altında görüyorum. Sen, leke sabunu tarifecisi partiler geleneğinden basit bir halka olamazsın! malum dışarıdan ithal malı (bonmarşe) eşyası modeller yerine kendi aslına talip, içten bir kaynayışın billurlaşması olmak borcundasın!.. Bu bir!
Sana Türkçü ve kafatasçı gözüyle bakıyorlar. Onlara sen İslama girdikten ve onlar eridikten sonraki Türk'ün Türkçüsü ve kafacısı olduğunu göstemek borcundasın! Bu iki!
Sana fikirsiz ve çilesiz bini bir paraya, pis zamklı pulları daha pis ağızlarında ıslatıp (faşist) damgasını vuranlar var!.. Böylelerine ruh ve fikir şerraresiyle patlayan gücün ne olduğunu bilip öyle haykırmak borcundasın: " Eğer sevgilisine kavuşmak için dağı delen ferhad faşist ise ben ondan da faşistim!.. Bu üç!
Herbirinin kellesi tek tek giden ve tek tek avlanan 1950 kurbanının sahibi sen, zalim misin mazlum musun? O türlü mazlumsun ki hükümetin, Arenadaki Roma İmparatorları gibi zevkle şehvetle seyirci kaldığı milli katliam karşısında onun yapmadığını üstlenmek zoruna düşerken, bir de yine onun hısmına ve takibine uğramak gibi destansı bir direnişi temsil etmektesin! Bu şuuru gönlünde tutmak borcundasın!.. Bu dört!
Göğsü demokrasi rozetli, anlı halkçlılık damgalı ama yüreği kelepçeli ve ağzı afyon tıkaçlı, dininden diline kadar prangalı üstelik prangasında " egemenlik ulusundur!" yazılı bir Türk Milleti var! Sen bu milletin ta kendisi ve öz davacısı olduğunu kafalara dank ettirmek borcundasın! Hürriyetin bir yalanı birde doğrusu olduğunu birinin eşek öbürünün de insan hürriyeti olğunu abideleştirmek... Bu beş!
Tanzimattan beri gelen bütün yakıştırma ve yapıştırma oluşların ve masonluk, yahudilik,
dönmelik kuklaları düzmece kahramanların karşısında olduğunu ve yepyeni bir zaman ve tarih ölçüsüyle yola çıktığını mahyalaştırmak borcundasın!.. Bu Altı!
Devirmenin değil dikmenin dikeceği şey için devirmenin gerçek devrimcisi olmak borcundasın!.. Bu yedi!
Allah ve resulune mutlak teslimiyet bayrağı altında yeni Türk'ün topyekün insanlığa nasıl bir model hazırladığını heykelleştirmek borcundasın!.. Bu sekiz!
Saflarındaki sıklığı, tıkızlığı tüm ve son ifadeyi her türlü itiş ve kakıştan uzak aşk ve
iman nizamını yüzüğün ana taşları etrafında ki pırlantalar halkasına kadar her ferde yerini
gösterici disiplin mimarisi ve ve.. Ve hakimiyeti bir mevhum olan halkta göstermek
dolandırıcılığı yerine mutlak olan hakta göstermek sahiciliğini yarın zafer taklarında ışıldatmak borcundasın!.. Buda dokuz!

Sevgili Gönüldaş!

Bu dokuz maddeli ağacın, 99'uncu, 999'uncu, 9999 uncu daha nice dalları var...
" Hiç bir nefse gücünden fazlasını yüklemem" buyuran Allah, Azze ve Celle. senin omuzlarına bindirdiği yükün taşıma gücünü de verendir. Almaya istekli ol ki, versin!
Allahın selamı, Türk'ün istikbalini kurtaracaklar üzerine olsun!

Necip Fazıl Kısakürek
 
Ruhun şad mekanın cennet olsun
 
necip fazıl kısakürek hayranları ya çok geniş ya da her kesimden ,
örn : abdullah öcalan

ve bu da yazısı

Taraf gazetesinde yayınlanan ve Nevzat Çiçek imzasını taşıyan "Kürt İslamının Yeni Yol Haritası" yazı dizisinde Abdullah Öcalan ve PKK'nın dinle ilişkisi ile ilgili ilginç iddialar yer alıyor.
13 Mart 2008 12:19
Yazı boyutunu büyütmek için
Yazıda ortaya atılan en ilginç iddialardan biri ise, teröristbaşı Öcalan'ın gençliğinde "dindar" olduğu, ancak daha sonra okuduğu bir kitabın etkisiyle Marxist olduğu şeklinde...

Abdullah Öcalan’ın gençliğinde namaz kıldığı, namaz grupları oluşturduğu ve İslamiyet’ten uzak olmadığı kendi anlatımlarından biliniyor. Ancak Öcalan’ın okuduğu "Sosyalizmin Alfabesi" kitabı bütün dünya görüşünü değiştirecek ve Öcalan “Muhammed kaybetti, Marks kazandı” diyecekti.

HAYALİ DİN ADAMI YA DA SUBAY OLMAKTI

Teröristbaşı Öcalan, notlarında o günleri şöyle anlatıyor: "Ortaokuldan sonra öğretmen okulunu değil liseyi tercih ediyordum. Paralı olmasına güç yettirmek zordu. Parasız lise veya meslek okulu önümde duran seçeneklerdi. Fakat asıl tutkum askeri liseydi. Yaşımın tutmaması belki en büyük hayal kırıklığına uğramama yol açtı. Bu olay toplumu güçle dönüştürme hayalime sanki büyük bir darbe olmuştu. Din ve askeri alanda gelişemeyeceğim anlaşılınca, siyasi alanı hedef belirleyecektim. Bu amaçla kazandığım tapu kadastro meslek lisesi bir geçiş amacı olacaktı. Bu okul Ankara’nın merkezindeydi."

ÜLKÜ OCAKLARINA DA TAKILMIŞ

"1966-1969 yıllarında okudum. Sınıfları başarıyla geçtim. Lise 2. Sınıfa kadar dinsel ideoloji ağır basıyordu. Namaz gruplarını lisede oluşturmaya devam ettim. Ülkü Ocakları ile komünizmle mücadele derneklerine gittim. Süleyman Demirel’in de geldiği bazı konferansları burada dinledim. İdeolojik yönden en çekici etkiyi Necip Fazıl Kısakürek’in konferanslarında hissettim."

DİNE KARŞI DEĞİLİZ; DİN BİR KÜLTÜRDÜR

Öcalan; “Dini reddetmiyoruz, dine karşı değiliz. Benim din konusunda daha önce de yaptığım, birçok değerlendirmem vardır, konuya bakışım biliniyor, bilinmektedir. Din bir kültürdür, diğer kültürler kadar yaşama hakkı vardır.” diyordu.

YA ALLAH İLE BAŞLAYAN BİLDİRİLER

PKK din konusunda “Kürdistan İmamlar Birliği, Kürdistan İslam Partisi, Kürdistan Yurtsever Din Alimleri Birliği” gibi oluşumlarla ya doğrudan ya da dolaylı ilişki içindeydi. Öcalan ise İslam ülkeleri temsilcilerine de mektup göndererek yardım istiyordu. Öcalan: “Irk, dil ayrımı yapmadan bütün
insanlığı kucaklama yeteneğindeki İslam dini Kürdistan halkının da manevi dünyasına yol gösteren bir rehberdir.” diyordu.

Daha 1990 Nisan ayında bölgede PKK’ya karşı, devlet güdümlü bir İslami hareket oluşturmaya çalışıldığını da vurgulayan Öcalan, buna rağmen Türkiye’nin PKK İslam ilişkisi üzerinde durarak, ‘tarihte de olduğu gibi’. Ankara’nın irticaya karşı olma bahanesiyle mücadeleyi bastırmaya çalışacağını da tahmin ediyordu.

"ÖCALAN'I ÖNDER YAPAN RABBİMİZE ŞÜKREDERİZ!"

1980 sonralarında, “Laa İllaha İlla (A)llah” ya da Müslüman kardeşlerimize diye başlayıp “ Ya Allah” ile biten PKK bildirilerine özellikle sınır illerinde
rastlanmaya başlandı. PKK tarafından Güneydoğu’da dağıtılan “İslam dinini istismar eden, emperyalizmin uşağı TC’yi tecrit ve teşhir edelim.” başlığını taşıyan bir bildiride aynen şöyle diyordu:

“Yeri göğü, taşı toprağı, canlı ve cansız tüm varlıkları yoktan var eden, vardan yok edecek olan, ay ve güneşin şavkıyla tüm karanlıkları aydınlatan, iyi ile kötüyü ameline göre cezalandıran, ya da mükâfatlandıran en son dinimiz olan Müslümanlığı yer yüzüne yaymak için Hz. Muhammed’i (SAV) yaratan
ve bugün de katliamcı, barbar, zulümkar faşist Türk egemenlerine karşı, Kürdistan halkının önderliğini yapmasını emrettiği Öcalan’ı başımıza önder eden, yüce rabbimize şükrederiz.

Taraf gazetesi

acaba bunun sebebi necip fazılın tam bir amerikan hayranı bir islamcı olması değil mi ?
ya da okuduğum kitaplar mı yanlış diyordu ?
 
necip fazıl kısakürek hayranları ya çok geniş ya da her kesimden ,
örn : abdullah öcalan

ve bu da yazısı

Taraf gazetesinde yayınlanan ve Nevzat Çiçek imzasını taşıyan "Kürt İslamının Yeni Yol Haritası" yazı dizisinde Abdullah Öcalan ve PKK'nın dinle ilişkisi ile ilgili ilginç iddialar yer alıyor.
13 Mart 2008 12:19
Yazı boyutunu büyütmek için
Yazıda ortaya atılan en ilginç iddialardan biri ise, teröristbaşı Öcalan'ın gençliğinde "dindar" olduğu, ancak daha sonra okuduğu bir kitabın etkisiyle Marxist olduğu şeklinde...

Abdullah Öcalan’ın gençliğinde namaz kıldığı, namaz grupları oluşturduğu ve İslamiyet’ten uzak olmadığı kendi anlatımlarından biliniyor. Ancak Öcalan’ın okuduğu "Sosyalizmin Alfabesi" kitabı bütün dünya görüşünü değiştirecek ve Öcalan “Muhammed kaybetti, Marks kazandı” diyecekti.

HAYALİ DİN ADAMI YA DA SUBAY OLMAKTI

Teröristbaşı Öcalan, notlarında o günleri şöyle anlatıyor: "Ortaokuldan sonra öğretmen okulunu değil liseyi tercih ediyordum. Paralı olmasına güç yettirmek zordu. Parasız lise veya meslek okulu önümde duran seçeneklerdi. Fakat asıl tutkum askeri liseydi. Yaşımın tutmaması belki en büyük hayal kırıklığına uğramama yol açtı. Bu olay toplumu güçle dönüştürme hayalime sanki büyük bir darbe olmuştu. Din ve askeri alanda gelişemeyeceğim anlaşılınca, siyasi alanı hedef belirleyecektim. Bu amaçla kazandığım tapu kadastro meslek lisesi bir geçiş amacı olacaktı. Bu okul Ankara’nın merkezindeydi."

ÜLKÜ OCAKLARINA DA TAKILMIŞ

"1966-1969 yıllarında okudum. Sınıfları başarıyla geçtim. Lise 2. Sınıfa kadar dinsel ideoloji ağır basıyordu. Namaz gruplarını lisede oluşturmaya devam ettim. Ülkü Ocakları ile komünizmle mücadele derneklerine gittim. Süleyman Demirel’in de geldiği bazı konferansları burada dinledim. İdeolojik yönden en çekici etkiyi Necip Fazıl Kısakürek’in konferanslarında hissettim."

DİNE KARŞI DEĞİLİZ; DİN BİR KÜLTÜRDÜR

Öcalan; “Dini reddetmiyoruz, dine karşı değiliz. Benim din konusunda daha önce de yaptığım, birçok değerlendirmem vardır, konuya bakışım biliniyor, bilinmektedir. Din bir kültürdür, diğer kültürler kadar yaşama hakkı vardır.” diyordu.

YA ALLAH İLE BAŞLAYAN BİLDİRİLER

PKK din konusunda “Kürdistan İmamlar Birliği, Kürdistan İslam Partisi, Kürdistan Yurtsever Din Alimleri Birliği” gibi oluşumlarla ya doğrudan ya da dolaylı ilişki içindeydi. Öcalan ise İslam ülkeleri temsilcilerine de mektup göndererek yardım istiyordu. Öcalan: “Irk, dil ayrımı yapmadan bütün
insanlığı kucaklama yeteneğindeki İslam dini Kürdistan halkının da manevi dünyasına yol gösteren bir rehberdir.” diyordu.

Daha 1990 Nisan ayında bölgede PKK’ya karşı, devlet güdümlü bir İslami hareket oluşturmaya çalışıldığını da vurgulayan Öcalan, buna rağmen Türkiye’nin PKK İslam ilişkisi üzerinde durarak, ‘tarihte de olduğu gibi’. Ankara’nın irticaya karşı olma bahanesiyle mücadeleyi bastırmaya çalışacağını da tahmin ediyordu.

"ÖCALAN'I ÖNDER YAPAN RABBİMİZE ŞÜKREDERİZ!"

1980 sonralarında, “Laa İllaha İlla (A)llah” ya da Müslüman kardeşlerimize diye başlayıp “ Ya Allah” ile biten PKK bildirilerine özellikle sınır illerinde
rastlanmaya başlandı. PKK tarafından Güneydoğu’da dağıtılan “İslam dinini istismar eden, emperyalizmin uşağı TC’yi tecrit ve teşhir edelim.” başlığını taşıyan bir bildiride aynen şöyle diyordu:

“Yeri göğü, taşı toprağı, canlı ve cansız tüm varlıkları yoktan var eden, vardan yok edecek olan, ay ve güneşin şavkıyla tüm karanlıkları aydınlatan, iyi ile kötüyü ameline göre cezalandıran, ya da mükâfatlandıran en son dinimiz olan Müslümanlığı yer yüzüne yaymak için Hz. Muhammed’i (SAV) yaratan
ve bugün de katliamcı, barbar, zulümkar faşist Türk egemenlerine karşı, Kürdistan halkının önderliğini yapmasını emrettiği Öcalan’ı başımıza önder eden, yüce rabbimize şükrederiz.

Taraf gazetesi

acaba bunun sebebi necip fazılın tam bir amerikan hayranı bir islamcı olması değil mi ?
ya da okuduğum kitaplar mı yanlış diyordu ?

Yoldaş bu kadar basit örneklendirmelerle suçlayacağını tahmin etmezdim kaliteyi düşürüyorsun....

Öcalan bir dönem sağcı olabilir, deniz baykal veya ecevitte bir zamanlar sağcıydı, ve sağcı olupta necip fazılın eserlerinden, konferanslarından etkilenmeyen pek az insan vardır.

Ancak etkilenip gene kendi bildiği hayatı yaşayan, veya kendi ideolojisine devam eden bir sürü insan sayabilirim en büyük örnek devletin başında bir zamanların hızlı "büyük doğucu"su Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan gibi.

Ne yaptı AKP Üstadın "Büyük doğu"projesinimi başlattı? Yoksa BOP projesine eşbaşkanmı oldu?

Velhasıl verdiğin örnekler Üstadı bağlamaz...

ABD meselesine gelecek olursak:

Üstadın bir makalesinden bir kaç cümleyi cımbızla çekerek Üstadı abd ci ilan etmek talihsizliktir. Üstadın 1959 yılında Türkiye'nin yerinin ve rolünün ne olması gerektiğini irdeleyen çok mükemmel stratejik bir makalesinin tamamını yayınlıyorum:

***

AMERİKA, DÜNYA VE BİZ

Bugün dünya, milletlerin oluş istikameti ve tekevvün hakkı bakımından iki vâhide ayrılmıştır. Sonunda kaba ve basit iki vâhid... Ya Amerikayı tutacaksınız, ya Sovyet Rusyayı; ya demokrasiyi, ya komünizmayı...

Bunlardan birine temayül derhal ve kat'i olarak öbürüne aykırılık mânasına gelir. Onun için, en küçük Amerikan aleyhtarlığı, hangi zaviyeden olursa olsun, Sovyetleri desteklemek diye anlaşılır. Bu yüzden komünizmaya zıt bir dünya görüşü kerhen de olsa, Amerikan politikasını korumakla mükelleftir.

İkinci Dünya Harbinden sonra Avrupa medeniyetinin büyük mümessilleri, bir nevi iktisadi ve teknik tabiiyet yüzünden dünya görüşlerindeki istiklâllerini kaybetmişler ve mecburî olarak Amerikan hegemonyası altına girmişlerdir.

İmparatorluğunu ve dünya siyasetindeki başbuğluğunu kaybeden şahsiyetli İngiltere, şimdi bütün aksiyonunu ve söz hakkını kaybetmiş mahzun bir ülke halindedir. Almanya, topyekûn varlığıyla ödemek mevkiinde bulunduğu harp felâketini telâfi için, hârika çapında bir kalkınmadan gayri hiçbir gaye sahibi değildir. Avrupa'nın diğer milletleri de, Garp medeniyetini meçhul bir yarına çeken sinsi şartlara karşı, bütün güçlerini, kendi kabukları içinde, ruhî ve iktisadî günü birlik bir ferahlığa yöneltmiş ve dünya politikası üzerinde müessir olmak politikasını unutmuş bulunuyorlar.

Yalnız Fransa (Dö Gol) tecrübesinden sonra bir şahsiyet hummasına düşebildi; ve (frenk) isminin eski temsil hakkı üzerinde yepyeni bir istikamet kolladığını belli etti. Dış politikada ilk defa olarak (Dö Gol)ün; Amerikan hava üslerini Fransadan tasfiyeye kalkması, işte bu istiklâl ve şahsiyet davranışının en bariz işaretidir. Bu işaret, Fransanın artık bir âlet mevkiinden çıkıp, Garp medeniyetini yuğuran şahsiyetli milletlerden biri olmak sıfatını her sahada göstermek ve bütün iç ve dış buhranlarını yenmek istemesinden başka bir maksada yorulamaz.

Hakikat şudur ki, Amerika sadece iktisadi ve teknik üstünlüğü yüzünden, ayrıca hiç bir payı bulunmıyan Garp medeniyetini bütün hakları ve imtiyazlariyle ve açıkgözce nefsine yamamış; ve cihanın komünizma dehşetine karşı kendisini biricik tutamak haline getirmeği bilmiştir. Bu tutamağa el atanlar da, onun iradesine boyun eğmeğe, dünya çapında hiçbir temsil tavrı takınmamaya, şahsiyetsiz yaşamaya ve Amerikalılara mahsus basit ve düpedüz dünyanın bekçiliğini etmeğe mecburdur.

Bu ne boğucu, sıkıcı dünya! Yukarıya tükürsem bıyığım, aşağıya tükürsem sakalım...

Nazariyede materyalist Rusyaya karşı Amerika, cihana öyle ablâk bir çehre vermiştir ki, ikisi arasında sıkışıp kalan Avrupa, evvelâ birincisine, sonra ikincisine karşı (spiritüalist) bünyesini koruyabilmek için ne yapacağını bilememektedir. Birinden korunmanın öbürüne sığınmak şeklinde tecelli eden çaresi, gerçek korunmayı ve şahsiyet müdafaasını büsbütün iflâs ettirici bir durum arzetmektedir.

Bize gelince:

Halk Partisi devrinden beri, mutlak ve mecburi Amerikan siyasetini tutmak, Türkiye hesabına biricik doğru yol... Buna şüphe yok... Cihanın ölüm ve dirim halinde iki yolundan dirim istikametini seçmek milli irade ibresi yalnız bu istikameti gösterdiğine göre, her halde Halk Partisi hesabına büyük bir keşif değil...

Evet, dirim yolu seçildi; fakat bu yolda diri bir anlayış ve şahsiyetli bir tavır gösterilmedi. Vaziyet o türlü idare edildi ki, Amerika bizi cebinde keklik bildi; ve mevzuumuzda, idrâksiz kekliklere mahsus fedakârlıklardan ileriye gitmedi.

Mesele, Amerikan yardımının azlığında çokluğunda değil; Amerika'nın karşısında, yalnız kendi milli tekevvün gayesine bağlı, şahsiyetli bir millet tavrını takınmakta ve ona göre hürmet ve itibar sahibi olmakta...

Coğrafya ve tarihimiz, bizi, kapitalizma ve komünizma sistemleri arasındaki nihaî muhasebenin ana rakamını temsil edecek kadar nazik bir makamda bulundurduğuna göre, Amerika'dan bu makamın dolgun hakkını istemek ve nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalıydı. Olmadı; sanki Amerika tarafından boş bir araziye sevkedilmiş ve hudut bekçiliği almış boğaz tokluğuna çalışır bir millet olduk.

Hele lisaniyle, üslûbiyle, tipiyle, ruh haletiyle ve kendine göre kültürü veya kültür iddiasiyle Amerikalının içimize nüfuzu korkunç bir şeydir. Dolar kuvvetine dayanan ve sade Türkiye'de değil, dünyanın her tarafında kendisini hissettiren bu maddî ve aynı zamanda mânevî nüfuz belki Avrupa'nın ruhî sahada baş derdidir.

Zira Amerikalı, eski bir kök ve şahsiyet damarına bağlı olmaktan uzaktır.Garbın milletler katışığından öyle bir melezdir ki, o milletlere ait ruh uktelerini dibinden tıraş etmiş; ve meselesiz, dâvasız, dertsiz, ıztırapsız, yalnız madde hesaplarına bağlı ve beş hasse plânında yaşar bir yeni insan tipi getirmiştir. Bu yeni insan, elektriğin ne demek olduğunu düşünmez veya düşünmekte bir fayda görmez; onu bir ampul içinde zaptetmeği kâfi bulur. Bu yeni insanın hürriyet fikrinden, daha doğrusu insiyakından başka hiçbir ruhi sistemi yoktur. Başı boştur, ilcalarına tâbidir, her kayıttan ve ölçüden âzadedir, manevî sulta ve disiplin boyunduruklarından hiç birinin hükmü altına giremez; hasılı tam mânasiyle tabiat ve madde insanıdır.

Tarih, şahsiyet, ruhî hayat ve mesele sahibi milletler için de böyle bir tip, ancak bozucu ve çürütücü olabilir. Hele yeni bir hayat ve tekevvün arayan ve henüz olamamış bulunan milletler Amerikalıyı örnek aldıkları gün, meydana, bütün lûgatçesi 10-15 kelimeden ibaret, her ân çiklet çiğneyen ve homurtu halinde konuşan ve anlaşan, hiçbir ruhî müeyyideye kıymet vermeyen başı boşlar topluluğundan başka birşey çıkamaz. Amerikalı tipi, kendi vatanında belki her türlü içtimaî emniyet ve murakabeye malik olabilir; fakat taklitçilerinin dünyasında sadece felâkettir. Amerikaya gidip Amerikalı olmak belki iyi; fakat milleti içinde Amerikalılaşmak mümkün olduğu kadar kötü...

Başınızı kaldırıp büyük şehirlerde şöyle bir halimize bakacak olursanız, Amerikanizm denilen âfetin, kılığımızda, meşrebimizde, üslûbumuzda, edamızda bizi kendimizden ne kadar uzaklara götürdüğünü, yahut götürmek istediğini sezersiniz.

Mekteplerimize, gençlerimize, züppelerimize, zevk-u safa hayatımıza; ve oradan müesseselerimize, evet bütün müesseselerimize dikkatle bakınız yeter!

Bir Amerikan gemisinin İstanbul'a geldiği gün, şehrin geçirdiği telâşın, (Noel) babanın çıkını etrafında çocuklar geçirmez.

Eğer arada bir kendilerinden şu veya bu tarzda, hattâ bayrağımıza kadar uzanan kabalıklar görüyorsak, bunu, Amerikalının mizacında değil, kendi ruhî zebunluğumuzun muhatabımıza verdiği gururda aramalıyız.

İktisat reçetelerine kadar her şeyi sonsuz cömertliğinden beklediğimiz bir millet fertlerinin bize karşı ulvî hareket etmesini beklemek ve böyle bir istidadı da Amerikalıdan ummak, yerinde sayılamaz.

Bize düşen, kendi kendimize sahip olarak, Amerika'nın ebedî müttefiki, Amerikalının da "Sen sensin, ben de ben" tarzında dostu olmaktır.

Amerikalıyı da böylece kendimiz için bir saadet unsuru kılmak... Yoksa belâ haline getirmek değil...

Bunu en küçük milletler yaparken biz yapamazsak hazin olur. Amerika da ancak böyle bir şahsiyete maddî ve manevî itibar biçebilir. Yoksa, gelip geçici menfaatleri bakımından alâkadar olduğu; ve bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasındaki perspektif içinde mutalea ettiği kadrodan ileriye geçemeyiz.

Dış siyasetimizde Amerikan ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını, kendimizde tecezzi kabul etmez bir şahsiyet vâhidine göre ayarlamakta, devlet ve millet çapında kalkınışımızı kuşatacak derecede büyük ve her işe hâkim bir mâna gizlidir.

Bu mâna ta merkezinden ele geçirildiği gün, Türk ve Amerikan bayrakları, biri şu kadar yıldızlı ve öbürü sadece ay ve yıldızlı, iki ayrı dünyanın iki ayrı ve fakat daima beraber mümessilleri halinde yanyana göndere çekilebilirler.

Necip Fazıl KISAKÜREK
Büyük Doğu Dergisi / Sayı 20 /17.7.1959
 
necip fazıl kısakürek hayranları ya çok geniş ya da her kesimden ,
örn : abdullah öcalan

ve bu da yazısı

Taraf gazetesinde yayınlanan ve Nevzat Çiçek imzasını taşıyan "Kürt İslamının Yeni Yol Haritası" yazı dizisinde Abdullah Öcalan ve PKK'nın dinle ilişkisi ile ilgili ilginç iddialar yer alıyor.
13 Mart 2008 12:19
Yazı boyutunu büyütmek için
Yazıda ortaya atılan en ilginç iddialardan biri ise, teröristbaşı Öcalan'ın gençliğinde "dindar" olduğu, ancak daha sonra okuduğu bir kitabın etkisiyle Marxist olduğu şeklinde...

Abdullah Öcalan’ın gençliğinde namaz kıldığı, namaz grupları oluşturduğu ve İslamiyet’ten uzak olmadığı kendi anlatımlarından biliniyor. Ancak Öcalan’ın okuduğu "Sosyalizmin Alfabesi" kitabı bütün dünya görüşünü değiştirecek ve Öcalan “Muhammed kaybetti, Marks kazandı” diyecekti.

HAYALİ DİN ADAMI YA DA SUBAY OLMAKTI

Teröristbaşı Öcalan, notlarında o günleri şöyle anlatıyor: "Ortaokuldan sonra öğretmen okulunu değil liseyi tercih ediyordum. Paralı olmasına güç yettirmek zordu. Parasız lise veya meslek okulu önümde duran seçeneklerdi. Fakat asıl tutkum askeri liseydi. Yaşımın tutmaması belki en büyük hayal kırıklığına uğramama yol açtı. Bu olay toplumu güçle dönüştürme hayalime sanki büyük bir darbe olmuştu. Din ve askeri alanda gelişemeyeceğim anlaşılınca, siyasi alanı hedef belirleyecektim. Bu amaçla kazandığım tapu kadastro meslek lisesi bir geçiş amacı olacaktı. Bu okul Ankara’nın merkezindeydi."

ÜLKÜ OCAKLARINA DA TAKILMIŞ

"1966-1969 yıllarında okudum. Sınıfları başarıyla geçtim. Lise 2. Sınıfa kadar dinsel ideoloji ağır basıyordu. Namaz gruplarını lisede oluşturmaya devam ettim. Ülkü Ocakları ile komünizmle mücadele derneklerine gittim. Süleyman Demirel’in de geldiği bazı konferansları burada dinledim. İdeolojik yönden en çekici etkiyi Necip Fazıl Kısakürek’in konferanslarında hissettim."

DİNE KARŞI DEĞİLİZ; DİN BİR KÜLTÜRDÜR

Öcalan; “Dini reddetmiyoruz, dine karşı değiliz. Benim din konusunda daha önce de yaptığım, birçok değerlendirmem vardır, konuya bakışım biliniyor, bilinmektedir. Din bir kültürdür, diğer kültürler kadar yaşama hakkı vardır.” diyordu.

YA ALLAH İLE BAŞLAYAN BİLDİRİLER

PKK din konusunda “Kürdistan İmamlar Birliği, Kürdistan İslam Partisi, Kürdistan Yurtsever Din Alimleri Birliği” gibi oluşumlarla ya doğrudan ya da dolaylı ilişki içindeydi. Öcalan ise İslam ülkeleri temsilcilerine de mektup göndererek yardım istiyordu. Öcalan: “Irk, dil ayrımı yapmadan bütün
insanlığı kucaklama yeteneğindeki İslam dini Kürdistan halkının da manevi dünyasına yol gösteren bir rehberdir.” diyordu.

Daha 1990 Nisan ayında bölgede PKK’ya karşı, devlet güdümlü bir İslami hareket oluşturmaya çalışıldığını da vurgulayan Öcalan, buna rağmen Türkiye’nin PKK İslam ilişkisi üzerinde durarak, ‘tarihte de olduğu gibi’. Ankara’nın irticaya karşı olma bahanesiyle mücadeleyi bastırmaya çalışacağını da tahmin ediyordu.

"ÖCALAN'I ÖNDER YAPAN RABBİMİZE ŞÜKREDERİZ!"

1980 sonralarında, “Laa İllaha İlla (A)llah” ya da Müslüman kardeşlerimize diye başlayıp “ Ya Allah” ile biten PKK bildirilerine özellikle sınır illerinde
rastlanmaya başlandı. PKK tarafından Güneydoğu’da dağıtılan “İslam dinini istismar eden, emperyalizmin uşağı TC’yi tecrit ve teşhir edelim.” başlığını taşıyan bir bildiride aynen şöyle diyordu:

“Yeri göğü, taşı toprağı, canlı ve cansız tüm varlıkları yoktan var eden, vardan yok edecek olan, ay ve güneşin şavkıyla tüm karanlıkları aydınlatan, iyi ile kötüyü ameline göre cezalandıran, ya da mükâfatlandıran en son dinimiz olan Müslümanlığı yer yüzüne yaymak için Hz. Muhammed’i (SAV) yaratan
ve bugün de katliamcı, barbar, zulümkar faşist Türk egemenlerine karşı, Kürdistan halkının önderliğini yapmasını emrettiği Öcalan’ı başımıza önder eden, yüce rabbimize şükrederiz.

Taraf gazetesi

acaba bunun sebebi necip fazılın tam bir amerikan hayranı bir islamcı olması değil mi ?
ya da okuduğum kitaplar mı yanlış diyordu ?


koduğumun gazetesinde bu haberler mi ilgini çekiyor?
 
Geri
Üst