türk ocağı
serdengeçti

Edebiyat ve düşünce hayatımızın üstadı Necip Fazıl Kısakürek’i 1983 yılında kaybettiğimizden bu yana tam 25 yıl geçti. Geçen onca yıl, sanat severlere onu unutturmaya yetmedi, üstad asla unutulmadı ve ardında bıraktığı yüzlerce eserle birlikte anılmaya hala devam ediyor.
….Şairliğim on iki yaşımda başladı. Bahanesi tuhaftır: Annem hastanedeydi ,ziyaretine gitmiştim..Beyaz yatak örtüsünde , siyah kaplı, küçük ve eski bir defter…bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde… Haberi veren annem , bir an gözlerimin içini tarayıp: - senin dedi; şair olmanı ne kadar isterdim!
Şair bunları yazmıştı bir eserinde.İşte şiir sevgisinin ilk merakı böyle düşmüştü Kısakürek’in içine.. O gün karar vermişti Necip Fazıl şair olacaktı.. Ünlü şair liseye başladığında hocalarıyla attı ilk adımlarını bugünlere.. Kısakürek’in eğitiminde katkısı olan öğretmenleri dönemin ünlü isimlerini oluşturuyordu. Yahya Kemal, Ahmet Hamdi, İbrahim Aşki bunların başında gelen isimlerdi. Necip Fazıl şairlikte kararlıydı yazdığı şiirlerin bir bölümünü Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na götürmeye başladı. Ardından dönemin önemli edebiyat yazarlarının çıkardığı “yeni mecmuada” yazıları yayınlanmaya başladı Kısakürek’in.. Eğitimine İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünde devam etti. Aynı bölüm için Fransa’da bir okula da burslu olarak gönderilen Kısakürek, devamsızlıklarından dolayı bursunun kesilmesi üzerine Türkiye’ye tekrar döndü. Vatan topraklarında muhasebecilikten,müfettişliğe kadar bir sürü iş dalında çalıştı. Hayatının her döneminde yazmaya büyük zaman ayıran Necip Fazıl'ın Paris dönüşü yayımladığı Örümcek ağı ve Kaldırımlar adlı kitapları onu çok genç yaşta başarıya taşıdı.. Necip Fazıl yazdığı şiirleriyle, düzenlediği konferanslarıyla ve kaleme aldığı yazılarla 21. yüzyıla damgasını vurdu. 1980 yılında kültür Bakanlığı büyük ödülü, ‘iman ve İslam atlası’ adlı eseriyle fikir dalında Milli Kültür Vakfı armağanı (1981) ve Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülleri(1982) gibi bir çok ödülün sahibi oldu. 1983 yılında Erenköy’deki evinde vefat etti ünlü şair..
Üstad 25 mayıs 1983 günü yatağından doğruldu , ela gözlerini pencereden dışarıya , derin karanlığa dikti ve “demek böyle ölünüyormuş “ diyerek veda etti hayata.. 25 mayıs 1983 Necip Fazıl’ın hayata gözlerini yumduğu gün olarak geçti tarihe.. Ve 26 Mayıs.. Ne kadar ilginçtir ki 26 Mayısta üstadın doğum günü.. Aradan yıllar geçiyor, üstad doğduğu tarihten bir gün sonra vefat ediyor. Hem ölüm yıl dönümünde hem doğum gününde sen eserlerinle her zaman kalbimizde yaşacaksın.Seni unutmadık, unutmayacağız..
Necip Fazıl Çile ile anılıyor
Meram Belediyesi Konevi Tiyatro Topluluğu'nun hazırladığı tiyatro etkinlikleri bütün hızıyla sürüyor.
Büyük şair, yazar ve mütefekkir Necip Fazıl Kısakürek vefatının 25. yılında "Çile" adlı tiyatroyla anılıyor. Geçtiğimiz yıllarda da sahnelenen ve Üstad'ın hayranlarının yoğun ilgi gösterdiği "Çile" adlı oyun 21 ve 22 Mayıs 2008 tarihlerinde Konevi Kültür Merkezi'nde saat 20.00'da sahnelenecek. Meram Belediyesi Konevi Tiyatro Topluluğu, Türk edebiyatının yetiştirmiş olduğu büyük mütefekkir, şair, yazar, sanat ve aksiyon adamı Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in hayatını, ölümünün 25. yıl dönümü münasebetiyle Konevi Kültür Merkezi'nde "Çile" adlı eseriyle tiyatroya uyarladı. Yönetmenliğini Yasemin Kaynak'ın yaptığı Çile'de, Üstad rolünü ise Mustafa Akbulut oynayacak. Üstad Necip Fazıl'ı, ölümünün 25. yılında rahmetle andıklarını belirten Meram Belediye Başkanı Refik Tuzcuoğlu, "Necip Fazıl, Türk edebiyatının son dönem en güçlü kalemlerinden biriydi. Kendisinden önceki kültür mirasını tarihi ve aktüel yönleriyle ele alması, bunlardan hikmeti esas alan sonuçlar çıkarmasıyla düşünce hayatımızda derin izler bırakmıştır. Sonuç olarak Üstad Necip Fazıl, ne sadece şair ne de salt fikir yüklü bir ideologdur. O, madde ve mananın, arayışın ve buluşun, şöhret ve ıssızlığın birbirine karıştığı bir derya; fikir ve eylemin kekelediği bir dönemin idrak sembolü, konuşan filozofudur. Çok önemli tiyatro oyunlarını sahneye koyan Konevi Tiyatro Topluluğumuzun, Üstad'ın hayatını anlatan "Çile" adlı oyununa bütün Konyalılar davetlidir" dedi.
kaynak:http://yenisafak.com.tr/yurthaberler/default.aspx?t=19.05.2008&i=117998
Necip Fazılın en önemli şiirleri:

KALDIRIMLAR
I
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...
II
Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi,
Etinle, kemiğinle, sokakların malısın!
Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi,
Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!
Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,
Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında.
Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri;
Onun taşı erimiş, senin kafatasında.
İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var;
Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz.
Dünyada taşınacak bir kuru başınız var;
Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.
Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur!
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur...
Ne senin anladığın kadar, kaldırımları...
III
Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece,
Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler.
Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince,
Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der.
Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de,
Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp.
Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de,
Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp.
Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım;
Onu bir başkasına râm oluyor sanırım,
Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.
Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan;
Bana rahat bir döşek serince yerin altı,
Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan...
SAKARYA
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya:
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir:
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat:
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne?
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine:
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabb'im isterse, sular büklüm büklüm burulur.
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakarya'm, sana mı düştü bu yük?
Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük!..
Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan:
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan!
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu?
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna?
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya.
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su:
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek:
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, saf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşıyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!
NECİP FAZIL KISAKÜREK
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya:
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir:
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat:
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne?
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine:
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabb'im isterse, sular büklüm büklüm burulur.
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakarya'm, sana mı düştü bu yük?
Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük!..
Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan:
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan!
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu?
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna?
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya.
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su:
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek:
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, saf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşıyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!
NECİP FAZIL KISAKÜREK