“Ilımlı İslam” mı “Büyük Kürdistan” mı?

atn42

New member
HH Üyesi
Katılım
6 Ağu 2008
Mesajlar
2,052
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
PROMETHEUS'UN yanından
Teşhisi doğru koyalım

TÜRKSOLU olarak AKP’nin ideolojisinin kökleri Milli Mücadele’ye kadar uzanan ve sonrasındaki Cumhuriyet’e karşı gelişen ve bugünlere kadar gelen Şeriatçı-Kürtçü ittifakı olan Kürt-İslam ideolojisi olduğunu sürekli vurgulamıştık.

2002’de iktidara gelen AKP’nin işlevi Kürt-İslamcı ideolojisi gereği, Atatürk döneminde ezilen şeriatçılığın ve Kürtçülüğün, bugünkü ortaklığını faşizm haline getirerek bir Kürt devleti yaratma üzerine şekillenmiştir.

Tüm bu gerçeklerin aksine, bu tehlikenin “ılımlı İslam” adı altında ortaya atılması ve AKP’nin amacının “ılımlı İslam devleti” kurmak olduğu tezleri olaylara ideolojisiz ve dolayısıyla da eksik bakılması sonucu ortaya çıkmıştır. “Ilımlı İslam” tezleri üzerinden AKP’yi ve Türkiye’de yaşanan olaylara bakılması, Kürt-İslamcılığın tarihsel amacına ve Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi’ne karşı mücadelede de zaaf yaratmaktadır.

AKP’nin “değiştik” diyerek içinden ayrıldığı yapı 28 Şubat öncesinde “kanlı mı kansız mı?” derken, AKP’nin sözde değişiminin aslında daha da radikalleşme olduğunu anlayamamak, ona karşı siyaseti de onun ılımlı mı ılımsız mı olduğu tezlerine dolaştırmıştır.

Şunu gözden kaçırmamak gerekiyor. Batı için bulunmaz işbirlikçiliğin adeta bir sembolü olan AKP’nin batı tarafından “ılımlı İslamcı” kimliğiyle nitelendirilmesinin altında yatan nedenler bellidir.Batının demokrasisine, batının dinine, batının kapitalist sistemine kısaca batı çıkarlarına tam biat eden “dinler arası diyolog”cu İslamcılar için batının kullandığı bir tabir “ılımlı İslam”.

Tayyip de ilk ortaya çıktığı yıllarda AKP ve kendileri için muhafazakar demokrat tabirini kullanıyordu.

Oysa, Atatürkçüler de meseleye batının koyduğu kıstaslar içinde bakarsa Türkiye’de AKP bir “ılımlı İslam” tehlikesi oluverir sadece. Bu tabirin içinde yer alan ve batıya tam bağlı bir şeriatçı hareket olan AKP’nin ülke içindeki faşist yüzü de atlanmış olur. İşte tam bu noktada “ılımlı İslam” tezleriyle AKP’nin İslamcı yönünün yanında Kürtçü yönünün üzerinden atlanınca, Kürt-İslamcılığın tarihsel olarak bir “Kürdistan” kurma amacının da üzerinden atlanmış oluyor.

Siyasette yaratılan bu boşluğu doldurmadan yapılacak tüm tespitler ve ortaya atılan tezler de yanlış birer mücadele yöntemi olarak geri dönmüştür ve dönecektir.

Cumhuriyet mitinglerinin bilinçli olarak yönlendirildiği sırf lâiklik temelli bir mücadele ve bunun sonuçları buna bir örnektir. AKP, “ılımlı İslam” için değil, Amerika’nın kuracağı “Büyük Kürdistan”ın inşası için var olmuştur.

Yaşadığımız son günlerde yaşanan gelişmelere baktığımız zaman, Kürt meselesinde varılan yol ayrımı, bununla bağlantılı olarak Tayyip’in son çıkışları ve ayrışmalar da bunun açık delilleridir.

Yalancının mumu yatsıya, Tayyip’inki Kürt devletine kadar yanar

Tayyip’in Kürtçülük performansının Kürt-İslamcı ideolojinin ve emperyalizmin iyi bir müridi olarak gayet başarılı olduğunu, son süreçte kendisinin de içinde bulunduğu durumun bizzat yaratıcısı olmasından dolayı söyleyebiliriz.

Kürtçülük konusunda Kürt kimliğinin ve meşrulaştırılmasında Apo’nun sıkı bir takipçisi olan Tayyip, “Türkiyelilik” kavramını siyasete kazandırmıştı.

Tayyip’in Milli Eğitim Bakanı’nın “x,q,w” gibi harflerle ilgili olarak rahatsızlık duymadığını belirtmesi de Kürtçe konusundaki duyarlılığını ortaya koyuyor. Herhalde Kürtler daha rahat “newroz” yazabilsin diye.

Bir başbakan olarak öncelikle kendisinin bir “Kürt sorunu” olduğunu ilk defa devlet ağzından itiraf(!) eden, PKK’ya “silahı bırak masaya gel” çağrısı yapan; PKK’ya DTP olarak siyaset hakkı tanırken, ABD ile birlikte bir haftalık bir askeri operasyonla dağdaki teröristlere de bir “hayat öpücüğü” konduran Tayyip oldu.

Hayat öpücüğü yetmemiş olacak ki teröriste “suçlu” denmesi gerektiğini, meselenin askerle değil de demokrasiyle çözüleceğini duyurdu ve “MGK’da da görüşüldü” diyerek Barzani ile devlet düzeylinde ilk teması gerçekleştiren yine Tayyip oldu.

Tayyip, tüm bu icraatlarla Kürt meselesini de yeni bir aşamaya kadar taşımış oldu.

TÜRKSOLU’nda başyazarımızın tespitlerindeki askeri tabirlerle PKK’nın stratejik dengeden stratejik saldırıya geçişi de bu dönemde yaşanmaya başlandı.

Meseleyi bir üst ve sona daha da yakın bir noktaya taşıyan Tayyip’in omuzlarına da daha da ağır bir yük binmiş oldu tabi ki.

Yerel seçimler yaklaşırken, güneydoğuda AKP’yi var eden Kürtçülük konusunda karşısına daha da güçlü bir rakip çıkmış oldu: Kendisi tarafından Meclis’e sokulan DTP. Geçen seçimlerde da güneydoğuda oylar AKP ve DTP arasında paylaşılmıştı; ama son süreçte PKK’nın güneydoğuda şehirlerdeki etkinliğinin artması da yerel seçimlerde de etkinliği eline alması anlamına gelecektir.

Tayyip’in Barzani ile görüşmesi, Apo’yla da görüşülebileceği meselesinin önünü açmış oldu. Apo’ya kötü muamele edilmesi bahaneleriyle birçok ilde PKK’nın şehir eylemleri birer ayaklanma provası şeklinde gelişti.

Tüm süreçte de Tayyip’in de eli kolu bağlanmış oldu. Tayyip’in gittiği tüm Güneydoğu illerinde tepkiyle ve DTP’nin protestolarıyla karşılaşması bir başbakan olarak giremediği güneydoğuda durumun ne kadar onu aştığının en net göstergesi oldu.

AKP-DTP çatışmasının en alevli döneminde Tayyip’in atacağı her adım PKK’ya yarar hale gelmiş oldu. Tayyip, protestolara karşı elindeki devlet imkânını kullanıp ortamı kontrol altına aldırsa ya da hiçbir yapmadan izlese de, iki türlü de süreç PKK’nın hanesine artı olarak işliyor. Tayyip’in attığı her Kürtçü adımda olduğu gibi.

AKP-DTP arası çatışma ve ayrışma derinleştikçe, AKP’ye yansımaları da gecikmedi. Sürecin mimarı olan Tayyip’in PKK karşıtı çıkışları hem parti içinde hem de Tayyip’i destekleyen medya içinde de bir çatlak yarattı. Ancak bu durumdan Tayyip’in Kürtçülüğe karşı bir tavır aldığı düşünülmesin. Karşısındaki DTP’nin Kürtçülük konusunda AKP’den daha öne geçişiyle birlikte Tayyip böyle bir tavır alıyor. Tayyip “Büyük Kürdistan”a giden yolda, bu yolun taşlarını döşemek için var ve bu amaç gerçekleşene kadar da Kürtçülükte “yola devam” diyecektir.

Kürt meselesinde çatışma ve yol ayrımı

Tayyip’in güneydoğuda yaptığı ziyaretlerde karşılaştığı protestolarda yaptığı sözde PKK karşıtı çıkışlar ve özellikle de Hakkari’de yaptığı konuşmada “…Tek devlet, tek millet, teki dil, tek bayrak. Buna karşı çıkanın Türkiye’de yeri yok” sözlerinden sonra AKP’nin ikinci adamı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın istifası yaşanan çatışma sonrası ayrışma oldu.

Her ne kadar yorgunluğu bahane etse de, AKP’nin DTP ile bağlantısını kuran Fırat, AKP-DTP savaşından sonra gelişen politika değişikliğinden sonra görevinden istifa etti.

Diğer taraftan Tayyip’in Kürt meselesindeki “ya sev ya terk et” tarzı politika ve söylem değişikliğinin rahatsız ettiği bir diğer kesim de Tayyip’in yandaş medyası ve liberal çevreler oldu.

Başta Fethullahçı Zaman gazetesi olmak üzere şeriatçılar yaşanan yol ayrımında Tayyip’in değil Kürtçülüğün tarafına geçtiler.

Zaman yazarları AKP’nin geleceğini tartışırlarken, Şahin Alpay’ın yazısının başlığı oldukça belirleyici oldu: “AKP iktidarı sonun başlangıcında mı?”

Tayyip’in en yakınlarından Fehmi Koru da onu “başta Obama sonra Bush” olmakla eleştirmişti.

Yaşanan süreç aslında Kürt-İslam’ın, yol ayrımı yaklaştıkça aslına dönmesinden başka bir şey değil. Kürt-İslamcılığın kökünde yer alan Said-i Nursi’nin aslında Said-i Kürdi olmasının altında yatan sebep da budur.

Şeriatçıların da geçmişlerindeki Said-i Kürdi’ye dönmeleri, Tayyip’i bu noktada yalnız bırakmaları gösteriyor ki esas belirleyici mesele “ılımlı İslam” falan değil basbayağı kurulacak olan Kürt devleti.

“Demokrasi” sınırları içerisinde PKK’ya sunulan her türlü nimetlerden oldukça memnun liberal çevreler de Tayyip’in son çıkışlarından oldukça rahatsızlık yarattı.

Özellikle Tayyip’in Beyoğlu’nda elinde pompalı tüfekle görüntülenen vatandaşa “sabır” dilemesi üzerinden epey eleştiriler gelmişti. Daha sonra da Tayyip’in “milliyetçi” diye tabir edilen çıkışları ve “Kürt sorunu”nu çözmeye engel olduğu yönünde eleştiriler gelmeye devam etti.

Söz konusu saflaşma o kadar Kürtçü ki buna karşı yapılan küçük bir açıklama Tayyip’ten bile gelse, onu da yalnız bırakmaya hazırlar.

İki Kürtçü parti olan AKP-DTP arası çatışma ve AKP’nin kendi içindeki ve çevresinde yaşanan çatışmadan sonra dış politikada meydana gelen gelişmeler de “Büyük Kürdistan”a giden yolun dış politikasını belirleyecek gibi duruyor.

Geçtiğimiz günlerde ABD ile Irak arasında imzalan güvenlik anlaşmasından bahsediyoruz.

İpler Barzani’nin eline geçiyor

ABD’nin zenci Sam Amca’sı Obama seçim vaatlerinden birisi olarak Irak’tan Amerikan askerlerini çekeceğini ilan etse de seçimlerden hemen sonra çark edip bunun aşama aşama olacağını söylemişti.

İşte bu asker çekme ile ilgili anlaşma geçtiğimiz günlerde Kuvvetlerin Statüsü Anlaşması olarak ABD ile Irak arasında imzalandı.

ABD adına büyükelçi Crocker ile Irak adına da Dışişleri Bakanı Zebari’nin imzaladığı anlaşma 152 bin Amerikan askerinin Irak’tan çekilişini ve sonrası durumu netleştirmek amacıyla yapılmış.

Anlaşmaya göre ABD tüm askerlerini 31 Aralık 2011’de Irak’tan çekmiş olacak.

Irak’ın ABD tarafından işgal edilişine dönersek, Mart 2003’te ABD’nin Basra’dan Irak’a girişiyle başlayan işgal, 20 Mayıs’ta sona ermiş ve Irak’a demokrasi getirme amacının ilk aşaması geride kalmıştı. İkinci aşama olan yeniden yapılandırma için de beş yıllık bir zaman dilimi BM tarafından da onaylanmıştı.

Yani bu son anlaşma öncesine kadar ABD 2008’in sonunda Irak’tan tüm askerlerini çekecekti. Ta ki bu son anlaşmaya kadar. Şimdiki çekilme tarihi en erken Ocak 2009’da başlayacak ve 2011’in sonuna kadar sürecek.

Demokrat ABD, Irak’ın parlamentosundan diplomatik bir yöntemle ve gayet de demokratik bir şekilde bir üç yıl daha kalmayı garantiledi. Bu bir!

Anlaşmaya gelince, 1 Ocak 2009 tarihi itibariyle de Irak hava sahasının kontrolü Irak yönetimine bırakılıyor. 2007 yılında, Irak hava sahasının kontrolü ABD’nin elindeyken Tayyip’in Bush’la vardığı mutabakata dayanarak Türk devleti Kuzey Irak hava sahasını kullanarak PKK hedeflerine yönelik operasyonlar düzenleme hakkına sahipti.

Bu operasyonların ne kadar etkili(!) olduğuna burada tekrar deyinmeyeceğiz.

Anlaşmayla beraber, Irak hava sahasını kullanmak için Türkiye’nin Irak yönetimiyle görüşmesi gerekecek.

Hangi Irak yönetimi peki?

Barzani’nin ağırlığını hissettirdiği Irak merkezi yönetimi. Türkiye bundan sonra PKK’yla mücadele için Irak’tan izin isteyecek.

Yani Barzani’den!

Kerkük’ün Kürtleştirilmesinin bir numaralı faili Barzani, geçen yıl “Türkiye Kerkük için müdahale ederse biz de 30 milyon Kürt için Diyarbakır’a müdahale ederiz” diyen birisi.

Ve bunu söyleyen birisiyle AKP iktidarı resmi olarak görüşüyor ve PKK’ya karşı ortak çalışma yapılacağına inanıyor.

Sadece AKP değil, İlker Başbuğ da Barzani ile görüşülebilineceğini söylemişti.

Barzani de Amerika’da Bush’la görüşmesinde bu yönde bir açıklama yapmıştı; ama “PKK terör örgütü mü” sorusunu yanıtsız bırakmıştı.

Bu anlaşmadan önce Amerikan askerlerinin görev süresinin sene sonunda dolmasına rağmen, ABD’nin Kürtleri korumak için Irak’ta kalmasını istemişti.

Nitekim son anlaşmayla üç yıl daha istediği olacak.

Bu üç yıl daha Kuzey Irak’ta Kürtleştirme sürecek.

Önümüzdeki yıldan itibaren Türkiye Barzani ile muhatap olacak yani Kürt devletini tanıma meselesi de hiçbir pürüz kalmadan tamamlanmış olacak.

Öyle ya bir ülke siyasi olarak tanımadığı bir ülkeden izin ister mi? Diplomatik ilişkiye girer mi?

Anlaşmanın bir diğer önemli maddesi ABD’nin Irak topraklarından başka bir ülkeye operasyon düzenleyemeyecek olması ile ilgili.

Ama Irak topraklarında Barzani’nin de desteklediği PKK Türkiye’ye saldırılarda bulunuyor.

Bununla ilgili bir madde var mı? Maddeyi geçtik, bir ses bile yok!

Ha bir de ABD Irak üzerinden İran’ı vuramayacak gibi bir fikri kapılmayın. Irak’tan vurmaz belki ama kurduracağı devletten de vuramaz mı?

İmzalanan güvenlik anlaşmasıyla birlikte, “BOP’un sonu geldi”, “Kürtler Irak’ta yalnız kaldılar” gibi tezler öne sürülse de, yaşanan süreç bu tezlerin tam tersi.

BOP büyük adımlarla işlemeye devam ediyor. ABD çekiliyorum derken bile aslında çekilmiyor, kurdurduğu Kürt devletini Türkiye’ye zorla tanıtıyor. BOP’un hedefi “Büyük Kürdistan”a bir adım daha yaklaşıyor.

Kürtlerin yalnız kalmasına gelince, ABD onları korumak için bir devlet kurdu, onu tanıttı ve Irak’tan ayrılacak gibi de görünmüyor. Zaten Kürtler de bunu istemiyorlar. ABD olmadan ayakta kalamayacaklarının bilincindeler.

Yakında coğrafya atlaslarına da ABD’nin askeri dergilerinde yayınlanan sözde Kürdistan haritaları yayınlanmaya başlar.

Bu haritalarda Türkiye’nin güneydoğusu, Kuzey Irak ve İran’ın güney batısının oluşturduğu şekliyle yeni bir devlet gösteriliyor.

Üzerinde de “Büyük Kürdistan” yazıyor, “Büyük Ilımlı İslam devleti” değil!

BOP’un son perdesi: “Büyük Kürdistan”

Tüm bu gelişmeleri alt alta koyunca bunların emperyalizmin “Büyük Kürdistan” projesinin birer bileşenleri olduğu açıkça ortaya çıkıyor.

TÜRKSOLU’nda başyazarımızın tespit ettiği sürecin de doğrulanmaya doğru gittiğini görüyoruz:

“Böylesi bir ortamın sonunu yine açıklıkla kestirelim.

Önümüzdeki dönemde

1-) Kuzey Irak’ta Kürt devleti kurulacak ve Türkiye bu devleti tanıyacaktır.

2-) Güneydoğu fiili özerkliğe kavuşacaktır.

Kuzey Irak’ta Erbil’de iktidarı alan Kürtlerle Diyarbakır’da fiili iktidar olar Kürtler arasında ‘birleşme’ adımının atılması kalmaktadır geriye.

İşte Amerikan askerleri Kürtler tarafından bu nedenle istenmektedir.”

Tayyip’in 2002’den beri attığı Kürtçü adımların, Kürtçülüğü taşıdığı noktanın Tayyip’e rakip olarak karşısına çıkması…

Bunca yıldır Kürtçülükte ve “demokrasi” mücadelesinde Tayyip’in yanında olanların en ufak bir pürüzde ona tavır almaları…

Barzani ile görüşmenin ardından gelen bu güvenlik anlaşmasıyla birlikte iplerin Kürtlerin eline geçişi ve bunun Türkiye tarafından kabul edilişi…

Güneydoğuda yaşanan ayaklanma provaları ve DTP’nin AKP karşısında güç kazanmasının yerel seçimlere yansıyacak olması…

Tüm bu gelişmeleri üst üste koyalım.

Sürecin sonunun “ılımlı İslam” mı yoksa “Büyük Kürdistan” mı olacağına artık siz karar verin.

Tayyip ve AKP’nin yönü “ılımlı İslam” mı, “Büyük Kürdistan” mı?
KAYNAK
 
Geri
Üst