sherlock_holmes
New member
- Katılım
- 27 Ara 2005
- Mesajlar
- 904
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
12 Eylül, çeyrek yüzyıldan fazladır Türkiyeyi yöneten bir rejimin sembolü. Darbe aracılığıyla yazdırılan yeni ferman, pardon yeni bir anayasa Türkiyenin kurumlarına, partilerine ve gündelik yaşamına biçim verdi.
On binlerce insanı fişleme, işkence ve gözaltı süreçleriyle birlikte politik terbiye den geçirildi.
Sol politik çevreler ve aydınlar yıllarca bu rejime karşı meydan okuyucu bir söylem ortaya koydular. Kitaplar ve romanlar yazdılar, birçok film çevirdiler. Uçurtmayı Vurmasınlar, Bütün Kapılar Kapalıydı. Latife Tekinin romanları
Solun entelektüel dünyasında önemli bir yazın oluştu bu konuda. Alternatif anayasa taslakları bile gündeme geldi. Ahmet Kayanın özgün müziğinde protest şarkı tarzları ortaya çıktı: Hani benim annem Kayba uğrayan bir kuşağın annelik üzerinden (anne dilinden) merhamet ve şefkat arayışıydı bu. Gençliğimizin İslamcı yıllarında biz de bu şarkıyı mırıldardık daha ilk çıktığı 1985 yıllarının siyasetsiz isyan günlerinde. Siyasetsizliğin içinden isyanın siyasetiyle konuşuyorduk.
Şimdi Ak Parti, 12 Eylülde halka sunacağı yeni bir anayasa paketiyle bu darbeci geleneği tasfiyeye çalışacak. Burada iki ana değişim talebi öne çıkıyor. Birincisi, darbe yapan aktörlerin yargılanmasını engelleyen kanun maddelerin kaldırılması ve dolayısıyla darbe yapan aktörlerin yargılanmasıdır.
Bu değişiklik tek başına büyük bir önem taşır. Çünkü darbe yapmaya yeltenen insanların yaptığı ilk şey olan kendilerini koruma kanunları iptal edilecek. Bundan böyle darbe yapmaya kolay kolay cesaretleri olmayacak. Parlamentonun gücü bir biçimde adaletiyle tecelli etmiş olacak. Türkiye darbecilerden kurtularak demokraside büyük bir gelişme kaydedecek. Demokrasimizin önündeki en büyük blokaj kaldırılacak.
Anayasa paketinin 12 Eylül ile ilgili ikinci önemli değişim talebi ise darbe ruhunu yansıtan anayasayı değiştirme konusunda büyük bir irade sergilemiş olması. Çünkü mevcut anayasa, bütün kısmı değişmelere karşın hala darbe geleneğinin ruhunu yansıtmakta. Şimdi bu referandum aracılığıyla bu darbeci ruha büyük bir operasyon yapılacak.
Üstelik bu operasyon yine muhafazakar politikacıların aktörlüğünde yapılması oldukça enteresan. Çünkü bu darbeci gelenekten en büyük dışlanma ve baskıyı muhafazakarlar değil, sol, ülkücü ve Kürt hakları peşinde olan insanlar gördü. Bu nedenle 12 Eylül zihniyet dünyasının siyasal tecrübelerinden biri olan mevcut anayasayı değiştirme mücadelesini öncelikle sol ve ülkücü siyasetçilerin yapması gerekirdi.
Bir de, ilk defa Kürtçeyi yasaklayan bu anayasaya karşı Kürt hakları peşinde olan siyasetçilerin meydan okuması lazımdı. Mamak ve Diyarbekir cezaevlerinden geçen ülkücü ve Kürtlük politikası güden aktörlerin bu zihniyet dünyasına karşı pasif ve savunucu pozisyonlara yönelmeleri oldukça düşündürücüdür.
12 Eylülün en büyük mağdurlarını oluşturan solcular, ülkücüler ve kürt aydınlarının olması durumu daha da dikkat çekici hale getiriyor. Aileleri, çevreleri ve kendileri bu işkence, gözaltı ve kovuşturma döngülerinde büyük travmalar yaşadılar. Bugün bu partilerin içinde yer alan bir çok aktörün böyle bir politik geçmişi bulunmakta. Ama her nedense sanki bu aktörler de 12 Eylülün politik terbiyesinden geçmişler gibi davranıyorlar!
Anayasa değişim paketinin sadece 12 Eylül ve darbe konusundaki bu önemli arayışı CHP, MHP ve BDP tarafından oldukça anlamsız gerekçelerle eleştiriliyor. Burada büyük bir politik akıl tutulması var. Çünkü partilerin karşı çıkmak için ileri sürdükleri argümanlara baktığımızda büyük ölçüde boş önermelerle karşılaşıyoruz.
Erdoğan anayasası deniyor örneğin. Sanki paket Erdoğanı koruyacak maddeler getiriyor! CHP cumhuriyeti koruma gibi üst bir söylem tutturmuş gidiyor. Sanki Cumhuriyet sadece CHPnin özel mülkiymiş ve ona sahip olmak da onun hakkıymış gibi Aslında bu önermeler, muhalefetin muhalefetsizliğini anlatan çarpıcı bir durumdur. Çünkü muhalefet edecek bir durum yok ortada. Olmayan durumdan da vazife çıkarmak için böyle komik söylemler tutturuluyor.
Bu partilerin öncelikle kendi aktörlerinin, liderlerinin mağdur olduğu bir ihtilal anayasasını ve yapısını savunma durumuna düşmeleri onların demokrasinin gelişimi açısından ortaya koydukları basiretsizliği gösteriyor.
Doç. Dr. Ergün YILDIRIM
Kaynak
On binlerce insanı fişleme, işkence ve gözaltı süreçleriyle birlikte politik terbiye den geçirildi.
Sol politik çevreler ve aydınlar yıllarca bu rejime karşı meydan okuyucu bir söylem ortaya koydular. Kitaplar ve romanlar yazdılar, birçok film çevirdiler. Uçurtmayı Vurmasınlar, Bütün Kapılar Kapalıydı. Latife Tekinin romanları
Solun entelektüel dünyasında önemli bir yazın oluştu bu konuda. Alternatif anayasa taslakları bile gündeme geldi. Ahmet Kayanın özgün müziğinde protest şarkı tarzları ortaya çıktı: Hani benim annem Kayba uğrayan bir kuşağın annelik üzerinden (anne dilinden) merhamet ve şefkat arayışıydı bu. Gençliğimizin İslamcı yıllarında biz de bu şarkıyı mırıldardık daha ilk çıktığı 1985 yıllarının siyasetsiz isyan günlerinde. Siyasetsizliğin içinden isyanın siyasetiyle konuşuyorduk.
Şimdi Ak Parti, 12 Eylülde halka sunacağı yeni bir anayasa paketiyle bu darbeci geleneği tasfiyeye çalışacak. Burada iki ana değişim talebi öne çıkıyor. Birincisi, darbe yapan aktörlerin yargılanmasını engelleyen kanun maddelerin kaldırılması ve dolayısıyla darbe yapan aktörlerin yargılanmasıdır.
Bu değişiklik tek başına büyük bir önem taşır. Çünkü darbe yapmaya yeltenen insanların yaptığı ilk şey olan kendilerini koruma kanunları iptal edilecek. Bundan böyle darbe yapmaya kolay kolay cesaretleri olmayacak. Parlamentonun gücü bir biçimde adaletiyle tecelli etmiş olacak. Türkiye darbecilerden kurtularak demokraside büyük bir gelişme kaydedecek. Demokrasimizin önündeki en büyük blokaj kaldırılacak.
Anayasa paketinin 12 Eylül ile ilgili ikinci önemli değişim talebi ise darbe ruhunu yansıtan anayasayı değiştirme konusunda büyük bir irade sergilemiş olması. Çünkü mevcut anayasa, bütün kısmı değişmelere karşın hala darbe geleneğinin ruhunu yansıtmakta. Şimdi bu referandum aracılığıyla bu darbeci ruha büyük bir operasyon yapılacak.
Üstelik bu operasyon yine muhafazakar politikacıların aktörlüğünde yapılması oldukça enteresan. Çünkü bu darbeci gelenekten en büyük dışlanma ve baskıyı muhafazakarlar değil, sol, ülkücü ve Kürt hakları peşinde olan insanlar gördü. Bu nedenle 12 Eylül zihniyet dünyasının siyasal tecrübelerinden biri olan mevcut anayasayı değiştirme mücadelesini öncelikle sol ve ülkücü siyasetçilerin yapması gerekirdi.
Bir de, ilk defa Kürtçeyi yasaklayan bu anayasaya karşı Kürt hakları peşinde olan siyasetçilerin meydan okuması lazımdı. Mamak ve Diyarbekir cezaevlerinden geçen ülkücü ve Kürtlük politikası güden aktörlerin bu zihniyet dünyasına karşı pasif ve savunucu pozisyonlara yönelmeleri oldukça düşündürücüdür.
12 Eylülün en büyük mağdurlarını oluşturan solcular, ülkücüler ve kürt aydınlarının olması durumu daha da dikkat çekici hale getiriyor. Aileleri, çevreleri ve kendileri bu işkence, gözaltı ve kovuşturma döngülerinde büyük travmalar yaşadılar. Bugün bu partilerin içinde yer alan bir çok aktörün böyle bir politik geçmişi bulunmakta. Ama her nedense sanki bu aktörler de 12 Eylülün politik terbiyesinden geçmişler gibi davranıyorlar!
Anayasa değişim paketinin sadece 12 Eylül ve darbe konusundaki bu önemli arayışı CHP, MHP ve BDP tarafından oldukça anlamsız gerekçelerle eleştiriliyor. Burada büyük bir politik akıl tutulması var. Çünkü partilerin karşı çıkmak için ileri sürdükleri argümanlara baktığımızda büyük ölçüde boş önermelerle karşılaşıyoruz.
Erdoğan anayasası deniyor örneğin. Sanki paket Erdoğanı koruyacak maddeler getiriyor! CHP cumhuriyeti koruma gibi üst bir söylem tutturmuş gidiyor. Sanki Cumhuriyet sadece CHPnin özel mülkiymiş ve ona sahip olmak da onun hakkıymış gibi Aslında bu önermeler, muhalefetin muhalefetsizliğini anlatan çarpıcı bir durumdur. Çünkü muhalefet edecek bir durum yok ortada. Olmayan durumdan da vazife çıkarmak için böyle komik söylemler tutturuluyor.
Bu partilerin öncelikle kendi aktörlerinin, liderlerinin mağdur olduğu bir ihtilal anayasasını ve yapısını savunma durumuna düşmeleri onların demokrasinin gelişimi açısından ortaya koydukları basiretsizliği gösteriyor.
Doç. Dr. Ergün YILDIRIM
Kaynak