Aşk "Benim"

Esace

New member
Katılım
23 Tem 2008
Mesajlar
34
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
ليل
Salı, 23/10/2007 - 07:40 — okan şahin

sevdasozlu5uy7.jpg


Aşklarına demet demet çiçekler alan erkeklerden değilim.
Nezaket denen şeyi öğreten okulları da okumadım.
Okusam da, okuduğum okullarda bunları kimse konu etmedi.
Her sıraya diziliş ve parmak kaldırışlar gerilerde olduğumu izlediğim kaderler oldu. Okul piyeslerindeki güzel çocuklardan olmadığımı anamın örtüsüne yordum. Babamın ellerindeki nasırlar, bulgur pilavını önemseyen sözlerini her gün dinlerken, ekmeğin insandan daha kıymetli olduğunu yediğim dayaklarla anladım.
Sevmek mi? Kavruk tenime yakışmayan siyah önlük gibiydi...


Sınıf kitaplığından aldığım kitaptan; idama giden Rüstem’in öyküsünü okurken anamın söylenmelerinin ne çok doğru olduğunu çocuk yaşımla anladım. O zamanlar modern p***oloji ders müfredatlarına girmemişti ve çocuklar Türk büyükleri tarafından dövülebilirdi. Polisler amca değil tam teşekküllü mahalle külhanbeyleriydiler. Bir Allah’tan bir de onlardan korkardık, ekmek getiren babam sayesinde...

Aşklara tutulmak vardı çocukça yüreklerimizde. Aşklarımızın kimler olduğunun önemi yoktu. Bize benzemesinler yeterdi. Ne kadar çoksalar o kadar da severdik. Birinin diğerinden, diğerinin birinden farkını göremeyecek kadar uzaktık o hayatlara....Kendiliğinden geçip giderlerdi soğuk algınlıklarımız gibi. Halkımızın kahramanı halka edebiyat olur; yüreklerimiz Karacaoğlan gibi nerde güzel görse orada kalırdı...

Dedem konuşurdu. Babam konuşurdu. Anam konuşurdu. Ben konuşmaya başladığımda yaşım otuzdu. Süleyman Demirel hala konuşuyordu. Yıllardır koltuğa yakıştığı için ona oy veren babamın konuşmalarının yanlış olduğunu anlamam için televizyonumuzun siyah- beyaz teknolojisinden kurtulması gerekiyordu. Bir işim olduğunda, Anamas hikayesindeki idamlık Rüstem gibi değildim ama kaşım gözümle benzediğim anama babama ve bizleri döven polislere benziyordum: Kumaş pantolon giyiyor, saçlarımı kısa kesiyor ve cebimde kelebek taşıyordum.

Hayatın zor, ona tutunmanın kadın ve çocuk demek olduğunun öğretildiği bir evden senin gibi kırmızı kurdeleleri olan bir kızı sevmek büyütülmüş çocukluğumda anlamsızdı. Hayat bilgisi kitaplarındaki aile fotoğraflarına sen yakışıyordun da bizlerden hiçbiri yakışmıyordu. Aşkta buydu işte... Senin o karelere girerken bizlerin dışarıda kalması...
Dışarıda kalanlar bizlere yakışanlardı.


Mahallemizden, köyümüzden ve akrabalarımızdan kızlar...Benim babama benzediğim gibi onlarda anama benzerlerdi.
Askere gidecek yaşa kadar anamdan başka bir kadının karşısında kaşık tutmamıştım.

Ne zordu yabancı bir kadının karşısında olmak... Sol elimle tuttuğum ekmeğin tokatla elimden alındığı bir sofradan, sol elimle yemenin görgü olduğu bir masada olmak ve ellerimin büyüdükçe büyümesi... Kafka’nın Değişim’ini neden sevdiğimi anlamam, aşkın tanımlanışıydı işte.

Aşk her zaman için aşktır bizler için.
Öteki mahallerdeki özendiğimiz hayatlardır. Bizlere yakışmayan hayatlar. Soğan sarımsak kokmayan evler, adını bile bilmediğimiz egzotik meyvelerin yendiği mutfaklar ve bacasından kömür kokmayan evlerin balkonlarında içilen ikindi çaylarıdır.
Bu evlere her yiyecek çuvalı ile giremeyecek kadar değersiz ve bu evlerde bedene uygun elbiselere para verilecek kadar insanları değerlidir.
Tanrının teselli olduğunun ve aşkların açıklayıcısı olduğunun öğretildiği bizler için Leyla’nın sevdalısı Mecnun, Mecnu’nun yeri göklerdir. Deliliktir aşk...Parasızlık ve yarın korkusu kıstırırken bütün varlığımızı, hiçbir aşk bizleri ahlaksız yapamazdı.


Bir kadının bileğine şiir yazacak kadar kapıldığımız sevdalarımız, yarınlara kalmayacak önemsiz hevesler oldular.
Aşk, okul önlerinde satılan tatlıları, ekmeklerine katık yapanların en iyi bildiği yürek mavilikleridir. İçlerimizdeki coşkuyu sıralara, defter ve kitap sayfalarına şifrelerle sonsuzlaştırdığımız melankolik saflıklarımızdır. Kırk yılın başı çalan telefonlarımızda ki bekleyişlerimizdir.
Ellerini öptüklerimizin bizlere hiçbir zaman yakıştıramadığı uzaklıklardır.


Aşk Sensin...
 
Geri
Üst