Albayrak
Can Feda
- Katılım
- 23 May 2007
- Mesajlar
- 4,439
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Her şey, seçimlerden sonra euphorie içinde kendinden geçmiş bir AKP yaklaşımıyla, önce Gül’ü Çankaya’ya seçtirme, sonra da ’sivil
anayasa’ adı altında Türkiye’yi bilinmeyen bir yöne çevirme çabalarının ortaya çıkmasıyla başladı. AKP’nin görevlendirdiği bir grup hukukçunun hazırladığı tasarı, kapalı kapılar ardında parti tarafından da onaylanıp, amacın tüm siyasi gidişin sembolü olan ‘türban’ yasağının kaldırılması olduğu anlaşılınca, gerginlik zirveye vardı.
Anayasal rejime bağlı milyonların umutsuzluklarına çare arayanlar ilk hareketin üniversitelerden geldiğini gördüler. Onu yüksek yargı ile birçok sivil toplum örgütü ve medyanın bir kesimi izledi. Bu sırada, ufukta beliren rejim tehdidinin büyüklüğü hakkında ortaya konan veriler, gelişmelerin hiç şakaya gelir tarafı olmadığını vurguluyordu.
Üniversitelerde türban yasağını kaldırmanın nasıl bir gidişin başlangıcı olacağı da yavaş yavaş uzmanlarca hatırlatıldı. Önce liseler, sonra da daha küçük öğrencilerin bulunduğu okullar gündeme gelecekti. Pek dikkat çekmeyen, başka ama çok daha önemli bir can alıcı nokta ise başlarındaki türbanla üniversite okuduktan sonra meslek sahibi olmak isteyen kızların kamu hizmetlerinden türban taşıdıkları için hangi mantıkla yasaklanabilecekleri idi. Bu noktada büyük iş çevrelerinin ön plana çıkan kadın liderleri, gittikçe hemcinslerinde yayılan ‘Türkiye, Malezya mı, yoksa İran mı olacak?’ kaygısına sahip çıkmaya başladılar.
Türkiye beklenmeyen hızla, beklenmeyen bir ortama girdi. Genelde anayasal rejimin korunması için asker müdahaleleri beklemeye alışmış ülkede artık karşı devrimi gerçekleştirecek bir sivil müdahale beklenir olmuştu.
Bu hava değişikliğinde ülkenin tüm önde gelen anayasal kurumlarının etkisi olduğu kuşkusuzdu.
İşte böyle oluşturulan hava içinde, ne amaçla hazırlandığı belli olan tasarıyı kamuoyuna anlatmak için kürsüye çıkan Başbakan neredeyse söyleyeceklerini unuttu. Gündemde daha fazla kalmaktan ve daha fazla yıpranmaktan kendisini, torun ziyaretinin de yapılacağı ABD gezisi kurtarmış oldu.
Anayasal ve diğer sivil kurumların, 1997′de asker gayretiyle oluşan havaya benzer, rejime sahip çıkıcı tutumları Çankaya’ya alışmaya, itibar kazanmaya çalışan Gül’ü de harekete geçirdi. Erdoğan’ın anayasa tasarısı için görüş belirten ‘Onlar kendi işlerine baksınlar’ dediği üniversiteyi, Gül destekledi. Üniversitelerin ülkenin sorunları hakkında fikir üretmelerinin görevleri olduğunu söyledi.
Galiba Erdoğan ile Gül arasında, gelecekte ortaya çıkması beklenen ayrılıklar şimdiden işaretlerini vermeye başlamışlardı.
Türbanlı eşiyle Çankaya’da, tüm kamuoyuna Atatürk ilkelerinin özüne uygun olduğu inancı vermesi için Gül kim bilir daha neler yapacaktı?
Bu gelişmeler Batı’da aceleyle verilen ‘Seçimi kazanan AKP yavaş yavaş Türkiye’de laikliği ortadan kaldıracak’ beklentisinin ne kadar yanlış olduğunu ortaya koymaya başladı. İşte o noktada AKP geri adımı attı. Başbakan Yardımcısı Çiçek anayasa tasarısının hazırlanması için tüm kurumlara kapılarını açtıklarını, Erdoğan’ın yokluğunda tabii onun onayını alarak ilan etti.
Bu noktaya varılmasında herhalde TBMM’nin tüm desteğiyle seçilmiş Başkan’ın da katkısı vardı.
Bütün dünyada ‘ılımlı İslam partisi’ olarak tanınan AKP’nin seçim zaferinden sonra Türkiye’de beklemediği bir sivil tepkiyle karşılaşması, ülkenin kolay kolay ‘türbana serbesti’ taktiği ile laiklikten uzaklaşıp, Malezya ya da İran olmayacağının işaretlerini verdiği görülüyordu ki, son uyarı anlamak isteyenler için gene askerden, Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın Akademiler Komutanlığı’nda yaptığı konuşmayla geldi.
Türkiye’deki sivil uyanma-rejime sahip çıkma hareketleriyle ilgili yorumumu kimi yabancı, ama Türkiye’yi iyi tanıyan uzman gerçeği pek yansıtmayan ‘umut düşüncesi’ anlamına gelen ‘wishful thinking’ deyimiyle değerlendirip, laikliği ancak askerin kurtarabileceğini düşünüyor.
Kimi dost da tam katılmadığını, gerçekçi bulmadığını kibarca ‘Bize umut aşılıyor’ sözleriyle ifade ediyor.
anayasa’ adı altında Türkiye’yi bilinmeyen bir yöne çevirme çabalarının ortaya çıkmasıyla başladı. AKP’nin görevlendirdiği bir grup hukukçunun hazırladığı tasarı, kapalı kapılar ardında parti tarafından da onaylanıp, amacın tüm siyasi gidişin sembolü olan ‘türban’ yasağının kaldırılması olduğu anlaşılınca, gerginlik zirveye vardı.
Anayasal rejime bağlı milyonların umutsuzluklarına çare arayanlar ilk hareketin üniversitelerden geldiğini gördüler. Onu yüksek yargı ile birçok sivil toplum örgütü ve medyanın bir kesimi izledi. Bu sırada, ufukta beliren rejim tehdidinin büyüklüğü hakkında ortaya konan veriler, gelişmelerin hiç şakaya gelir tarafı olmadığını vurguluyordu.
Üniversitelerde türban yasağını kaldırmanın nasıl bir gidişin başlangıcı olacağı da yavaş yavaş uzmanlarca hatırlatıldı. Önce liseler, sonra da daha küçük öğrencilerin bulunduğu okullar gündeme gelecekti. Pek dikkat çekmeyen, başka ama çok daha önemli bir can alıcı nokta ise başlarındaki türbanla üniversite okuduktan sonra meslek sahibi olmak isteyen kızların kamu hizmetlerinden türban taşıdıkları için hangi mantıkla yasaklanabilecekleri idi. Bu noktada büyük iş çevrelerinin ön plana çıkan kadın liderleri, gittikçe hemcinslerinde yayılan ‘Türkiye, Malezya mı, yoksa İran mı olacak?’ kaygısına sahip çıkmaya başladılar.
Türkiye beklenmeyen hızla, beklenmeyen bir ortama girdi. Genelde anayasal rejimin korunması için asker müdahaleleri beklemeye alışmış ülkede artık karşı devrimi gerçekleştirecek bir sivil müdahale beklenir olmuştu.
Bu hava değişikliğinde ülkenin tüm önde gelen anayasal kurumlarının etkisi olduğu kuşkusuzdu.
İşte böyle oluşturulan hava içinde, ne amaçla hazırlandığı belli olan tasarıyı kamuoyuna anlatmak için kürsüye çıkan Başbakan neredeyse söyleyeceklerini unuttu. Gündemde daha fazla kalmaktan ve daha fazla yıpranmaktan kendisini, torun ziyaretinin de yapılacağı ABD gezisi kurtarmış oldu.
Anayasal ve diğer sivil kurumların, 1997′de asker gayretiyle oluşan havaya benzer, rejime sahip çıkıcı tutumları Çankaya’ya alışmaya, itibar kazanmaya çalışan Gül’ü de harekete geçirdi. Erdoğan’ın anayasa tasarısı için görüş belirten ‘Onlar kendi işlerine baksınlar’ dediği üniversiteyi, Gül destekledi. Üniversitelerin ülkenin sorunları hakkında fikir üretmelerinin görevleri olduğunu söyledi.
Galiba Erdoğan ile Gül arasında, gelecekte ortaya çıkması beklenen ayrılıklar şimdiden işaretlerini vermeye başlamışlardı.
Türbanlı eşiyle Çankaya’da, tüm kamuoyuna Atatürk ilkelerinin özüne uygun olduğu inancı vermesi için Gül kim bilir daha neler yapacaktı?
Bu gelişmeler Batı’da aceleyle verilen ‘Seçimi kazanan AKP yavaş yavaş Türkiye’de laikliği ortadan kaldıracak’ beklentisinin ne kadar yanlış olduğunu ortaya koymaya başladı. İşte o noktada AKP geri adımı attı. Başbakan Yardımcısı Çiçek anayasa tasarısının hazırlanması için tüm kurumlara kapılarını açtıklarını, Erdoğan’ın yokluğunda tabii onun onayını alarak ilan etti.
Bu noktaya varılmasında herhalde TBMM’nin tüm desteğiyle seçilmiş Başkan’ın da katkısı vardı.
Bütün dünyada ‘ılımlı İslam partisi’ olarak tanınan AKP’nin seçim zaferinden sonra Türkiye’de beklemediği bir sivil tepkiyle karşılaşması, ülkenin kolay kolay ‘türbana serbesti’ taktiği ile laiklikten uzaklaşıp, Malezya ya da İran olmayacağının işaretlerini verdiği görülüyordu ki, son uyarı anlamak isteyenler için gene askerden, Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın Akademiler Komutanlığı’nda yaptığı konuşmayla geldi.
Türkiye’deki sivil uyanma-rejime sahip çıkma hareketleriyle ilgili yorumumu kimi yabancı, ama Türkiye’yi iyi tanıyan uzman gerçeği pek yansıtmayan ‘umut düşüncesi’ anlamına gelen ‘wishful thinking’ deyimiyle değerlendirip, laikliği ancak askerin kurtarabileceğini düşünüyor.
Kimi dost da tam katılmadığını, gerçekçi bulmadığını kibarca ‘Bize umut aşılıyor’ sözleriyle ifade ediyor.