manashan
New member
- Katılım
- 27 Eki 2007
- Mesajlar
- 164
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Atatürk ve Gökalp'in Rüyası Nasıl Gerçek Oldu?...
Her şey Başvekil Şükrü Kaya'nın: "...alaturka mûsikînin tamamen kaldırılması ve yalnız garp tekniğiyle bestelenmiş mûsikî parçalarımızın garp tekniğini bilen sanatkarlar tarafından çalınmasını.." diye başlayan genelgesiyle başlamıştı.
Bu genelgeye binaen Türkiye sahne ve radyoları sekiz ay Türk musikisi çalmaz oldu; Yıl 1934'dür...
Rivayet odur ki, merhum Şükrü Kaya bu genelgeyi Atatürk'ün şu sözlerinden ilham almıştı: "bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Bugün dinletilmeye yeltenilen musiki yüz ağaracak değerde olmaktan uzaktır"
Sekiz aylık bu yasak Türk müziği sevenleri gına getirmiş, Batılılaşmanın bayrak isimlerinden olan Yunus Nadi'ye bile "pes" dedirtmiştir. Nitekim Yunus Nadi bir gün tüm cesaretini toplayarak Ata'ya karşı, " paşam ne olur alaturka şarkılardan bizi mahrum bırakmasınlar. zevkimize, duygularımıza el attığı için çok üzülüyor ve inciniyoruz" isyanını dile getirmiştir ...
Atatürk'ün, bu sözlere karşılığı şöyle olur: "Alaturka şarkılardan ben de hoşlanıyorum. fakat, unutmamak gerekir ki, devrim yapan bu nesil, bazı fedakârlıklara katlanmasını bilmelidir! ancak, millî türkülere yer verilmelidir!".
Bu yeni müziğin terkibi ise Ziya Gökalp tarafından verilmiştir: "...o halde millî musikimiz memleketimizdeki halk musikisi ile garp musikisinin imtizacından doğacaktır. Halk musikimiz bir çok melodiler vermiştir. bunları toplar ve garp musikisi usulünce armonize edersek hem millî hem de Avrupaî bir musikiye malik oluruz."
Şükrü Kaya'nın, Gökalp'in Türkçülüğü'nden ve Atatürk'ün beklentilerinden çıkarttığı sonuç, Türk musikisini toptan "yasaklayarak" meseleyi çözmektir....
Ama ne var ki tüm yasaklamalara rağmen millet klasik Türk musikisinden kopamaz. En başta Atatürk. Kendisi de sıkı bir Alaturka hayranı olan Atatürk bu yasağa ancak sekiz ay dayanabilir. Hikayeye göre Atatürk bir gece Dr. Sıtkı Falay'ın evinde udda Sıtkı bey, tamburda Osman Pehlivan ve icrada Vasfiye hanım'la Rumeli türküleri meşk eder. Atatürk Rumeli türkülerine o kadar acıkmıştır ki, o gece Rumeli Türküleri tekrar tekrar söylenir.
Bu samimi ortama sığınan Osman Pehlivan "paşam siz emredince dinliyorsunuz, ama bunları dinlemek isteyen binlerce insan var! " diye yakınarak, milletin talebini Paşa'ya iletir. Atatürk bu yakınmaya "doğru söylersin Osman!" karşılığını verir ve meşhur yasak ortadan kalkıverir...
Bu tarihi hikayeyi hatırlamama, Çukurova Senfoni Orkestrası'nın "Sordum Sarı Çiçeğe" ilahisine kattığı muhteşem yorumu neden oldu...
İZLEMEYENLER İÇİN İLAHİ
Atatürk'ün 1930'larda "milli türkülerin Avrupai tarzda söylenmesi" ve Ziya Gökalp'in "halk musikisi ile garp musikisinin imtizacı" hayalleri 1990'lı yılların ortasından itibaren gerçek oldu. Bu süreçte halk müziği eserleri klasik müzik orkestraları tarafından söylendi. Mehteran senfoni orkestrası ile gösteriler yaptı. Öyle ki dini müzik alanında yer alan "ilahi"ler bile senfoni orkestraları tarafından terennüm edilmeye başlandı ve en önemlisi tüm bu yorumlar beğenildi ve dahi hayranlık uyandırdı.
Bugün senfonik müziği millet nazarında "dinlenebilir" kılan şey şüphesiz Gökalp'in "imtizac" ettirmek istediği şeydir. Yani milli lezzet ile batılı "tarz"ı bir araya getirmek. Tabii ki bu "klasik" söyleyiş ve çalışI artık rafa kaldırmak anlamına gelmez. Ney'in, tamburun ve sazın lezzeti milli "dimağ"da ayrı bir yere sahiptir. Bu yeni tarz, Türk müziğine ancak zenginlik getirmiştir.
Ve en önemlisi Atatürk'ün hayal ettiği bu değişim, yasaksız gerçekleşmiştir...
Bu örnek olayda yasaklarla hiçbir şeyin başarılamayacağı gerçeği bir kez daha ortaya çıkıyor. Eğer Şükrü Kaya'nın "garip" yasağı devam etmiş ve "milli" müzik unutulmuş olsaydı, Gökalp'in meşhur "imtizacı" hiçbir zaman gerçekleşmeyecek, Atatürk'ün hayali sûkuta uğrayacak ve bugün bu lezzeti yaşayamayacaktık.
Temel mesele değişimi normal mecraına bırakmaktan geçiyor. Masa başı planlamalarla "sosyal değişim"in olmayacağı aşikar...
Senfonik müziği hala "zûlum" olarak görenlerle ilahi müziği "şeriat" habercisi olarak görenlere tavsiyem Çukurova Senfoni orkestrasının muhteşem "Sordum Sarı Çiçeğe" yorumunu dinlemeleridir...
KAYNAK
Her şey Başvekil Şükrü Kaya'nın: "...alaturka mûsikînin tamamen kaldırılması ve yalnız garp tekniğiyle bestelenmiş mûsikî parçalarımızın garp tekniğini bilen sanatkarlar tarafından çalınmasını.." diye başlayan genelgesiyle başlamıştı.
Bu genelgeye binaen Türkiye sahne ve radyoları sekiz ay Türk musikisi çalmaz oldu; Yıl 1934'dür...
Rivayet odur ki, merhum Şükrü Kaya bu genelgeyi Atatürk'ün şu sözlerinden ilham almıştı: "bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Bugün dinletilmeye yeltenilen musiki yüz ağaracak değerde olmaktan uzaktır"
Sekiz aylık bu yasak Türk müziği sevenleri gına getirmiş, Batılılaşmanın bayrak isimlerinden olan Yunus Nadi'ye bile "pes" dedirtmiştir. Nitekim Yunus Nadi bir gün tüm cesaretini toplayarak Ata'ya karşı, " paşam ne olur alaturka şarkılardan bizi mahrum bırakmasınlar. zevkimize, duygularımıza el attığı için çok üzülüyor ve inciniyoruz" isyanını dile getirmiştir ...
Atatürk'ün, bu sözlere karşılığı şöyle olur: "Alaturka şarkılardan ben de hoşlanıyorum. fakat, unutmamak gerekir ki, devrim yapan bu nesil, bazı fedakârlıklara katlanmasını bilmelidir! ancak, millî türkülere yer verilmelidir!".
Bu yeni müziğin terkibi ise Ziya Gökalp tarafından verilmiştir: "...o halde millî musikimiz memleketimizdeki halk musikisi ile garp musikisinin imtizacından doğacaktır. Halk musikimiz bir çok melodiler vermiştir. bunları toplar ve garp musikisi usulünce armonize edersek hem millî hem de Avrupaî bir musikiye malik oluruz."
Şükrü Kaya'nın, Gökalp'in Türkçülüğü'nden ve Atatürk'ün beklentilerinden çıkarttığı sonuç, Türk musikisini toptan "yasaklayarak" meseleyi çözmektir....
Ama ne var ki tüm yasaklamalara rağmen millet klasik Türk musikisinden kopamaz. En başta Atatürk. Kendisi de sıkı bir Alaturka hayranı olan Atatürk bu yasağa ancak sekiz ay dayanabilir. Hikayeye göre Atatürk bir gece Dr. Sıtkı Falay'ın evinde udda Sıtkı bey, tamburda Osman Pehlivan ve icrada Vasfiye hanım'la Rumeli türküleri meşk eder. Atatürk Rumeli türkülerine o kadar acıkmıştır ki, o gece Rumeli Türküleri tekrar tekrar söylenir.
Bu samimi ortama sığınan Osman Pehlivan "paşam siz emredince dinliyorsunuz, ama bunları dinlemek isteyen binlerce insan var! " diye yakınarak, milletin talebini Paşa'ya iletir. Atatürk bu yakınmaya "doğru söylersin Osman!" karşılığını verir ve meşhur yasak ortadan kalkıverir...
Bu tarihi hikayeyi hatırlamama, Çukurova Senfoni Orkestrası'nın "Sordum Sarı Çiçeğe" ilahisine kattığı muhteşem yorumu neden oldu...
İZLEMEYENLER İÇİN İLAHİ
Atatürk'ün 1930'larda "milli türkülerin Avrupai tarzda söylenmesi" ve Ziya Gökalp'in "halk musikisi ile garp musikisinin imtizacı" hayalleri 1990'lı yılların ortasından itibaren gerçek oldu. Bu süreçte halk müziği eserleri klasik müzik orkestraları tarafından söylendi. Mehteran senfoni orkestrası ile gösteriler yaptı. Öyle ki dini müzik alanında yer alan "ilahi"ler bile senfoni orkestraları tarafından terennüm edilmeye başlandı ve en önemlisi tüm bu yorumlar beğenildi ve dahi hayranlık uyandırdı.
Bugün senfonik müziği millet nazarında "dinlenebilir" kılan şey şüphesiz Gökalp'in "imtizac" ettirmek istediği şeydir. Yani milli lezzet ile batılı "tarz"ı bir araya getirmek. Tabii ki bu "klasik" söyleyiş ve çalışI artık rafa kaldırmak anlamına gelmez. Ney'in, tamburun ve sazın lezzeti milli "dimağ"da ayrı bir yere sahiptir. Bu yeni tarz, Türk müziğine ancak zenginlik getirmiştir.
Ve en önemlisi Atatürk'ün hayal ettiği bu değişim, yasaksız gerçekleşmiştir...
Bu örnek olayda yasaklarla hiçbir şeyin başarılamayacağı gerçeği bir kez daha ortaya çıkıyor. Eğer Şükrü Kaya'nın "garip" yasağı devam etmiş ve "milli" müzik unutulmuş olsaydı, Gökalp'in meşhur "imtizacı" hiçbir zaman gerçekleşmeyecek, Atatürk'ün hayali sûkuta uğrayacak ve bugün bu lezzeti yaşayamayacaktık.
Temel mesele değişimi normal mecraına bırakmaktan geçiyor. Masa başı planlamalarla "sosyal değişim"in olmayacağı aşikar...
Senfonik müziği hala "zûlum" olarak görenlerle ilahi müziği "şeriat" habercisi olarak görenlere tavsiyem Çukurova Senfoni orkestrasının muhteşem "Sordum Sarı Çiçeğe" yorumunu dinlemeleridir...
KAYNAK