Atatürk ve Kayıp Kıta Mu 1-2 cilt (ilk kez yayımlanan belgeler) [RS]

thefao

El-fetih
Katılım
1 Kas 2008
Mesajlar
4,782
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
Kader Bazen Kahramanını Arar...ve Bulur
mu1s.jpg


Atatürk ve Kayıp Kıta Mu 1-2 | Sinan Meydan

Atatürk ve Mu Kitası..
Mu,yani Güneş İmparatorluğu; eski çağlardan günümüze ulaşan tabletlere göre ilk insanın da anavatanı olduğu,Pasifik Okyanusu'nda,Asya ve Amerika kıtalarının ve Avustralya'nın iki katı büyüklüğünde ve günümüzden yaklaşık 12.000 yıl önce şiddetli yer sarsıntıları sonucu battığı sanılan kıta.

mu2f.jpg


Ezoterik kaynaklara göre İnsanoğlunun ana vatanı (dünyanın en eski yerleşim merkezi), din, mitoloji, efsane, destan ve sembollerin doğduğu yer. Yine aynı kaynaklara göre, bu kıta yaklaşık 70.000 yıl önce üzerinde yaşayan 64 milyon insanla birlikte sulara gömülerek yok olmuştur.Bazı araştırmacı bilim adamları dünyanın çeşitli bölgelerinde bulunmuş olan tabletlerdeki yazı ve sembollerin ezoterik bilgileri kanıtlar nitelikte olduğunu ileri sürmektedirler.

Güneş İmparatorluğu'nun Mu dilindeki adının U-luum-il şeklindeki bileşik kelimeden türeyen bir isim oluprazi,İl,Kudret,Devlet anlamına geldiği ifade edilmektedir.

Mu'nun Yeri

Günümüzde bu bölgede yer alan ada ve adacıklar bu kıtadan arta kalanlardır. İşin ilginç tarafı on iki bin yılın bu medeniyetin batış tarihi olması, bu medeniyetin başlangıcının çok daha eskilere dayandığını göstermektedir. Ayrıca bu medeniyetin Atlantis Medeniyetinden önce ve Atlantis'in bu medeniyetin mirasçısı olduğu söylenmektedir.

Churchward ve Niven'in bulguları, Mu kıtasının bugünkü Pasifik okyanusunun oldukça büyük bir bölümünü kapladığını, Hawaii, Haiti, Fiji, Paskalya adaları ile diğer Polonezya adalarının bu batık kıtadan artakalan parçalar olduklarını ortaya koydu.Churchward'a göre Mu kıtası, doğudan batıya 8 bin kilometre, kuzeyden güneye de 5 bin kilometre uzunluğunda dev bir ada kıtaydı. Naacal tabletleri bu kıtanın, uygarlığın beşiği olduğunu öne sürmektedir. Yaklaşık 70.000 yıllık bir uygarlık geçmişine sahip olan Mu; zaman içerisinde tüm dünyada birçok koloniler ve büyük imparatorluklar oluşturmuştur.


Mu'da İnanç
Tüm insanlar büyük bir uyum içersinde ve tek tanrı inancı ile yaşamaktaydı. Tanrının tek olduğu güneş sembolizması ile ifade edilmekteydi ve bu dildeki adı Ra idi. Onun için Mu uygarlığına Güneş İmparatorluğu da denmekteydi.Rahip-kral olarak görev yapan liderlerine Ra-Mu, bilim adamı da olan rahiplere Naacal denilmekteydi. Ra adının daha sonra Maya ve Mısır dillerinde de aynı anlamda kullanıldığını görürüz.


Atatürk ve Mu Kıtası
Efendiler, bu insanlık dünyasında en az yüz milyonu aşkın nüfustan oluşan büyük bir Türk milleti vardır ve bu milletin yeryüzündeki genişliği oranında tarih alanında da bir derinliği vardır. Türk milletinin kökünün dayandığı Türk adındaki insan, insanlığın ikinci babası Nuh Aleyhisselamın oğlu Yasef'in oğlu olan kişidir. Atatürk 1922'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 130. toplantısının birinci oturumunda yaptığı konuşmada Türkler'in kökeni hakkında böyle diyordu. Tesadüfi bir konuşma değildi ve onun Türkler'in kökenine ilgisinin devamı da gelecekti...

Türkler'in kökenini ortaya çikarmak Gazi'nin en büyük isteklerinden biriydi. Cumhuriyetin ilk yıllarinda Osmanlılar'in son dönemlerinde Türklük Akımları üzerine yapılan arastırmaları derledi. Atatürk'ün istegiyle birçok bilim adami ve arastirmaci bu alanda arastirmalar yapti. Yabanci bilim adamlari davet edildi. 1930'da Türk Tarih Kurumu kuruldu.

Mu'da geçen Tanrı kavramıyla da yakından ilgilenmiş, yaratıcının insan aklıyla anlaşılamayacağı, şekillendirilemeyeceği ve adlandırılamayacagi üzerinde durmuştu. Tercümelerde Maya dili de dahil tüm lisanlarin Mu dilinden türedigi belirtiliyordu.

Bu araştırmalari da sıradan bir merak olamazdı. Yine O, neyi nerede arayacagini herkesten iyi biliyordu. Bugün Atatürk'ün gizli kalmis düsünceleriyle birlikte bu arastirmalar da Anitkabir'in sessizliginde uyumaya devam ediyorlar.Bugün bu kitaplardan Kayıp Mu Kıtası ve Mu'nun ÇocuklarI Anıtkabir kitaplığında 1301, 1302 no ile kayItlIdIr. Çeviri metinleri ise kitaplikta 4 dosya halinde bulunur.

Churcward'ın Kaynakları
Churcward'ın kaynakları, Batı Tibet'te bir mabette, bu mabedin başrahibi tarafından kendisine verilen Naacal Tabletleri ile, Amerikalı Jeolog William Niven'in 1921–23 yılları arasında Meksika'da ortaya çıkardığı tabletler olmuştur.Bu taş tabletler 15.000 yıl önce yazılmıştı.

Ingiliz Albay James Churcward Hindistan'daki tabletleri Tahsin Bey'e bilgi olarak sundu. Bunlar da kayip Mu Kıtasi ile ilgiliydi. Ve Churcward 50 yıl çalısmıst bu tabletleri çözebilmek için. Bu konuda 5 kitap yayınlamış bir uzmandi.

Bu tabletler daha ziyade resimlere benzeyen bir yazı stili kullanılmıştır. Adı geçen Rahip, İngiliz Albaya bu tabletleri okuyup anlaması için Sanskritçe öğrenmesi gerektiğini, bunun da yeterli olmayacağını ve eski bir dil olan Naga-Maya dilini de öğrenmesi gerektiğini söyler. Naga-Maya dilini bu rahip bilmektedir ve Churchward, Rahipten bu dili öğrenmekle işe başlar. Neticede bu dilleri öğrenir ve tabletlerdeki yazıları büyük oranda çözer. Albay bu tabletleri çözmek için çok zaman harcar. Daha ziyade emekliliğinden sonra çalışmalarını bu alana teksif eder. Ancak yazıların bazı yerleri deforme olmuş, bazı tabletler de kaybolmuştur. Bunun için metinlerde anlam bütünlüğü bozulmaktadır.

1.Yukatan'da hazirlanmis eski bir Maya kitabi olan 'Troano El Yazması'. Bugün British Museum'da bulunmaktadir.

2.Troano El Yazmasiyla ayni yaşta olan bir baska Maya kitabi 'Cortesianus Kodeksi'dir. Bugün Madrid Ulusal Müzesi'nde bulunmaktadir.

3.Paul Schlieman tarafından Tibet'te bir Budist tapınağında bulunan 'Lhasan Belgesi'.

4.Yukatan'da Mu Kıtası anısına inşa edilmiş Uxmal Tapınağı'ndaki Yazıtlar yaklaşık 12.000 yıllıktır. Bu tapınakta:

Geldigimiz yer olan Bati ülkelerinin anisini korumak için insa edilmistir, diye kabartma yazılar bulunmaktadir.

5.Meksiko şehrinin 96 km güneybatisinda yer alan 'Ksochicalo Piramiti Yazıtları'. Bu piramit, üzerindeki kabartma yazilara göre;

Batı ülkelerinin yıkımının anısına insa edilmistir.

6.Dr. Niven'in Alaska'da buldugu Mu Kıtası sembolleriyle islenmis bir totempol.

7.Eflatun'un Timeus ve Critias adli eserinde batik kitaya dair su sözler geçer:

Mu ülkesinde 10 halk vardı.


Tahsin Mayatepek'in Araştırmaları
Tahsin Mayatepek

1882'de Edirne'de doğan Tahsin Mayatepek'in babası Afyonlu Kara Ömer Vehbi Paşa, annesi Boşnak Gülsün Hanım'dı. Aile o zamanlar Sarhoşoğulları olarak anılıyordu (bugün Mayatepek). Tahsin Mayatepek babaları gibi asker olan iki kardeşinin, aksine tarihçi ve diplomattı. Enver Paşa'nın Sultan Vahdettin'in kızı Naciye Sultan ile olan evliliğinden olan kızı Türkan Sultan ile evlenmişti.

Atatürk kendisini Meksika’ya elçi olarak gönderdi.Orada kendisine Amerikali Arkeolog William Niven'in buldugu tabletlerden bahsettiler. Maya dilinin kökeninin bu tabletlerde oldugu anlasilmisti. Türkçe ile Maya dili benzerlik bu tabletlerde aranacakti. Bu tabletler Tahsin Bey'i saskina çevirdi. Çünkü tabletler M.Ö 200.000 ile M.Ö.70.000 yillari arasinda Pasifik'de yer almis bir kitayi haber veriyordu. Kitanin adi MU idi. Avustralya'dan birkaç kat büyüktü. Yüksek bir uygarliga ulastiktan sonra deprem veya tufan sonucu battigi saniliyordu. Tahsin bey burada Maya kültürünü inceledi ve Türk kültürü ile arasındaki şaşırtıcı benzerlikleri tespit etti. Örneğin 130 dan fazla yer ve kelimenin Maya ve Türk dillerinde aynı veya çok benzer olduğunu gördü

Tahsin Mayatepek Meksika'daki arastirmalarinda çok daha fazlasini bulmustu. Maya, Aztek ve İnka uygarliklarinin Türkler'in kullandigi eşyalara benzer esyalar kullandigini Atatürk'e iletmisti. Davullar, kalkanlar üzerlerindeki ay ve yildiz sembollerine kadar bizimkilere benziyordu. Tahsin Mayatepek, çalismalarini belge ve fotograflarla 3 ciltlik defter olarak toplayarak Atatürk'e gönderdi. Bunlarin ikisi 70'lere kadar TDK kütüphanesinde idi. (No7-56) Üçüncü defter kayiptir. Bu defterlerde dini tören, ibadet ve tapinaklarin bile sasilacak kadar benzerligi gösteriliyordu.

Naacal Tabletleri'nden bazı ifadeler
'Ulu büyük Melik'in… Ulu Hükümdarın, Yüce Tanrının karada gücü nedir? O Melik nebatatı büyütür, gökyüzünün rengini değiştirir... Bizi genç bitkilere, taze sürgünlere, yeni filizlere karşı müşfik kılan, bize gök yüzünün çeşitli renklerini seçtiren, yükselen bulutlan gösteren, parlak yıldızlar ile beraber gelen nimetleri, hafif çiyi, serinletici yağmuru gönderen, .güneşi;. ayın ışığını sevdiren büyük Melikin, Ulu Hükümdarın, Yüce Tanrının kudretini kâinat selâmlasın!... O, arzda insan yaratmış, insanları çoğaltmış, emirlere emir dinleyecekler, emir dinleyeceklere emirler ihsan etmiştir. İnsanları yaratan, emirlere salâhiyetler sunan, tebaaları itaatli kılan büyük Meliki, Ulu Hükümdarı, Yüce Tanrıyı kâinat alkışlasın.... Büyük Melikin, Ulu Hükümdarın, Yüce Tanrının denizde gücü nedir? O Melik gümüş balıklarını, yılan balıklarını, maymun balıklarını, ıstakozları, derin sularda yüzen iri balıkları, denizdeki diğer çeşit balıkları ve sair şeyleri deniz ile beraber halk etmiştir. Bu Yüce Hâlikı kâinat selâmlasın!... Bizi sineklerin, böceklerin, kurtların, diğer haşerelerin zararlarına karşı dayandıran odur. Onu, her şeyin Halikını, kâinat subhanekeler* ile yücelesin!'

'Mu kıtası sıcak, fakat pek münbit ve mahsuldar, ovalık bir memleket idi. Her tarafı güzel çayırlar, meralar, düzlüklerde bitmiş zengin ormanlar süslüyordu. Akışları sakin, muntazam, geniş yataklı, seyrüsefere fevkalâde müsait nehirler kenarında kalabalık nüfuslu, büyük, zengin şehirler vardı. Dünya cenneti denmeğe lâyık olan bu kıtada hiç yüksek dağ yoktu. Dağlar yalnız orada değil, dünyanın başka taraflarında da henüz fazla yükselmemişti. Mu ve Muluların mevcudiyeti yeryüzünde büyük dağların teşekkülünden evvelki jeolojik zamana, üçüncü arz devrine tesadüf ediyordu. Mu ormanlarında ve sularında bu devrin hayvanları yaşıyordu. Mu insanları her nevi hayvanı muti bir hale getirmenin yolunu biliyorlardı. Koca kıtayı pek düzgün yollar ile kurşuni örümcek ağını örnek tutarak örmüşlerdi. Yollar nereden başlar, nerede biter, kestirilemez idi. O kadar mükemmel yapılmışlardı ki, kalıntıları karşısında günümüzün mühendisleri, kaldırım ustaları gözlerine inanamamaktadırlar. Main şeklindeki kaldırım taşları yan yana konuvermiş değil, birbirine kopmayacak surette eklenmiştir. Ne taraftan bakılsa kenarlar hattı müstakim teşkil eder.'

'Mu kıtası ahalisi, bir hükümetin idaresi altında on kabileden terekküp ediyordu. Hükümet reisine Mu'nun güneşi: tacı, hükümdarı,,hâkimi, emîri mânasına Ra-Mu deniyordu. Ramu'lar ahaliyi Tanrı'nın vahiy ettiği mukaddes yazılar ahkâmına göre idare ediyorlardı. Reisler halka karşı vazifesini müdrik, müşfik, halk reislere karşı içten gelen bir istekle hürmetkar idi. Emir etsin, yahut emre tâbi olsun bütün Mu sakinleri tek Allah'a inanıyordu.'


İNDİR
 
paylaşım için sağolasın
 
biryerde okumustum atamiz bu konu hakkinda cok arastirma yapmis ve bilim adamlari gorevlendirmisti.okumak istedigim bir seydi.tesekkurler.
 
Sen Mu’nun neresindensin hemşerim?

Sen Mu’nun neresindensin hemşerim?

Atatürk’ün Mu ile ilgili yaptığı araştırmalarla ilgili ikinci kitap da çıktı. Bu iki kitap da yalnızca Atatürk’ün bu çalışmalarıyla ilgili değil elbette ki. Kitapların ikisi de Türklerin kökeninin kayıp kıta Mu olduğunu iddia ediyor. Bundan uzun uzun yıllar önce bir “deprem” ile yok olduğu söyleniyor kayıp kıta Mu’nun. Artık pek çok yöntemle eski çağda olmuş depremler vs. biliniyor ancak nedense koskoca kıtayı yer ile yeksan eden bir deprem ile ilgili herhangi bir kayıt yok. Denizlerin altından fosiller, zaman içerisinde sular altında kalmış şehirlerden kalıntılar çıkarılıyor ama ne yazık ki Mu ile ilgili tek bir belge yok.

Hayal gücü sınır tanımaz elbette ki. Bir şeye inanmak için onun ille de kanıtlı olması gerekmiyor. Güneş Dil Teorisiyle Niagara şelalesinin isminin orada çıkan gürültüye “bu ne yaygara hemşerim?” diyen bir Türk büyüğünün bu eşsiz cümlesinden geldiğine inanmıştık. Yetmedi ilk kelimenin güneşi gören insanın çıkardığı “a” sesi olduğu ve –nedense- bu insanın ve bu kelimenin Türki olduğuna da inandık. Hititlerin, Sümerlilerin ve bu dünyanın alayının da Türk olduğuna inandık.

KAYIP KITA MU

dd_ppzspk0fg8we2.jpg


Kayıp Kıta Mu Efsanesi, Amerikalı bir araştırmacı olan Churcward’ın ismini nedense vermediği bir tapınakta konuştuğu bir rahipten ve onun sahip olduğu bir takım tabletlerden yola çıkarak oluşturduğu külliyat ile literatüre kazandırıldı. Churcward sonradan, Amerikalı Jeolog William Neyin’in Meksika’da bulduğu tabletlerle bu efsaneyi ilişkilendirdi. O dönemde bu çalışmalardan haberdar olan Kemal Atatürk; Tahsin Bey’i Meksika’ya elçi olarak gönderdi. Sonradan Mayatepek soyismini alan Tahsin bey; burada son derece bilimsel dayanaklarla istinad ederek bir gerçeği saptadı: Türkler Mu’dan gelmeydi, çünkü; Maya dilindeki “tepe” kelimesi Türkçe’de de aynen mevcuttu! Bu kadarı yetiyor, çünkü biliyoruz ki sadece “principle” kelimesinin Türkçe’de kullanılmamasına rağmen “birinci bilgi” kelimesine olan benzerliği İngilizlerin Türk olduğuna ikna olmamıza yeterli olmuştu.

Peki bu mantıksız inanışların kökeninde ne var? Onca aklı başında adamın satın aldığı bu saçmalıklar nasıl bu kadar sükse yapabiliyor? İnsanlar böyle saçmalıklara neden inanıyor? Köklerini kayıp ve mistik uygarlıklara dayandırmak yalnızca biz Türklere özgü mü?

Ulus yaratmak; özellikle 20. yüzyılın başlarında kendini uluslar arası sermayeden ve komünizmden korumak için pek çok ülkenin giriştiği bir çalışmaydı. Uluslar arası sermayenin ve komünizmin milliyetsiz yapısı başka sömürecek kimsesi olmadığı için kendi halkını sömüren ve bunu kendi icat ettiği milliyetçilik kavramıyla meşru zemine oturtan yerli burjuvaları korkutuyordu. İnsanları; doğuştan elde ettikleri etnik aidiyetin başka etnik aidiyetlerden daha farklı olduğuna inandırmak bu meşruiyetin devamlılığı için en gerekli şeydi.

Peki bunun için ne yapılmalıydı?

Tabii ki; bireyin ait olduğu etnik grubun diğer gruplardan farklı olduğunu ispat etmek! Böylece; birey, kendinin üstün olduğuna ve çıkarlarının da üstün olması gerektiğine inanacaktı. Aynı zamanda evrensel fikirlere de, evrenin kendisinden geri kalanını insan yerine bile koymadığı için karşı çıkacaktı. Diğer uluslar ile olan ilişkilerde hukuğu, insanlığı değil kendi politik çıkarlarını gözetecekti. Üstünlüğe inandırmanın bir diğer siyasi kazanımı, yönetici grubun despotluğunu istediği ölçüde artırabilmesiydi. Yurttaşlar, onları yalnızca onlar adına ve onlardan olan birilerinin iyi yönetebileceğini düşünecek, bu beraberinde tam bağımsızlık olarak formülleştirilen yönetim biçimini getirecekti. Bireyin devlete karşı hukuğu olmadığı yapıların hemen hemen tamamında üstünlüğe inandırmanın payı vardır. Doğuştan getirdiği etnik aidiyet ile ilgili yaratılan mitin verdiği duygularla zaten içki sarhoşluğuna düşen birey; kendi hukuğunu ihlal eden bu sistemi cansiperane korudu. Buradan bakınca gayet karlı bir hamle! İnsanların kafasından kral, din, mezhep vs. gibi “uğruna ölünecek” değerleri alıp bunları nostalji çöplüğüne attıktan sonra onları idare etmek için yeni “uğruna ölünecek şeyler” bulmak zoraki bir durumdu. Bulundu da: millet. Elbette ki öyle kuru kuruya da olmazdı.

Dünyada böyle saçmalıklara inanan tek millet biz değiliz.

HİTLER VE ATLANTİS

dd_ppzspk0fg8we1.jpg


Alman SS’lerinin uzun süre liderliğini yapan ve Aryan ırkından olmayanların imhasını yöneten Heinrich Himmler’in kurduğu “Alman Ari Irk Derneği”ne göre Atlantis Grönland’daydı ve ari ırkın kökeni de oradaydı. Hitler bu iddiayı daha da ileri götürdü. Atlantis’in Andlarda olduğunu ve düşen göktaşlarıyla yok olduğunu iddia etti. Bu iddia bir “bilim adamı(!)” olan Hanns Hörbiger’e aitti ve Hitler onun ateşli bir savunucusuydu.

Hitler aynı zamanda mistik ve okültist inanışları olan Thule isimli bir örgüte üyeydi. Bu örgütün yöneticileri sonradan NSDAP’ın içinde de yer almışlardı. Hatta bu örgütün kurucusu Eckart vasiyetinde; “Hitler’i izleyiniz. Dans edecektir; ancak müziği ben yazdım. Onlarla temasa geçmesi için gerekli araçları kendisine verdik. Bana da sakın acımayın. Tarihi herhangi bir Alman’dan daha fazla etkilemiş olacağım.” Demişti.

dd_ppzspk0fg8we11.jpg


Hitler döneminde Almanya’da bu tip inanışlar hem “bilimsel” hem de siyasi değer kazandı. Nazi Partisi’nin zaman içerisinde oylarının yüzde 44’e kadar çıkmasında Alman halkının “üstünlüğe ikna edilmesinin” rolü büyüktü. Şüphesiz bu efsaneler de bu ikna sürecine büyük katkı yaptı.

Hitler, bununla sınırlı kalmadı. Atlantis’in torunlarının yaşadığını düşündüğü Andlarda ve dünyanın farklı yerlerinde insanların kafatasını ölçtürdü. Bunlarla Almanların kafataslarının oranlarını karşılaştırdı. Hitler’in mistisizme olan bu merakı partisi için yapılan logo seçimine bile yansıdı. Dünyanın gamalı haç olarak tanıdığı Swastika, bir Budist sembolüdür ve iyiliği temsil eder. Swastika aynı zamanda Thule örgütünün de sembolüydü.

dd_ppzspk0fg8we.jpg


Siyah gömleklilerin lideri Benito Mussolini’nin de “Tanrı’yı sevmekten bir an olsun bile vazgeçme ama unutma ki İtalya’nın tanrısı Duçe’dir” dediğini düşünürsek; hemen hemen bütün ırkçı yapılanmaların mistisizm saplantısı olduğunu söyleyebiliriz.

TDK’nın halen Güneş Dil Teorisi’ne inanıyor olması gibi. Bu kurum halen Güneş Dil Teorisi ile ilgili raporlar hazırlamaktadır.

Faşizmin üzerinden yıllar geçti.. Ancak görülen o ki; kendi yaşamında övünülecek hiçbir şey üretemeyen insanların doğuştan getirdiği özelliklere olan düşkünlüğü bu özelliklerini yüceltmek adına onları sürekli mistisizme yöneltmeye devam edecek. Kim bilir, belki de Mu uygarlığı bunu öngördüğü için topluca intihar etmiştir!

Kaynak: http://www.derindusunce.org/2009/01/...klerin-kokeni/
 
Evrimin varlığına inanıyorsun ama kayıp kıta munun bir zamanlar var olduğuna mı inanamıyorsun? Hayret oysa evrim konusunda daha fazla safsata var. Bırakın bu ezikliği artık. Kabak tadı verdi ille de bir takım araştırmaları yalanlayacak şeyler ortaya atma çabanız...
 
Evrimin varlığına inanıyorsun ama kayıp kıta munun bir zamanlar var olduğuna mı inanamıyorsun? Hayret oysa evrim konusunda daha fazla safsata var. Bırakın bu ezikliği artık. Kabak tadı verdi ille de bir takım araştırmaları yalanlayacak şeyler ortaya atma çabanız...

Mesele inanmak yada inanmamak meselesi değil, sorun; kesinliği kanıtlanmamış hatta bugün için büyük ölçüde yalanlanmış bir teoriyi dayanak ayağı yaparak bir ideoloji geliştirmekte, sakatlık tam burda başlıyor.

Ayrıca ortaya araştırma yapacağım iddiasıyla çıkan herhangi biri(!), bu "araştırmanın" eleştirilmesine, tezlerin anti-tezlerle çürütülmesine hazırlıklı olacak...

Kuru kuruya inamamızı bekleyemezsiniz...
 
Geri
Üst