terteren
Altın Üye
- Katılım
- 22 Ağu 2005
- Mesajlar
- 4,642
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 40
Sabah kalktım. Bilgisayarımı açtım ve maillerimi kontrol ediyordum ki kapı çaldı.
"Girin" bile diyemeden kapı açıldı ve içeriye bir "varlık" girdi, kapıyı da kapadı hemen! Aman Allah'ım! O da ne? Tanımlayamadım bir türlü. Ona "Kimsiniz?" diye sormama bile fırsat vermeden " - Hadi kalk gidiyoruz!" dedi. Şaşırdım ama bozuntuya vermedim. "- Sizi ilk kez görüyorum, kimsiniz?" diye sordum.
"- Ruhunu bedeninden söküp almak için görevlendirilen meleğim ben! Yani Azrail!" dedi.
Birden aklıma "Savsakladığım namazlarım, tutmadığım oruçlarım geldi", "Ufacık dünya menfaatleri için teptiğim Allah'ın emirleri geçti gözümün önünden hızlıca; eti için kesilen bülbül, tahtası için yakılan saz gibi..."
"-Şu an hazır değilim!" dedim. Azrail "-Neye hazır değilsin?" dedi. "-Kabirde ve öbür âlemde başıma geleceklere!" deyiverdim.
"-Ama bugün son günün. Hem sana yeterince vakit verilmedi mi?" dedi.
"-İnan ki, bu yaşta öleceğim hiç aklıma gelmemişti." dedim. "-Neden?" diye sordu. "-Gencim daha, ciddi bir sağlık problemim de yok. Turp gibiyim!" dedim.
O da "-Senin yolun mezarlığa hiç düşmüyor mu? Ya da hastanelerin acil servislerine, morglara! Oradakilerin hepsinin teni buruşuk mu?" deyiverdi.
"-Değil de, hiç ölmeyeceğimi sanmıştım. Hep başkaları ölüyordu, başkalarının salaları okunuyordu minarelerden. Ben muaftım sanki ölümden. Meğer bu iş parayla değil, sıraylaymış. Bana 1-2 ay kadar daha süre tanısanız?" dedim.
"-Yeterince vaktin vardı! Yapsaydın! Neden düşünmedin? Engel mi oldular sana? Hem onlarca yılını heba etmiş biri olarak, bu kadar kısa sürede ne yapabilirsin ki?" diye sordu.
"-İbadet borçlarımı öderdim... Kaza üstüne kaza ederdim namazlarımı, deliler gibi yani... Kalplerini kırdıklarımdan, üzerimde hakkı olanlardan helallik dilerdim. Dünyanın öbür ucunda olsalar, taşların altına saklansalar yine de bulur, her şeyimi verir, haklarını helal ettirirdim. Üzerimde kul hakkı kalmasın diye... Daha vasiyetimi bile yazmadım!" diye mazeretlerimi teker teker saydım.
"-Bir sene önceden haberin olsaydı geleceğimden, neler yapardın?" diye sordu.
Ben de "-Kalan zamanımı çok iyi değerlendirirdim!" dedim. Ama şimdi kafamı taşlara vurmaya bile vaktim yoktu artık! Ben düşüncelere dalmışken;
"Ben hayatını Allah'ın rızasına göre tasarlamayanlara çirkin görünürüm. Şimdi sana göründüğüm gibi! Ben senin aynanım şu anda! Birazdan kabirde başına neler gelecek biliyor musun? Okusaydın Allah'ın kitabından, Resulünün sünnetinden, işin ciddiyetini kavrasaydın, uykuyu haram ederdin gözlerine! Neden okumadın? Bir arkadaşından yıllar önce gelip de hiç okumadığın bir mektubun var mı? Ya da açmadığın bir mail? Madem Allah'ın kitabının kapağını açmadın, bük boynunu ve sus!" diye sesleniverdi.
"- Dünya meşgalesi, geçim derdi, para, mevki... Çepeçevre kuşattılar beni, kıramadım onları!" dedim.
"-Hâlbuki dünyada kalma süren ne kadar azdı zaman olarak! Bunu da biliyordun üstelik!" dedi.
"-Haklısın! Dünya gözle görülüyor ama öbür dünya gayb, göz önünde değil!" dedim.
"-Merak etme, biraz sonra ölünce, gaybın önündeki perdeler kalkacak! Kuran'da ve hadislerde anlatılıyor bunlar. Sen de biliyordun! Üstelik başkalarını uyardın, anlattın tüm bunları... Neden o zaman bu gafletteki ısrarın?" dedi. "-Başkalarına nasihat verirken kendimi unutmuşum." dedim.
Azrail "-Allah da din günü seni unutur o zaman! Bir yandan ele öğüt verirken diğer yandan da kırmadık kalp bırakmadın ortalıkta!" dedi.
Bense "-Maalesef biliyorum. Kendim düştüm ve ağlamaya hakkım yok." dedim.
"-Kendin ettin kendin buldun! Hadi artık gidiyoruz, fazla oyalama beni. Senden sonra iki kişi daha var sırada!" dedi.
"-Nereye gidiyoruz?" diye korkuyla karşılık verdim. "-Allah'a hesap vermeye…" dedi.
Bir soru da ben sordum "-Allah'ın rızasına uygun olsaydı yaşamım, nasıl olacaktı ölümüm? Nasıl bir diyalog geçecekti aramızda?"
"- Ben senin canını almaya gelince yüzümdeki güzelliği görünce hayrete düşecek ve "Aman Allah'ım! Bu ne güzellik! Rüyada mıyım ben!" diyecektin. Çünkü o zaman cennet müjdecisi olacaktım sana! Seni Rabb'ine götürmeye geldiğimi söyleyecektim. Sen korkuyla karışık: "Rabb'im benden razı değilse?" diyecektin. Ben de yüzümdeki güzelliği hatırlatıp korkmana gerek olmadığını söyleyecektim. İçini bir huzur kaplayacaktı."
"-Keşke hayatımı yeniden yaşayabilme imkânım olsaydı. Keşke iş işten geçmiş olmasaydı... Neler yapmazdım ki! Artık hiçbir değeri yok "keşke"lerimin..." dedim.
Ve o an gözlerimi açtım. Sabah olmuş ben de uykudan, rüyamdan uyanmıştım...
"Girin" bile diyemeden kapı açıldı ve içeriye bir "varlık" girdi, kapıyı da kapadı hemen! Aman Allah'ım! O da ne? Tanımlayamadım bir türlü. Ona "Kimsiniz?" diye sormama bile fırsat vermeden " - Hadi kalk gidiyoruz!" dedi. Şaşırdım ama bozuntuya vermedim. "- Sizi ilk kez görüyorum, kimsiniz?" diye sordum.
"- Ruhunu bedeninden söküp almak için görevlendirilen meleğim ben! Yani Azrail!" dedi.
Birden aklıma "Savsakladığım namazlarım, tutmadığım oruçlarım geldi", "Ufacık dünya menfaatleri için teptiğim Allah'ın emirleri geçti gözümün önünden hızlıca; eti için kesilen bülbül, tahtası için yakılan saz gibi..."
"-Şu an hazır değilim!" dedim. Azrail "-Neye hazır değilsin?" dedi. "-Kabirde ve öbür âlemde başıma geleceklere!" deyiverdim.
"-Ama bugün son günün. Hem sana yeterince vakit verilmedi mi?" dedi.
"-İnan ki, bu yaşta öleceğim hiç aklıma gelmemişti." dedim. "-Neden?" diye sordu. "-Gencim daha, ciddi bir sağlık problemim de yok. Turp gibiyim!" dedim.
O da "-Senin yolun mezarlığa hiç düşmüyor mu? Ya da hastanelerin acil servislerine, morglara! Oradakilerin hepsinin teni buruşuk mu?" deyiverdi.
"-Değil de, hiç ölmeyeceğimi sanmıştım. Hep başkaları ölüyordu, başkalarının salaları okunuyordu minarelerden. Ben muaftım sanki ölümden. Meğer bu iş parayla değil, sıraylaymış. Bana 1-2 ay kadar daha süre tanısanız?" dedim.
"-Yeterince vaktin vardı! Yapsaydın! Neden düşünmedin? Engel mi oldular sana? Hem onlarca yılını heba etmiş biri olarak, bu kadar kısa sürede ne yapabilirsin ki?" diye sordu.
"-İbadet borçlarımı öderdim... Kaza üstüne kaza ederdim namazlarımı, deliler gibi yani... Kalplerini kırdıklarımdan, üzerimde hakkı olanlardan helallik dilerdim. Dünyanın öbür ucunda olsalar, taşların altına saklansalar yine de bulur, her şeyimi verir, haklarını helal ettirirdim. Üzerimde kul hakkı kalmasın diye... Daha vasiyetimi bile yazmadım!" diye mazeretlerimi teker teker saydım.
"-Bir sene önceden haberin olsaydı geleceğimden, neler yapardın?" diye sordu.
Ben de "-Kalan zamanımı çok iyi değerlendirirdim!" dedim. Ama şimdi kafamı taşlara vurmaya bile vaktim yoktu artık! Ben düşüncelere dalmışken;
"Ben hayatını Allah'ın rızasına göre tasarlamayanlara çirkin görünürüm. Şimdi sana göründüğüm gibi! Ben senin aynanım şu anda! Birazdan kabirde başına neler gelecek biliyor musun? Okusaydın Allah'ın kitabından, Resulünün sünnetinden, işin ciddiyetini kavrasaydın, uykuyu haram ederdin gözlerine! Neden okumadın? Bir arkadaşından yıllar önce gelip de hiç okumadığın bir mektubun var mı? Ya da açmadığın bir mail? Madem Allah'ın kitabının kapağını açmadın, bük boynunu ve sus!" diye sesleniverdi.
"- Dünya meşgalesi, geçim derdi, para, mevki... Çepeçevre kuşattılar beni, kıramadım onları!" dedim.
"-Hâlbuki dünyada kalma süren ne kadar azdı zaman olarak! Bunu da biliyordun üstelik!" dedi.
"-Haklısın! Dünya gözle görülüyor ama öbür dünya gayb, göz önünde değil!" dedim.
"-Merak etme, biraz sonra ölünce, gaybın önündeki perdeler kalkacak! Kuran'da ve hadislerde anlatılıyor bunlar. Sen de biliyordun! Üstelik başkalarını uyardın, anlattın tüm bunları... Neden o zaman bu gafletteki ısrarın?" dedi. "-Başkalarına nasihat verirken kendimi unutmuşum." dedim.
Azrail "-Allah da din günü seni unutur o zaman! Bir yandan ele öğüt verirken diğer yandan da kırmadık kalp bırakmadın ortalıkta!" dedi.
Bense "-Maalesef biliyorum. Kendim düştüm ve ağlamaya hakkım yok." dedim.
"-Kendin ettin kendin buldun! Hadi artık gidiyoruz, fazla oyalama beni. Senden sonra iki kişi daha var sırada!" dedi.
"-Nereye gidiyoruz?" diye korkuyla karşılık verdim. "-Allah'a hesap vermeye…" dedi.
Bir soru da ben sordum "-Allah'ın rızasına uygun olsaydı yaşamım, nasıl olacaktı ölümüm? Nasıl bir diyalog geçecekti aramızda?"
"- Ben senin canını almaya gelince yüzümdeki güzelliği görünce hayrete düşecek ve "Aman Allah'ım! Bu ne güzellik! Rüyada mıyım ben!" diyecektin. Çünkü o zaman cennet müjdecisi olacaktım sana! Seni Rabb'ine götürmeye geldiğimi söyleyecektim. Sen korkuyla karışık: "Rabb'im benden razı değilse?" diyecektin. Ben de yüzümdeki güzelliği hatırlatıp korkmana gerek olmadığını söyleyecektim. İçini bir huzur kaplayacaktı."
"-Keşke hayatımı yeniden yaşayabilme imkânım olsaydı. Keşke iş işten geçmiş olmasaydı... Neler yapmazdım ki! Artık hiçbir değeri yok "keşke"lerimin..." dedim.
Ve o an gözlerimi açtım. Sabah olmuş ben de uykudan, rüyamdan uyanmıştım...