maybe_
New member
- Katılım
- 26 Eyl 2005
- Mesajlar
- 639
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 38

Tanrım, yoluma hayatımı aydınlatan ve yağma eden büyük bir aşk çıkar!
- Michel Tournier
Sude;
Gördüğün gibi Sude tırnak içinde.
Niçin?
Çünkü iki Sude var.
Nasıl?
Şöyle:
Son mektuplarımızı tekrar tekrar okudum. Sadece yazılanları değil, satır aralarını da... Bu şekilde okudum, çünkü metnin kendisi yazarın maksadını ele verirken, satıraraları, yazarın ruh halini ele verir.
Okuduklarımdan iki önemli cümlenin altını çizdim. Bu iki cümle de sana ait.
Birincisi:
O eski salak Sude değilim.
İkincisi:
Kafayı bana salak gibi takmışsın.
Salaklık üzerine çok mu düşündün bilmiyorum, ama bildiğim, salaklığı iyi okuyamadığındır. Salaklığa vurup ona sırt dönerken, akla vurgu yapıp ona gidiyorsun. Çok net bir şekilde artık salak değilsin, içindeki kocaman akıl dirilmiş onun sırtına binip gidiyorsun.
Bir itirafta bulunayım. Sen de hatırlarsın. Akıllı bir Sadi'yle tanışmıştın. Hani Menzil dolayımındaki ruh durumlarını bir tür salaklık olarak değerlendirip seni sıkıştırmıştı.
Felsefenin, yani aklın oltasında kuyruk sallayan bir Sadi'ydi o. Ne hikmetse bu Sadi bir şekilde seni sevmişti. Sevmişti ama...
Belki anlamadın ama, radikal bir kararla senden vazgeçen, bütün ısrarlarına kulak tıkayan Sadi'nin sığındığı tek bir şey vardı: akıl...
Akıl ona hikmetli olanı değil, doğru olanı yaptırdı. Kalpten çok aklın adamıydı o. Ve o adam; kalbe vurgu yapan, hikmeti işaretleyen salak Sudeyi gerisine itti.
Gerisine itti de ne oldu?
Aklın açtığı yolda kendini savruluşa bıraktı.
Kıyıdan kıyıya vurdu kendini. Akıl tutulması içinde bir tüy gibi sarsıldı. Aklın soru ve cevaplarından yaşanılır bir ada kurma yolunda epey yaralandı.
Evet epey yaralandı, yara(r)landı. Yaralarına şifa ararken yaralarından yararlandı. Kendisine iyi gelen her bir merhem onu akıldan etti, ona bir kalp sundu. Akıldan düştükçe kalpte konuklandı.
Kalbi, evi bildi. Uzun yolculuklardan dönen her yolcu gibi, evinde, yolculuklarından dersler çıkardı. Çıkan her bir ders kalbini biraz daha diriltti, evini biraz daha yaşanılır kıldı.
Akılla vurulmuştu Sadi! (Ve akılla vurmuştu seni.) Aklın işaretlediği yollarda yaralanmış, ölüme yakınlaşmıştı. Yaraları ise onu merhemlere, şifaya götürmüştü. Merhem ve şifa, kalpteydi; kalbin emrine girmiş selim bir akıldaydı.
Sadi nihayet İbni Rüşdten İbni Arabiye vardı. Homerostan Mevlanaya... Modern olandan hikmete... Sadi, o kışkırtılmış, haddinden çıkartılmış ukala akıldan düştükçe menziline vardı, iki kere ikinin mutlaka dört etmesi gerekmediğine inanan safların arasına karışıp salaklaştı. Bir şekilde dirilen kalbiyle iyileşti, iyileştikçe salaklaştı. Ve salak Sadi bir şey hatırladı: Aslında kendisine cennet olan, ama yitirdiği bir salağı... Salak Sudeyi... Sudeyi daha da sevdi. Sevdi, bir daha sevdi. Dirildi ve sevdi, sevdi ve dirildi.
Dirilmekle seven, sevmekle dirilen salak Sadi, Sudeyi bulamadı. Sude çoktan akıllanmıştı. O artık salak Sude değil, akıllı Sudeydi. Şeytana yakın olmayı menfaati bilen, çoğu yerde şeytanın avukatlığını yapan aklın karıştırdığı asab bozucu bir tarihi dillendiriyordu Sude. Bağıra bağıra, O eski salak Sude değilim! diyordu.
Şimdi ben, yani salak Sadi, son mektuplarımızı okuyunca; o eski salak Sudeyi bulmayı umarken, akıllı Sudeyle karşılaştığımı anlamış bulunuyorum. Ve Sude bu yüzden tırnak içinde. Çünkü mektuba başlarken, Hangi Sude? sorusuyla uğraşıyordum.
Akıl içinde ölen, ama kalbe vardıkça dirilen (dolayısıyla biraz salaklaşan) Sadi, kalpte dipdiri olarak bıraktığı Sudeyi bu sefer aklın içinde ölüme yatmış bir şekilde görüyor. Ben bir tespitte bulunuyorum. Katılmayabilirsin. Şu bir gerçek ki, ben dirilen bir ölüyüm; sen ise, ölen bir dirisin. Haklısın; dilinde, sözünde, bakışında, algısında hayat olan o salak Sude değilsin. Böylesi ölüm çoğaltan, böylesi kıran ve döken, kenar mahalle kadınının diliyle kesip biçen, yüzeyde seyreden biri ancak akıllı olabilir. Evet, ben akıllı Sudeyle karşı karşıyayım.
Canı cehenneme akıl! Sen kalp öldürmekten, insan öldürmekten başka ne yapabilirsin!? Hayatı zindana dönüştüren pozitivist (kasçı, kemikçi, net doğrucu, hikmete yabancı) felsefenin kurucu babası akıl! Savaşların, nefretlerin, yıkımların, Fellucelerin, Bushların akrabası akıl! Sen ne anlarsın salaklıktan?! Şimdi bu satırları okuyan Akıllı Sude; Çok üzgünüm. Ben salak Sadi, o eski salak Sudeyi arıyordum. O benim hayatım, o benim dirilişimin sebebi, o benim cennetim, o benim kalbim, o benim evim, o benim yurdum... Şimdi söylüyorsun ki bana, o eski salak Sude öldü. Zamanı mıydı şimdi bu haberin? Ben salaklaşmışken, bir salak olarak ona (salak Sudeye) dönmüşken o niçin gider ki? Sana da haksızlık etmeyeyim. Her akıllı tip gibi, kötü haber verdin. İyiden haberiniz yok ki!
Dedim ya, üzgünüm. Seni rahatsız ettim. Seni o eski salak Sude sandım, aldandım. Madem ki o değilsin, kalsın, istemiyorum. Git akıllı adam(lar)a, git! Madem ki salak Sude öldü, ben de bu haberi alıp kalbime gömeceğim. Ten ne ki? Ben çoktan ruhuyla hemdem olmuşum.
Senin için çok üzgünüm. Aklın sırtına binmiş ya da aklı sırtlamış bir şekilde böylesine koşturman, böylesine kilitlenmen, kaskatılaşman hayra alamet değil. Bir gün yaralanırsan eğer, yaralanıp yararlanırsan, biz iki salak (salak Sadi-salak Sude) kalb denen ülkedeyiz. Seni yanıbaşımızda bulmak, seninle bütünleşmek ikimizin de cenneti olacaktır.
Hayır...
Bu mektup; edebiyattan ve felsefeden gelmiyor, hikmetten ve sahicilikten gönderiliyor.
Rahmet... Rahmet... Rahmet...