degazor35
TÜRK oğlu TÜRK
- Katılım
- 6 Mar 2007
- Mesajlar
- 5,674
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Prof. Dr. Muhammed Yunus, Bangladeşli bir ekonomist. 2006 yılında Nobel Barış Ödülü almış. Nobel’i almaya layık görülen projesi mikro kredi uygulaması. Muhammed Yunus eğitimini ABD’de tamamlayıp ülkesine dönüyor. Tarih 1970’lı yılların başı.
Hikaye meşhurdur: Muhammed Yunus, Jobra köyünde Sufiya Begum adlı bir kadınla karşılaşır. Begum, 3 çocukla küçük bir teneke barakada yaşıyor ve bambu ağacından sandalye yaparak geçinmeye çalışıyordu. Çok çalışmasına rağmen Sufiya çok yoksuldu. Çünkü bambu ağacı için tefeciden borç almak zorundaydı. Elbette, tefeciye ödediği faiz çok yüksek olduğu için geçinemiyordu. Yunus köyü dolaşınca gördü ki, köyde Sufiya gibi 41 kişi daha bulunmakta ve köylülerin tefecilere 40’ar dolar kadar borcu vardı. Yunus bu 40 doları köylülere faizsiz vermeyi teklif etti, bunu kabul eden köylülerden sadece anaparayı bir yıl sonra geri ödemelerini istedi. Bu anaparadan kazandığı paralarla Sufiya, 1983’te teneke barakanın yerine güzel bir ev yaptı. Diğer köylüler de işlerine güçlerine baktı. Ve kısa sürede köy cennete döndü! (Bu cennetin yalan olduğu daha sonra ortaya çıkacaktı.) Yunus ise, Grameen Bank‘ı kurdu. Grameen Bank yoksullara kesenin ağzını açtı. Ve 2006’da, tarihte ilk kez bir bankacı Nobel Barış Ödülü aldı. O da işte bizim Muhammed Yunus’tu.
Olayın içinde “banka ve kredi!” olunca doğal olarak bu Amerikan eğitimli Bangladeşliye Nobel’i uzattılar.
Yunus, sözümona yoksul kadınlara küçük miktarlarda kredi veriyor, onları iş hayatına kazandırıyor, fakirliğin kökünü kazıyordu!
Prof. Yunus’un bu “müthiş projesi!” Türkiye’de ilgi odağı oldu. İki yıl önce Muhammed Yunus, Okan Üniversitesi’nde kurulacak “Muhammed Yunus Uluslararası Mikrofinans ve Sosyal Girişimcilik Merkezi’nin imza törenine katıldı. Okan Üniversitesi’nin Tuzla Kampusu”nda gerçekleştirilen imza töreninde Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ve Türkiye’de ‘Mikro Kredi Projesi’nin hayata geçmesinde önemli katkıları bulunan Aziz Akgül de vardı.
AKP bu “deha adama!” tam kadro sahip çıkıyordu. Tören öncesi bir konuşma yapan Bağış, konuşmasına Muhammed Yunus’a ve ‘Mikro Kredi Projesi’nin hayata geçmesinde önemli katkıları bulunduğunu söylediği Aziz Akgül’e teşekkür ediyordu. Bugün Türkiye’de mikro kredi konusunda gelinen noktada AKP’li Aziz Akgül’ün çok büyük payının olduğunu anlattı.
Ama bütün bunlar bir balondan ibaretti. İnsanlara 50-100 dolar borç verip, “git bununla iş yap para kazan gel” demenin ne ekonomik ne de sosyolojik bir gerçekliği olmadığı kısa sürede anlaşıldı.
Selami İnce’nin Birgün’de yaptığı çok güzel araştırma bunu net bir şekilde ortaya koyuyor.
Aynen aktarıyorum:
“Alman gazeteci-yazar Gerhard Klas’ın geçen Kasım’da yayınlanan ‘Mikro Finans Endüstrisi: Büyük Yanılsama veya Yoksulluk Ticareti’ kitabında yazıyor. Hindistan ve Bangladeş’te yaşayarak ve oralarda yapılmış araştırmaları da derleyerek kitabı hazırlayan Klas’tan öğreniyoruz ki, mikro krediyle geçinmeye çalışan insanların, her ay kredi kartı limitini aşarak yaşayan insanlardan hiç farkı yok. Evet, aslında arada küçük bir fark var. Mikro kredi taksitini zamanında ödeyemeyen insanlar, gelişmiş ülkelerde kredi kartı ya da normal kredi limitini aşan insanların ödediği faizin iki katı oranında bir para ödüyor. Hindistan kapitalizmi üzerine de kitabı bulunan Klas, Asya konusunda Avrupa’daki uzman gazetecilerin başında geliyor. Klas diyor ki, “Yoksul ülkelerde artık devlet halka, temiz su veya temel sağlık hizmetleri gibi birincil hizmetleri bile sunmuyor… Her şey özelleştirildi ve bundan en fazla yoksullar zarar görüyor. Bu yoksullar, daha önce bedava aldıkları hizmetleri artık borçlanarak alabiliyor…
Yani Klas bize, Türkiye’den de çok iyi bildiğimiz neo-liberal yapısal uyum sürecini anlatıyor bir bakıma: Zengin ülkeler, gelişmekte olan üçüncü dünya ülkelerinin borçlarını silmek yerine, yoksul ülkeler kendi yörüngelerinden ayrılmasın diye; IMF, Dünya Bankası ve diğer kredi kurumları aracılığıyla para satmaya başladı. Hatta daha da vahimi, bu yoksul ülkeler, neo-liberal küresel sistem için IMF ve Dünya Bankası’nın dayattığı ‘yapısal uyum politikaları’ gereği, hızla yoksulların yararlandığı kamuyu tasfiye etmek zorundaydı. İşte yoksullar kamunun tasfiyesinden sonra, kamunun daha önce sunduğu hizmetlerden yararlanmak için işte bu kredileri almak zorunda kaldı. Bizde olduğu gibi söyleyelim: IMF, Türkiye gibi ülkelere kamusal yapılarda özelleştirmeyi, piyasaların zenginler ve uluslararası kapitalizm lehine yeniden düzenlenmesini ve döviz faizlerine üst sınır koymanın kaldırılmasını dayatıyordu. Ülkeler yavaş yavaş bu politikaları uygulamaya başladı ve ne oldu sonunda? Yoksullar suya, elektriğe, okula, hastaneye, yiyecek ve giyeceğe daha fazla para vermek zorunda kaldı. Herkes kendini kurtarma peşine düştü. Ve en önemlisi daha önce ucuz ve yeterli olan kamusal hizmetlerin, şimdi cepten finanse edilmesi için insanlar kendi başlarına kaldı. Kendi başlarına okul, su, elektrik, sağlık hizmeti ödeyip bir de geçinmek zorunda kalan insanlar, kendilerine sunulan iş kurma perspektifine ve mikro krediye sarıldı. Daha da vahimi ve yaygını insanlar geçimini mikro krediyle sağlamaya başladı. “
Kitap, kredi kuruluşları tarafından taciz edilen, mülksüzleştirilen ve büyük kentlerin gecekondularına sığınan insanların gerçek hikâyelerini anlatıyor. Klas, borcu yüzünden intihar eden kişilerin geride bıraktıklarını da bulmuş. İlk ulaştığı sonuç şu: “Kredi kullananların çoğu, kredi aldıkları zamandan daha yoksullaşmış, borç batağına batmış...” “Mikro kredi kullananların yalnızca yüzde 5’i bu krediden yararlı çıkmış. Onlar da zaten, kredi kullanmadan önce güvenilir ve sürekliliği olan bir gelire sahipmiş. Kredi kullananların yüzde 50’si, başka kredi alarak bu krediyi ödeyebilir duruma gelip ve şimdilik ayakta kalabilmiş. Diğer yüzde 45’lik oranın durumu ise, kredi almadan
önceki durumuna göre daha da kötüleşmiş. Anu Muhammad, zaten 1997’de Dünya Bankası’nın mikro kredi kullananların sadece yüzde 5’inin yoksulluktan kurtulduğunu gösteren araştırmasına dikkat çekiyor. Muhammad hâlâ batmamış olan kredi kullanıcılarının yüzde 65’inin krediyi ödeyebilecek durumda olduğunu tahmin ediyor ve gerisinin ödeyemeyeceğini düşünüyor. Çünkü “kredi ödeme taksitleri ve kredi durumları başka kredilerle veya başka yollarla çeşitli biçimlerde yeniden yapılandırılan kredi sahiplerinin borçları da katlanmış oluyor”. Bütün kredi kullananların yüzde 50’sine tekabül eden bu oran, kredi taksitini ödemek için yeni kredi kullanımlarla iki katına çıkmış oluyor. Ayrıca, araştırma gösteriyor ki, borçlular, taksitlerini ödeyebilmek için yüzde yüz oranında faizle yerel tefecilerden de borç almış. Bütün rakamlara bakıldığında temel hedeflerinden biri, yoksullara borçsuz- kredisiz yaşam olanağı sağlamak olan mikro kredinin insanları daha da borçlu hale getirdiği görülüyor. Tabii bu arada Bangladeş gibi ülkelerde hayat pahalılığı her gün artarken, ücretlerin hiç bir zaman artmadığını ve insanların alım düzeylerinin de düştüğünü unutmamak lazım.” (Birgün, Selami İnce)
Hülasa AKP’nin bir dönem ayakta alkışladığı mikro kredi uygulaması hem Nobel ödüllü Amerikancı profesörü hem de uygulanan ülkeleri batma noktasına getirdi. Globalizm özleştirmelerle mahvettiği ülkelerin yoksul insanlarına 50 dolar borç vererek onları ayağa kaldıracağını sözde planlamış.
Ama sonuç hüsran.
Oysa Muhammed Yunus’un yoksullara yönelik “verdiğini geri alan” balon projesi ortada dolaşırken biz, Prof. Dr. Haydar Baş’ın “almadan veren” milli ekonomi modelini bu milletle ve bu siyasetçilere anlatmaya çalıştık.
Ama onlar gidip Bangladeşli cahili alkışladılar.
Mikrokredi batınca şimdi ne Egemen Bağış’ın ne diğer AKP’lilerin sesi çıkıyor.
Son söz:
Kendi ülkenizin değerlerine sahip çıkın!
Muharrem BAYRAKTAR
Hikaye meşhurdur: Muhammed Yunus, Jobra köyünde Sufiya Begum adlı bir kadınla karşılaşır. Begum, 3 çocukla küçük bir teneke barakada yaşıyor ve bambu ağacından sandalye yaparak geçinmeye çalışıyordu. Çok çalışmasına rağmen Sufiya çok yoksuldu. Çünkü bambu ağacı için tefeciden borç almak zorundaydı. Elbette, tefeciye ödediği faiz çok yüksek olduğu için geçinemiyordu. Yunus köyü dolaşınca gördü ki, köyde Sufiya gibi 41 kişi daha bulunmakta ve köylülerin tefecilere 40’ar dolar kadar borcu vardı. Yunus bu 40 doları köylülere faizsiz vermeyi teklif etti, bunu kabul eden köylülerden sadece anaparayı bir yıl sonra geri ödemelerini istedi. Bu anaparadan kazandığı paralarla Sufiya, 1983’te teneke barakanın yerine güzel bir ev yaptı. Diğer köylüler de işlerine güçlerine baktı. Ve kısa sürede köy cennete döndü! (Bu cennetin yalan olduğu daha sonra ortaya çıkacaktı.) Yunus ise, Grameen Bank‘ı kurdu. Grameen Bank yoksullara kesenin ağzını açtı. Ve 2006’da, tarihte ilk kez bir bankacı Nobel Barış Ödülü aldı. O da işte bizim Muhammed Yunus’tu.
Olayın içinde “banka ve kredi!” olunca doğal olarak bu Amerikan eğitimli Bangladeşliye Nobel’i uzattılar.
Yunus, sözümona yoksul kadınlara küçük miktarlarda kredi veriyor, onları iş hayatına kazandırıyor, fakirliğin kökünü kazıyordu!
Prof. Yunus’un bu “müthiş projesi!” Türkiye’de ilgi odağı oldu. İki yıl önce Muhammed Yunus, Okan Üniversitesi’nde kurulacak “Muhammed Yunus Uluslararası Mikrofinans ve Sosyal Girişimcilik Merkezi’nin imza törenine katıldı. Okan Üniversitesi’nin Tuzla Kampusu”nda gerçekleştirilen imza töreninde Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ve Türkiye’de ‘Mikro Kredi Projesi’nin hayata geçmesinde önemli katkıları bulunan Aziz Akgül de vardı.
AKP bu “deha adama!” tam kadro sahip çıkıyordu. Tören öncesi bir konuşma yapan Bağış, konuşmasına Muhammed Yunus’a ve ‘Mikro Kredi Projesi’nin hayata geçmesinde önemli katkıları bulunduğunu söylediği Aziz Akgül’e teşekkür ediyordu. Bugün Türkiye’de mikro kredi konusunda gelinen noktada AKP’li Aziz Akgül’ün çok büyük payının olduğunu anlattı.
Ama bütün bunlar bir balondan ibaretti. İnsanlara 50-100 dolar borç verip, “git bununla iş yap para kazan gel” demenin ne ekonomik ne de sosyolojik bir gerçekliği olmadığı kısa sürede anlaşıldı.
Selami İnce’nin Birgün’de yaptığı çok güzel araştırma bunu net bir şekilde ortaya koyuyor.
Aynen aktarıyorum:
“Alman gazeteci-yazar Gerhard Klas’ın geçen Kasım’da yayınlanan ‘Mikro Finans Endüstrisi: Büyük Yanılsama veya Yoksulluk Ticareti’ kitabında yazıyor. Hindistan ve Bangladeş’te yaşayarak ve oralarda yapılmış araştırmaları da derleyerek kitabı hazırlayan Klas’tan öğreniyoruz ki, mikro krediyle geçinmeye çalışan insanların, her ay kredi kartı limitini aşarak yaşayan insanlardan hiç farkı yok. Evet, aslında arada küçük bir fark var. Mikro kredi taksitini zamanında ödeyemeyen insanlar, gelişmiş ülkelerde kredi kartı ya da normal kredi limitini aşan insanların ödediği faizin iki katı oranında bir para ödüyor. Hindistan kapitalizmi üzerine de kitabı bulunan Klas, Asya konusunda Avrupa’daki uzman gazetecilerin başında geliyor. Klas diyor ki, “Yoksul ülkelerde artık devlet halka, temiz su veya temel sağlık hizmetleri gibi birincil hizmetleri bile sunmuyor… Her şey özelleştirildi ve bundan en fazla yoksullar zarar görüyor. Bu yoksullar, daha önce bedava aldıkları hizmetleri artık borçlanarak alabiliyor…
Yani Klas bize, Türkiye’den de çok iyi bildiğimiz neo-liberal yapısal uyum sürecini anlatıyor bir bakıma: Zengin ülkeler, gelişmekte olan üçüncü dünya ülkelerinin borçlarını silmek yerine, yoksul ülkeler kendi yörüngelerinden ayrılmasın diye; IMF, Dünya Bankası ve diğer kredi kurumları aracılığıyla para satmaya başladı. Hatta daha da vahimi, bu yoksul ülkeler, neo-liberal küresel sistem için IMF ve Dünya Bankası’nın dayattığı ‘yapısal uyum politikaları’ gereği, hızla yoksulların yararlandığı kamuyu tasfiye etmek zorundaydı. İşte yoksullar kamunun tasfiyesinden sonra, kamunun daha önce sunduğu hizmetlerden yararlanmak için işte bu kredileri almak zorunda kaldı. Bizde olduğu gibi söyleyelim: IMF, Türkiye gibi ülkelere kamusal yapılarda özelleştirmeyi, piyasaların zenginler ve uluslararası kapitalizm lehine yeniden düzenlenmesini ve döviz faizlerine üst sınır koymanın kaldırılmasını dayatıyordu. Ülkeler yavaş yavaş bu politikaları uygulamaya başladı ve ne oldu sonunda? Yoksullar suya, elektriğe, okula, hastaneye, yiyecek ve giyeceğe daha fazla para vermek zorunda kaldı. Herkes kendini kurtarma peşine düştü. Ve en önemlisi daha önce ucuz ve yeterli olan kamusal hizmetlerin, şimdi cepten finanse edilmesi için insanlar kendi başlarına kaldı. Kendi başlarına okul, su, elektrik, sağlık hizmeti ödeyip bir de geçinmek zorunda kalan insanlar, kendilerine sunulan iş kurma perspektifine ve mikro krediye sarıldı. Daha da vahimi ve yaygını insanlar geçimini mikro krediyle sağlamaya başladı. “
Kitap, kredi kuruluşları tarafından taciz edilen, mülksüzleştirilen ve büyük kentlerin gecekondularına sığınan insanların gerçek hikâyelerini anlatıyor. Klas, borcu yüzünden intihar eden kişilerin geride bıraktıklarını da bulmuş. İlk ulaştığı sonuç şu: “Kredi kullananların çoğu, kredi aldıkları zamandan daha yoksullaşmış, borç batağına batmış...” “Mikro kredi kullananların yalnızca yüzde 5’i bu krediden yararlı çıkmış. Onlar da zaten, kredi kullanmadan önce güvenilir ve sürekliliği olan bir gelire sahipmiş. Kredi kullananların yüzde 50’si, başka kredi alarak bu krediyi ödeyebilir duruma gelip ve şimdilik ayakta kalabilmiş. Diğer yüzde 45’lik oranın durumu ise, kredi almadan
önceki durumuna göre daha da kötüleşmiş. Anu Muhammad, zaten 1997’de Dünya Bankası’nın mikro kredi kullananların sadece yüzde 5’inin yoksulluktan kurtulduğunu gösteren araştırmasına dikkat çekiyor. Muhammad hâlâ batmamış olan kredi kullanıcılarının yüzde 65’inin krediyi ödeyebilecek durumda olduğunu tahmin ediyor ve gerisinin ödeyemeyeceğini düşünüyor. Çünkü “kredi ödeme taksitleri ve kredi durumları başka kredilerle veya başka yollarla çeşitli biçimlerde yeniden yapılandırılan kredi sahiplerinin borçları da katlanmış oluyor”. Bütün kredi kullananların yüzde 50’sine tekabül eden bu oran, kredi taksitini ödemek için yeni kredi kullanımlarla iki katına çıkmış oluyor. Ayrıca, araştırma gösteriyor ki, borçlular, taksitlerini ödeyebilmek için yüzde yüz oranında faizle yerel tefecilerden de borç almış. Bütün rakamlara bakıldığında temel hedeflerinden biri, yoksullara borçsuz- kredisiz yaşam olanağı sağlamak olan mikro kredinin insanları daha da borçlu hale getirdiği görülüyor. Tabii bu arada Bangladeş gibi ülkelerde hayat pahalılığı her gün artarken, ücretlerin hiç bir zaman artmadığını ve insanların alım düzeylerinin de düştüğünü unutmamak lazım.” (Birgün, Selami İnce)
Hülasa AKP’nin bir dönem ayakta alkışladığı mikro kredi uygulaması hem Nobel ödüllü Amerikancı profesörü hem de uygulanan ülkeleri batma noktasına getirdi. Globalizm özleştirmelerle mahvettiği ülkelerin yoksul insanlarına 50 dolar borç vererek onları ayağa kaldıracağını sözde planlamış.
Ama sonuç hüsran.
Oysa Muhammed Yunus’un yoksullara yönelik “verdiğini geri alan” balon projesi ortada dolaşırken biz, Prof. Dr. Haydar Baş’ın “almadan veren” milli ekonomi modelini bu milletle ve bu siyasetçilere anlatmaya çalıştık.
Ama onlar gidip Bangladeşli cahili alkışladılar.
Mikrokredi batınca şimdi ne Egemen Bağış’ın ne diğer AKP’lilerin sesi çıkıyor.
Son söz:
Kendi ülkenizin değerlerine sahip çıkın!
Muharrem BAYRAKTAR