Bediüzzaman Said Nursi'nin Eskişehir Mahkemesindeki müdafaasının bir kısmını elimden geldiğince her pragraflara bilinmeyen kelimelereri tekrar tekrar yazarak vermeye çalıştım İnşallah bi katkısı olur. Bu arada devamı gelecek
Önbilgi
Bedîüzzaman yüz yirmi talebesiyle beraber 1935’te Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesine sevkediliyor. Ani yapılan araştırmalarla elde edilen bütün risale ve mektublar meydanda olduğu halde, mahkûmiyetlerini intaç edecek bir delile rastgelinememiş ve neticede kanaat-ı vicdaniye ile keyfî bir surette Said Nursî’ye on bir ay ve on beş arkadaşına da altışar ay ceza vererek; mütebâki kalan yüz beş kişiyi beraet ettirmiştir. Halbuki isnad edilen suç sabit olsaydı, Bedîüzzaman Said Nursî’nin i’damına ve arkadaşlarının da hiç olmazsa ağır hapsine hükmedilecekti. Nitekim bu yersiz karara Bedîüzzaman itiraz etmiş ve bu cezanın bir beygir hırsızına veya bir kız kaçırıcısına lâyık olduğunu belirterek kendisinin ya beraetine veya i’damına veyahut yüz bir sene hapse mahkûmiyetine hükmedilmesini ısrarla istemiştir.
Risale : küçük kitap
İntaç : netice verme, doğurma, meydana getirme
kanaat-ı vicdaniye : vicdani kanaat
mütebâki : geri kalan, arta kalan
isnad : dayandırılma, mal etme
...Isparta’da ve burada bazı isticvablarda ismim Said Nursî iken, her tekrarında Said Kürdî ve bu Kürd diye beni öyle yâd ediyorlar. Bununla, hem âhiret kardeşlerimin hamiyet-i milliyelerine ilişip aleyhime bir his uyandırmak, hem mahkeme ve adaletinin mahiyetine bütün bütün zıd ve muhalif bir cereyan vermektir. Evet, hâkim ve mahkeme tarafgirlik şaibesinden müberra ve gayet bîtarafane bakması birinci şart-ı adalet olduğuna dair binler vukuat-ı tarihiyeden, Hazret-i Ali (r.a.) hilafeti zamanında bir Yahudi ile mahkemede beraber oturmaları ve çok padişahların, âdi adamlar ile mahkeme-i adalette görülmesi gibi çok hâdisat-ı tarihiye varken, benim hakkımda bir yabanilik hissini veren ve nazar-ı adaleti şaşırtmak isteyen adamlara derim:
İsticvab: sorgulama
Yâd : anma
hamiyet-i milliye : milletini ve kendi ırkını koruma çabası
muhalif : zıt, karşı, aykırı
tarafgirlik : taraflılık, taraflı olma
şaibe : kusur, hata, eksiklik
Müberra : temiz, uzak, arınmış
Bîtarafane : tarafsızca
şart-ı adalet : adaletin şartı
vukuat-ı tarihiye : tarihi vakalar
mahkeme-i adalet : adalet mahkemesi
hâdisat-ı tarihiye : tarihi hadiseler
nazar-ı adaleti : adalet görüşü
Ey efendiler! Ben, her şeyden evvel Müslümanım ve Kürdistan’da dünyaya geldim. Fakat, Türklere hizmet ettim ve yüzde doksan dokuz menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve en çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve en sadık ve en hâlis kardeşlerim Türklerden çıkmış ve İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, meslek-i Kur’aniyem cihetiyle, her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî hizmetimin muktezası olduğundan; bana Kürd diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk Milletine hizmet ettiğimi, hakikî ve civanmerd bin Türk gençlerini işhad edebilirim.
meslek-i Kur’aniye : kur’an’a ait meslek
cihet : yön, taraf
kudsî : kutsal
mukteza : gereken
milliyetperver : aynı milletten olanları seven
civanmerd : mert, sözünde sağlam
işhad : şahit gösterme
Hem heyet-i hâkimenin ellerinde bulunan otuz-kırk kitabımı; hususan İktisad, İhtiyarlar, Hastalar Risalelerini işhad ediyorum ki: Türk Milletinin beşten dört kısmını teşkil eden musibetzede, fakirler ve hastalar ve dindar müttakiler taifelerine bin Türkçü kadar hizmet eden o kitablar, Kürdlerin ellerinde değil, belki Türk gençlerinin ellerindedirler. Heyet-i hâkimenin müsaadesiyle, bizi bu belaya sokan ve hükûmetin mühim bazı erkânını iğfal eden ve milliyetperverlik perdesi altında entrikaları çeviren mülhid zalimlere derim:
heyet-i hâkime : hakimler heyeti
işhad : şahit gösterme
musibetzede : belaya düşüp zarar gören
müttaki : takva sahibi, günahlardan ve yasaklardan çekinen
taife : topluluk, grup, kavim, millet
erkân :esaslar, temeller, ileri gelen kimseler
iğfal :kandırma, aldatma
milliyetperverlik : aynı milletten olanları sevmeklik
entrika: hile, gizli dolap
mülhid : dinsiz, imansız
Ey efendiler! Benim hakkımda tesbit edilmeyen ve tesbit edilse dahi bir suç teşkil etmeyen ve suç olsa bile yalnız beni mes’ul eden bir madde yüzünden, kırktan fazla Türk’ün en kıymettar gençlerini ve en muhterem ihtiyarlarını, büyük bir cinayet işlemişler gibi bu belaya atmak, milliyetperverlik midir? Evet sebepsiz böyle işkenceli tevkife düşenler içinde, Türk gençlerinin medar-ı iftiharı olacak bir kısım zâtlar var ki; uzaktan kıymetini hissedip, ona yalnız bir selâm veya imanî bir risale göndermemle, onu bir câni gibi çoluk ve çocukları içinden alıp bu belaya atmak milliyetçilik midir? Ben ki, sizin nazarınızda yabani millettenim diyorum. Bu mevkuf olan civanmerd ve muhterem Türk gençleri ve ihtiyarları içinde öyleleri var ki; onların bir tanesini, kendi milletimden yüz adama değiştirmem. İçinde öyleleri var ki; on sene bana zulüm eden memurlara, beş seneden beri onların hatırları için, o zalimlere bedduayı bıraktım. Ve onların içinde öyleleri var ki; âlî seciyelerin en hâlis nümunelerini o âlîcenab Türk arkadaşlarda kemal-i hayret ve takdirle gördüm ve Türk Milletinin sırr-ı tefevvukunu onlarla anladım. Ben, vicdanımla ve çok emarelerle temin ederim ki; eğer bu masum mevkuflar adedince vücudlarım bulunsaydı veyahud onların umumuna gelen her nevi meşakkatlerini alabilseydim; kasem ederim ki, müftehirane o kıymettar zâtlara bedel çekmek isterdim. Benim bunlara karşı bu hissim, onların kıymet-i zâtiyeleri içindir; yoksa şahsıma karşı faidesi dokunması değildir. Çünki, bir kısmını yeni görüyorum. Bir kısmı, belki o benden faide görmüş, ben ondan zarar görmüşüm. Fakat binler zarar görsem, yine onların kıymeti nazarımda tenzil etmez.
milliyetperverlik : aynı milletten olanları sevmeklik
tevkif : durdurma, alıkoyma
medar-ı iftihar : övünme sebebi, övünmeye sebep
mevkuf : tutuklu olan, durdurulan
civanmerd : mert, sözünde sağlam
âlî : büyük, yüce, üstün, şerefli
seciye : karakter, huy, ahlak durumu
âlîcenab : yüksek ahlaklı, cömert ve iyilik sahibi
kemal-i hayret : tam bir hayret, tam bir hayranlık
sırr-ı tefevvuk : üstünlüğündeki gizli gerçek, üstün gelmesinin derin ve ince manası
emare : belirti, ipucu
kasem : yemin
müftehirane : iftihar edercesine, övünürcesine
kıymet-i zâtiye : zati kıymet, kendisinin değeri
tenzil : indirme, aşağı indirme
İşte, ey Türkçülük dava eden mülhid zalimler! Türk Milletinin medar-ı iftiharı olabilecek bu kadar zâtları gayet âdi ve ehemmiyetsiz bahaneler ile -sizin tabirinizle- benim gibi bir Kürd yüzünden perişan etmek, tezlil etmek milliyetçilik midir? Türkçülük müdür? Vatanperverlik midir? Haydi, o insafsız vicdanınıza havale ediyorum.
mülhid : dinsiz, imansız
medar-ı iftihar : övünme sebebi, övünmeye sebep
tezlil : aşağılama, küçümseme, hor görme
Vatanperverlik : vatan sever, vatanını çok seven
İşte mahkeme-i âdile, onların masumiyetini anlamakla çoklarını tahliye etti. Eğer ortada bir suç varsa, o suç benimdir. Onlar, ulüvv-ü cenablarından, benim gibi garib bir ihtiyar hocaya; soba yakmak, su getirmek, yemek pişirmek ve kendime mahsus bir risalemi tebyiz etmek gibi cüz’î işlerimi sırf Lillah için yapmışlar ve benim hatırım için hatıra defterim hükmünde olan o iki risalemin âhirlerinde, bir hatıra olmak üzere imzalarını atmışlar. Acaba dünyada, böyleleri, böyle bahanelerle muahaze edecek bir kanun, bir usûl ve bir maslahat var mı?
mahkeme-i âdile : adaletli mahkeme
ulüvv-ü cenab : büyüklük, yüksek ahlak, iyilik ve cömertlik sahibi olma
risale : küçük kitap
tebyiz : temize çekme, temize yazma
cüz’î : küçük, sınırlı
Lillah : Allah
Âhir : en son, son
Muahaze : eleştirme, azarlama, hesaba çekme
Maslahat : fayda, yarar
Müdafaatımın İkinci Tetimmesi(eklemesi, tamamlaması)
Ey heyet-i hâkime! Gelecek beyanatımda, belki vazifenizce lüzumsuz şeyler bulunacak. Fakat bu mes’eleler ile umum memleket, belki dünya alâkadardır. Yalnız siz değil, onlar dahi manen dinliyorlar. Hem beyanatımda intizamsızlık göreceksiniz. Sebebi ise, mühim bir hakkım bana verilmedi. Benim hüsn-ü hattım yok. Çok rica ettim ki, bu hayat-memat mes’elesidir, bir yazıcı bana veriniz; tâ hakkımı müdafaa için bir istida yazdırayım. Vermediler. Belki beni iki ay, gayet insafsızcasına bütün bütün konuşmaktan men’ettiler. Onun için, gayet noksan ve müşevveş yazımla intizamlı yazamadım. İşte âhir beyanatım budur:
heyet-i hâkime : hakimler heyeti
beyanat : beyanlar, izahlar, açıklamalar
intizam : düzenlilik, düzgünlük
hüsn-ü hat : güzel yazı
istida : dilekçe
müşevveş : karışık, düzensiz, karmaşık
âhir : son
Eğer farz-ı muhal olarak, müfsidlerin, muhbirlerin ihbar ettikleri gibi, Risale-i Nur, hükûmetin bir takım siyasetiyle ve bazı kanunlarıyla tevfik edilmiyor, muaraza ediyor; belki başka siyasî kanaatlardır ve ayrı ayrı fikirlerdir; ve umum risaleler, imandan değil, belki siyasetten bahseder diye, gayet zahir bir iftira farz ve kabul edilse, cevaben derim: Madem hürriyetin en geniş şekli cumhuriyettir ve madem hükûmet ise, cumhuriyetin en serbest suretini kabul etmiştir; elbette hakikî ve kat’î ve reddedilmez kanaat-ı ilmiyeyi ve efkâr-ı saibeyi asayişe dokunmamak şartıyla, cumhuriyetin hürriyeti, o hürriyet-i ilmiyeyi istibdad altına alamaz ve onu bir suç tanımaz. Evet dünyada hiçbir hükûmet var mıdır ki, bütün bir tek kanaat-ı siyasiyede bulunsun? Haydi -farz-ı muhal olarak- ben, perde altında kendi kendime kanaat-ı siyasiyemi yazmışım ve bir kısım has dostlarıma göstermişim; bunda suç var diyen kanunları işitmemişim. Halbuki Risale-i Nur, iman nurundan bahseder; siyaset zulmetine sukut etmemiş ve tenezzül etmez.
farz-ı muhal : olmazı olur saymak, olması mümkün olmayanı olabilir saymak
müfsid : bozan, bozguncu
Tevfik : yardım
Muaraza : karşı çıkma, karşı gelme
Zahir : açık, görünür, görünen
kanaat-ı ilmiye :ilmi kanaat
efkâr-ı saibeyi : isabetli, doğru fikir ve düşünceler
hürriyet-i ilmiye : ilimle ilgili serbestlik
istibdad : zulüm ve baskı, haksızlık ve zorbalık
kanaat-ı siyasiye : siyasi kanaat
Eğer faraza, lâik cumhuriyetin mahiyetini bilmeyen bir dinsiz dese: “Senin risalelerin, kuvvetli bir dinî cereyan veriyor, lâdinî cumhuriyetin prensiplerine muaraza ediyor.”
Faraza : mesela, söz gelişi
Risale : küçük kitap
Lâdinî :dinle alakası olmayan, dinle ilgisi bulunmayan
Muaraza : karşı çıkma, karşı gelme
Elcevab: Hükûmetin lâik cumhuriyeti dini dünyadan ayırmak demek olduğunu biliyoruz. Yoksa, hiçbir hatıra gelmeyen dini reddetmek ve bütün bütün dinsiz olmak demek olduğunu, gayet ahmak bir dinsiz kabul eder. Evet, dünyada hiçbir millet dinsiz olarak yaşamadığı gibi; Türk milleti misillü bütün asırlarda mümtaz olarak, bütün aktar-ı cihanda, nerede Türk varsa Müslümandır. Sair anasır-ı İslâmiyenin küçük de olsa yine bir kısmı, İslâmiyet haricindedir. Böyle pek ciddî ve hakikî dindar ve bin sene kadar Hak dininin kahraman ordusu olarak zemin yüzünde, mefahir-i milliyesini milyonlar menabi-i diniye ile çakan ve kılınçlarının uçlarıyla yazan bu mübarek milleti, “Dini reddeder veya dinsiz olur” diye itham eden yalancı dinsizler ve milliyetsizler, öyle bir cinayet işliyorlar ki, Cehennem’in esfel-i safilîn tabakasında ceza görmeye müstehak olurlar. Halbuki Risale-i Nur, hayat-ı içtimaiyenin kanunlarını da ihata eden dinin geniş dairesinden bahsetmez. Belki asıl mevzuu ve hedefi; dinin en has ve en yüksek kısmı olan imanın erkân-ı azîmesinden bahseder. Hem ekseriyetle muhatabım, evvel kendi nefsim, sonra Avrupa feylesoflarıdır. Böyle mesail-i kudsiyeden, doğru olmak şartıyla zarar tevehhüm eden, yalnız şeytanlar olabilir tasavvurundayım. Yalnız üç-dört risale, tenkidkârane şekva suretinde bir kısım memurlara bakmış. Fakat o risaleler, hükûmetle mübareze ve tenkid için değil, belki bana zulmeden ve memuriyetini sû’-i istimal eden bir kısım memurlara karşıdır. Hem sonra da, sû’-i tefehhüme medar olmamak için, o üç-dört risalelere “Mahremdir” deyip neşrini menetmişiz. Sair risalelerin ekser-i mutlakası, dört-beş sene evvel ve bir kısmı sekiz sene evvel, bir kısmı onüç sene evvel te’lif edilmişlerdir. Yalnız İktisad ve İhtiyarlar ve Hastalar Risaleleri geçen sene te’lif edilmişler. Ve bununla beraber risaleler, hükûmetin kanunlarına mugayir olmadığı ve asayişi ihlâl ve halkı idlâl mahiyetinde bulunmadığını ve bilakis hükûmetçe takdirler ile karşılanması lâzım geleceğini, zerre mikdar aklı bulunan, risaleleri bîtarafane tedkik eden tasdik eder. Ve eğer farz-ı muhal olarak, hükûmetin nokta-i nazarına çok noktaları muhalif olsa bile 28 Temmuz 1933 tarihinde, evvelki cürümlerin bu kısımlarını affetmekte olan ve âhiren neşredilen Af Kanunu mûcibince o risaleleri takibe mahal kalmadığını iddia edip, bize edilen haksızlığın bir an evvel def’edilmesi ve risalelerin iade olunmasını taleb ederim.
Elcevab : cevabı şu
Misillü : gibi, benzeri
Mümtaz : seçkin, üstün, seçilmiş
aktar-ı cihan : dünyanın her tarafı
Sair : diğer, başka
anasır-ı İslâmiye : İslam unsurları, İslam milletleri, Müslüman milletler
mefahir-i milliye : milletçe övünülenler, milletin övdükleri
menabi-i diniye : dinin kaynakları
itham : suçlama
esfel-i safilîn : alçakların en alçağı, aşağıların en aşağısı
müstehak : hak etmiş, layık olmuş
hayat-ı içtimaiye : toplum hayatı
ihata: kuşatma, içine alma
erkân-ı azîme : büyük ve başta gelen varlıklar
ekseriyet : çoğunluk
tevehhüm : asılsız ve gerçek dışı düşüncelere kapılma, sanma
tasavvur : düşünme, tasarı, akılda canlandırma
tenkidkârane : eleştirircesine
şekva : şikayet
mübareze : çekişme, kavga, dövüşme, çarpışma, çatışma
tenkid : eleştiri, eleştirme
sû’-i tefehhüm : kötğ anlayış, yanlış anlayış
medar : sebep, vesile
ekser-i mutlaka : tam çoğunluk, büyük çoğunluk
te’lif : eser yazmak, kitap yazmak
mugayir : aykırı, zıt
idlâl : saptırmak, doğrudan ve gerçekten ayırmak
bîtarafane : tarafsız olarak, tarafsızca
tedkik : inceleme, araştırma
nokta-i nazar : bakış açısı
muhalif : zıt, karşı, aykırı
cürüm : suç, kabahat, kusur
âhir : son
mûcibince : gereğince
Eğer insaniyetin mahiyetini, hayvaniyetin en bedbaht ve en aşağı derecesinde telakki ve dünyayı daimî ve lâyezal tevehhüm ve insanı bâki ve lâyemut tahayyül eden bir sarhoş vicdansız tarafından denilse: “Senin bütün risalelerin, imanî pek kuvvetli ders veriyor. Dünyadan soğutuyor. Nazarı, âhirete çeviriyor. Biz ise, bütün kuvvet ve dikkat ve zihnimizle dünya hayatına müteveccih olmamız ile bu zamanda yaşayabiliriz. Çünki şimdi yaşamak ve düşmanlardan sakınmak çok müşkilleşmiştir.
Bedbaht : bahtı kara, mutsuz, talihsiz
Telakki : kabul etmek, karşılamak. Kişisel anlayış ve görüş
Lâyezal : yok olmaz, sona ermez
tevehhüm : asılsız ve gerçek dışı düşüncelere kapılma, sanma
Bâki : ebedi, sonsuz, ölümsüz olan
Lâyemut : ölümsüz, son bulmaz, sona ermez
Tahayyül : hayale getirmek, hayalde canlandırmak
Risale : küçük kitap
Nazar : bakmak, göz atmak, göz değmesi
Müteveccih : yönelmiş, dönmüş, bakan
Elcevab: İman-ı tahkikînin dersleri, gerçi nazarı âhirete baktırıyor; fakat dünyayı, o âhiretin mezraa ve çarşısı ve bir fabrikası göstermekle, daha ziyade dünya hayatına çalıştırır. Hem imansızlıktaki müdhiş bir surette kırılan kuvve-i maneviyeyi, gayet kuvvetli bir tarzda kazandırır. Ve me’yusiyet içinde atalet ve lâkaydlığa düşenleri şevk u gayrete, sa’ye sevkeder, çalıştırır. Acaba bu dünyada yaşamak isteyenler; böyle hayat-ı dünyeviyenin lezzetini, hem çalışmaya şevki, hem hadsiz musibetlerine karşı dayanmaya medar kuvve-i maneviyesini temin eden ve itiraz kabul etmeyen deliller ile isbat edilen iman-ı tahkikînin derslerine yasak denecek bir kanunun vücudunu kabul ederler mi ve öyle bir kanun olabilir mi?
İman-ı tahkikî : araştırmaya, delil ve ispata dayanan ve yaşanan sağlam iman
Mezraa : tarla
kuvve-i maneviye : manevi kuvvet
me’yusiyet : ümitsizlik
atalet : tembellik, işsizlik, boş durma
sa’y : çalışma, iş
hayat-ı dünyeviye : dünya hayatı
Eğer idare-i millet ve asayiş-i memleketin hakikî esaslarını bilmeyen bir cahil hamiyet-füruş dese: “Senin risalelerin, asayişi bozanlara ve idareyi karıştıranlara bir medar olabilir cihetiyle ve sen dahi ihtiyatsızlık edip idare-i hazıraya itiraz etsen, risalelerin kuvvetiyle bir gaile açmak ihtimaliyle sana ilişiyoruz.
idare-i millet : milletin idaresi
asayiş-i memleket : memleket asayişi
hamiyet-füruş : vatanı ve milleti koruma çabası iddiasında bulunan
risale : küçük kitap
medar : sebep, vesile
cihet : yön, taraf
ihtiyatsız : tedbirsiz, ileriyi düşünmeyen, gerekli önlemleri almayan
idare-i hazıra : hazır idare, şimdiki yönetim
gaile : büyük dert ve sıkıntı veren iş
Elcevab: Risale-i Nur’dan ders alan, elbette çok masumların kanını ve hukukunu zayi’ eden fitnelere girmez ve bilhâssa tecrübeleriyle, mükerreren akîm ve zararlı kalan fitnelere hiçbir cihetle yanaşmaz. Ve bu on senedeki on fitnelere, Risale-i Nur’un şakirdlerinin ondan birisi, belki aslâ hiçbirisi karışmadığı gösterir ki, risaleler bu fitnelere zıd ve asayişi temine medardırlar. Acaba idarece ve asayişi muhafazaca; bin imanlı adam mı, yoksa on dinsiz serseri mi daha kolaydır? Evet iman, güzel seciyeler vermekle hem merhamet hissini, hem zarar vermekten sakınmak meylini verir. Amma benim ihtiyatsızlığım ise, bu on üç senedir imkân dairesinde ne kadar elimden gelmişse hükûmetin nazar-ı dikkatini celbetmemek ve onunla uğraşmamak ve işlerine karışmamak için Isparta vilayetine malûm olan hârika bir surette münzeviyane ve merdümgirizane ve müşfikkârane ve siyasetten müctenibane yaşadığımı bu memleket bilir.
Mükerreren : tekrarlı olarak, tekrar tekrar olarak
Akîm : neticesiz, kısır, sonuçsuz
Cihet : yön, taraf
Şakird : talebe, öğrenci
Risale : küçük kitap
Medar : sebep, vesile
Seciye : huy, karakter, ahlak durumu
ihtiyatsız : tedbirsiz, ileriyi düşünmeyen, gerekli önlemleri almayan
nazar-ı dikkat : dikkatli bakış, dikkatle bakıp inceleme
celb : kendi tarafına almak, çekmek
münzeviyane : tek başına kalır şekilde
merdümgirizane : insanlardan sıkılırcasına, kalabalıktan hoşlanmayıp yalnızlık istercesine
müşfikkârane : şefkatlicesine, merhametlicesine
müctenibane : çekir şekilde, kaçınır şekilde, sakınırcasına
Ey beni bu belaya sevkeden insafsızlar! Anlaşılıyor ki, asayiş aleyhinde hareket etmediğimden benden kızdınız, hiddet ettiniz. Asayişe düşmanlık damarıyla beni tevkif ettirdiniz. Evet asayişi bozmak ve idareyi karıştırmak isteyenler, benim hakkımda hükûmeti iğfal ederek, adliyeyi lüzumsuz işgal edip beni tevkif ettirenlerdir. Onların hakkında değil yalnız biz, belki memleket namına, başta müddeiumumî olarak heyet-i hâkimeye dava etmelidir.
Tevkif : durdurma, alıkoyma, tutuklama
İğfal : kandırma, aldatma
Müddeiumumî : savcı
heyet-i hâkime : hakimler heyeti
Tarihçe-i Hayat : s: 228-233
Önbilgi
Bedîüzzaman yüz yirmi talebesiyle beraber 1935’te Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesine sevkediliyor. Ani yapılan araştırmalarla elde edilen bütün risale ve mektublar meydanda olduğu halde, mahkûmiyetlerini intaç edecek bir delile rastgelinememiş ve neticede kanaat-ı vicdaniye ile keyfî bir surette Said Nursî’ye on bir ay ve on beş arkadaşına da altışar ay ceza vererek; mütebâki kalan yüz beş kişiyi beraet ettirmiştir. Halbuki isnad edilen suç sabit olsaydı, Bedîüzzaman Said Nursî’nin i’damına ve arkadaşlarının da hiç olmazsa ağır hapsine hükmedilecekti. Nitekim bu yersiz karara Bedîüzzaman itiraz etmiş ve bu cezanın bir beygir hırsızına veya bir kız kaçırıcısına lâyık olduğunu belirterek kendisinin ya beraetine veya i’damına veyahut yüz bir sene hapse mahkûmiyetine hükmedilmesini ısrarla istemiştir.
Risale : küçük kitap
İntaç : netice verme, doğurma, meydana getirme
kanaat-ı vicdaniye : vicdani kanaat
mütebâki : geri kalan, arta kalan
isnad : dayandırılma, mal etme
...Isparta’da ve burada bazı isticvablarda ismim Said Nursî iken, her tekrarında Said Kürdî ve bu Kürd diye beni öyle yâd ediyorlar. Bununla, hem âhiret kardeşlerimin hamiyet-i milliyelerine ilişip aleyhime bir his uyandırmak, hem mahkeme ve adaletinin mahiyetine bütün bütün zıd ve muhalif bir cereyan vermektir. Evet, hâkim ve mahkeme tarafgirlik şaibesinden müberra ve gayet bîtarafane bakması birinci şart-ı adalet olduğuna dair binler vukuat-ı tarihiyeden, Hazret-i Ali (r.a.) hilafeti zamanında bir Yahudi ile mahkemede beraber oturmaları ve çok padişahların, âdi adamlar ile mahkeme-i adalette görülmesi gibi çok hâdisat-ı tarihiye varken, benim hakkımda bir yabanilik hissini veren ve nazar-ı adaleti şaşırtmak isteyen adamlara derim:
İsticvab: sorgulama
Yâd : anma
hamiyet-i milliye : milletini ve kendi ırkını koruma çabası
muhalif : zıt, karşı, aykırı
tarafgirlik : taraflılık, taraflı olma
şaibe : kusur, hata, eksiklik
Müberra : temiz, uzak, arınmış
Bîtarafane : tarafsızca
şart-ı adalet : adaletin şartı
vukuat-ı tarihiye : tarihi vakalar
mahkeme-i adalet : adalet mahkemesi
hâdisat-ı tarihiye : tarihi hadiseler
nazar-ı adaleti : adalet görüşü
Ey efendiler! Ben, her şeyden evvel Müslümanım ve Kürdistan’da dünyaya geldim. Fakat, Türklere hizmet ettim ve yüzde doksan dokuz menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve en çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve en sadık ve en hâlis kardeşlerim Türklerden çıkmış ve İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, meslek-i Kur’aniyem cihetiyle, her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî hizmetimin muktezası olduğundan; bana Kürd diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk Milletine hizmet ettiğimi, hakikî ve civanmerd bin Türk gençlerini işhad edebilirim.
meslek-i Kur’aniye : kur’an’a ait meslek
cihet : yön, taraf
kudsî : kutsal
mukteza : gereken
milliyetperver : aynı milletten olanları seven
civanmerd : mert, sözünde sağlam
işhad : şahit gösterme
Hem heyet-i hâkimenin ellerinde bulunan otuz-kırk kitabımı; hususan İktisad, İhtiyarlar, Hastalar Risalelerini işhad ediyorum ki: Türk Milletinin beşten dört kısmını teşkil eden musibetzede, fakirler ve hastalar ve dindar müttakiler taifelerine bin Türkçü kadar hizmet eden o kitablar, Kürdlerin ellerinde değil, belki Türk gençlerinin ellerindedirler. Heyet-i hâkimenin müsaadesiyle, bizi bu belaya sokan ve hükûmetin mühim bazı erkânını iğfal eden ve milliyetperverlik perdesi altında entrikaları çeviren mülhid zalimlere derim:
heyet-i hâkime : hakimler heyeti
işhad : şahit gösterme
musibetzede : belaya düşüp zarar gören
müttaki : takva sahibi, günahlardan ve yasaklardan çekinen
taife : topluluk, grup, kavim, millet
erkân :esaslar, temeller, ileri gelen kimseler
iğfal :kandırma, aldatma
milliyetperverlik : aynı milletten olanları sevmeklik
entrika: hile, gizli dolap
mülhid : dinsiz, imansız
Ey efendiler! Benim hakkımda tesbit edilmeyen ve tesbit edilse dahi bir suç teşkil etmeyen ve suç olsa bile yalnız beni mes’ul eden bir madde yüzünden, kırktan fazla Türk’ün en kıymettar gençlerini ve en muhterem ihtiyarlarını, büyük bir cinayet işlemişler gibi bu belaya atmak, milliyetperverlik midir? Evet sebepsiz böyle işkenceli tevkife düşenler içinde, Türk gençlerinin medar-ı iftiharı olacak bir kısım zâtlar var ki; uzaktan kıymetini hissedip, ona yalnız bir selâm veya imanî bir risale göndermemle, onu bir câni gibi çoluk ve çocukları içinden alıp bu belaya atmak milliyetçilik midir? Ben ki, sizin nazarınızda yabani millettenim diyorum. Bu mevkuf olan civanmerd ve muhterem Türk gençleri ve ihtiyarları içinde öyleleri var ki; onların bir tanesini, kendi milletimden yüz adama değiştirmem. İçinde öyleleri var ki; on sene bana zulüm eden memurlara, beş seneden beri onların hatırları için, o zalimlere bedduayı bıraktım. Ve onların içinde öyleleri var ki; âlî seciyelerin en hâlis nümunelerini o âlîcenab Türk arkadaşlarda kemal-i hayret ve takdirle gördüm ve Türk Milletinin sırr-ı tefevvukunu onlarla anladım. Ben, vicdanımla ve çok emarelerle temin ederim ki; eğer bu masum mevkuflar adedince vücudlarım bulunsaydı veyahud onların umumuna gelen her nevi meşakkatlerini alabilseydim; kasem ederim ki, müftehirane o kıymettar zâtlara bedel çekmek isterdim. Benim bunlara karşı bu hissim, onların kıymet-i zâtiyeleri içindir; yoksa şahsıma karşı faidesi dokunması değildir. Çünki, bir kısmını yeni görüyorum. Bir kısmı, belki o benden faide görmüş, ben ondan zarar görmüşüm. Fakat binler zarar görsem, yine onların kıymeti nazarımda tenzil etmez.
milliyetperverlik : aynı milletten olanları sevmeklik
tevkif : durdurma, alıkoyma
medar-ı iftihar : övünme sebebi, övünmeye sebep
mevkuf : tutuklu olan, durdurulan
civanmerd : mert, sözünde sağlam
âlî : büyük, yüce, üstün, şerefli
seciye : karakter, huy, ahlak durumu
âlîcenab : yüksek ahlaklı, cömert ve iyilik sahibi
kemal-i hayret : tam bir hayret, tam bir hayranlık
sırr-ı tefevvuk : üstünlüğündeki gizli gerçek, üstün gelmesinin derin ve ince manası
emare : belirti, ipucu
kasem : yemin
müftehirane : iftihar edercesine, övünürcesine
kıymet-i zâtiye : zati kıymet, kendisinin değeri
tenzil : indirme, aşağı indirme
İşte, ey Türkçülük dava eden mülhid zalimler! Türk Milletinin medar-ı iftiharı olabilecek bu kadar zâtları gayet âdi ve ehemmiyetsiz bahaneler ile -sizin tabirinizle- benim gibi bir Kürd yüzünden perişan etmek, tezlil etmek milliyetçilik midir? Türkçülük müdür? Vatanperverlik midir? Haydi, o insafsız vicdanınıza havale ediyorum.
mülhid : dinsiz, imansız
medar-ı iftihar : övünme sebebi, övünmeye sebep
tezlil : aşağılama, küçümseme, hor görme
Vatanperverlik : vatan sever, vatanını çok seven
İşte mahkeme-i âdile, onların masumiyetini anlamakla çoklarını tahliye etti. Eğer ortada bir suç varsa, o suç benimdir. Onlar, ulüvv-ü cenablarından, benim gibi garib bir ihtiyar hocaya; soba yakmak, su getirmek, yemek pişirmek ve kendime mahsus bir risalemi tebyiz etmek gibi cüz’î işlerimi sırf Lillah için yapmışlar ve benim hatırım için hatıra defterim hükmünde olan o iki risalemin âhirlerinde, bir hatıra olmak üzere imzalarını atmışlar. Acaba dünyada, böyleleri, böyle bahanelerle muahaze edecek bir kanun, bir usûl ve bir maslahat var mı?
mahkeme-i âdile : adaletli mahkeme
ulüvv-ü cenab : büyüklük, yüksek ahlak, iyilik ve cömertlik sahibi olma
risale : küçük kitap
tebyiz : temize çekme, temize yazma
cüz’î : küçük, sınırlı
Lillah : Allah
Âhir : en son, son
Muahaze : eleştirme, azarlama, hesaba çekme
Maslahat : fayda, yarar
Müdafaatımın İkinci Tetimmesi(eklemesi, tamamlaması)
Ey heyet-i hâkime! Gelecek beyanatımda, belki vazifenizce lüzumsuz şeyler bulunacak. Fakat bu mes’eleler ile umum memleket, belki dünya alâkadardır. Yalnız siz değil, onlar dahi manen dinliyorlar. Hem beyanatımda intizamsızlık göreceksiniz. Sebebi ise, mühim bir hakkım bana verilmedi. Benim hüsn-ü hattım yok. Çok rica ettim ki, bu hayat-memat mes’elesidir, bir yazıcı bana veriniz; tâ hakkımı müdafaa için bir istida yazdırayım. Vermediler. Belki beni iki ay, gayet insafsızcasına bütün bütün konuşmaktan men’ettiler. Onun için, gayet noksan ve müşevveş yazımla intizamlı yazamadım. İşte âhir beyanatım budur:
heyet-i hâkime : hakimler heyeti
beyanat : beyanlar, izahlar, açıklamalar
intizam : düzenlilik, düzgünlük
hüsn-ü hat : güzel yazı
istida : dilekçe
müşevveş : karışık, düzensiz, karmaşık
âhir : son
Eğer farz-ı muhal olarak, müfsidlerin, muhbirlerin ihbar ettikleri gibi, Risale-i Nur, hükûmetin bir takım siyasetiyle ve bazı kanunlarıyla tevfik edilmiyor, muaraza ediyor; belki başka siyasî kanaatlardır ve ayrı ayrı fikirlerdir; ve umum risaleler, imandan değil, belki siyasetten bahseder diye, gayet zahir bir iftira farz ve kabul edilse, cevaben derim: Madem hürriyetin en geniş şekli cumhuriyettir ve madem hükûmet ise, cumhuriyetin en serbest suretini kabul etmiştir; elbette hakikî ve kat’î ve reddedilmez kanaat-ı ilmiyeyi ve efkâr-ı saibeyi asayişe dokunmamak şartıyla, cumhuriyetin hürriyeti, o hürriyet-i ilmiyeyi istibdad altına alamaz ve onu bir suç tanımaz. Evet dünyada hiçbir hükûmet var mıdır ki, bütün bir tek kanaat-ı siyasiyede bulunsun? Haydi -farz-ı muhal olarak- ben, perde altında kendi kendime kanaat-ı siyasiyemi yazmışım ve bir kısım has dostlarıma göstermişim; bunda suç var diyen kanunları işitmemişim. Halbuki Risale-i Nur, iman nurundan bahseder; siyaset zulmetine sukut etmemiş ve tenezzül etmez.
farz-ı muhal : olmazı olur saymak, olması mümkün olmayanı olabilir saymak
müfsid : bozan, bozguncu
Tevfik : yardım
Muaraza : karşı çıkma, karşı gelme
Zahir : açık, görünür, görünen
kanaat-ı ilmiye :ilmi kanaat
efkâr-ı saibeyi : isabetli, doğru fikir ve düşünceler
hürriyet-i ilmiye : ilimle ilgili serbestlik
istibdad : zulüm ve baskı, haksızlık ve zorbalık
kanaat-ı siyasiye : siyasi kanaat
Eğer faraza, lâik cumhuriyetin mahiyetini bilmeyen bir dinsiz dese: “Senin risalelerin, kuvvetli bir dinî cereyan veriyor, lâdinî cumhuriyetin prensiplerine muaraza ediyor.”
Faraza : mesela, söz gelişi
Risale : küçük kitap
Lâdinî :dinle alakası olmayan, dinle ilgisi bulunmayan
Muaraza : karşı çıkma, karşı gelme
Elcevab: Hükûmetin lâik cumhuriyeti dini dünyadan ayırmak demek olduğunu biliyoruz. Yoksa, hiçbir hatıra gelmeyen dini reddetmek ve bütün bütün dinsiz olmak demek olduğunu, gayet ahmak bir dinsiz kabul eder. Evet, dünyada hiçbir millet dinsiz olarak yaşamadığı gibi; Türk milleti misillü bütün asırlarda mümtaz olarak, bütün aktar-ı cihanda, nerede Türk varsa Müslümandır. Sair anasır-ı İslâmiyenin küçük de olsa yine bir kısmı, İslâmiyet haricindedir. Böyle pek ciddî ve hakikî dindar ve bin sene kadar Hak dininin kahraman ordusu olarak zemin yüzünde, mefahir-i milliyesini milyonlar menabi-i diniye ile çakan ve kılınçlarının uçlarıyla yazan bu mübarek milleti, “Dini reddeder veya dinsiz olur” diye itham eden yalancı dinsizler ve milliyetsizler, öyle bir cinayet işliyorlar ki, Cehennem’in esfel-i safilîn tabakasında ceza görmeye müstehak olurlar. Halbuki Risale-i Nur, hayat-ı içtimaiyenin kanunlarını da ihata eden dinin geniş dairesinden bahsetmez. Belki asıl mevzuu ve hedefi; dinin en has ve en yüksek kısmı olan imanın erkân-ı azîmesinden bahseder. Hem ekseriyetle muhatabım, evvel kendi nefsim, sonra Avrupa feylesoflarıdır. Böyle mesail-i kudsiyeden, doğru olmak şartıyla zarar tevehhüm eden, yalnız şeytanlar olabilir tasavvurundayım. Yalnız üç-dört risale, tenkidkârane şekva suretinde bir kısım memurlara bakmış. Fakat o risaleler, hükûmetle mübareze ve tenkid için değil, belki bana zulmeden ve memuriyetini sû’-i istimal eden bir kısım memurlara karşıdır. Hem sonra da, sû’-i tefehhüme medar olmamak için, o üç-dört risalelere “Mahremdir” deyip neşrini menetmişiz. Sair risalelerin ekser-i mutlakası, dört-beş sene evvel ve bir kısmı sekiz sene evvel, bir kısmı onüç sene evvel te’lif edilmişlerdir. Yalnız İktisad ve İhtiyarlar ve Hastalar Risaleleri geçen sene te’lif edilmişler. Ve bununla beraber risaleler, hükûmetin kanunlarına mugayir olmadığı ve asayişi ihlâl ve halkı idlâl mahiyetinde bulunmadığını ve bilakis hükûmetçe takdirler ile karşılanması lâzım geleceğini, zerre mikdar aklı bulunan, risaleleri bîtarafane tedkik eden tasdik eder. Ve eğer farz-ı muhal olarak, hükûmetin nokta-i nazarına çok noktaları muhalif olsa bile 28 Temmuz 1933 tarihinde, evvelki cürümlerin bu kısımlarını affetmekte olan ve âhiren neşredilen Af Kanunu mûcibince o risaleleri takibe mahal kalmadığını iddia edip, bize edilen haksızlığın bir an evvel def’edilmesi ve risalelerin iade olunmasını taleb ederim.
Elcevab : cevabı şu
Misillü : gibi, benzeri
Mümtaz : seçkin, üstün, seçilmiş
aktar-ı cihan : dünyanın her tarafı
Sair : diğer, başka
anasır-ı İslâmiye : İslam unsurları, İslam milletleri, Müslüman milletler
mefahir-i milliye : milletçe övünülenler, milletin övdükleri
menabi-i diniye : dinin kaynakları
itham : suçlama
esfel-i safilîn : alçakların en alçağı, aşağıların en aşağısı
müstehak : hak etmiş, layık olmuş
hayat-ı içtimaiye : toplum hayatı
ihata: kuşatma, içine alma
erkân-ı azîme : büyük ve başta gelen varlıklar
ekseriyet : çoğunluk
tevehhüm : asılsız ve gerçek dışı düşüncelere kapılma, sanma
tasavvur : düşünme, tasarı, akılda canlandırma
tenkidkârane : eleştirircesine
şekva : şikayet
mübareze : çekişme, kavga, dövüşme, çarpışma, çatışma
tenkid : eleştiri, eleştirme
sû’-i tefehhüm : kötğ anlayış, yanlış anlayış
medar : sebep, vesile
ekser-i mutlaka : tam çoğunluk, büyük çoğunluk
te’lif : eser yazmak, kitap yazmak
mugayir : aykırı, zıt
idlâl : saptırmak, doğrudan ve gerçekten ayırmak
bîtarafane : tarafsız olarak, tarafsızca
tedkik : inceleme, araştırma
nokta-i nazar : bakış açısı
muhalif : zıt, karşı, aykırı
cürüm : suç, kabahat, kusur
âhir : son
mûcibince : gereğince
Eğer insaniyetin mahiyetini, hayvaniyetin en bedbaht ve en aşağı derecesinde telakki ve dünyayı daimî ve lâyezal tevehhüm ve insanı bâki ve lâyemut tahayyül eden bir sarhoş vicdansız tarafından denilse: “Senin bütün risalelerin, imanî pek kuvvetli ders veriyor. Dünyadan soğutuyor. Nazarı, âhirete çeviriyor. Biz ise, bütün kuvvet ve dikkat ve zihnimizle dünya hayatına müteveccih olmamız ile bu zamanda yaşayabiliriz. Çünki şimdi yaşamak ve düşmanlardan sakınmak çok müşkilleşmiştir.
Bedbaht : bahtı kara, mutsuz, talihsiz
Telakki : kabul etmek, karşılamak. Kişisel anlayış ve görüş
Lâyezal : yok olmaz, sona ermez
tevehhüm : asılsız ve gerçek dışı düşüncelere kapılma, sanma
Bâki : ebedi, sonsuz, ölümsüz olan
Lâyemut : ölümsüz, son bulmaz, sona ermez
Tahayyül : hayale getirmek, hayalde canlandırmak
Risale : küçük kitap
Nazar : bakmak, göz atmak, göz değmesi
Müteveccih : yönelmiş, dönmüş, bakan
Elcevab: İman-ı tahkikînin dersleri, gerçi nazarı âhirete baktırıyor; fakat dünyayı, o âhiretin mezraa ve çarşısı ve bir fabrikası göstermekle, daha ziyade dünya hayatına çalıştırır. Hem imansızlıktaki müdhiş bir surette kırılan kuvve-i maneviyeyi, gayet kuvvetli bir tarzda kazandırır. Ve me’yusiyet içinde atalet ve lâkaydlığa düşenleri şevk u gayrete, sa’ye sevkeder, çalıştırır. Acaba bu dünyada yaşamak isteyenler; böyle hayat-ı dünyeviyenin lezzetini, hem çalışmaya şevki, hem hadsiz musibetlerine karşı dayanmaya medar kuvve-i maneviyesini temin eden ve itiraz kabul etmeyen deliller ile isbat edilen iman-ı tahkikînin derslerine yasak denecek bir kanunun vücudunu kabul ederler mi ve öyle bir kanun olabilir mi?
İman-ı tahkikî : araştırmaya, delil ve ispata dayanan ve yaşanan sağlam iman
Mezraa : tarla
kuvve-i maneviye : manevi kuvvet
me’yusiyet : ümitsizlik
atalet : tembellik, işsizlik, boş durma
sa’y : çalışma, iş
hayat-ı dünyeviye : dünya hayatı
Eğer idare-i millet ve asayiş-i memleketin hakikî esaslarını bilmeyen bir cahil hamiyet-füruş dese: “Senin risalelerin, asayişi bozanlara ve idareyi karıştıranlara bir medar olabilir cihetiyle ve sen dahi ihtiyatsızlık edip idare-i hazıraya itiraz etsen, risalelerin kuvvetiyle bir gaile açmak ihtimaliyle sana ilişiyoruz.
idare-i millet : milletin idaresi
asayiş-i memleket : memleket asayişi
hamiyet-füruş : vatanı ve milleti koruma çabası iddiasında bulunan
risale : küçük kitap
medar : sebep, vesile
cihet : yön, taraf
ihtiyatsız : tedbirsiz, ileriyi düşünmeyen, gerekli önlemleri almayan
idare-i hazıra : hazır idare, şimdiki yönetim
gaile : büyük dert ve sıkıntı veren iş
Elcevab: Risale-i Nur’dan ders alan, elbette çok masumların kanını ve hukukunu zayi’ eden fitnelere girmez ve bilhâssa tecrübeleriyle, mükerreren akîm ve zararlı kalan fitnelere hiçbir cihetle yanaşmaz. Ve bu on senedeki on fitnelere, Risale-i Nur’un şakirdlerinin ondan birisi, belki aslâ hiçbirisi karışmadığı gösterir ki, risaleler bu fitnelere zıd ve asayişi temine medardırlar. Acaba idarece ve asayişi muhafazaca; bin imanlı adam mı, yoksa on dinsiz serseri mi daha kolaydır? Evet iman, güzel seciyeler vermekle hem merhamet hissini, hem zarar vermekten sakınmak meylini verir. Amma benim ihtiyatsızlığım ise, bu on üç senedir imkân dairesinde ne kadar elimden gelmişse hükûmetin nazar-ı dikkatini celbetmemek ve onunla uğraşmamak ve işlerine karışmamak için Isparta vilayetine malûm olan hârika bir surette münzeviyane ve merdümgirizane ve müşfikkârane ve siyasetten müctenibane yaşadığımı bu memleket bilir.
Mükerreren : tekrarlı olarak, tekrar tekrar olarak
Akîm : neticesiz, kısır, sonuçsuz
Cihet : yön, taraf
Şakird : talebe, öğrenci
Risale : küçük kitap
Medar : sebep, vesile
Seciye : huy, karakter, ahlak durumu
ihtiyatsız : tedbirsiz, ileriyi düşünmeyen, gerekli önlemleri almayan
nazar-ı dikkat : dikkatli bakış, dikkatle bakıp inceleme
celb : kendi tarafına almak, çekmek
münzeviyane : tek başına kalır şekilde
merdümgirizane : insanlardan sıkılırcasına, kalabalıktan hoşlanmayıp yalnızlık istercesine
müşfikkârane : şefkatlicesine, merhametlicesine
müctenibane : çekir şekilde, kaçınır şekilde, sakınırcasına
Ey beni bu belaya sevkeden insafsızlar! Anlaşılıyor ki, asayiş aleyhinde hareket etmediğimden benden kızdınız, hiddet ettiniz. Asayişe düşmanlık damarıyla beni tevkif ettirdiniz. Evet asayişi bozmak ve idareyi karıştırmak isteyenler, benim hakkımda hükûmeti iğfal ederek, adliyeyi lüzumsuz işgal edip beni tevkif ettirenlerdir. Onların hakkında değil yalnız biz, belki memleket namına, başta müddeiumumî olarak heyet-i hâkimeye dava etmelidir.
Tevkif : durdurma, alıkoyma, tutuklama
İğfal : kandırma, aldatma
Müddeiumumî : savcı
heyet-i hâkime : hakimler heyeti
Tarihçe-i Hayat : s: 228-233