Albayrak
Can Feda
- Katılım
- 23 May 2007
- Mesajlar
- 4,439
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Türkiye, bu kara yazın bunaltıcı boğucu günlerini elbette derdest edip aşacaktır. Ama ilgiyle, ama sevgiyle, ama bilgiyle ama mutlaka bilinçli bir örgütlenmeyle aşılabilir...
Bu ülke bizim ve bu ülkenin her karış toprağı bağımsızlık ülküsünün türküsüyle bize emanet edilmiş durumda. Kim neyi nasıl gerçekleştirdiğini düşünürse düşünsün, insanları bazen aldatmanın mümkün ama onları ilelebet aldatmanın mümkün olmadığının bilinciyle, bu ülkeyi yeniden ayağa kaldıracak gücü düşünerek ve eyleyerek birlikte oluşturacağız ve bağımsızlık bayrağımızı yine göğe, aya ve yıldızların yanına yerleştireceğiz..
Türkiye, Türkiyem bu adsız coğrafyanın yüzyıllardır gururlu adı, 21. yüzyılın başında yaralı, parçalı... yağmur yok göklerde, hüzünse ülkemin yaylalarını, ovalarını dolaşıyor şimdi... bir ülke ki, dünyanın ilk kurtuluş savaşını vermiş, bir ülke ki kendisini bölüp-parçalayıp yönetmek isteyen düşmanların karşısına açık ve akıllara seza bir direngenlikle çıkabilmiş. Şimdi ülkem dilsiz, şimdi ülkem sönük, soluk ve kahredici emperyalist küreselleşmeci rüzgârlarla çepeçevre kuşatılmış durumda...
Demokrasinin paraya, paranın kahredici, hükmedici, parçalayıcı ve iç paralayıcı tahrikinden kuvvet alanlara yenildiği bir cici demokrasicilik ortamında Türkiye, narkoza yatırılmış bir halde bekliyor... Günümüzde düvel-i muazzama gibi sadece bu ülkeden borç tahsil etme rolünü üstlenmiş çokuluslu şirketler ve IMF, el birliğiyle bu toprakların çocuklarını adaletsizliği dillere destan yeni dünya düzenine bağlamaktan yüz geri durmuyorlar... Uygulandığı bütün ülkelerde başarısızlığı teşhir ve tescil edilmiş bir modeli, ülke ve birey sömürüsünü tek bayrağı yapmış, bütün umutları modası geçmiş gören zalim bir sisteme uyumlu hale getirip ve bunu bir yenilik gibi bize sunup gözlerimizi faş etmemizi, şaşırmamızı, yanıltıcı bir ışık oyununa kurban etmemizi istiyorlar... Hayır, bin kere hayır... Mustafa Kemal 'in çocukları olarak, bu oyunu oynayanlara oyun bozanlık etmeyi ulusal, tarihi ve vicdani bir görev addediyoruz...
ABD'nin teşvikiyle bir muz cumhuriyeti, bir müstemleke zihniyeti ile yönetilmek istenen Türkiye, kendisine biçilen bu rolü asla kabul etmemelidir... Allı-pullu demokrasicilik, Türkiye'yi mevcut egemen güç odaklarıyla "al gülüm-ver gülüm" paslaşmasıyla hem de ofsayta aldırmadan sürekli bir mağlubiyete düşürüyor, izlenimi veriyor olabilir... Oysa galip sayılır bu yolda mağlup sözündeki derin anlama kulak vermek gerek...
Zihinlerimize pranga vurmak isteyenler, gülümsememize pranga vurmak isteyenler, kalplerimizde yerinde duramayan o heyecana pranga vurmak isteyenler; aslında ulusal kuruluşlarımızı yok pahasına temellük edip el koyarak bizi bu ülkede elsiz, ayaksız ve dilsiz bırakmaya çalışıyorlar... Şimdi kimler kimlerle işbirliği yaparak bu ülkenin göz nuru alın teri kuruluşlarını haraç-mezat satarak gününü gün ediyorlar. Bunu da küresel ekonominin bir gereği olarak yutturmaya çalışıyorlar...
Evet belki bu toprakların iyi niyetle iş bekleyen, sosyal sorunlarına çözüm bekleyen insanları seçimler sırasında yaratılan onca hayaletin gerçekten de var olduğuna inanıp sandığa bir umut diyerek gidip oy kullandılar.. Ama burada biraz durup soluklanıp, dikkat kesilmemiz gerekmez mi?..
Bir yoksulun, bir köylünün, bir esnafın, bir işsizin, bir gecekondulunun talepleriyle uluslararası para babalarının istekleri aynı havuzda da, aynı iktidarda da buluşamaz... Ama ne hazindir ki Türkiye böyle bir tabloyu yaşadı. Şimdi asıl sorulması gereken soru şudur: Hem çok yoksullardan oy alan hem de çok zenginlerle gizli ve çoğu kez kirli ilişki kuran bir egemen politik grup acaba şimdi kimi aldatmaya girişecek, kimi yüzüstü bırakacaktır? Tartışılmaz şekilde elbette ki yoksulları yüzüstü bırakacak, onların oylarını bu ülkenin dışa daha çok bağımlı olması için paranın gücüne peşkeş çekecek, onlara meze yapacaktır...
Türk insanını sihirbazlık numaralarıyla elden ayaktan düşürenler, onu şimdilik kımıldayamaz hale getirenler, bunun ilelebet sürmeyeceğini, süremeyeceğini de hesap ediyor olmalılar...
Türkiye ılımlı İslam adı altında tümüyle ABD ve AB'nin uydusu, payandası haline getiriliyor... Elbette hem sosyal dayanışmaya dayalı tüm bağ ve bağlantıların adım adım tasfiye edilerek, hem de kültürel sıradanlık ve örgütsüzlükle bağ kurulup, tercihsiz bırakılmak istenen bir Türkiye, deyim yerindeyse cemaatlerin ve cemaatçiklerin at koşturduğu, etnisitenin bir kimlik aidiyeti gibi sunulup yutturulmaya çalışıldığı bir Türkiye olacaktır... Yani yurttaş kimliğinden ümmet kimliğine geri çekiliş.. Ne hazin, ne yaman bir çelişki. Bu asla kabul edilebilir bir durum değildir. Zihinlerin köreltildiği, çaresiz bırakıldığı bugünkü ortamda bu yok oluşa karşı koyamamak ağır çekim bir ölüme razı olmak demektir... Tarihen gerilemek yurttaş kimliğini karmaşa ve gerilimin kimliğine, yani ümmetçi zihniyete teslim etmek, bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüklerden birisidir...
Bize, bu ülkeye bugün reva görülen şey tam da budur... Bilinir, bir kurbağa kızgın suya atıldığında can havliyle kendisini suyun dışına atar... Ama aynı kurbağayı normal bir su kazanının içine atıp yavaş yavaş suyu ısıttığımızda, kurbağa mevcut duruma alışır, deyim yerindeyse direncini kaybeder ve haşlanır...
İşte şimdi ümidini Kafdağı'nın ardına atmış milyonlar kendilerini su ile birlikte ağır ağır haşlayanların hâlâ başka bir niyetleri olabileceği inancının ham hayaliyle yaşıyorlar. Oysa böyle bir ham hayal boşunadır... Bilinmelidir ki, psikolojik savaş aracılığıyla özellikle yurtdışından Türkiye'yi bölme emellerini gizlemeyenler önce ılımlı İslamla bu toplumu sessizliğe, tepkisizliğe, örgütsüzlüğe ve duyarsızlığa alıştırıp teslim almak istiyorlar... Bizi teslim almak isteyenlere diyoruz ki, asla teslim alamayacaksınız...
Ortadoğu'da yeni dünya düzeni modeli çerçevesinde Türkiye'yi kimliksiz, aleladeliğin, basitliğin ve sıradanlığın öncüsü gibi göstermek isteyenler her şeyden evvel kafalarını hafifçe kaldırıp haritaya göz ucuyla bakabilmelidirler... Haritaya bakıp bölgedeki hal durumunu göremeyenlere diyoruz ki, siz bu yeni düzen adı altında pazarlanan bu eski düzen oyunlara alet oldukça, bilin ki biz asla kabul etmeyeceğiz...
Şimdi Mustafa Kemal'in çocukları, O'nun bağımsızlık ülküsünün çocukları artık sahaya inmelidir... Kültürden ekonomiye, politikadan gündelik hayatın her hücresine nüfuz etmeye, yeni bir dayanışma ve kardeşlik rüzgârı yakalamaya koyulmalıdır... Türkiye ancak modern, örgütlenmiş ve hak arayışını bilinçle birleştirmiş bir halde kurtuluşa erebilir... Yoksa örgütsüzleştirilmiş, bilinç yoksunu haline getirilmiş kitlelerin, açlığın sınırında tutunmayı kendilerine reva görüp marifet sayanların isyanı Bacon 'ın deyimiyle en kötü isyandır ve bunu aç karınlar doğurur... Bizler geleceği, tok midelerle dolu beyinlerde bir arada arayacağız...
Umudu serinkanlı bir yeniden doğuşta, sürekli hesaplaşmaların, iç mücadelelerin bıktırıcı dairesi içinde değil, dışında çözmeyi bilmeliyiz. Enerjimizi birbirimizde tüketerek değil politik veya sosyal tüm alanlarda içinde yer aldığımız örgütlerde el ele vererek bir şairin deyişiyle; mutluluğu dert edinmeliyiz... Bu ülkenin mutluluğunu bu açıdan dert edindik.. ve biliyoruz ki aldatılmış bir toplumun ıstırapları yeni bir pencere açılmazsa yeni ıstıraplarla devam edecektir ve biz buna 'hayır' diyoruz...
Türkiye, bu kara yazın bunaltıcı boğucu günlerini elbette derdest edip aşacaktır. Ama ilgiyle, ama sevgiyle, ama bilgiyle ama mutlaka bilinçli bir örgütlenmeyle aşılabilir... Bu ülke bizim ve bu ülkenin her karış toprağı bağımsızlık ülküsünün türküsüyle bize emanet edilmiş durumda. Kim neyi nasıl gerçekleştirdiğini düşünürse düşünsün, insanları bazen aldatmanın mümkün ama onları ilelebet aldatmanın mümkün olmadığının bilinciyle, bu ülkeyi yeniden ayağa kaldıracak gücü düşünerek ve eyleyerek birlikte oluşturacağız ve bağımsızlık bayrağımızı yine göğe, aya ve yıldızların yanına yerleştireceğiz.. Cumhuriyet mitinglerinin damaklarda bıraktığı tadı daha olgun örgütlenişlerle, yeni ilişkilerle taçlandırıp kendimizi günün bize yüklediği ve bizden beklenen görevlere hazırlayışla el ele yeni bir dalganın altında tuttuğumuzda umuda yeni bir başlangıç yapmış olacağız...
Nasıl mı olacak, işte Çankaya'da nasıl olduysa öyle... yani birilerinin yarattığı sahte yardımseverlik ve mazlumluk yanılsama bulutlarını, halkın, her şeyden önce de yoksul ve yoksun bırakılmış halkın gerçek dayanışma, işbirliği güneşini oluşturarak açığa çıkarıp dağıtarak...
Hep birlikte Çankaya'yı düşünelim... "Her yerde oylarımızı çoğalttık" diye sevinenlerin Çankaya'da niye yüzde 20 gerileyerek yüzde 24 oy aldıklarını ve cumhuriyetçilerin burada yüzde 49 oyla AKP'yi nasıl ikiye katladıkları, oylarını iki misli artırdıkları üzerinde de tekrar tekrar düşünmeliyiz... evet düşünelim ve soğukkanlılıkla, bilimin bize verdiği kuvvet ve özgüvenle çözümleyelim... işte o zaman kıymeti kendinden menkul bu siyasi fanilerin zaferinin neden, nasıl ve niçin bir atımlık barut, bir Pirus zaferi haline dönüşeceği, dönüşebileceği bir güneş kadar berrak ve apaydınlık önümüzde duracaktır... Şimdi bir yazarın benzetmeleriyle söylersek, umutla umutsuzluğun aydınlık mevsimiyle karanlık mevsiminin çarpıştığı yerde biz umudun ve aydınlık mevsiminin temsilcileri olarak güncel-aktüel sorunları, ilkelerimizin ışında yeniden yoğuracak ve yepyeni bir Türkiye yaratacağız... Çünkü bu Türkiye umudun ve fedakârlığın, azmin ve coşkunun Türkiyesi olacaktır...
Prof. Dr. Muzaffer ERYILMAZ
Çankaya Belediye Başkanı
Bu ülke bizim ve bu ülkenin her karış toprağı bağımsızlık ülküsünün türküsüyle bize emanet edilmiş durumda. Kim neyi nasıl gerçekleştirdiğini düşünürse düşünsün, insanları bazen aldatmanın mümkün ama onları ilelebet aldatmanın mümkün olmadığının bilinciyle, bu ülkeyi yeniden ayağa kaldıracak gücü düşünerek ve eyleyerek birlikte oluşturacağız ve bağımsızlık bayrağımızı yine göğe, aya ve yıldızların yanına yerleştireceğiz..
Türkiye, Türkiyem bu adsız coğrafyanın yüzyıllardır gururlu adı, 21. yüzyılın başında yaralı, parçalı... yağmur yok göklerde, hüzünse ülkemin yaylalarını, ovalarını dolaşıyor şimdi... bir ülke ki, dünyanın ilk kurtuluş savaşını vermiş, bir ülke ki kendisini bölüp-parçalayıp yönetmek isteyen düşmanların karşısına açık ve akıllara seza bir direngenlikle çıkabilmiş. Şimdi ülkem dilsiz, şimdi ülkem sönük, soluk ve kahredici emperyalist küreselleşmeci rüzgârlarla çepeçevre kuşatılmış durumda...
Demokrasinin paraya, paranın kahredici, hükmedici, parçalayıcı ve iç paralayıcı tahrikinden kuvvet alanlara yenildiği bir cici demokrasicilik ortamında Türkiye, narkoza yatırılmış bir halde bekliyor... Günümüzde düvel-i muazzama gibi sadece bu ülkeden borç tahsil etme rolünü üstlenmiş çokuluslu şirketler ve IMF, el birliğiyle bu toprakların çocuklarını adaletsizliği dillere destan yeni dünya düzenine bağlamaktan yüz geri durmuyorlar... Uygulandığı bütün ülkelerde başarısızlığı teşhir ve tescil edilmiş bir modeli, ülke ve birey sömürüsünü tek bayrağı yapmış, bütün umutları modası geçmiş gören zalim bir sisteme uyumlu hale getirip ve bunu bir yenilik gibi bize sunup gözlerimizi faş etmemizi, şaşırmamızı, yanıltıcı bir ışık oyununa kurban etmemizi istiyorlar... Hayır, bin kere hayır... Mustafa Kemal 'in çocukları olarak, bu oyunu oynayanlara oyun bozanlık etmeyi ulusal, tarihi ve vicdani bir görev addediyoruz...
ABD'nin teşvikiyle bir muz cumhuriyeti, bir müstemleke zihniyeti ile yönetilmek istenen Türkiye, kendisine biçilen bu rolü asla kabul etmemelidir... Allı-pullu demokrasicilik, Türkiye'yi mevcut egemen güç odaklarıyla "al gülüm-ver gülüm" paslaşmasıyla hem de ofsayta aldırmadan sürekli bir mağlubiyete düşürüyor, izlenimi veriyor olabilir... Oysa galip sayılır bu yolda mağlup sözündeki derin anlama kulak vermek gerek...
Zihinlerimize pranga vurmak isteyenler, gülümsememize pranga vurmak isteyenler, kalplerimizde yerinde duramayan o heyecana pranga vurmak isteyenler; aslında ulusal kuruluşlarımızı yok pahasına temellük edip el koyarak bizi bu ülkede elsiz, ayaksız ve dilsiz bırakmaya çalışıyorlar... Şimdi kimler kimlerle işbirliği yaparak bu ülkenin göz nuru alın teri kuruluşlarını haraç-mezat satarak gününü gün ediyorlar. Bunu da küresel ekonominin bir gereği olarak yutturmaya çalışıyorlar...
Evet belki bu toprakların iyi niyetle iş bekleyen, sosyal sorunlarına çözüm bekleyen insanları seçimler sırasında yaratılan onca hayaletin gerçekten de var olduğuna inanıp sandığa bir umut diyerek gidip oy kullandılar.. Ama burada biraz durup soluklanıp, dikkat kesilmemiz gerekmez mi?..
Bir yoksulun, bir köylünün, bir esnafın, bir işsizin, bir gecekondulunun talepleriyle uluslararası para babalarının istekleri aynı havuzda da, aynı iktidarda da buluşamaz... Ama ne hazindir ki Türkiye böyle bir tabloyu yaşadı. Şimdi asıl sorulması gereken soru şudur: Hem çok yoksullardan oy alan hem de çok zenginlerle gizli ve çoğu kez kirli ilişki kuran bir egemen politik grup acaba şimdi kimi aldatmaya girişecek, kimi yüzüstü bırakacaktır? Tartışılmaz şekilde elbette ki yoksulları yüzüstü bırakacak, onların oylarını bu ülkenin dışa daha çok bağımlı olması için paranın gücüne peşkeş çekecek, onlara meze yapacaktır...
Türk insanını sihirbazlık numaralarıyla elden ayaktan düşürenler, onu şimdilik kımıldayamaz hale getirenler, bunun ilelebet sürmeyeceğini, süremeyeceğini de hesap ediyor olmalılar...
Türkiye ılımlı İslam adı altında tümüyle ABD ve AB'nin uydusu, payandası haline getiriliyor... Elbette hem sosyal dayanışmaya dayalı tüm bağ ve bağlantıların adım adım tasfiye edilerek, hem de kültürel sıradanlık ve örgütsüzlükle bağ kurulup, tercihsiz bırakılmak istenen bir Türkiye, deyim yerindeyse cemaatlerin ve cemaatçiklerin at koşturduğu, etnisitenin bir kimlik aidiyeti gibi sunulup yutturulmaya çalışıldığı bir Türkiye olacaktır... Yani yurttaş kimliğinden ümmet kimliğine geri çekiliş.. Ne hazin, ne yaman bir çelişki. Bu asla kabul edilebilir bir durum değildir. Zihinlerin köreltildiği, çaresiz bırakıldığı bugünkü ortamda bu yok oluşa karşı koyamamak ağır çekim bir ölüme razı olmak demektir... Tarihen gerilemek yurttaş kimliğini karmaşa ve gerilimin kimliğine, yani ümmetçi zihniyete teslim etmek, bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüklerden birisidir...
Bize, bu ülkeye bugün reva görülen şey tam da budur... Bilinir, bir kurbağa kızgın suya atıldığında can havliyle kendisini suyun dışına atar... Ama aynı kurbağayı normal bir su kazanının içine atıp yavaş yavaş suyu ısıttığımızda, kurbağa mevcut duruma alışır, deyim yerindeyse direncini kaybeder ve haşlanır...
İşte şimdi ümidini Kafdağı'nın ardına atmış milyonlar kendilerini su ile birlikte ağır ağır haşlayanların hâlâ başka bir niyetleri olabileceği inancının ham hayaliyle yaşıyorlar. Oysa böyle bir ham hayal boşunadır... Bilinmelidir ki, psikolojik savaş aracılığıyla özellikle yurtdışından Türkiye'yi bölme emellerini gizlemeyenler önce ılımlı İslamla bu toplumu sessizliğe, tepkisizliğe, örgütsüzlüğe ve duyarsızlığa alıştırıp teslim almak istiyorlar... Bizi teslim almak isteyenlere diyoruz ki, asla teslim alamayacaksınız...
Ortadoğu'da yeni dünya düzeni modeli çerçevesinde Türkiye'yi kimliksiz, aleladeliğin, basitliğin ve sıradanlığın öncüsü gibi göstermek isteyenler her şeyden evvel kafalarını hafifçe kaldırıp haritaya göz ucuyla bakabilmelidirler... Haritaya bakıp bölgedeki hal durumunu göremeyenlere diyoruz ki, siz bu yeni düzen adı altında pazarlanan bu eski düzen oyunlara alet oldukça, bilin ki biz asla kabul etmeyeceğiz...
Şimdi Mustafa Kemal'in çocukları, O'nun bağımsızlık ülküsünün çocukları artık sahaya inmelidir... Kültürden ekonomiye, politikadan gündelik hayatın her hücresine nüfuz etmeye, yeni bir dayanışma ve kardeşlik rüzgârı yakalamaya koyulmalıdır... Türkiye ancak modern, örgütlenmiş ve hak arayışını bilinçle birleştirmiş bir halde kurtuluşa erebilir... Yoksa örgütsüzleştirilmiş, bilinç yoksunu haline getirilmiş kitlelerin, açlığın sınırında tutunmayı kendilerine reva görüp marifet sayanların isyanı Bacon 'ın deyimiyle en kötü isyandır ve bunu aç karınlar doğurur... Bizler geleceği, tok midelerle dolu beyinlerde bir arada arayacağız...
Umudu serinkanlı bir yeniden doğuşta, sürekli hesaplaşmaların, iç mücadelelerin bıktırıcı dairesi içinde değil, dışında çözmeyi bilmeliyiz. Enerjimizi birbirimizde tüketerek değil politik veya sosyal tüm alanlarda içinde yer aldığımız örgütlerde el ele vererek bir şairin deyişiyle; mutluluğu dert edinmeliyiz... Bu ülkenin mutluluğunu bu açıdan dert edindik.. ve biliyoruz ki aldatılmış bir toplumun ıstırapları yeni bir pencere açılmazsa yeni ıstıraplarla devam edecektir ve biz buna 'hayır' diyoruz...
Türkiye, bu kara yazın bunaltıcı boğucu günlerini elbette derdest edip aşacaktır. Ama ilgiyle, ama sevgiyle, ama bilgiyle ama mutlaka bilinçli bir örgütlenmeyle aşılabilir... Bu ülke bizim ve bu ülkenin her karış toprağı bağımsızlık ülküsünün türküsüyle bize emanet edilmiş durumda. Kim neyi nasıl gerçekleştirdiğini düşünürse düşünsün, insanları bazen aldatmanın mümkün ama onları ilelebet aldatmanın mümkün olmadığının bilinciyle, bu ülkeyi yeniden ayağa kaldıracak gücü düşünerek ve eyleyerek birlikte oluşturacağız ve bağımsızlık bayrağımızı yine göğe, aya ve yıldızların yanına yerleştireceğiz.. Cumhuriyet mitinglerinin damaklarda bıraktığı tadı daha olgun örgütlenişlerle, yeni ilişkilerle taçlandırıp kendimizi günün bize yüklediği ve bizden beklenen görevlere hazırlayışla el ele yeni bir dalganın altında tuttuğumuzda umuda yeni bir başlangıç yapmış olacağız...
Nasıl mı olacak, işte Çankaya'da nasıl olduysa öyle... yani birilerinin yarattığı sahte yardımseverlik ve mazlumluk yanılsama bulutlarını, halkın, her şeyden önce de yoksul ve yoksun bırakılmış halkın gerçek dayanışma, işbirliği güneşini oluşturarak açığa çıkarıp dağıtarak...
Hep birlikte Çankaya'yı düşünelim... "Her yerde oylarımızı çoğalttık" diye sevinenlerin Çankaya'da niye yüzde 20 gerileyerek yüzde 24 oy aldıklarını ve cumhuriyetçilerin burada yüzde 49 oyla AKP'yi nasıl ikiye katladıkları, oylarını iki misli artırdıkları üzerinde de tekrar tekrar düşünmeliyiz... evet düşünelim ve soğukkanlılıkla, bilimin bize verdiği kuvvet ve özgüvenle çözümleyelim... işte o zaman kıymeti kendinden menkul bu siyasi fanilerin zaferinin neden, nasıl ve niçin bir atımlık barut, bir Pirus zaferi haline dönüşeceği, dönüşebileceği bir güneş kadar berrak ve apaydınlık önümüzde duracaktır... Şimdi bir yazarın benzetmeleriyle söylersek, umutla umutsuzluğun aydınlık mevsimiyle karanlık mevsiminin çarpıştığı yerde biz umudun ve aydınlık mevsiminin temsilcileri olarak güncel-aktüel sorunları, ilkelerimizin ışında yeniden yoğuracak ve yepyeni bir Türkiye yaratacağız... Çünkü bu Türkiye umudun ve fedakârlığın, azmin ve coşkunun Türkiyesi olacaktır...
Prof. Dr. Muzaffer ERYILMAZ
Çankaya Belediye Başkanı