Börteçine9
New member
Paylaşımı öğrenerek büyüdük. Babalarımız; komşuluk tarifiyle, arkadaşlık-dostluk tarifiyle, akrabalık tarifiyle paylaşırlarken bizler izliyor, izlerken de öğreniyorduk... Komşuluk ve komşuluk hakkı çok özeldi. Komşu hakkı yedi yerde sorulacaktı. Bu yüzden komşu ve komşu hakkı mutlaka gözetilmeliydi. Ve komşu, komşunun külüne muhtaçtı!...
Varı paylaşmanın can incittiğini, “Mal canın yongasıdır!..” gibi komşunun külüne muhtaç komşuluğu inciten sözleri duymazdan gelerek “Yok”u paylaştık!... Canlar, kanlar verip acılar paylaştık hafiflesin diye...
Canımızı kafeslere tıkan sahte güçlere inat, hürriyetlerimizi paylaştık cezaevlerinde cezaevlerini erkekleştirebilmek için... Tesâdüfen düşüp birer suç makinesi olarak çıkan kader kurbanlarına, -cezaevi teamüllerini alt-üst ederek- cezaevlerini erkeklik öğreten mektepler ettik... Bazı dostlarımız, cezaevlerine “Yusufiye” falan dedi demesine ama - sohbetlerimizde yaptığımız itirazımızı ilk kez sayfalara şeh düşerek- cezaevlerini, erkeklikten bi-nasiplere inat erkekleştirerek yaşadık...
Yatağımızı paylaştık...
Kumanyamızı paylaştık...
Zamanımızı, ömrümüzü paylaştık geçmeyen zamana inat... Mahkemeden mahkemeye selamlaşarak, diyarlar arası mektuplaşarak geçmez zamanları özelleştirip güzelleştirdik... Çünkü biz, milletin makus talihini değiştirerek geri kalmışlığa kafa tutarak, kapı kulluğuna isyan ederek, hürriyetimizden taviz verip karakterimizden taviz vermeyerek pişme yolundaydık... Paylaşıyorduk. Paylaştıkça paylaşacağımız çoğalıyor, paylaşacağımız çoğaldıkça yok edilmek için koyulduğumuz cezaevlerine sığmamacasına taşıyorduk...
Ama kaya duruşluyduk!... Bize çarpan kafa yarılıyor, tosladığımız duvarları dağıtıyorduk!... Komşulukla, dostlukla, arkadaşlıkla başlayan paylaşımcılığımız, çoktaaan Ülküdaşlıkla şereflenmişti ceza evlerini paylaşmaya başladığımızda... Yokluk umurumuzda değildi... Şehâdete varan her Ülküdaşımızın haberi, inadına acıları paylaşarak çoğalmamızı sağlıyordu... İkbal kaybedenin üzüntüsünün yerini, dava adamlığı rütbesinin gururu alıyordu...
Yok etmek istiyorlardı; öldükçe çoğalıyor, çoğaldıkça şerefle ölüyorduk... İnancımız, Davamız ölümü güzelleştirmişti... Mükafatı Allah Rızası’ydı ölümlerimizin... Şüheda kervanına katılıyordu ölerek dirilenlerimiz... İkballerin en kutlusuna, en mukaddesine kavuşuyordu... Hâlâ uzun yıllardır bu kutsal ikbale, şehadet mertebesine kavuşamamanın hasretini, üzüntüsünü paylaşırız Ülküdaşlarımızla...Ve bu duygularımızı; “Bu nasıl iştir? 25 yıldır herkes Ülkücülükten alacaklı, bir boçluya rastlamadık!” şeklindeki en yetkili ağızdan duymak için de değil, Allah Rızası için susturduk!...
“Mahi derya içredür deryayı bilmez!..” gerçeği ile kendimizin farkımıza varamayan bizim inadımıza birileri, bizi fark etti!... Bir kısmımızı, cezaevlerinin adına “Yusûfiye” diyen uyutucular aldılar!... Bir kısım çaresizimiz; erkekleştirerek çıktıkları cezaevinden sonra, cezaevlerinin yumuşattığı “Baba” cıkların yanına sığındılar!...
“YOK” u paylaşarak devleşen bazı ağabeylerimiz, bazı arkadaşlarımız; “VAR” ın cazibesine kapılarak, paylaşmayı unutup küçüldüler!... Halbuki bunlara tahammülü de öğrenmiştik paylaşarak!...
“Değişilir topu da bir sokak kaltağına.” diye tariflemiştik zaten bu firelerimizi!... Bunlara hazırlıklıydık, hazırdık...
Ama bir kara 4 Nisan var ki, ona hiç hazır değildik!...
Hazır olmadığımız için, boş böğrümüzden, çenemizden aldık darbeyi!... Ve çok kuvvetli aldık!... Öylesine hazırlıksız aldığımız bir darbe ki, hâlâ groki durumdayız. Güya, teşkilatlarımız var, teşkilat genel başkanlarımız da var!... Ve artık kaçanın, terk edenin, ucuz ikbal hesaplarına ülküdaşlarını satanların peşinden giden de!... Gidenlere de yazık, gidenlerin arkasından acılarını paylaşmaya devam edenlere de!...
Mustafa ASLAN
KaynaK
Varı paylaşmanın can incittiğini, “Mal canın yongasıdır!..” gibi komşunun külüne muhtaç komşuluğu inciten sözleri duymazdan gelerek “Yok”u paylaştık!... Canlar, kanlar verip acılar paylaştık hafiflesin diye...
Canımızı kafeslere tıkan sahte güçlere inat, hürriyetlerimizi paylaştık cezaevlerinde cezaevlerini erkekleştirebilmek için... Tesâdüfen düşüp birer suç makinesi olarak çıkan kader kurbanlarına, -cezaevi teamüllerini alt-üst ederek- cezaevlerini erkeklik öğreten mektepler ettik... Bazı dostlarımız, cezaevlerine “Yusufiye” falan dedi demesine ama - sohbetlerimizde yaptığımız itirazımızı ilk kez sayfalara şeh düşerek- cezaevlerini, erkeklikten bi-nasiplere inat erkekleştirerek yaşadık...
Yatağımızı paylaştık...
Kumanyamızı paylaştık...
Zamanımızı, ömrümüzü paylaştık geçmeyen zamana inat... Mahkemeden mahkemeye selamlaşarak, diyarlar arası mektuplaşarak geçmez zamanları özelleştirip güzelleştirdik... Çünkü biz, milletin makus talihini değiştirerek geri kalmışlığa kafa tutarak, kapı kulluğuna isyan ederek, hürriyetimizden taviz verip karakterimizden taviz vermeyerek pişme yolundaydık... Paylaşıyorduk. Paylaştıkça paylaşacağımız çoğalıyor, paylaşacağımız çoğaldıkça yok edilmek için koyulduğumuz cezaevlerine sığmamacasına taşıyorduk...
Ama kaya duruşluyduk!... Bize çarpan kafa yarılıyor, tosladığımız duvarları dağıtıyorduk!... Komşulukla, dostlukla, arkadaşlıkla başlayan paylaşımcılığımız, çoktaaan Ülküdaşlıkla şereflenmişti ceza evlerini paylaşmaya başladığımızda... Yokluk umurumuzda değildi... Şehâdete varan her Ülküdaşımızın haberi, inadına acıları paylaşarak çoğalmamızı sağlıyordu... İkbal kaybedenin üzüntüsünün yerini, dava adamlığı rütbesinin gururu alıyordu...
Yok etmek istiyorlardı; öldükçe çoğalıyor, çoğaldıkça şerefle ölüyorduk... İnancımız, Davamız ölümü güzelleştirmişti... Mükafatı Allah Rızası’ydı ölümlerimizin... Şüheda kervanına katılıyordu ölerek dirilenlerimiz... İkballerin en kutlusuna, en mukaddesine kavuşuyordu... Hâlâ uzun yıllardır bu kutsal ikbale, şehadet mertebesine kavuşamamanın hasretini, üzüntüsünü paylaşırız Ülküdaşlarımızla...Ve bu duygularımızı; “Bu nasıl iştir? 25 yıldır herkes Ülkücülükten alacaklı, bir boçluya rastlamadık!” şeklindeki en yetkili ağızdan duymak için de değil, Allah Rızası için susturduk!...
“Mahi derya içredür deryayı bilmez!..” gerçeği ile kendimizin farkımıza varamayan bizim inadımıza birileri, bizi fark etti!... Bir kısmımızı, cezaevlerinin adına “Yusûfiye” diyen uyutucular aldılar!... Bir kısım çaresizimiz; erkekleştirerek çıktıkları cezaevinden sonra, cezaevlerinin yumuşattığı “Baba” cıkların yanına sığındılar!...
“YOK” u paylaşarak devleşen bazı ağabeylerimiz, bazı arkadaşlarımız; “VAR” ın cazibesine kapılarak, paylaşmayı unutup küçüldüler!... Halbuki bunlara tahammülü de öğrenmiştik paylaşarak!...
“Değişilir topu da bir sokak kaltağına.” diye tariflemiştik zaten bu firelerimizi!... Bunlara hazırlıklıydık, hazırdık...
Ama bir kara 4 Nisan var ki, ona hiç hazır değildik!...
Hazır olmadığımız için, boş böğrümüzden, çenemizden aldık darbeyi!... Ve çok kuvvetli aldık!... Öylesine hazırlıksız aldığımız bir darbe ki, hâlâ groki durumdayız. Güya, teşkilatlarımız var, teşkilat genel başkanlarımız da var!... Ve artık kaçanın, terk edenin, ucuz ikbal hesaplarına ülküdaşlarını satanların peşinden giden de!... Gidenlere de yazık, gidenlerin arkasından acılarını paylaşmaya devam edenlere de!...
Mustafa ASLAN
KaynaK