64general1
New member
- Katılım
- 14 Haz 2007
- Mesajlar
- 1,720
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Bakın, Emin Çölaşan'ı işten çıkarmakla kurtulamadınız. Gazetelerinizin "Yiyelim içelim, keyfimize bakalım…Politikadan uzak duralım" şeklindeki yayın politikası da işe yaramadı.Genel yayın müdürünüzün Başbakanlığın Dolmabahçe Şubesi'nde Erdoğan ile yaptığı son samimi' röportaj da çare olmadı ve geldik bu günlere…
Şimdi diyorsunuz ki, "Başbakan özgür medyayı susturmaya çalışıyor." Günaydın. "Şimdi soruyorum büküp boynumu; daha önceleri neredeydiniz?" Aydın Bey?
Genel yayın müdürünüz, Emin Çölaşan'ı "Bu Doğu Perinçek denilen adama arka çıkıp Başbakan'ın canını neden sıkıyorsun? Değer mi?" diye uyarmıştı ya; Allah'ın gücüne gitti demek ki…Şimdi Başbakan'ın nazarında Doğu Perinçek'ten bile daha kötü durumdasınız. Bir plazanızın basılıp evraklarınızın çuvallara doldurulmadığı, bir de tutuklanıp F Tipi'ne nakledilmediğiniz eksik…Allah korusun ama yakında o da olacak gibi geliyor bana…
Bakın, medyanız falan elinizden alınırsa kapımız size her zaman açıktır Aydın Bey. Sizi Açık İstihbarat yazarları arasında görmekten onur duyarız. Şu sağ taraftaki yazarlar sütunu pek size lâyık değil ama yaşınıza ve "sosyal statünüze' hürmeten sizin fotoğrafınızı en başa koyarız. "Ben öyle haydut kısmıyla, ipten kazıktan kurtulmuş tiplerle aynı yerde yazmam" derseniz, sizi sol taraftaki Mehmet Akif' Ersoy'un yanına da alabiliriz.
Gelelim ciddi meselelere…
Sayın Başbakan…"Benimle Hilton arazisi pazarlığı yaptılar, kabûl etmeyince yayına başladılar. Ben senin bildiğin başbakanlardan değilim…" demenizden şu sonuç çıkar:
Doğan grubu, sizinle çok uzun bir süre (neredeyse 6 yıl) "barış dönemi" yaşadığına ve sırf Hilton arazisine rezidans yapmalarına izin vermediniz diye köprüleri attıklarına göre; "izin verdiğiniz" başka işler de var. Nedir onlar Sayın Başbakan? Doğan grubu ile şimdiye kadar iyi giden ilişkilerinizin sigortası olduğu anlaşılan o projeler nedir ve bu işlerden kimler paylarını almışlardır? Önümüzdeki hafta yapacağınız açıklamalara bu bilgileri de eklerseniz seviniriz. Hem daha inandırıcı olur. "Şunları şunları verirken iyiydi de, Hilton'u vermeyince mi kötü olduk" yaklaşımını somut örneklerle desteklemiş olursunuz…
Ne oluyor ey ahalî?
Başbakan hayatında ilk kez mi "yolsuzluk" iddiaları ile karşı karşıya kalıyor ki, bu kadar kontrolsüz bir öfke seline kendisini kaptırabiliyor?
Önce şunu unutmayalım; basınla iktidar arasında uzun sürmüş "bahar havasının" ardından genellikle sert fırtınalar gelir. Verilen bazı tavizler (Emin Çölaşan'ın işten çıkarılması, manşetlerde siyasetten uzak durulması gibi) durumu idare etmeye yetmedi. Aslında bu olayda, Doğan medyası, "niyeti" kimse bilemez ama 'şeklen' hatalı görünmüyor. Ortada Almanya'da açılmış bir dava var. Bunun "haber yapılmaması" beklentisine girmek için Tayyip Erdoğan olmak lazım. Ama Sayın Başbakan her ne kadar "Ben senin bildiğin başbakanlardan değilim" dese de, bu sözler hükümetler ile büyük medya arasında her zaman bir takım "alışverişler yapılageldiği" gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Medya patronları, neticede aynı zamanda ülke ekonomisini ve siyasetini etkileyebilecek güçte büyük işadamları. En demokratik ülkelerde bile hükümetler, bu gerçeği görmezden gelerek hayatlarını idame ettiremezler. O bakımdan, medyaya karşı açılan savaşların çok enine boyuna düşünülmüş ve tasarlanmış olması gerekiyor. Aksi taktirde, kaybeden tarafın hükümetler olacağı, şimdiye kadar yaşanan örneklerle sabit. Sayın Başbakan'ın "bana yaptığın teklifleri bundan sonra bir bir açıklayacağım" şeklindeki tehdidi, (Yayın politikasını istediğimiz gibi değiştirirse açıklamayacak mısınz Sayın Başbakan. Yani, varsa 'suç'u örtbas mı edeceksiniz?) uzun vadede kendisine zarar verecek bir yaklaşım. İşadamlarının hükümetlerden her zaman belli talepleri olabilir. Bunları "açık etmekle" tehdit etmek, hem Başbakan'a "şantajcı" bir görünüm kazandıracağı, hem de bu "ifşâ etme işinin" nerelere uzanacağı kestirilemeyeceği için tehlikeli. Az önce sorduğumuz, "Hilton arazisi isteğini yerine getirmemiş olabilirsiniz, peki ya yerine getirdikleriniz?" sorusu gibi…
Bu savaş, önceden iyi planlanmış bir projeden çok Başbakan'ın öfke patlamasına dayalı bir çıkış gibi görünüyor. Bu durumda, bir noktadan sonra 'birilerinin' bu işe el koyacağını, tarafların karşılıklı geri adımlar atmaya başlayacağını öngörebiliriz. Bir müddet sonra ortaya bir takım "arabulucular" çıkacaktır. Bu "arabulucunun" kim olacağı konusunda, önceden olsa akla hemen Rahmi Koç gelirdi ama Başbakan "sakallı eleman" meselesi üzerinden onunla da köprüleri atmış durumda. TÜSİAD'ın devreye girmesi hiç olmaz; çünkü "zenginler kulubünün" başkanı Aydın Doğan'ın kızı!
Geriye iki yer kalıyor…Ya büyük futbol klüplerinin başkanları, yada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül..Evet, yanlış okumadınız; Gül. Erdoğan ile Aydın Doğan arasındaki kavganın tam da Doğan medyasının Gül'ün Ermenistan ziyaretine büyük bir destek verdiği sırada patladığını dikkatten kaçırmayalım. Doğan grubunun Abdullah Gül ile sorun yaşadığı söylenemez. Bu görev, Gül'e düşecek gibi görünüyor.
Kavganın biraz da background'una bakalım: Erdoğan Hükümeti ile Aydın Doğan medyası arasındaki ilişkiler, hiçbir zaman "tam güven" esasına dayanmadı. İki taraf da birbirine karşı genellikle ihtiyatlı oldular. Erdoğan'ın "iktidar gücünü" Doğan medyası üzerinde sık sık gösterdiğini, Doğan medyasının da bu "güç gösterilerine" aynı güçte yanıtlar veremediğini izledik 6 yıl boyunca.
POAŞ krizi, 2006 yılında çok ani ortaya çıkmıştı. Doğan'ın POAŞ'tan dolayı büyük bir vergi ödemesi ile karşı karşıya olduğunu, Aydın Doğan'ın Başbakanlığı gizlice ziyaret etmesinden kısa bir süre sonra Sabah gazetesinden okuduk. Demek ki görüşmede bir şeyler iyi gitmemişti…
Bu kez çıkış noktası farklı. Deniz Feneri Derneği hakkında dava açan, Alman adli makamları. Bu davadaki tutukluların ifadesinde yer alan Başbakan'a yönelik iddiaları gündeme getiren CHP Genel Başkanı Deniz Baykal…Baykal'ın NTV'den yaptığı bu açıklamaları haber yapan gazeteler ise Hürriyet ve Milliyet…Ve kabak Aydın Doğan'ın başına patladı.
Eğer Başbakan'ın bu zincirle ilgili 'yanlış bilgilenmesi' söz konusu değilse, Doğan'a savaş açmak için fırsat kollandığı düşüncesi akla geliyor. "Fırsat kollamanın" temelinde ise Şaban Dişli'nin başına gelenler var. Erdoğan ilk kez, muhalefetin ve medyanın ağırlığını koymasıyla bir kurmayını görevden almak zorunda kaldı. Aslında demokrasi adına olumlu bir gelişme olarak algılanması gereken bu durum, Başbakan'da "1-0 yenik duruma düştüm" psikolojisi yarattı. Üste Deniz Fener'i olayının gelmesiyle, "sistematik bir saldırı ile karşı karşıyayım" paniğine kapılındı." Üstelik bu kez işin içinde, Ergenekon sürecinden uzak durmuş olan ve NATO gemilerinin Rusya'ya karşı Karadeniz'e açılmaları olayında 'Atlantik çizgisinden' farklı bir tutum sergileyen Almanya vardı…
Erdoğan hakkında, bu güne kadar benzer pek çok iddia ortaya atıldı. Genellikle sinirleniyor bu tür yayınlara Başbakan; ancak bu kez bu kadar ağır, "her şeyi göze alan" bir tepki vermesinin en önemli nedenlerinden birisi, yaklaşan "yerel seçimler". Erdoğan, muhalefet ve medyanın "yerel seçim kozunu" "yolsuzluklar" eksenine oturtacağını anladı. Dişli olayı, yerel seçimler öncesinde bir "çorap söküğüne" dönüşebilir. Dişli gibi "zurnanın son deliği" adamların 1 milyon dolarlık işlere imza atması, diğer "büyük başların" akla ziyan rakamlarla iştigâl ettiklerini gösteriyor. Bu tehlikeli gidişatın önünü almanın en kestirme yolu, kamuoyu yaratma gücüne sahip olan medyanın püskürtülmesidir. "Büyük medya" görmezden gelirse, muhalefet istediği kadar bağırsın, dünyanın en büyük olayı bile olsa kimsenin ruhu duymaz. Erdoğan, en kestirme fakat en riskli yolu seçti.
Erdoğan-Doğan kavgasında dikkat çeken bir başka unsur, Doğan medyasının Erdoğan'la yaşadığı bu büyük gerilime rağmen, Cumhurbaşkanı Gül ile "şiir gibi" ilişkiler içinde olduğu… Sonucu başarılı olsun veya olmasın, "Kafkas İttifakı" ve "İsrail-Suriye arabuluculuğu" gibi 'Erdoğan merkezli' projeler, Doğan grubunun gazetelerinde fazla itibar görmezken, Gül'ün Ermenistan ziyareti göklere çıkarıldı. Ve Gül'ün şimdiye kadar Doğan grubu aleyhine tek kelime ettiği görülmüş değil.
Yaklaşan yerel seçimler öncesi "yolsuzluk çanlarının" çalmaya başlaması, belli ki Erdoğan'ın uykularını kaçırıyor.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakan'ını sinir küpüne çeviren bir şey daha var…Yaşar Büyükanıt (hatta Hilmi Özkök'ün) referanslarıyla göreve başlamasına onay verdiği Orgeneral İlker Başbuğ, biraz şahsına münhâsır ve "sürprizci" bir komutan çıktı. Bana göre Sayın Başbakan boş yere endişeleniyor ama "Kandıra ziyareti", "Başbuğ konusunda yanıltıldım mı?" şeklindeki zehirli şüpheyi yarattı bir kez…Bakmayın Erdoğan'ın "Bu insani bir ziyarettir" şeklinde olumlu mesajlar vermesine…Bu durum, AKP'nin yüksek 'karar kulelerini" alarma geçirdi. Ordu'nun tavrının, Ergenekon'daki dengeleri tamamen altüst edeceği kim ne derse desin bir gerçek. Ergenekon davası sarpa sarar, bir de yolsuzluk dosyaları yağmaya başlarsa…
İnsanı, cüppesini giydiği Yahudi kuruluşları bile kurtaramaz…
Kaynak: Fatma Sibel Yüksek-Açık İstihbarat
http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=7834
Şimdi diyorsunuz ki, "Başbakan özgür medyayı susturmaya çalışıyor." Günaydın. "Şimdi soruyorum büküp boynumu; daha önceleri neredeydiniz?" Aydın Bey?
Genel yayın müdürünüz, Emin Çölaşan'ı "Bu Doğu Perinçek denilen adama arka çıkıp Başbakan'ın canını neden sıkıyorsun? Değer mi?" diye uyarmıştı ya; Allah'ın gücüne gitti demek ki…Şimdi Başbakan'ın nazarında Doğu Perinçek'ten bile daha kötü durumdasınız. Bir plazanızın basılıp evraklarınızın çuvallara doldurulmadığı, bir de tutuklanıp F Tipi'ne nakledilmediğiniz eksik…Allah korusun ama yakında o da olacak gibi geliyor bana…
Bakın, medyanız falan elinizden alınırsa kapımız size her zaman açıktır Aydın Bey. Sizi Açık İstihbarat yazarları arasında görmekten onur duyarız. Şu sağ taraftaki yazarlar sütunu pek size lâyık değil ama yaşınıza ve "sosyal statünüze' hürmeten sizin fotoğrafınızı en başa koyarız. "Ben öyle haydut kısmıyla, ipten kazıktan kurtulmuş tiplerle aynı yerde yazmam" derseniz, sizi sol taraftaki Mehmet Akif' Ersoy'un yanına da alabiliriz.
Gelelim ciddi meselelere…
Sayın Başbakan…"Benimle Hilton arazisi pazarlığı yaptılar, kabûl etmeyince yayına başladılar. Ben senin bildiğin başbakanlardan değilim…" demenizden şu sonuç çıkar:
Doğan grubu, sizinle çok uzun bir süre (neredeyse 6 yıl) "barış dönemi" yaşadığına ve sırf Hilton arazisine rezidans yapmalarına izin vermediniz diye köprüleri attıklarına göre; "izin verdiğiniz" başka işler de var. Nedir onlar Sayın Başbakan? Doğan grubu ile şimdiye kadar iyi giden ilişkilerinizin sigortası olduğu anlaşılan o projeler nedir ve bu işlerden kimler paylarını almışlardır? Önümüzdeki hafta yapacağınız açıklamalara bu bilgileri de eklerseniz seviniriz. Hem daha inandırıcı olur. "Şunları şunları verirken iyiydi de, Hilton'u vermeyince mi kötü olduk" yaklaşımını somut örneklerle desteklemiş olursunuz…
Ne oluyor ey ahalî?
Başbakan hayatında ilk kez mi "yolsuzluk" iddiaları ile karşı karşıya kalıyor ki, bu kadar kontrolsüz bir öfke seline kendisini kaptırabiliyor?
Önce şunu unutmayalım; basınla iktidar arasında uzun sürmüş "bahar havasının" ardından genellikle sert fırtınalar gelir. Verilen bazı tavizler (Emin Çölaşan'ın işten çıkarılması, manşetlerde siyasetten uzak durulması gibi) durumu idare etmeye yetmedi. Aslında bu olayda, Doğan medyası, "niyeti" kimse bilemez ama 'şeklen' hatalı görünmüyor. Ortada Almanya'da açılmış bir dava var. Bunun "haber yapılmaması" beklentisine girmek için Tayyip Erdoğan olmak lazım. Ama Sayın Başbakan her ne kadar "Ben senin bildiğin başbakanlardan değilim" dese de, bu sözler hükümetler ile büyük medya arasında her zaman bir takım "alışverişler yapılageldiği" gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Medya patronları, neticede aynı zamanda ülke ekonomisini ve siyasetini etkileyebilecek güçte büyük işadamları. En demokratik ülkelerde bile hükümetler, bu gerçeği görmezden gelerek hayatlarını idame ettiremezler. O bakımdan, medyaya karşı açılan savaşların çok enine boyuna düşünülmüş ve tasarlanmış olması gerekiyor. Aksi taktirde, kaybeden tarafın hükümetler olacağı, şimdiye kadar yaşanan örneklerle sabit. Sayın Başbakan'ın "bana yaptığın teklifleri bundan sonra bir bir açıklayacağım" şeklindeki tehdidi, (Yayın politikasını istediğimiz gibi değiştirirse açıklamayacak mısınz Sayın Başbakan. Yani, varsa 'suç'u örtbas mı edeceksiniz?) uzun vadede kendisine zarar verecek bir yaklaşım. İşadamlarının hükümetlerden her zaman belli talepleri olabilir. Bunları "açık etmekle" tehdit etmek, hem Başbakan'a "şantajcı" bir görünüm kazandıracağı, hem de bu "ifşâ etme işinin" nerelere uzanacağı kestirilemeyeceği için tehlikeli. Az önce sorduğumuz, "Hilton arazisi isteğini yerine getirmemiş olabilirsiniz, peki ya yerine getirdikleriniz?" sorusu gibi…
Bu savaş, önceden iyi planlanmış bir projeden çok Başbakan'ın öfke patlamasına dayalı bir çıkış gibi görünüyor. Bu durumda, bir noktadan sonra 'birilerinin' bu işe el koyacağını, tarafların karşılıklı geri adımlar atmaya başlayacağını öngörebiliriz. Bir müddet sonra ortaya bir takım "arabulucular" çıkacaktır. Bu "arabulucunun" kim olacağı konusunda, önceden olsa akla hemen Rahmi Koç gelirdi ama Başbakan "sakallı eleman" meselesi üzerinden onunla da köprüleri atmış durumda. TÜSİAD'ın devreye girmesi hiç olmaz; çünkü "zenginler kulubünün" başkanı Aydın Doğan'ın kızı!
Geriye iki yer kalıyor…Ya büyük futbol klüplerinin başkanları, yada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül..Evet, yanlış okumadınız; Gül. Erdoğan ile Aydın Doğan arasındaki kavganın tam da Doğan medyasının Gül'ün Ermenistan ziyaretine büyük bir destek verdiği sırada patladığını dikkatten kaçırmayalım. Doğan grubunun Abdullah Gül ile sorun yaşadığı söylenemez. Bu görev, Gül'e düşecek gibi görünüyor.
Kavganın biraz da background'una bakalım: Erdoğan Hükümeti ile Aydın Doğan medyası arasındaki ilişkiler, hiçbir zaman "tam güven" esasına dayanmadı. İki taraf da birbirine karşı genellikle ihtiyatlı oldular. Erdoğan'ın "iktidar gücünü" Doğan medyası üzerinde sık sık gösterdiğini, Doğan medyasının da bu "güç gösterilerine" aynı güçte yanıtlar veremediğini izledik 6 yıl boyunca.
POAŞ krizi, 2006 yılında çok ani ortaya çıkmıştı. Doğan'ın POAŞ'tan dolayı büyük bir vergi ödemesi ile karşı karşıya olduğunu, Aydın Doğan'ın Başbakanlığı gizlice ziyaret etmesinden kısa bir süre sonra Sabah gazetesinden okuduk. Demek ki görüşmede bir şeyler iyi gitmemişti…
Bu kez çıkış noktası farklı. Deniz Feneri Derneği hakkında dava açan, Alman adli makamları. Bu davadaki tutukluların ifadesinde yer alan Başbakan'a yönelik iddiaları gündeme getiren CHP Genel Başkanı Deniz Baykal…Baykal'ın NTV'den yaptığı bu açıklamaları haber yapan gazeteler ise Hürriyet ve Milliyet…Ve kabak Aydın Doğan'ın başına patladı.
Eğer Başbakan'ın bu zincirle ilgili 'yanlış bilgilenmesi' söz konusu değilse, Doğan'a savaş açmak için fırsat kollandığı düşüncesi akla geliyor. "Fırsat kollamanın" temelinde ise Şaban Dişli'nin başına gelenler var. Erdoğan ilk kez, muhalefetin ve medyanın ağırlığını koymasıyla bir kurmayını görevden almak zorunda kaldı. Aslında demokrasi adına olumlu bir gelişme olarak algılanması gereken bu durum, Başbakan'da "1-0 yenik duruma düştüm" psikolojisi yarattı. Üste Deniz Fener'i olayının gelmesiyle, "sistematik bir saldırı ile karşı karşıyayım" paniğine kapılındı." Üstelik bu kez işin içinde, Ergenekon sürecinden uzak durmuş olan ve NATO gemilerinin Rusya'ya karşı Karadeniz'e açılmaları olayında 'Atlantik çizgisinden' farklı bir tutum sergileyen Almanya vardı…
Erdoğan hakkında, bu güne kadar benzer pek çok iddia ortaya atıldı. Genellikle sinirleniyor bu tür yayınlara Başbakan; ancak bu kez bu kadar ağır, "her şeyi göze alan" bir tepki vermesinin en önemli nedenlerinden birisi, yaklaşan "yerel seçimler". Erdoğan, muhalefet ve medyanın "yerel seçim kozunu" "yolsuzluklar" eksenine oturtacağını anladı. Dişli olayı, yerel seçimler öncesinde bir "çorap söküğüne" dönüşebilir. Dişli gibi "zurnanın son deliği" adamların 1 milyon dolarlık işlere imza atması, diğer "büyük başların" akla ziyan rakamlarla iştigâl ettiklerini gösteriyor. Bu tehlikeli gidişatın önünü almanın en kestirme yolu, kamuoyu yaratma gücüne sahip olan medyanın püskürtülmesidir. "Büyük medya" görmezden gelirse, muhalefet istediği kadar bağırsın, dünyanın en büyük olayı bile olsa kimsenin ruhu duymaz. Erdoğan, en kestirme fakat en riskli yolu seçti.
Erdoğan-Doğan kavgasında dikkat çeken bir başka unsur, Doğan medyasının Erdoğan'la yaşadığı bu büyük gerilime rağmen, Cumhurbaşkanı Gül ile "şiir gibi" ilişkiler içinde olduğu… Sonucu başarılı olsun veya olmasın, "Kafkas İttifakı" ve "İsrail-Suriye arabuluculuğu" gibi 'Erdoğan merkezli' projeler, Doğan grubunun gazetelerinde fazla itibar görmezken, Gül'ün Ermenistan ziyareti göklere çıkarıldı. Ve Gül'ün şimdiye kadar Doğan grubu aleyhine tek kelime ettiği görülmüş değil.
Yaklaşan yerel seçimler öncesi "yolsuzluk çanlarının" çalmaya başlaması, belli ki Erdoğan'ın uykularını kaçırıyor.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakan'ını sinir küpüne çeviren bir şey daha var…Yaşar Büyükanıt (hatta Hilmi Özkök'ün) referanslarıyla göreve başlamasına onay verdiği Orgeneral İlker Başbuğ, biraz şahsına münhâsır ve "sürprizci" bir komutan çıktı. Bana göre Sayın Başbakan boş yere endişeleniyor ama "Kandıra ziyareti", "Başbuğ konusunda yanıltıldım mı?" şeklindeki zehirli şüpheyi yarattı bir kez…Bakmayın Erdoğan'ın "Bu insani bir ziyarettir" şeklinde olumlu mesajlar vermesine…Bu durum, AKP'nin yüksek 'karar kulelerini" alarma geçirdi. Ordu'nun tavrının, Ergenekon'daki dengeleri tamamen altüst edeceği kim ne derse desin bir gerçek. Ergenekon davası sarpa sarar, bir de yolsuzluk dosyaları yağmaya başlarsa…
İnsanı, cüppesini giydiği Yahudi kuruluşları bile kurtaramaz…
Kaynak: Fatma Sibel Yüksek-Açık İstihbarat
http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=7834