Id Software’i FPS türünün babası yapan oyunlara aşinaysanız, İngiliz Splash Damage ile de öyle veya böyle bir şekilde tanışıklığınız vardır. Belki Doom 3’ün çoklu oyuncu modlarından, belki Return to Castle Wolfenstein’ın büyük beğeni toplayan çoklu oyuncu odaklı genişleme paketi Enemy Territory’den ya da son yılların en iyi takım tabanlı FPS’lerinden biri olarak gösterebileceğimiz Enemy Territory: Quake Wars’tan. Bu oyunlardan birini daha önce hiç oynamamış olsanız bile, Splash Damage’in son yıllarda FPS oyunlarını etkisi altına alan karakter geliştirme ve özelleştirme modasının öncülerinden biri olduğunu belirtmem, bugün burada neyle karşı karşıya olduğumuzu anlamanıza yardımcı olacaktır muhtemelen.

Brink, pek çok açıdan piyasadaki çeşitli oyunların bir karışımı gibi aslında. Son bir yıldır yayınlanan videoları izlediyseniz; Mirror’s Edge’in parkour tarzı hareket mekaniklerinin, Team Fortress’ın takım oyununa odaklanan sınıf tabanlı oynanışının, Quake Wars’un görev odaklı oyun mantığının, Left 4 Dead’in hafif hikaye anlatımıyla çoklu oyuncu deneyimini bir araya getiren oyun tasarımının, Halo’nun düşmanı öldürmek için şarjör üstüne şarjör harcadığımız shooter mekaniklerinin, bugüne kadar bir FPS oyununda görmediğimiz kadar detaylı bir karakter özelleştirme sisteminin ve Soundgarden’ın Black Hole Sun videosundan fırlamış gibi duran karakterlerin Brink çatısı altında bir araya geleceğini biliyor olmalısınız. Biraz karışık olduğunun farkındayım. Tıpkı bugünlerde Brink’e karşı beslenen duygular gibi.
Sözün özü; ciddi takım oyunu, görev bilinci, karakter özelleştirme ve artistik tasarım... Bu kavramlar sizin için bir anlam ifade ediyorsa ve tek kişilik senaryo adına da büyük beklentileriniz yoksa, Splash Damage’in uzun süredir merakla beklenen ilk “orijinal” oyunu Brink’in distopik dünyasına hoşgeldiniz diyebilirim.

Brink, bizleri 2045 yılında küresel ısınma sonucu %90’ı sular altında kalmış geleceğin dünyasında insanoğlunun kurtuluşu için tek umut haline gelmiş yapay bir adaya, ARK’a konuk ediyor. Ne var ki, kendi kendine yetebilecek şekilde tasarlanmış bu yüzen “cennet”, okyanusların yükselmesiyle birlikte binlerce insanın akınına uğramış ve adanın 5000 kişiye yaşam olanağı sağlayabilecek doğası, bir anda onbinlerin umutsuz sığınağına dönüşmüştür.
Adayı ayakta tutan teknolojinin çökerek kaynakların hızla tükenmeye başlaması ise, kısa süre içerisinde adayı şiddetli bir iç savaşa sürüklemiştir. Bir yanda, adada güvenliği ve düzeni sağlayarak onu tekrar yaşanır bir yer haline getirmek için mücadele eden Security güçleri. Diğer yanda ise, her geçen gün daha da artan baskılar sonucu kendilerini adanın kenar mahallelerinde sıkışmış birer mahkum gibi hissetmeye başlamış ve dünyanın yüksek bölgelerinde hayatta kalmayı başaran başka insanların olabileceği umuduyla Ark’ın geriye kalan son kaynaklarını da alıp yeni bir medeniyet kurmak için adadan kaçmanın yollarını arayan Resistance.

İşte Brink, tam bu noktada start alıyor ve bizden bir soruyu yanıtlamamızı istiyor. Bu mücadelenin hangi tarafında yer alacağız? Ark’ı kurtarmak mı; yoksa git gide bir hapishaneye dönüşen bu adadan çaresizce kaçmak mı?