
Uzaylıların bir western kasabasını istila etmesine odaklanan “Kovboylar ve Uzaylılar”, ne hikmetse 1950’lerde çekilmiş izlenimi veriyor. Zira türlerin o zamanki hakim formüllerini uygulamaya kalkınca günümüzden bir portre çizmeyi becerememiş. Öteki tablosunun ‘Irak Savaşı’ bağlantılı olduğu kesin olsa da uzaylıların hareketlerinin ‘atari oyunu’ seviyesinde kalması kuşkusuz günümüzün playstation jenerasyonu için kaçınılmaz bir ‘teknolojik boyutsuzluk’ yaratmış. Ela gözlü insan-uzaylı melezi tiplerin Yeşilçam filmlerinden kopmuş ucuz halleri de bu duruma omuz vermiş. Böylece filmden geriye kalan sadece görüntü yönetmeni Matthew Libatique ve iki söz ile bu formülün ‘alaycı’ bir yapıyla başarılı olabileceğini kavrayabilen Sam Rockwell olmuş.
'Kovboylar ve Uzaylılar' fragmanı için tıklayınız...
Amerikalılar’ın söylediği tam adıyla ‘space western’, bilimkurgu ile western’i iç içe geçiren, ancak bunların motiflerini uzayda bir araya getiren melez bir alt türdür. Ancak yedinci sanatın tarihinde çok fazla örnekle temsil edilmemiştir. İşin doğrusu bu konuda tek çığır açıcı örnek “Westworld”dür (1973). Michael Crichton’ın başyapıtı, yarattığı ‘robotların hakimiyetindeki yapma evren’ portföyüyle “1984”den (1984) “Matrix”e (1999) uzanan bir skalada derin iz bırakmıştır.
Türlerin 50’lerde kullanılan kalıplarından yola çıkmış
Ancak “Kovboylar ve Uzaylılar”ın (“Cowboys and Aliens”, 2011) öyle bir alandan seslenme arzusu olduğunu söylemek zor. Bu doğrultuda da karşımızdaki, daha çok klasik western ile uzaylı istilası filmini iç içe geçirip, birbirine zıt bu iki alt türden ‘melez ve farklı’ bir formül yaratma çabasında bir ürün. ‘Bunu ne kadar başarmış?’ diye soracak olursanız, sadece bilimkurgu ve western’in 1950’lerdeki kalıplarıyla açıklanabilecek bir projenin varlığından söz edebiliriz.
Zira çizgi roman uyarlaması olmasına karşın uzaylıları ve hareketlerini minimalize eden yapıtın, onların 19. yüzyıl western algısının içindeki ‘cadı’ ya da ‘iblis’ olarak anılmasından beslenmiş. Bu bağlamda kovboyun savaşabileceği düzeyde ve mantıkta bir ırk yaratmış. Lafın özü temelde ‘Transformers’ serisinin başarısı ile üreyen bir eserle yüzleşsek de, halihazırdaki filmin akrabalık kurduğu formatın bu olmadığı kesin.
Favreau’nun yapıtının daha çok 1950’lerin ‘insanların içine girme yetisine sahip uzaylıların istilası’ alt-alt türünün izini sürdüğü söylenebilir. Bu doğrultuda da “Ceset Yiyicilerin İstilası” (“The Invasion of Body Snatchers”, 1956), “The Quatermass Xperiment” (1955) ve “The Blob” (1958) gibi akrabası olduğu eserlerden yola çıktığı kesin. Buna paralel olarak başından itibaren ‘tek karakter’ odaklı yürüyen bu filmlerin ‘insan-uzaylı kırması ekip’ üzerine çevrilmesine kafa yorulmuş gibi sanki.
Ben kör genç bir dilenciyim…
Aslında fikir bazında yeterli bir durum var karşımızda. Bunu kabul edelim. Ancak Favreau’nun bu western dönemindeki ‘uzaylı’ya yaklaşım meselesini fazla ciddiye alması filmin aleyhine olumsuz olarak yansımış. Bu durum da ‘aval aval bakan, ela gözlü uzaylı-insan kırması tipler’in; Yeşilçam melodramlarındaki kör karakterlerin haline kadar inip Kemal Sunal ile Halit Akçatepe’nin “Şaban oğlu Şaban”da (1977) söylediği ‘ben kör genç bir dilenciyim’ şarkısını hatırlatmasına yol açmış.
Özellikle aşk hikayesi, Daniel Craig’in seçilme sebebi, bir flashback sahnesi ve bir toplu kaos sahnesinde böylesi bir işlev üstlenmiş “Kovboylar ve Uzaylılar”. Bunun da sebebi durumun fazla ciddiye alınıp, minimal ve kirpi gibi çöl hayvanlarının rengini taşıyan uzaylı yaratıklarla aynı ölçüde detaycı bir dramatik yapı sunulmaması.
Projenin ruhuna sadece Sam Rockwell uyum sağlamış
Sadece doktor karakterini canlandıran Sam Rockwell’in ‘kovboylar uzaylılara karşı’ durumuna yaptığı yorum ve onları ‘iblis’ sanma ile ilgili alaycı bakışı, filmin tavrına uygun bir hareket sunmuş.
Rockwell de ela gözlü olduğu için seçilen Craig’in demode macera kahramanı ve Ford’un idare eden tecrübeli adam tiplemelerinin arasından sıyrılıp, Olivia Wilde’ın parlamak için kendini yırtmasına destek verir hale gelmiş. Üstelik bunu iki sözde yapabilmesi ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu kanıtlıyor.
Edgar Wright çare olabilirmiş
Uzun lafın kısası isminin iddialı melez formülünü ‘komedi’ öğeleriyle harmanlayarak Edgar Wright gibi bir isme ihtiyaç duymuş halihazırdaki proje. Onu bulmaktan ziyade Favreau gibi işini yapıp setten ayrılan bir memur yönetmenle yüzleşince ise, 50’lerde zirve yapan klasik western ile B sınıf ürünler veren bilimkurgunun bir araya geldiği bir karışımdan ötesi olamamış.
Bu noktada sadece Matthew Libatique’in flashbacklere ve uzaylıların bakış açısı sahnelerine getirdiği de-sature renkler ve farklı kamera çeşitleriyle yakaladığı bakışı ayırabiliriz. Zira filmi, geçen sene izlediğimiz fantastik tonlu western “Jonah Hex” (2010) kadar çöp durmaktan kurtaran yegane faktörlerden biri bu. Onun dışında kızılderili yerine konan uzaylılar ile insanların mücadelesinde, ‘kasabaya gelen yabancı’ formüllü bir klasik western hikayesi hakimiyet kuruyor. Anlayacağınız tek değişen şey de proje aşamasında kalmış.
FİLMİN NOTU: 4
Künye:
Kovboylar ve Uzaylılar (Cowboys & Aliens)
Yönetmen: Jon Favreau
Oyuncular: Daniel Craig, Harrison Ford, Olivia Wilde, Paul Dano, Sam Rockwell, Abigail Spencer
Süre: 118 dk.
Yapım Yılı: 2011

TARİHİ KARAKTERE ‘DESTANSI AŞK’ UYGULAMASI
Goethe’nin de duygusal olabildiğini anlatmak için çekilmiş, hukuk eğitiminden ilk şiir kitabına uzanan sürece odaklanan bir yapıt. Sinemaskop oranında kalıbına uydurulmuş keyifli bir ergenlik ve romantizm seyirliği sunsa da bunu destansı aşk filmi olarak konumlandırmayı seçmiş “Goethe’nin İlk Aşkı”. Bu da birazcık ‘demode’ sulardan seslenmesine yol açıyor filmin.
'Goethe'nin İlk Aşkı' fragmanı için tıklayınız...
Tam adıyla Johann Wolfgang von Goethe, şüphesiz sinemaya sayısız kez ‘hayat kesitleri’ ile yansımış bir isim. Ancak hiçbiri burada olduğu gibi bu süreçten ‘destansı aşk filmi’ çıkarma yanlısı oldu mu ondan pek emin değiliz. Alman TV piyasasında buna yakın bir şeyler görüldüğü konusunda tahminlerimiz kuvvetli.
Goethe’nin ilk kitabının çevresinde yaşananlar
Modern Alman edebiyatının 18 ve 19. yüzyıla damga vurmuş bu isminin buradaki hali ise ilk eğitim süreci odaklı yürüyor. Hukuk öğrencisi Goethe’nin aşkları ve mücadelelerinin arasından filizlendirdiği şiir kitabının hikayesi bir bakıma sunulan. İsim olmadan ortaya çıkan ‘insanlık’ sürecinden de ‘tarihsel figürün görmediğimiz hali’ ile sıyrılmış ve ilginçlik depolamış. “Goethe’nin İlk Aşkı” (“Goethe”, 2010), azim, tutku, sevgi ve ergenlik mücadelesinin sinemasal karşılığına odaklanmış.
Filmin bu temelden “Rüzgar Gibi Geçti” (“Gone with the Wind”, 1939), “Casablanca” (1942) gibi filmlerden alışık olduğumuz ama tarihi geçmiş bir destansı aşk filmi çıkarması şaşırtıcı değil. Zira bizde de Atatürk’ün böylesi amaçlar doğrultusunda incelenmesi şart. Bu sebeple Stölzl’ün projesi için sinemaskop formatında keyifli bir seyirlik demek mümkün.
Gerçek bir özel ilgi filmi
Zira kurgucusu ve görüntü yönetmeninden de güç alarak kostümlü halleri akıcı bir dille servis ediyor. Bu noktada yönetmenin ‘genel plan’ alma konusunda bütçesel sarsıntı yaşadığı apaçık olsa da Goethe’nin aşkı için verdiği mücadelenin ‘ruh hali’ne yansımalarını kurgu teknikleriyle yakalayabildiği ortada.
Buna istinaden birazcık ele aldığı türün demodeliğine ve Hollywood’dan uzaklığına takılmış bir proje izliyoruz. Bu da zaten ‘Goethe’nin yaşamından kesitler görmek isteyen seyirci için çok ‘bayağı’ durmayacaktır, bizim için olsa da... “Goethe’nin İlk Aşkı”, gerçek bir özel ilgi filmi.
FİLMİN NOTU: 3.4
Künye:
Goethe’nin İlk Aşkı (Goethe!)
Yönetmen: Philip Stölzl
Oyuncular: Alexander Fehling, Miriam Stein, Moritz Bleibtreu, Volker Bruch, Burghart Klaußner
Süre: 100 dk.
Yapım Yılı: 2010