Kurşuni bir gökyüzü... Yağmur damlacıkları iğne olmuş, Karadeniz'in serin sularına düşüyor... Düşen her yağmur damlası, suyun yüzeyinde kendi halkasını oluşturmakla meşgul...
1920'lerde Karadeniz'in serin suları taşımış, Kuvayi Milliyeye katılmak isteyenleri, İstanbul'dan Anadolu'nun bozkırlarına...
O dönemin yeni yetme şairi de bir vapura gizlice binerek geçmiş Anadolu'ya... Ve yıllar sonra o dönemi bir nakış gibi işlemiş sararmış kağıtlara, üstelik dört duvar arasında...
" Onlar ki toprakta karınca
suda balık
havada kuş kadar
çokturlar
korkak,
cesur,
cahil,
hakim
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır..."
20'lerin yeni yetme şairi, 50'lerde vatan haini damgasıyla açılır yeniden Karadeniz'in hırçın sularına, canı gibi sevdiği memleketinden kaçmak için...
"Sade seni düşündüm kestanenin altında
sade seni, yani Memedi
sade seninle Memedi, yani memleketi..."
20'lerde halkının yanında omuz omuza çarpışması için onu Anadolu'ya geçiren Karadeniz, 50'lerde sevdiklerine ve halkına kavuşması için yegane engel haline gelmiştir.
"Çok yorgunum, beni bekleme kaptan
Seyir defterini başkası yazsın
Kubbeli, çınarlı, mavi bir liman
Beni o limana çıkaramazsın"
Hapishanelerin duvarları rutubetlidir, ev sahiplerinin gamı hiç kurumadığından... Ve yalnız büyük suçlulara ayak bağı olabilecek küçük suçlular ev sahibidir orada... Bir de "bu ölümlü bu yaşana0sı dünyada, bu bezirgan saltanatı, bu zulüm" bitsin diyenler... O da bu yüzden yatmıştır yıllarca " dört duvar" arasında... Ve her ev sahibi gibi zorluklar yaşamış, çileler çekmiştir...
" Belki bu halin
fizyolojik psikolojik filan izahı vardır.
Belki de sebep buna
bana aylardır kendi sesimden başka
insan sesi duyurmayan
bu demirli pencere
bu toprak testi
bu dört duvardır..."
"Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar
benden uzak, bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum"
Nazım Hikmet yaşadığı tüm bu haksızlıklara karşın yaşama sevincinden hiçbir şey kaybetmemiştir.
" Diyelim ki hapisteyiz, yaşımızda elliye yakın
daha da on sekiz sene olsun açılmasına
demir kapının.
Yine de dışarıyla beraber yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani duvarın arkasındaki dışarıyla.
Yani nasıl ve nerde olursak olalım,
hiç ölünmeyecekmiş
gibi yaşanacak..."
Nazım Hikmet' in şiirleri, Türk edebiyatına hem şekil hem de içerik bakımından devrimci bir soluk getirmiştir. Biçimsel özelliklerle öze uygun olarak istediği gibi oynayan şair, gerektiğinde dizeleri parçalamış, söz gruplarını hatta sözcükleri kırarak bunları merdiven gibi basamaklandırmıştır. Kafiyeyi ve vezni, yine öze uygun olarak gerektiğinde kullanmıştır. Nazım Hikmet' in şiirde öz ve şekil ilişkisi konusunda fikirleri şöyledir: "Şahsen kendimse, şekli öylesine öze uydurmak istiyorum ki şekil özü bir kat daha belirtsin, ama kendisi, yani şekil belli olmasın. Güzel bir kadın bacağını bir kat daha güzelleştiren fakat kendisi belli olmayan ince bir çorap gibi."
Çok sesli bir orkestrayı andıran şiirleri, içerik bakımından toplumcu ve devrimcidir. Nazım Hikmet eserlerinde gelecek güzel günlere olan inancını, devrimci fikirlerini, insan ve doğa sevgisini, memleket hasretini lirik bir söyleyişle vurgulamıştır.
Evet gerçekten de şiir, 62 yıllık ömründe Nazım Hikmet' in en iyi "yoldaşı" olmuştur. Ve yoldaşından yapmasını istediği bazı şeyler vardır.
"Sıska öküzün yanına koşulup şiirlerimiz
toprağı sürebilmeli
Pirinç tarlalarında bataklığa girebilmeli
dizlerine kadar
Bütün soruları sorabilmeli
Bütün ışıkları derebilmeli
Yol başlarında durabilmeli
kilometre taşları gibi şiirlerimiz
Yaklaşan düşmanı herkesten önce görebilmeli
Cengelde tamtamlara vurabilmeli
Ve yeryüzünde atomlu tek esir yurt,
tek esir insan
Gökyüzünde atomlu tek bulut
kalmayıncaya kadar
Malı mülkü aklı fikri canı
neyi varsa verebilmeli
büyük hürriyete şiirlerimiz..."
Kavganın şairidir Nazım Hikmet... Kavgası insanların özgür ve eşit olacağı bir dünya içindir... Bu uğurda verdiği mücadeleden dolayı her ne kadar " ümidin düşmanları, akarsuyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanları" ona çileler çektirdilerse de o kavgasından vazgeçmemiş, insanlara ısrarla ve inatla kavgayı öğütlemiştir...
"Kız olsun oğlan olsun, kaç yaşında olursa olsun
yavrum düşmesin istiyorum hapislere,
güzelden, haklıdan, barıştan yana diye...
Fakat malum, kızım yahut oğlum
gecikirse suların ışıması
DÖVÜŞECEKSİN.
Ve hatta..."
Sevdanın şairidir Nazım Hikmet... Doktorların "aşık olursan en fazla üç yıl yaşarsın" dediği bir dönemde aşkı ( "saçları saman sarısı, kirpikleri mavi" Vera'yı) tercih etmiş bir sevda adamıdır... Çiçekli bir bahçede kokusu fark edilen nergis gibi, sevda fark ettirir kendini Nazım Hikmet' in şiirinde...
"Ne güzel şey hatırlamak seni, yazmak sana dair,
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek:
Filanca gün falanca
yerde söylediğin söz,
kendisi değil edasındaki dünya...
Ne güzel şey hatırlamak seni,
sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine:
bir çekmece,
bir yüzük...
Ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen fırlayarak
yerimden penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine sana yazdıklarımı
bağıra bağıra okumalıyım..."
Hasretin şairidir Nazım Hikmet... Yıllarca onu sudan bahanelerle mahkum edenler, hapisten çıktıktan sonra, bahriyeyi yıllarca önce bitirdiğini, subay iken hastalığından dolayı çürüğe çıkarıldığını söylemesine ve bunu raporlarla kanıtlamasına rağmen, askere çağırırlar. 50 yaşında hasta haliyle iki yıllık askerliği kaldıramayacağını bilen Nazım Hikmet, Rusya'ya kaçar. Bakanlar Kurulu da 1951 yılında aldığı bir kararla, Nazım Hikmet' i Türk vatandaşlığından çıkarır. Ve ülkeyi terk edişinden ölümüne kadar geçen 13 yıl boyunca Rusya'nın karlı toprakları, Nazım Hikmet' in memleketine ve sevdiklerine duyduğu özlemle kavrulur.
"Sen esirliğim ve hürriyetimsin:
Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin
Sen memleketimsin.
Sen ela gözlerinde yeşil hareler,
Sen, büyük, güzel ve muzaffer
Ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan
hasretimsin..."
Dünyaca ünlü bir şair olmasına rağmen, Nazım Hikmet ülkesinde yıllarca yasaklı kalmıştır. Fakat geçen her yıl boyunca,Nazım Hikmet yavaş yavaş daha özgürce okunur, hakkında daha özgürce konuşulur hale gelmiştir. Medya da giderek Nazım Hikmet' e geniş yer ayırmaktadır.
Fakat özellikle medyada, Nazım Hikmet bir nostalji kahramanı olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Romantik, isyankar ama fikirleri geçerliliğini yitirmiş bir çizgi roman figürü...
Elbette Nazım Hikmet' in ölümünden bu yana geçen 44 yılda, dünyada pek çok değişiklik olmuştur. Ama değişmeyen bazı şeyler de vardır... Hala açlık ve yoksulluk dünyayı kasıp kavurmaktadır; hala süper(!) devlet, yoksul toprakları bombalamaktadır; hala "insan insana kulluk yapmaktadır"... İşte tam da bu sebeplerden dolayı, Nazım Hikmet bir çizgi kahraman değil; fikirleriyle günümüzde de var olmayı başarabilen büyük bir ustadır.
" Kapansın el kapıları bir daha açılmasın
yok edin insanın insana kulluğunu
bu davet bizim...
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine
bu hasret bizim..."
"Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine yaşamak" hala insanlığın ortak hasreti... Nazım' ın fikirleri eskidi diyenlere cevabımız:
"DAVET DAHA BİTMEDİ"
http://www.kanalturk.com.tr/haber.php?haber_id=5449
1920'lerde Karadeniz'in serin suları taşımış, Kuvayi Milliyeye katılmak isteyenleri, İstanbul'dan Anadolu'nun bozkırlarına...
O dönemin yeni yetme şairi de bir vapura gizlice binerek geçmiş Anadolu'ya... Ve yıllar sonra o dönemi bir nakış gibi işlemiş sararmış kağıtlara, üstelik dört duvar arasında...
" Onlar ki toprakta karınca
suda balık
havada kuş kadar
çokturlar
korkak,
cesur,
cahil,
hakim
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır..."
20'lerin yeni yetme şairi, 50'lerde vatan haini damgasıyla açılır yeniden Karadeniz'in hırçın sularına, canı gibi sevdiği memleketinden kaçmak için...
"Sade seni düşündüm kestanenin altında
sade seni, yani Memedi
sade seninle Memedi, yani memleketi..."
20'lerde halkının yanında omuz omuza çarpışması için onu Anadolu'ya geçiren Karadeniz, 50'lerde sevdiklerine ve halkına kavuşması için yegane engel haline gelmiştir.
"Çok yorgunum, beni bekleme kaptan
Seyir defterini başkası yazsın
Kubbeli, çınarlı, mavi bir liman
Beni o limana çıkaramazsın"
Hapishanelerin duvarları rutubetlidir, ev sahiplerinin gamı hiç kurumadığından... Ve yalnız büyük suçlulara ayak bağı olabilecek küçük suçlular ev sahibidir orada... Bir de "bu ölümlü bu yaşana0sı dünyada, bu bezirgan saltanatı, bu zulüm" bitsin diyenler... O da bu yüzden yatmıştır yıllarca " dört duvar" arasında... Ve her ev sahibi gibi zorluklar yaşamış, çileler çekmiştir...
" Belki bu halin
fizyolojik psikolojik filan izahı vardır.
Belki de sebep buna
bana aylardır kendi sesimden başka
insan sesi duyurmayan
bu demirli pencere
bu toprak testi
bu dört duvardır..."
"Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar
benden uzak, bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum"
Nazım Hikmet yaşadığı tüm bu haksızlıklara karşın yaşama sevincinden hiçbir şey kaybetmemiştir.
" Diyelim ki hapisteyiz, yaşımızda elliye yakın
daha da on sekiz sene olsun açılmasına
demir kapının.
Yine de dışarıyla beraber yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani duvarın arkasındaki dışarıyla.
Yani nasıl ve nerde olursak olalım,
hiç ölünmeyecekmiş
gibi yaşanacak..."
Nazım Hikmet' in şiirleri, Türk edebiyatına hem şekil hem de içerik bakımından devrimci bir soluk getirmiştir. Biçimsel özelliklerle öze uygun olarak istediği gibi oynayan şair, gerektiğinde dizeleri parçalamış, söz gruplarını hatta sözcükleri kırarak bunları merdiven gibi basamaklandırmıştır. Kafiyeyi ve vezni, yine öze uygun olarak gerektiğinde kullanmıştır. Nazım Hikmet' in şiirde öz ve şekil ilişkisi konusunda fikirleri şöyledir: "Şahsen kendimse, şekli öylesine öze uydurmak istiyorum ki şekil özü bir kat daha belirtsin, ama kendisi, yani şekil belli olmasın. Güzel bir kadın bacağını bir kat daha güzelleştiren fakat kendisi belli olmayan ince bir çorap gibi."
Çok sesli bir orkestrayı andıran şiirleri, içerik bakımından toplumcu ve devrimcidir. Nazım Hikmet eserlerinde gelecek güzel günlere olan inancını, devrimci fikirlerini, insan ve doğa sevgisini, memleket hasretini lirik bir söyleyişle vurgulamıştır.
Evet gerçekten de şiir, 62 yıllık ömründe Nazım Hikmet' in en iyi "yoldaşı" olmuştur. Ve yoldaşından yapmasını istediği bazı şeyler vardır.
"Sıska öküzün yanına koşulup şiirlerimiz
toprağı sürebilmeli
Pirinç tarlalarında bataklığa girebilmeli
dizlerine kadar
Bütün soruları sorabilmeli
Bütün ışıkları derebilmeli
Yol başlarında durabilmeli
kilometre taşları gibi şiirlerimiz
Yaklaşan düşmanı herkesten önce görebilmeli
Cengelde tamtamlara vurabilmeli
Ve yeryüzünde atomlu tek esir yurt,
tek esir insan
Gökyüzünde atomlu tek bulut
kalmayıncaya kadar
Malı mülkü aklı fikri canı
neyi varsa verebilmeli
büyük hürriyete şiirlerimiz..."
Kavganın şairidir Nazım Hikmet... Kavgası insanların özgür ve eşit olacağı bir dünya içindir... Bu uğurda verdiği mücadeleden dolayı her ne kadar " ümidin düşmanları, akarsuyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanları" ona çileler çektirdilerse de o kavgasından vazgeçmemiş, insanlara ısrarla ve inatla kavgayı öğütlemiştir...
"Kız olsun oğlan olsun, kaç yaşında olursa olsun
yavrum düşmesin istiyorum hapislere,
güzelden, haklıdan, barıştan yana diye...
Fakat malum, kızım yahut oğlum
gecikirse suların ışıması
DÖVÜŞECEKSİN.
Ve hatta..."
Sevdanın şairidir Nazım Hikmet... Doktorların "aşık olursan en fazla üç yıl yaşarsın" dediği bir dönemde aşkı ( "saçları saman sarısı, kirpikleri mavi" Vera'yı) tercih etmiş bir sevda adamıdır... Çiçekli bir bahçede kokusu fark edilen nergis gibi, sevda fark ettirir kendini Nazım Hikmet' in şiirinde...
"Ne güzel şey hatırlamak seni, yazmak sana dair,
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek:
Filanca gün falanca
yerde söylediğin söz,
kendisi değil edasındaki dünya...
Ne güzel şey hatırlamak seni,
sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine:
bir çekmece,
bir yüzük...
Ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen fırlayarak
yerimden penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine sana yazdıklarımı
bağıra bağıra okumalıyım..."
Hasretin şairidir Nazım Hikmet... Yıllarca onu sudan bahanelerle mahkum edenler, hapisten çıktıktan sonra, bahriyeyi yıllarca önce bitirdiğini, subay iken hastalığından dolayı çürüğe çıkarıldığını söylemesine ve bunu raporlarla kanıtlamasına rağmen, askere çağırırlar. 50 yaşında hasta haliyle iki yıllık askerliği kaldıramayacağını bilen Nazım Hikmet, Rusya'ya kaçar. Bakanlar Kurulu da 1951 yılında aldığı bir kararla, Nazım Hikmet' i Türk vatandaşlığından çıkarır. Ve ülkeyi terk edişinden ölümüne kadar geçen 13 yıl boyunca Rusya'nın karlı toprakları, Nazım Hikmet' in memleketine ve sevdiklerine duyduğu özlemle kavrulur.
"Sen esirliğim ve hürriyetimsin:
Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin
Sen memleketimsin.
Sen ela gözlerinde yeşil hareler,
Sen, büyük, güzel ve muzaffer
Ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan
hasretimsin..."
Dünyaca ünlü bir şair olmasına rağmen, Nazım Hikmet ülkesinde yıllarca yasaklı kalmıştır. Fakat geçen her yıl boyunca,Nazım Hikmet yavaş yavaş daha özgürce okunur, hakkında daha özgürce konuşulur hale gelmiştir. Medya da giderek Nazım Hikmet' e geniş yer ayırmaktadır.
Fakat özellikle medyada, Nazım Hikmet bir nostalji kahramanı olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Romantik, isyankar ama fikirleri geçerliliğini yitirmiş bir çizgi roman figürü...
Elbette Nazım Hikmet' in ölümünden bu yana geçen 44 yılda, dünyada pek çok değişiklik olmuştur. Ama değişmeyen bazı şeyler de vardır... Hala açlık ve yoksulluk dünyayı kasıp kavurmaktadır; hala süper(!) devlet, yoksul toprakları bombalamaktadır; hala "insan insana kulluk yapmaktadır"... İşte tam da bu sebeplerden dolayı, Nazım Hikmet bir çizgi kahraman değil; fikirleriyle günümüzde de var olmayı başarabilen büyük bir ustadır.
" Kapansın el kapıları bir daha açılmasın
yok edin insanın insana kulluğunu
bu davet bizim...
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine
bu hasret bizim..."
"Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine yaşamak" hala insanlığın ortak hasreti... Nazım' ın fikirleri eskidi diyenlere cevabımız:
"DAVET DAHA BİTMEDİ"
http://www.kanalturk.com.tr/haber.php?haber_id=5449