eiffel
Forumun Kulesi
- Katılım
- 10 Mar 2006
- Mesajlar
- 5,705
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 45
Cömert insan Allah'a yakın, cehenneme uzaktır
Kerem; iyilikseverlik ve ikram etme hasleti demektir. Araplarda kerem, çok mergup bir sıfattır. Misafire gösterilen cömertçe ikram, onların birer övünç vesilesiydi ki, bu hususta kabile ve oymaklar âdeta birbirleriyle yarışırlardı.
İşte, cömertlik ve keremin böyle revaçta olduğu bir zamanda, onlar arasında kerimlerden kerim bir Zât zuhur etti. O'nun keremini görünce herkesin dili tutuldu. Bu kerim Zât, yaptığını sadece Allah için yapıyor, birisine dünyayı bağışlasa ondan tek kelime dahi bahsetmiyordu. O bir mir'ât-ı mücellâ idi ki, Cenâb-ı Hakk'ın "Kerîm" ismi O'nda tecellî ile kendini gösteriyordu. O, her mevzuda olduğu gibi bu mevzuda da Cenâb-ı Hakk'ın en zirvede bir halifesiydi.. ve yeryüzünde O'ndan daha kerim bir ikinci insan gösterilemezdi.
O, insanların en güzeliydi.. ve Hz. Enes'in sözüyle: "O insanların en cömertiydi." Sûret ve cemal yönüyle "ahsenü'n-nâs" (insanların en güzeli) olan Allah Resûlü, kalb ve iradesiyle "ecvedü'n-nâs" (insanların en cömerdi) idi.
İbn Abbas'ın ifadesiyle, bilhassa Ramazan ayında O, önüne kattığı her şeyi sürükleyip götüren bir rüzgâr gibi cömert kesilirdi. Yani elinde-avucunda kalan en son şeyleri de dağıtıverirdi. Bu, bir ruh ve irade meselesiydi. O, kendi için yaşamaz, hep başkaları için yaşardı. Sürekli başkalarının mutluluğunu düşünmekten ömrü boyu kendini düşünmeye fırsat bulamamıştı. Zaten insanları mesut görmek kadar O'nu mesut edecek bir başka zevk de yoktu. Diğergâmlığında en son sırayı da kendi hanesi, kendi yakınları teşkil ediyordu. Yani O, evvelâ kendisine uzak olanlardan başlayıp ilgisini-alâkasını bezlediyor, en sonunda sıra kendi yakınlarına geliyordu. Ganimet mi taksim edilecek, Bedir ve Uhud'da bulunup şehit düşenlerin ailelerine öncelik tanıyordu. Ve sık sık kendi hanesindekilere, "Ben onlara vermeden size hiçbir şey veremem." diyordu.
Evet, Nebiler Sultanı'nın cömertlikte de benzeri yoktu; zaten bizzat kendisi de şöyle buyuruyordu:
"Cömert; Allah'a, cennete ve insanlara yakın, cehenneme uzaktır. Cimri ise; Allah'a, cennete ve insanlara uzak, cehenneme yakındır."
Kitaplar, Tûbâ ağacını, kökü yukarıda, dalları aşağıda olarak resmederler. Hakikaten Tûbâ ağacı öyle midir, bilemiyorum, fakat Allah Resûlü, cennetten, bizim üzerimize sarkan işte böyle bir "sehâ (cömertlik)" ağacıdır ve bundan da zerre kadar şüphemiz yoktur. O ağaca sığınan, o ağacın dallarına tutunan, bir üveyik olur ve cennete uçar.
(Sonsuz Nur'dan)
***
Kimlere zekât verilmez?
Zekât, üzerine İslam'ın bina edildiği beş temel esastan biridir. Zekât, ibadet tasnifleri içinde "mali ibadet" olarak değerlendirilir. Bununla beraber zekâtın sosyal, siyasi ve ferdi planda pek çok hikmetlerinden söz edilebilir. Zenginden fakire gelir akışı olarak tanımlayabileceğimiz zekât, toplum katmanları arasındaki uçurumu kapatan önemli bir ibadettir. Bu uçurum sadece ekonomik anlamda algılanmamalıdır. Zekât, eğitim ve kültür seviyesi başta olmak üzere, sosyal yapıdaki bütün uçurumları kapatmaya yönelik bir müessese olarak görülmelidir. Dolayısıyla bu gayeye hizmet etmeyecek yerlere veya şahıslara zekât verilemez. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:
Zenginler: Zenginin nafakasını temin ile zorunlu olduğu aile kapsamı içindeki eşi ve çocukları da zengin sayılır. Dolayısıyla onlar da zekât alamaz.
Gücü-kuvveti yerinde, iş imkânı olan ama tembellik edip çalışmayanlar: Bu kişiler zekât alamaz, yalnız gücü-kuvveti yerinde olup çalışma imkânı bulamayan ve nisap miktarı malı olmayanlara zekât verilebilir.
Müslüman olmayanlar: Allah'ın varlığını, peygamberleri, ahireti inkâr edip Müslümanlara karşı savaşanlara, onlara zulmedenlere ve İslam'ı terk eden mürtedlere hiçbir surette zekât verilmez.
Akrabalar: Bu konuyu birkaç başlık içinde incelemek gerekir:
Usûl-fürû: Bir kişinin anne-baba, çocuk veya torunları demektir. Burada şahıs usûl ve fürûunun nafakasını temin etmekle yükümlü olduğu için bu kişilere zekât veremez.
Eş: Aynı gerekçelerle eşler de birbirlerine zekât veremezler.
Kardeş, amca, dayı, hala ve teyze gibi akrabalar: Bu akrabalara zekât vermek caizdir. Ayrıca insan bu akrabalarına zekât vermekle, farz vazifesini yerine getirmenin yanı sıra akrabasına iyilik yapma sevabı da kazanır.
***
Hastayım oruç tutamıyorum
Ramazan, Yüce Allah'ın kudsiyet atfettiği çok özel bir zaman dilimidir. Bu ayda oruç tutmak Müslümanlara farz kılınmıştır. Oruç, Cenab-ı Hakk'ın, "Oruç benim içindir. Kulum benim için yiyeceğini, içeceğini ve şehvetini terk etti. Ben de onu (dilediğim gibi) mükâfatlandıracağım." sözleriyle taltif ettiği bir ibadettir.
Kulluğun sebebi emr-i İlâhi olmasıdır. Neticesi de rıza-i İlâhiyi kazanmaktır. Hiçbir ibadette bunun dışında bir hakikat yoktur. İnsan kulluk vazifesini en güzel şekilde yerine getirmeye çalışmalı, ihmal ettiği, aksattığı vazifelerin ızdırabını yüreğinde yaşamalıdır. Çünkü her ne sebeple olursa olsun, Yüce Yaratıcı'nın "mutlaka yerine getirin" dediği bir emri terk etmiştir. Her ibadeti Allah'a yakınlık kurma adına önemli bir vesile kabul eden insan, yapamadığı ibadetlerin burukluğuyla kalben ulu dergâha yönelmeli ve rahmetin tecellilerini beklemeye durmalıdır. Cenab-ı erhamü'r-rahimîn, belli şartlarda biz kullarını bazı ibadetlerden muaf tutarak bir kere daha rahmetini göstermiştir. Bu O'nun şanının yüceliğindendir. Bize düşen ise kulluk vazifelerimizi yapmamak adına türlü mazeretler üretmek yerine, yapamadığımız ibadetlerin bize neleri kaybettireceğini düşünerek elimizden geldiğince ibadetlerimizi eksiksiz yerine getirmektir.
Gerek gelen sorulardan gerekse çevremizde görüp işittiklerimizden anladık ki, en küçük rahatsızlıklar bile orucu terk etmeye bahane oluyor. Kolunun ağrımasından şikâyet eden de var, akşamüzeri midesinde yanma olduğu için oruç tutmadığını söyleyen de. İnsanlar neredeyse "gözüm seğiriyor, oruç tutmasam olur mu?" diye soracaklar. Hâlbuki bütün fıkıh kitaplarında hangi durumlarda hastaların oruç tutamayabilecekleri açıkça belirtiliyor:
"Alanında uzman bir doktor, bir hastaya oruç sebebiyle ölebileceğini veya akıl sağlığının tehlikeye girebileceğini ya da hastalığının şiddetlenip uzayabileceğini söyleyip oruç tutmasını yasaklarsa o hasta oruç tutmayabilir. Sonra iyileşince tutmadığı oruçlarını kaza eder. Hastalığı iyileşmeyip kaza edemezse her bir gün için fidye öder."
Evet, hüküm budur. Nezle olduğu için oruç tutmayıp daha sonra kaza etmeyi bile düşünmeden fidye ödemek doğru bir davranış değildir. Hastaya oruç tutmayabileceğini söyleyen doktorun da ibadetin insan hayatındaki önemini bilen, inançlara saygılı ve bu konuda hassas biri olması da önemlidir.
***
O ERLER Kİ ...
O erler ki, gönül fezasındalar,
Toprakta sürünme ezasındalar.
Yıldızları tesbih tesbih çeker de,
Namazda arka saf hizasındalar.
İçine nefs sızan ibadetlerin,
Bir biri ardınca kazasındalar.
Günü her dem dolup her dem başlayan,
Ezel senedin imzasındalar.
Bir ân yabancıya kaysa gözleri,
Bir ömür gözyaşı cezasındalar.
Her rengi silici aşk ötesinde renk;
O rengin kavuran beyasındalar.
Ne cennet tasası ve ne cehennem;
Sadece Allah'ın rızasındalar.
Necip Fazıl KISAKÜREK
O erler ki, gönül fezasındalar,
Toprakta sürünme ezasındalar.
Yıldızları tesbih tesbih çeker de,
Namazda arka saf hizasındalar.
İçine nefs sızan ibadetlerin,
Bir biri ardınca kazasındalar.
Günü her dem dolup her dem başlayan,
Ezel senedin imzasındalar.
Bir ân yabancıya kaysa gözleri,
Bir ömür gözyaşı cezasındalar.
Her rengi silici aşk ötesinde renk;
O rengin kavuran beyasındalar.
Ne cennet tasası ve ne cehennem;
Sadece Allah'ın rızasındalar.
Necip Fazıl KISAKÜREK