Cesare Pavese

Mayhoş

mayhoş
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
11,125
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
ღ♥Sonu Ölüm de olsa O♥ღ
(9 Eylül 1908 – 27 Ağustos 1950)

İtalyan şair, romancı, çevirmen ve eleştirmen.



Cesare Pavese, ailesinin yazlarını geçirdiği Torino'nun Santa Stefano Belbo köyünde bir memur çocuğu olarak doğdu. Torino Üniversitesi'nde edebiyat okudu. İngiliz ve Amerikan edebiyatına ilgi duydu; bitirme tezini Walt Whitman şiirleri üzerine yazdı. Öğrenimini bitirdikten sonra orta öğrenimini tamamladığı eski okulu Liceo d'Azaglio'da edebiyat ve dil dersleri verdi. Bu dönemde İngiliz ve Amerikan yazarları ile ilgili yazıları La Cultura dergisinde yayınlandı. Daha sonra bir arkadaşının kurduğu Einaudi Yayınevi'nde çalışmaya başladı. 1935'te anti-faşist çalışmaları nedeniyle tutuklandı, 1936'da serbest bırakıldı. Brancaleone Hapishanesi'ndeki bir yılından esinlenerek Carcera (Hapis) romanını yazdı. 1950'de Yalnız Kadınlar Arasında romanı ile İtalya'nın önemli edebiyat ödüllerinden Strega Ödülü'nü aldı. Gene aynı yıl Torino'daki bir otel odasında uyku hapı alarak intihar etti.

Önemli Eserleri
Yaşama Uğraşı /günlük (1935-1950)
Ağustosta Tatil /öyküler
Ay Ve Şenlik Ateşleri /roman
Güzel Yaz /roman
Leuko İle Söyleşiler /deneme
Senin Köylerin /roman
Tepedeki Ev /roman
Tepelerdeki Şeytan /roman
Yalnız Kadınlar Arasında /roman
Yoldaş /roman








Pavese, ailesiyle birlikte yaz aylarını bu köydeki çiftliklerinde geçirdiği için bu köy ve çevresindeki kırlar, tepeler Cesare Pavese'nin ilk şiirlerine ve olgunluk döneminin en başarılı romanı olan Ay ve Şenlik Ateşleri'ne esin kaynağı oldu. Babasını küçük yaşta kaybeden Pavese, geçim sıkıntısı nedeniyle Santo Stefano Belbo'daki çiftlik de satılınca çok sevdiği kırlardan ve tepelerden uzaklaşmış oldu. Cesare Pavese, gençlik yıllarından başlayarak yalnızlıktan hoşlanan, içedönük biri oldu.

Can Yayınları'ndaki Kitapları: Adam intihar etmeseydi, can yayınları çıkartmayacaktı herhalde bu kitapları…Her kitabının tanıtım yazısında, intiharından bahsetmiş!



AĞUSTOSTA TATİL
Cesare Pavese, İkinci Dünya Savaşı’nın acı koşulları içinde yetişen İtalyan edebiyatçılar kuşağından bir yazar. Okurlarımızın Can Yayınları arasında çıkan birçok kitabıyla tanıdığı Cesare Pavese, çürüyen değerlere, yokolan güzelliklere karşı, insanları, coğu kez kırlara, köylere çağırır. Oysa aradığı yalnızlıktır, günümüz insanının yalnızlığı. Ağustosta Tatil, her okunuşta anahtar bir kitap olma değerini yeniden hatırlatan bir yapıt. Bu kitaptaki öyküler, yazıldığı döneme ilişkin belgesel nitelik taşırken, yazarın anlatımındaki şiirselliğin oluşumu ve kuramı konusunda da okura ışık tutar. Öykülerin geçtiği dönemin Torino’sunda büyüyen bir çocuğun yazlarını geçirdiği Piemonte kırları, tepeleri; Po Irmağı kıyılari başlı başına bir şenliktir. Kent, yazları bomboş kalır, oysa kırsal alanlar cıvıl cıvıldır. Torinolu yazar Cesare Pavese, hem kentini, hem kentinin çevresindeki kırları, köyleri anlatırken, doğayı ve insanları tanımlamada gösterdiği titizlikle okuru dünyasına çekiyor.

AY VE ŞENLİK ATEŞLERİ
Cesare Pavese , 1949 yılının eylül-kasım ayları arasında yazdığı son romanı Ay ve Şenlik Ateşleri’nde, kalemiyle yarattığı dünyanın bireşimini yapıyor sanki. Kendi geçmişiyle ve okurlarıyla hesaplaşıyor. Amerika’da para-pul sahibi olduktan sonra, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde doğduğu köye dönen Anguilla, eski arkadaşı Nuto ile yaptığı konuşmalar aracılığıyla çocukluğunun günlerine, kişilerine döner ve direnişçilere ihanet ettiği için öldürülen genç bir kızın ölüsünün yakıldığı ateş, aynı zamanda geçmişin de küllerini savuran bir şenlik ateşine dönüşür. Kişisel anılarla bezeli geçmişi dengeleyen şimdiki zaman da, aynı oranda çetindir ve simgesini ailesini öldürdükten sonra evini tutuşturarak bir başka şenlik ateşi yakan köylü Valino’da bulur. En olgun yapıtı sayılan Ay ve Şenlik Ateşleri’nde Pavese benzersiz bir doğa sevgisini, kırsal kesimin ahlak anlayışını ve yazgıya karşı koymanın anlamsızlığını vurguluyor. Ay ve Şenlik Ateşleri özlemlerin ve olağanüstü bir hüznün romanı.


GÜZEL YAZ
Güzel Yaz, çağdaş İtalyan edebiyatının en önemli adlarından Cesare Pavese'nin 42 yaşındayken 1950 yılında bir otel odasında intihar etmeden önce tek başlık altında topladığı üç romandan biri. Aynı kitapta yer alan Tepelerdeki Şeytan ve Yalnız Kadınlar Arasında ile birlikte ilk kez 1949 yılında topluca yayınlanan bu çalışması için Pavese, üçleme dememeyi yeğlemişti. “Her biri kendi başına bir kitap olabilir,” demişti yazar, “ancak bu üç romanı birbirine bağlayan, ortak bir ahlak anlayışı, temaların buluşması ve hayal gücünün serbestçe oynadığı oyunlarda yinelenen koşullardır.” Pavese’nin ortak özelliklere sahip bu üç çalışması kırsal yaşam açısından zenginse de temelde kenti, kentliyi ve kent yaşamını anlatır; gençlik coşkularını ve yenilgiyle sona ermiş tutkuları da. Güzel Yaz’ın yazıldığı dönem İkinci Dünya Savaşı’nın ve faşist Mussolini rejiminin en yoğun günleridir. Pavese de, suçlu ama savunmasız, göreneklere yüreklice karşı çıkan, sınırlara dayanan gençlerin yaşantılarını irdeler.



LEUKO İLE SÖYLEŞİLER
Cesare Pavese’nin en iyi kitabı olarak değerlendirdiği Leuko ile Söyleşiler, İtalyan edebiyatının olduğu kadar dünya edebiyatının da benzersiz başyapıtlarından biridir. Leuko ile Söyleşiler’de Pavese, yaşam gibi, aşk gibi, ölüm gibi insan varoluşunun temel sorunlarını işlemek üzere, insanlığın en güzel yaratılarından birine, mitolojiye döner. Ünlü mitoloji öykülerinden kahramanları karşı karşıya getirerek, onların diyalogları aracılığıyla insanların insanlarla, tanrılarla, yazgıyla, doğayla olan ilişkilerini benzersiz bir kavrayışla aktarır. Mitolojik öykülerin bir çerçeve olarak seçilmesi, hem okura bu öyküleri yeni bir gözle okuma, onları yeni bir açıdan değerlendirme olanağı verir, hem de Leuko ile Söyleşiler’e bir tür kendine özgü tarihsel geri plan yaratır. Belki de yalnızca Vergilius’un Çoban Türküleri’yle karşılaştırılabilecek olan Leuko ile Söyleşiler, eşsiz bir yazarın düzyazı şiirleri olarak da görülebilir.



SENİN KÖYLERİN
Cesare Pavese İtalyan edebiyatında hem kişiliği, hem de yazdıklarıyla özgün bir yere sahip. Hayatı hep yalnız yaşayan Pavese, 1950 yılının sıcak bir ağustos günü Torino’da bir otel odasında intihar ettiği zaman dostları onun eski bir şiirinde düşlediği ölümü bulduğunu anlamışlardı: “Yataktan kalkmak gerekmeyecek / Yalnız şafak girecek bomboş odaya.” 1941 yılında basıldığı zaman günün edebiyat eleştirmenlerinin hemen dikkatini çeken Senin Köylerin, Pavese’nin romancılığını başlatan ve İtalyan “yeni-gerçekçiliği”nin öncüleri arasında sayılan bir romandır. Yayınlandığında büyük yankı yapan, alkışlanan, üzerinde tartışılan, ama ağır eleştiriler de alan bu roman, sonunda yeni ve usta bir romancıyı da gün ışığına çıkarmış oldu. Pavese romancı olarak adını duyurduğu ve kırsal kesimi işlediği Senin Köylerin’de, elindeki malzemeyi iyi bildiğini, romandaki kişileri ve köyleri sanattan önce yüreğiyle yoğurduğunu hissettiriyor. İnsanın isteklerini ve yönelişlerini dile getirirken önemli bir yazarın ortaya çıkışını da duyuruyor.



TEPEDEKİ EV
Pavese, Tepedeki Ev’i yaşamının son yıllarında kaleme almıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın bitimine yakın bir dönemde, faşistlere karşı yürütülen iç savaş sırasında kentten kaçıp uzaklara, çocukluğunun geçtiği yerlere giden öğretmen Corrado, geçmişte kısa süreli bir ilişki yaşadığı kadınla karşılaşır. Yaşadığı dönemin katı gerçeğinden ve belirsiz bir gelecekten kaçarken, savaşın acımasızlığından, anlamsızlığından derinden etkilenir, Savaş bir gün biterse, der, şunu sormalıyız kendimize: Peki ya ölenleri ne yapacağız? Neden öldüler?




TEPELERDEKİ ŞEYTAN
İtalyan edebiyatında yenigerçekçilik akımının kurucusu sayılan Cesare Pavese, bu kitabında cinselliği, aşkı, yaşamı tanımaya ve anlamaya çalışan bir grup gencin bir arada geçirdiği bir dönemi anlatıyor. Yaşadıkları kentin kıyısındaki bir tepeye sık sık tırmanmaktan büyük zevk alan gençler, bir gün orada, bir arabanın içinde, bir arkadaşlarıyla karşılaşırlar. İçlerinde tek evli odur. Öldü sandıkları bu genç, karısına ihanet etmiş, bir kızla birlikte olmuştur. Olaya değişik bir bakış açısıyla yaklaşan gençler, izleyen günler boyunca hem birbirlerini keşfetmeye, hem de aralarında oluşan bir başka aşk üçgeninin yarattığı gerginliğin üstesinden gelmeye çalışırlar. Cesare Pavese, pastoral bir yazar; çoğu yapıtında olduğu gibi bu romanında da doğanın tatlarını, kokularını, renklerini, insan yaşamıyla iç içe, okuruna sunuyor. İkinci Dünya Savaşı’nın en şiddetli günlerinde kendini kırlara “hapseden”, doğadan kopamayan yazar, “yürünecek kaldırımlar, tadına varılacak günbatımları vardı,” diyor. Tepelerdeki Şeytan, klasik romanın uzağında duran, birkaç gencin yaşam kesitinde insan’ı irdeleyen bir yapıt.




YALNIZ KADINLAR ARASINDA
Cesare Pavese, bu yapıtında kadınların dünyasına eğiliyor ve günlük gerçeklerin ötesine geçerek, insanı saran büyük yalnızlığın ve hüznün romanını yazıyor. Çocukluk yıllarını geçirdiği Torino’ya, bu kez bir iş kadını olarak dönen Clelia’nın resim sergilerinde, bohem çevrelerde karşılaşıp dostluk edeceği genç, orta yaşlı ve yaşlı kadınlar, erişemeyeceklerini bildikleri bir mutluluğun peşinde ömür tüketirler. Mutluluğun anahtarı kimisi için erkektir, kimisi için eşcinsellik, kimisi için para, kimisi için de ölümdür. Clelia’nın, bir otel odasında intihara giriştiğine tanık olduğu gencecik Rosetta ile kuracağı dostluk, Rosetta’yı yaşama bağlayabilecek midir? Sorunun yanıtını yine Torino’da, yine bir otel odasında 27 Ağustos 1950’de yaşamını kendi elleriyle noktalayan Cesare Pavese veriyor. Yalnız Kadınlar Arasında, dostlukların, başlamadan biten aşkların, umutsuzluğa dönüşen umutların ve büyük yalnızlıkların romanı. Her Pavese romanı gibi bir çırpıda okunuyor ve okur ancak son satıra ulaştığında, Pavese’nin kırık dökük cümlelerle anlattığı öykünün gizlediği derinlikleri kavrıyor.





YAŞAMA UĞRAŞI
İlkgençlik yıllarının geçtiği köy ve çiftlïk ortamı, Cesare Pavese’nin ilk şürlerine olduğu kadar Ay ve Şenlik Ateşleri adlı ilk romanına da esin kaynağı oldu. Çocukluğu yoksulluk içinde geçti. Lisedeyken iki yakın arkadaşının intiharları, Pavese’yi çok etkiledi. Ondaki intihar eğilimi, böyle başladı. Üniversitede edebiyat okudu. Amerikan edebiyatının dev yapıtlarını İtalyanca’ya çevirdi. Özgürlük ve demokrasi ağırlıklı çevirileri ve yazılan yüzünden Faşist yönetimce tutuklandı, bir yıl kadar hapis yattı. “Kısık sesli bir kız”a aşık oldu. Bu aşk, Cesare Pavese’yi, içedönüklükten ve aşağılık duygusundan kurtarmıştı. Ancak “kısık sesli kız”ın alaycı sözleri, yazarı yine intihar düşüncesiyle yüz yüze getirdi. Kadınlardan nefret eden, karamsar bir insan oldu. İlerleyen yıllarda iki kez evlenmeye kalktıysa da, olmadı. Hayal kırıklıklarıyla dolu bir yaşamı 1950 yılına kadar sürdürebildi. Yalnız Kadınlar Arasında adlı romanına, İtalya’nın en büyük edebiyat ödülü olan Strega Ödülü verilmişti. Ödülünü almak üzere, Roma’ya bir uyurgezer gibi gitti. Ödülü aldıktan sonra, 1935 yılından beri tuttuğu bu günlük dışındaki bütün yazılarını, notlarını yok etti ve 26 Ağustos 1950’de, küçük bir otel odasında, uyku haplarıyla intihar etti. Bu günlükte gündelik olaylardan çok, bu büyük yazarın sanatıyla ilgili düşüncelerini bulacaksınız. Ölümünden iki yıl sonra Yaşama Uğraşı adıyla yayınlanan bu çok değerli kitabı ilk kez tam metin olarak yayınlıyoruz.





YOLDAŞ
Belki de, çevresini saran yalnızlık ve hüznün sınırlarını parçalayabilmek için, yaşamını bir otel odasında kendi elleriyle noktalayan Cesare Pavese (1908-1950), Yoldaş’ta, geleneksel çizgisinden ayrılarak, geleceğe umutla bakıyor ve bir siyasal bilinçlenmenin romanını yazıyor. Burjuva sınıfından gelen gençlerin faşizmin son yıllarında yaşam ve tarih karşısındaki tavırlarının birçok romana konu olduğunu, ama proleter gençlerin ele alınmadıklarını belirten yazar, Yoldaş’a kahraman olarak işsiz, eğitimsiz küçük burjuva Pablo’yu seçiyor. Cesare Pavese romanlarının belki de en önemli kadın kahramanı Linda’nın huzursuz aşkı, halk kadını Gina’nın sevecen yüreği, Pablo’nun büyük kentler aracılığıyla toplumsal dayanışmayı öğrenmesi, bu arada kahvelerden, meyhanelerden, hapishanelerden insan manzaraları, Yoldaş’ı bir solukta okunan bir roman yapıyor. Yaşamın anlamı üzerine, dostluklar üzerine, “yoldaşlık” ve “umut” üzerine bir roman Yoldaş.






1914'de Pavese ‘nin babası beyin kanserinden öldü. Lisedeyken tek yakın arkadaşının intiharı, yine aynı zamanlarda başka bir öğrencinin kendini öldürmesiyle; "intihar" O'nun için saplantı haline geldi. Üniversitedeki son yıllarında beş yıl süren ve sonu hüsranla biten aşk ilişkisinin sonunda iyice karamsarlığa gömülen Pavese bir çok roman yazmış ve türlü edebiyat ödüllerine layık bulunmuştur.

Bu vakitlerde başka bir kadın hayatına girer ve evlilik planları yaparken kadın kendisini terkedip Amerika'ya gider. Pavese'yi hayata bağlayan bir şey kalmamıştır artık. Bu sıralarda büyük bir hayranlık duyduğu Amerikalı yazar T.O. Mathiessen'in 1950 Nisan'ında intihar etmesiyle iyice kabuğuna çekilen Pavese 26 Ağustos 1950'de küçük bir otelde uyku hapıyla intihar eder. Geride bir çok eser bırakan Cesare Pavese, Tezer Özlü'nün de en sevdiği yazardır. Charles Bukowski'nin de en sevdikleri arasındadır.

Özellikle 1935-1950 yılları arasında yazdığı günlüğü, O öldükten sonra arkadaşları tarafından yayımlandı. "Yaşama Uğraşı" adı verilen kitap 1952 yılında yılın edebiyat olayıydı. Çağdaş İtalyan Edebiyatının en önemli simalarından Pavese'nin kitapları bir çok dile çevrildi. Türkiye'deki kitapçılarda da bir çok kitabını kolayca bulabilirsiniz.

“Yaşama Uğraşı” ndan alıntılar:

* Hayatımda çok daha umutsuzum, eskisinden çok daha şaşkınım. Ne biriktirdim? Hiç. Yıllarca boş verdim eksik yanlarıma, onlar yokmuşçasına yaşadım. Katlanmasını bildim. Yiğitlik miydi bu? Hayır, gerçek bir çaba göstermedim. Sonra, “acı veren tedirginlik” lerle karşılaşınca da, hemen bataklığa saplandım.


* On beş yıllık başarısızlığın benden esirgediği şeyin dışında, istediğim hiçbir şey yok yeryüzünde.

* Uğraşmak her gün biraz daha boş ve anlamsızmış gibi geliyor.

* Sanatçı için dayanılmaz bir şey varsa, o da başlama duygusunu yitirmesidir.

* Ben mutlu anılarımı saymak istiyordum, oysa yalnız çektiğim acılar geliyor aklıma.

* Bir insanın başına gelenleri geçmişinin tümünün belirlediği saplantısından vazgeçmem için hiçbir neden göremiyorum. Kısacası; hakedilmiş bir sonuçtur bu.

* Ben hiçbir zaman dünyayı umursamadan hayatın tadını çıkarabilen rahat bir insan olamadım. O yürek yok bende.

* Ne zaman bir güçlükle ya da acıyla karşılaşsam, hep intiharı düşünmeye yargılı olduğumu biliyorum.

* Kendini yıkan kişi, her şeyden önce, bir güldürücü, kendi kendisinin efendisi olan biridir. Kendisini dinleme ve doğrulama konusunda hiçbir fırsatı kaçırmaz. Hayattan her şeyi bekleyen bir iyimserdir. Yalnızlığa dayanamaz. Ama sürekli olarak, bir gün, hiç farkında olmadan, bir şey yaratmak ya da her şeyi düzene koymak tutkusuna kapılacağı korkusuyla yaşar. İşte o zaman durmadan acı çeker, belki de kendini öldürür.

* Uçurumdan kurtulmanın tek yolu ona bakmak, derinliğini ölçmek ve kendini o boşluğa bırakmaktır.

* Herhangi bir talihsizlik sonucu acı çekmekse sadece utanç verir insana. Bu haksızlığı tattım ben, uğradığım haksızlığın, iyilik bilmezliğin daha da büyüğü olmasını isterdim. Yaşamak budur, bunu yirmi sekiz yaşında öğrenmek hiç de erken sayılmasa gerek.

* Yaşamak uzun bir toplama işlemi gibidir, arada bir toplama yanlışı yaparsan, doğru sonucu hiçbir zaman bulamazsın.


* Her mutsuzluk ya bir yanlışın sonucudur, talihsizlik değildir ya da kendi suçlu beceriksizliğimizin sonucu. Herhangi bir yanlış da, bizim sorumluluğumuza girdiğine göre, karşılaşacağımız mutsuzluklar için kendimizden başkasını suçlamamalıyız.

* İntiharı düşünen bir insan için en kötü şey kendisini öldürmesi değil, bunu düşünüp yapamamasıdır.

* Sen her şeyden vazgeçince, sana kalan en küçük şeyler bile büyük önem kazanır.






Cesare Pavese, "Kadınlar akıllıdırlar," der. "Ancak evlenmeyi kafalarına koydukları erkeğe aşık olurlar." Pavese, Susan Sontag'ın o benzersiz nitelemesiyle, "örnek bir çilekeş"tir -ve çileyi, elbette en çok kadınlardan çekmiştir!

O "örnek çilekeş"in çektikleri, aşk çileleridir; daima bir aşk kırgınıdır o -kadınların önünde ezilen, küçülen, acı çeken, ama bunu, Sontag'ın deyişiyle "en iyi ifade edebilen"lerden biri! Bir yazar, bir çağdaş aziz... Susan Sontag aktarıyor; Pavese bir yerde şöyle demiştir: "Kadınları düşünmemek mümkündür; tıpkı ölümü düşünmemek gibi..."

Pavese, bu sözleriyle çok daha öte bir düşünceyi; ölümü düşünmenin kadını düşünmeden ya da kadını düşünmenin ölümü düşünmeden düşünülemeyeceğini vurgulayan trajik bir düşünceyi dile getirmek istemiş olabilir. Gerçekten trajik, çünkü insanın bir kadını seçtiğinde ölümü seçmiş olduğunu (kaçınılmaz olarak) gösteren tanıklar vardır. Örneğin, Althusser! Pavese de bu trajik kişilerden biridir. "Yaşamının son aylarında, Amerikalı bir film yıldızıyla giriştiği ilişkinin ortasında" şöyle der Pavese: "İnsan kendini bir kadına duyduğu aşk yüzünden öldürmez. Çünkü sevgi, her türlü sevgi bizi kendi çıplaklığımız, sefaletimiz, kırılganlığımız, hiçliğimizle ortaya çıkarır. Derinlerde, çok derinlerde akıp gitmekte olan bu şaşırtıcı aşk ilişkisine var gücümle tutunmamış mıydım? Salt kendimi o eski düşünceye geri götürmek için, onu eskiden beri hep aklımı çelip duran o itkiye, o eski düşünceye, aşka ve ölüme (altını ben çizdim) geri dönmenin bir özürü yapmamış mıydım?" Sontag ekliyor: "Kadınlar ve ölüm, Pavese'yi hep aynı huzursuzluk ve kötümserlik havasıyla büyülemiştir. Çünkü her iki durumda da Pavese'nin başlıca sorunu, bunlara yeterli olup olamayacağı düşüncesidir."




ŞİİRLERİ...

Gelecek Ölüm - Gözleri Gözlerin Olacak

Gelecek ölüm - gözleri gözlerin olacak
sabahtan akşama dek, gözünü kırpmadan,
sağırcasına, eski bir vicdan acısı gibi
saçma bir alışkanlık gibi
ardımızdan kovalayan bu ölüm
gelecek bir gün
Boş bir sözden ayrımsız olacak gözlerin
aynada kendini gördüğünden ayrımsız her sabah,
suskun bir çığlık, bir sessizlik olacak.
Ey sevgili umut, o gün biz de bileceğiz
hem yaşam hem hiçsin sen bile, ey sevgili umut!



Herkese birdir bakışı ölümün
Gelecek ölüm - gözleri gözlerin olacak
bir alışkıyı bırakırcasına
ölü bir yüzün belirdiğini görürcesine aynada
kenetli bir dudağı dinlercesine
sessizce ineceğiz o dipsiz burgaca.

Çeviri : Bedrettin Cömert





Acı

Sokaklarda dolaşacağım yorgunluktan tükenene dek
yalnız yaşamayı bileceğim ve geçen her yüzün
gözlerine gözlerimi dikmeyi ve aynı kalmayı.
Damarlarımda beni aramaya çıkan bu serinlik
sabahları hiç böylesine gerçek olarak yaşamadığım bir
uyanış: Yalnızca, kendimi bedenimden daha güçlü
Duyuyorum
ve sabahıma daha soğuk bir titreme eşlik ediyor.

Yirmi yaşında olduğum sabahlar uzak.
Ve yarın, yirmi bir: yarın sokaklara çıkacağım,
her taşı ve göğün çizgilerini anımsıyorum.
Yarından sonra insanlar beni yeniden görmeye başlayacak
ve ayağa dikilmiş olacağım ve durup
vitrinlerde kendime bakabileceğim. Bir zamanların sabahları
gençtim ve bunu bilmiyordum, geçenin ben olduğumu
bile bilmiyordum- bir kadın, kendi kendisinin
efendisi. Bir zamanlar ki zayıf çocuk
yıllar süren bir ağlayıştan uyandı:
şimdi sanki o ağlayış hiç olmamış gibi.

Ve yalnızca renkleri algılıyorum. Renkler ağlamıyor,
bir uyanış gibi: yarın renkler
dönecek. Her kadın sokağa çıkacak,
her beden bir renk- çocuklar bile.
Açık kırmızı giyinmiş bu beden
onca solgunluktan sonra kendi hayatına yeniden kavuşacak.
Çevremde bakışların kaydığını hissedeceğim
ve kendim olduğumu bileceğim: bir bakış fırlatarak
kendimi insanlar arasında göreceğim: Her yeni günle
yollara çıkacağım renkleri arayarak.

(Çev: Kemal Atakay)




Çalışmak Yorar

Evden kaçmak için yolu geçmeyi
yapsa yapsa bir çocuk yapar.
çocuk değil ki artık
bütün gün sokaklarda sürten bu adam
üstelik evden de kaçmıyor.



Hani yaz ikindileri vardır
meydanlar bomboş uzanır batan güneş altında,
geçip gereksiz bitkilerle bir bulvardan
durur yalnız adam.
Değer mi bunca yalnızlık, gittikçe daha yalnız olmak için?
Boştur yollar meydanlar yalnız gezildiğinde.
Oysa bir kadın durdurmalı
konuşup da birlikte yaşamaya inandırmalı,
yoksa hep kendisiyle konuşur insan. bunun için de
kimi vakit körkütük olur geceleri
ve anlatır durmadan, anlatır yapıp edeceklerini.

Böyle ıssız meydanda bekleyerek
rastlanmaz elbette kimseye, ama dolaşırken sokakları
durduğu olur insanın şöyle bir.
Olsalardı iki kişi, başka olurdu ev
sokaklarda bile. Kadın olurdu, değerdi dolaşmaya.
Gece kimsecikler kalmaz meydanda
Oradan geçen bu adam görmez
yararsız ışıklar içinden evleri
kaldırmaz artık gözlerini.
Kaldırımları dinler yalnızca
kendininkiler gibi nasırlı ellerin döşediği.
Doğru değil ıssız meydanlarda kalmak.
Mutlaka yolda olmalı o kadın
yalvarsan eve çeki düzen verecek.

Çeviren : Bedrettin Cömert





Ölüm Gelecek ve Senin Gözlerinle Bakacak

Ölüm gelecek ve senin gözlerinle bakacak -
sabahtan akşama dek, uykusuz,
sağır, eski bir pişmanlık
ya da anlamsız bir ayıp gibi
ardını bırakmayan bu ölüm.
Bir boş söz, bir kesik çığlık,
bir sessizlik olacak gözlerin:
Böyle görünür her sabah
yalnız senin üzerinde
kıvrımlar yansıtırken aynada.
Hangi gün, ey sevgili umut,
bizler de öğreneceğiz senin
yaşam olduğunu, hiçlik olduğunu.



Herkese bir bakışı var ölümün.
Ölüm gelecek ve senin gözlerinle bakacak.
Bir ayıba son verir gibi olacak,
belirmesini görür gibi
aynada ölü bir yüzün,
dinler gibi dudakları kapalı bir ağzı.
O derin burgaca ineceğiz sessizce.

Çeviri : Cevat ÇAPA
alıntıdır.
Yaşama uğraşını tavsiye ederim :) arkadaşlar.
 
Geri
Üst