ηαχiѕα
New member
1930-1940 yılları arasında çeşitli gazatelerde yayınlanmış ilginç haberler...
Bakallar ilaç satamıyacaklar
Sıhhiye müfettişleri teftişlere başladılar
Akşam, 24 Şubat 1936
İlâç ve her nevi tıbbî maddelerin münhasıran eczanelerde satılması kanun iktizasından iken son zamanlarda bakkal dükkânlarında aspirin, tentür diyot, oksijen gibi şeylerin satıldığı görülmektedir. Hele aspirin hemen hemen her bakkalde vardır.
Sıhhıiye müfettişleri eczanelere ait maddeleri satan bakkalları tasbit etmeğe başlamışlardır. Bunlara ilk defa olmak üzere ihtarda bulunulacak ve bir daha bu gibi şeyler satanlar ceza göreceklerdir. Sıhhiyenin alfığı bu tedbir, eczaneleri korumaktan ziyade reçete ile alınması mecbur olan ilâçların serbesçe satılmasının önüne geçmek içindir.
Karşıyakada ve Bozyakada iki cinayet
Ulus, 13 Temmuz 1939
İzmir(Hususî)- Biri Karşıyakada, diğeri Bozyakada iki cinayet olmuş, katillerin ikisi de yakalanmıştır. Her ikisinin de ismi Hasandır.
Soğukkuyuda Sadıkbey sokağında Mustafa Çaplıoğlu namında bir genç bundan yirmi gün kadar evel, nişanlısı Güzideden ayrılmıştır. Fakat birkaç gün evel nişanlısının vine gelmiş ve Güzide ile konuşmuştur.
Kızın babası ve kardeşi Hasan eve gelmişler. Baba,
-Nişan bozulduğu halde sen benim evime nasıl geliyorsun?
diyerek Mustafa ile kavgaya girişmiş ve delikanlıyı, arka tarafından gelmekte olan oğlu Hasana doğru itmiştir. Hasan bu sırada çakısını Mustafanın kaba etine saplamıştır. Yaralı çok kan kaybettiği için hastanede ölmüştür.
Baba, oğul yakalanmışlardır.
Bozyaka cinayeti
Maktul fırıncı Ahmet Ziya namında İzmirin tanıdığı ve evelce Karşıyakada fırın işletirken şimdi Bozyaka’da mahalle mümessilliği ve parti ocak reisi bulunan bir zattır. Ahmet Ziya, bir hırsızlık meselesinde zabıtaya müracaatla, katil Hasandan şüphelendiğini bildirmiştir. Hasan on beş yirmi gün evel hapisaneden çıkan, sabıkalı bir gençtir. Ahmet Ziyanın zannı tahakkuk etmemiş ve Hasan, bundan sinirlenerek Ahmet Ziyanın yolunu kesmiş, biri bacağından, biri de kasığından olmak üzere kendisini iki yerinden yaralamıştır.
Yaralı, hastanede ölmüş, katil de yakalanmıştır.
Süt işleri nasıl halledilir?
Viyanalılar bir değil, dört tüelü süt içiyorlar
Avusturya çocuklarının sıhhatlerini temin eden sır
Vakit, 8 Kânunusani 1930
Şehrimizde süt meselesi bir türlü halledilemez ve biz içilecek bir nevi süt bulamazken bir çok medeni şehirler bu ilk ve kuvvetli gıda işini harikulâde mükemmel bir hale getirmiş bulunuyorlar. Bu şehirler arasında Viyana birinci safta gelmektedir.
Bakınız Viyana muhabirimiz bu hususta ne yazıyor:
Doğar doğmaz insanın ilk gıdasını teşkil eden süt, Viyanada çok ince bir dikkat ve alâka ile muamele gören bir maddedir. Bu güzel gıdadan herkesin ve bilhassa çocukların en sıhhî ve en azamî derecede istifadelerini te’min için bir çok fabrikalar ve usuller vardır. Pastör üsülü ile takim, sun’i güneşten geçirerek gıda kuvvetini tasbit ve muhafaza bu husuta en başta geliyor.
Sütün gıda kuvvetinden tamamile istifade edebilmek için onu çiy olarak içmek lâzımdır. Halbuki temiz olmadığı takdirde insana verem bile geçiren bu gıda bu münasebetle en ince bir itinaya muhtaç bulunuyor. Bunun içindir ki Viyanalılar halkın içeceği sütü evvelâ Pastör usulüne tâbi tutmuşlardır.
Pastör usulü ile takim edilmiş bu sütler temiz ve kapalı şişeler içinde ve mükemmel bir tevzi teşkilâtı ile istiyenlerin kapılarına kadar gönderilir. Bu sütü çiy olarak içmekte artık zerre kadar tereddüde mahal kalmamıştır. Viyanada açık olarak da üt satılır ki bunları mutlaka kaynatarak içmek lâzımdır.
Sun’i güneş ziyasına tutulan sütlere gelince bunlar mavi şişeler içinde satılır. Bu süt diğer sütlerin en mükemmeli ve en mikroptan azade olanıdır.
Süt cinsi bununla da bitmiş değildir. “Çocuk sütü” denilen dördüncü bir süt daha vardır ki bunun yarım litresi bir buçuk litrelik bir gıda kuvveti taşır.
Hepsi leziz ve ucuz olan bu sütlerden zengin, fakir bütün Avusturya çocukları bol bol içerler.
Viyanada fabrikadan geçmemiş sütlerin satılması kat’iyyen memnudur. Bütün süt sahipleri sütlerini fabrikalarda takim muamelesi gördükten sonra satışa çıkarabilirler.
Vefiyat miktarı pek az olan Avusturya çocukları muhakkak ki hayat ve sıhhatlerini bu süte medyun bulunuyorlar.
Kaynar çayla haşlandı
İkdam, 15 İkincikânun 1940
Çarşıkapıda oturan Ali Gül oğlu Ali mangalın üzerinde kaynamakta olan caydanlığı kaldırmak isterken kaynar çay üzerine dökülerek muhtelif yerlerinden haşlanmıştır.
Tramvaya çarpan çocuk
Başından ve kolundan yaralandı
Haber Akşam Postası, 28 İlkteşrin 1937
Her zaman tramvayların insanlara çarptığı bu devirde dün tersine bir kaza olmuş bir çocuk tramvaya çarpmış, fakat neticede -bittabi- kendisi yaralanmıştır.
Kuşdilinde kundurucı Mıgırdıçın oğlu Aram dün gece saat 20 de Söğütlüçeşme mahalelsinde Dilber sokağından koşarak çıkmış ve karşı sokağa geçmek istemiştir. Fakat o sırada bir tramvay caddede belirmiş hızını alamıyan Aram kafasını tramvaya çarptıktan sonra caddeye düşüp bayılmıştır.
Başından ve kolundan yaralanan Aram hastaneye kaldırılmıştır.
Zaronun Halefi
Diyarıbekirde 150 lik Bir Adam
Son Posta, 20 Temmuz 1934
Diyarıbekir, (Hususi)- Zaro Ağa öldü. Fakat onun yerini tutacak yeni bir yaşlı insan meydana çıktı. Bu adam Diyarıbekire bağlı Slivanın Zilan köyünden Mahmo oğlu Abdülgaffur ağadır. Bu ihtiyara, Diyarıbekirin maruf san’atkârlarından Celâl Bey bir tesadüf neticesi rastlamıştır. Abdülgaffur Ağa hayatını çiftçilikle geçirmiştir ve şimdiye kadar on defa evlenmiştir. Çocuk ve torunlarının adedi elliyi bulmaktadır. Abdülgaffur Ağa yaşlılığı neticesi vücutçe çok düşkündür. Bu yüzde çalışamamakta, köylülerin yardımı ile işini başarmaktadır. Resmi alınırken ihtiyar iskemle üzerinde doğru dürüst oturamıyordu.
Amerikanın vaziyeti
Bir mebus Almanya ile münasebetlerin kesilmesini istiyor
Akşam, 16 Mart 1938
Vaşington 15 (A.A.) - Nevyorkun demokrat mümessili Ottole parlâmentoya bir takrir vererek Avusturya tekrar istiklâline kavuşuncaya kadar Almanya ile diplomatik münasebetlerin kesilmesini istemiştir. Bunun kabulü ihtimali zayıftır.
V aşington 15 (A.A.)- Yarı resmî mahfeller, Avusturya Almanyaya ilhak edildiği takdirde Viyanadaki Amerika sefaretinin konsolosluğa tahvil edileceğini beyan etmektedirler. Ayni mahfellere ilhak keyfiyetinin kuvvet istimalile Versay muahedesine bir tecavüz mahiyetinde telâkki edileceğini ve kuvvet kullanmak suretile yapılan futuhatın tanınmaması hakkındaki Simpson doktrininin tatbikini intaç edebileceğini ilâve eylemektedirler.
Konserlerden vergi
Akşam, 15 Mart 1938
Konserlere konan ağır vergiler yüzünden ecnebi artistler memleketimize gelemiyordu. Kanun tadil edilip yüzde seksen derecesindeki vergi artık hafifletildiğinden bu kış beş altı büyük artist gelebildi; istifade ettik.
Milli sanatı bilhassa himaye lâzımdır.
Halbuki yerli artistlere, konser hasılâtının ancak dörtte biri kalıyor: Yarısından fazlası rusum ve vergilere (meselâ Münir Nureddin konserinden 250 lira rusum ve vergi tarholunmuştur.) Diğer mesarif bundan hariç…
Yunanistan, gayri safi varıdat üzerinden yüzde on iki alıyor alıyor. Öbür komşularımız da bu mikyaslarda almaktadır.
Maliye Vekâleti eğlence yerlerinde tatbik edilen vergi ve rusumdan konserleri muaf tutarsa ve esaslı bir tadilât yaparsa kültürümüze büyük hizmet edecektir.
Bir sabıkalının cinayeti
Kavgaya müdahele ettiği için Tanımadığı bir adamı sokakta bıçakladı
Haber Akşam Postası, 19 İlkteşrin 1937
Dün gece bir sabıkalı bir adamı ağır surette yaralamıştır. Vak’a şöyle olmuştur:
Kumkapıda oturan sabıkalı manitacılardan Vehbi ile karısı Despina dün akşam evde rakı içtikten sonra Beyoğluna gezmiye gitmek üzere yola çıkmışlardır.
Aksaraya geldikleri zaman tramvaya binmek yüzünden sokak ortasında kavgaya tutuşmuşlardır.
Kavga rezalet şeklini alınca yoldan geçen bir adam yanlarına yanaşmış:
-Ayıptır yahu! Sokak ortasında bu hal size yakışır mı? diye ihtarda bulunmuşutur. Tanımadığı bir adamın müdahelesine kızan Vehbi “sen ne karışıyorsun?..” diyerek küfretmiş, sonra cebindeki bıçağı çekerek yabancı adamın karnına sağlamıştır.
Ağır surette yaralan adamın feryadına zabıta memurları yetişmiş, yaralıyı Cerrahpaşa hastanesine kaldırılmışlardır.
Yaralmın adı Hüseyin oğlu Ömerdir. Kumkapıda Daltaban sokağında oturmaktadır. Sabıkalı Vehbi kaçmıştır. Bugün yakalanması muhtemeledir.
Papasın Önüne Çıplak Çıkmak Istiyen Kadın!
Şikagoda, Tarihin Kaydetmebiği Şekilde Bir İzdivaç Merasimi Yapıldı!
Son Posta, 11 Temmuz 1934
İngiliz gazetelerinin anlattıklarına göre Şikagonun Liberal Chruch kilisesinde, asrımızın bazı ahlâk telâkkilerinde ne derece mübalatsızlığa düşebileceklerini gösteren bir vak’a cereyan etmiştir. Verilen tafsilâta bakarsak:
Bu kilisenin papazı muhterem Rahip Percy Vaid birgün Mirte Carles Müller isminde bir genç adam ile Mis Yvon Stacy isminde bir genç kızdan belediyede akitlerini tescil ettirdikleri ve şimdi de dinî merasim yaptırmak istedikleri hakkında bir mektup alır ve üç gün sonra sabah saat dokuzda kiliseye gelmeleri için kendilerine randevu verir.
O gün saat 9 da kilisenin kapısı önünde bir otomobil duru, içinden bir gen erkek ile bir genç kadın çıkarlar. Bunların birisi Mister Müller, öteki de Mis Stacy’dir. İkisi de adeta çıplaktırlar. Bunları takiben ikinci bir otomobil durur, içinden de ayni vaziyette 3 kadın çıkar. Önde gelin güvey, arkalarında bu üç kadın şahit kiliseye girerler, dehlizi geçerek papasın önünde dururlar.
Rahip efendi:
-Siz kimsiniz? Diye sorar.
-Evlendirmek için randevu verdiğiniz çift ile şahitleri!
-Fakat bu… ne kıyafet!
-Binlerce sene evvel Adem babamız ile Havva annemizin kıyafetlerine girdik, o şekilde evlenmek istedik, tabiate avdetimizi ümit ederiz ki yerinde ve doğru bulursunuz:
Papas efendi müşkül vaziyettedir, ne yapsın?
-Binlerce sene evvel Adem babamız ile Havva annemiz vakıa bu kıyafette idiler. Fakat onlara bakan yoktu onun için bu kıyafette kalmalarını mahzurlu bulmiyorlardı. Halbu ki şimdi..
Maamafih papas efendi uzun bir vaaz vermekten ise işi kısaya bağlamayı daha muvafık görerek nutkunu keser ve:
-Allahın emrile sizi yekdiğerinize tezviç ittim. Allah saadet versin ve günahlarınızı da affetsin diyerek kürsüden iner.
Biberler kutu içinde satılacak
Akşam, 22 Kânunusani 1936
Toz halinde satılan karabiberlerden büyük bir kısmı karışıktır. Belediye bunun önünü almak için karabiberlerin açıkta satılmasını yasak etmeği düşünüyor. Biberler kutular içinde satılacak, her kutuda kimin tarafından hazırlandığının ismi bulunacaktır. Biber karışık çıkarsa bunu karıştıran cezaya çarpılacaktır.
Bir Adam (850) Lira Bulmuş, Fakat Sahibi Yok!
Son Posta, 9 Temmuz 1934
Küçükpazarda seyyar sebze satıcılığı yapan 331 doğumlu Niğdeli Süleyman oğlu Hakkı geçen ayın 26 ncı günü sırtında küfesile Küçükpazar caddesinden geçerken ayağına bir bez dokunmuş.. eğilmiş, ayak bezi yaparım, diye bu bezi almış, elile yoklamış, içinde katı bir tomar halinde bir kâğıt görüce çıkını açmiye başlamış ve içinde gözüne ilişen mavi ve yeşil resnkli banknotlara inanmak istememiş. Bezi tamamen açmış ve içinden yüzer, ellişer ve onar liralık bir tomar kâğıt para bulunduğunu görünce çabuk çabuk yürümeye ve atrafına bakarak koşmıya başlamış. Oradan geçenlerden birisi bu adamın para bulduğunu anlamış, kendisini takip etmiş ve nihayet polise haber vermiştir.
Polis Hakkıyı yakalamış.. Hakkı yerde bulduğu paranın (850) lira olduğunu, bundan (30) lirasını harcadığını söylemiş ve (820) lirasıni polise teslim etmiştir.
Polis bulduğu parayı zabıtaya haber vermediği için Hakkıyı dün paralarla beraber müddeiumumiliğe teslim etmiştir. Henüz paraları sahibi çıkmamıştır.
Hırsız güzellik kıraliçesi
Birkaç kat elbise çaldığı için hapse girmişti
Son günlerde cezasını bitirdi
Vakit, 23 Kânunusani 1930
Çalıştığı bir mağazadan bir kaç kat elbise çaldığı için üç ay hapse mahkûm olan İngiltere güzellerinden ve güzellik kıraliçelerinden Mis Mod Hol mahkûmiyet müddetini bitirmiş ve hapisaneden çıkmıştır. Kızın kurtulması münasebetile babası tarafından yazılan bir makalede şu sözler söylenmektedir:
“Kızım çok iyi bir kızdı. Kendisi hayata yeniden başlamak azmindedir. Onu izlâl eden ve baştan çıkaran hadise 50,000 kız içinde birinciliği kazanması üzerine yüzlerce izdivaç teklifi, sinema müesseselerinden bir çok iş teklifleri karşısında kalması, Hindistan prenslerinden sürü sürü hediyeler almasıdır. Bu vaziyet onu iğfal etmiş; o da daha cazip bir kıyafet içind görünmek mecburiyetini hissederek fena bir harekette bulunmuştur. Ben cemiyete hitap ederek kızımın affını rica ediyorum.”
Kırık kanatlar..
İlk hava şehitlerimiz için yapılan heykel
San’atkârlarımızın en güzel eseri
Vakit, 19 Kânunusani 1930
Geçen nüshamızda, İstanbul-Mısır hava seferini yaparken Kudüs civarında sukut ederek şehit olan ilk Türk hava kurbanları Fethi, Nuri, Sadık Beyler için güzel sanatlar akademisi heykeltraşlar şubesi tarafından bir heykel yapılmakta olduğunu yazmıştık. Bugün bir resmini dercettiğimiz bu heykel tamamlanmak üzeredir. Tayyareci şehitler heykeli yakında ikmal edilecek ve Tayyare Cemiyeti tarafından birheyet delâletile Şama gönderilecektir. Üç şehidin cesedi vaktile kudüsten Şama naklolmuş orada yan yana defnolunmuştu. Suriyenin işgalinden sonra bu üç mezar, Şama uğrıyan Türklerin hazın bir ziyaretgâhı olmuştur.
Heykel Şamda bu üç mezarın üstüne dikilecektir.
Heykel, güzel san’atlar alademisinin pek muvaffak bir eseridir.
Kaçak rakı
İki yerde iki imalâthane yakalandı
Vakit, 2 Kânunusani 1930
1929 senesinde geçen senelere nazaran müskirat kaçakçılığının azaldığı görülmüştür. Bu sene şahrimizin muhtelif mahallerinde 332 gizli fabrika yakalanmış olup buralardan 4000 kilo cibre, 8000 kilo halis rakı musadere edilmiştir. Bu rakılar idarenin fabrikasına gönderilmekte ve orada yeniden çekilerek satılmaktadır. Yakalanan kazanlar ise eritilip hurda halinde tüccarlara verilmektedir.
Müskirat idaresi dün şehirde gizli olarak faaliyetine devam eden iki mühim rakı fabrikası maydana çıkarmıştır.
Bunlardan biri Beyazıtta Hasanpaşa karakolu altında 18 numaralı Dagıstanlı İsmailin hanesidir. Mumaileyh bir sene içinde 9 defa yakalanmış dün de evinin taharrisinde 200 kiloluk hali faaliyette bir kazanla 500 kilo cibre elde edilmiştir.
Gedikpaşada keşfedilen ikinci imalâthanede de Madam Minerva isminde bir kadının tahtı idaresinde olup burada çekilen rakılar şık giyinmiş kadınlar tarafından mantolarının altında gizlice piyasaya sürülmektedir. Buranın taharrisinde de 100 kiloluk bir salamura, küçük tenekeler, dereceler bulunmuştur.
Öpüşmeyiniz!
Verem eksilmiyor, artıyor
Emanet yeni hastane inşasını tesri edecek
Vakit, 2 Kânunusani 1930
Veremle mücadele cemiyeti faaliyetine devam etmekte, açtığı dispanserlerle müracaat eden hastaların tedavisine çalışmaktadır.
Bu meş’um hastalığın esaslı tedavisini gıda teşkil ettiğinden hastalara muntazaman yumurta, süt ve et verilmektedir.
Fakat maalesef varidatın azlığından lâzım olan muavenetin ancak onda biri yapılmaktadır. Bu kadar insanî bir gaye için çalışan cemiyetin bütün varidatı 2-3 bin lira içindedir.
Bunun içindir ki cemiyet en esaslı sâyiini veremden korumak için alınması lâzım tedbirlere neşriyata ve propogandaya vermiştir. Propoganda ve tavsiyeler afişler ve filimler vasıtasile yapılmakta ve bunların ruhunu şunlar teşkil etmektedir:
Öpüşmeyin, musafaha etmeyin, yerlere tükürmeyin, lüksün yerine gıdayı tercih edin.
Şehirde verem artıyor mu, eksiliyor mu? Cemiyetin faaaliyeti, İstanbul için ne kadar yataklı bir verem hastanesine ihtiyaç var ve bunun için ne yapılıyor?
Bu mühim suallerimize Veremle mücadele reisi şu cevapları veriyor:
-Maalesef size verem eksiliyor diyemiyeceğim. Bilâkis arttığını tahmin ediyorum. Çünkü el’an bir çok aileler gıdanın hayatta oynadığı rolü takdir etmemiş bulunuyorlar.
İyi gıda, az süs ve eğlence yerine iyi süs ve eğlence az gıda cihetini kabul ediyorlar. Elimizde nice hasta çocuklar var ki bu telâkkinin kurbanıdırlar. Gıdanın başta verem olmak üzere bir çok hastalıklar üzerinde en kısa bir zamanda ne iti tesirler bıraktığını dispanserlerimizde görünüz. Varidatımız çok az. Bunun için ancak (200) kadar hasta ile meşgul olabiliyoruz. Mesaimizin mühim bir kısmını halka korunma tedbirleri öğretmiye hasrediyor, kadınları öpüşmekten erkekleri musafahadan kurtarmıya, mikrop alma tehlikesine karşı ihtiyat göstermelerine çalışıyoruz.
Kanaatime göre İstanbula, lâakal (500) yataklı bir verem hastanesine ihtiyaç vardır. Emanetten kuvvetli vait aldık. 200 bin lira sarfederek bir hastane inşası işini tesri edecektir. Emanetin yapacağı bu hastanenin (100) yataklı olacağını tahmin ediyorum.
Yüz yıl sonra Dünya ne hal alacak?
Bir âlim, bir tayyareci tahminler yürütüyor
İkdam, 3 Nisan 1936
Yüz sene sonra hayatımız nasıl olacak? İnsanlar dünya üzerinde nasıl yaşayacaklar?
İngilizce Moring Post gazetesi bu mevuz üzerinde İngilterenin en meşhur bir âlimi ve en meşhur bir tayyarecisi ile görüşerek 2036 senesinde hayatın nasıl olacağına dair bu iki zatın çok dikkate değer mütalea ve tahminlerini tesbit etmiştir.
Alim şunları söylemiştir:
Âlim ne diyor?
“-Yüz sene sonra İnsanlar hiç duman olmayan şehirlerde yaşayacaklardır. Sanayi o zaman atomların istismarı esası üzerine kurulmuş olacaktır.
2036 senesinde hususi mahkemeler insanları muhakeme edecekler, cemiyete faydalı olan fertlerin gençlik aşısile ömürlerini uzaltmağa karar vereceği gibi cemiyetler faydasız olanları da tabiî ölümlerile ölmeğe mahkûm edeceklerdir.
Yüz sene sonra demir madeni şimdiki ehemmiyetini kaybedecek, yerini alüminyoma ve diğer hafif madenlere bıracakacktır. Meselâ evler alüminyomdan, mantardan ve hararet nakletmiyen spestos kâğıdından yapılacaktır. Elbiseleri Sellülozdan olacak, böylece çamaşır yıkamak derdi ortadan kalkacaktır. Çünkü kirlenen elbiseyi atmak bunların ucuzluğu dolayısiyle, kolaylıkla mümkün olacaktır.
Gıdanın teksif edilerek haplar halinde alınması mümkün olmıyacaktır. Çünkü kimyevi maddelerin insan vücuduna kâfi miktarda enerji vermiyeceği şimdiden anlaşılmıştır. Buna mukabil ziraat büsbütün değişecek, tohumlar fennî vasıtalarla yetiştirilecektir. Ehli hayvanların nesli ıslah edilecek, muzır böcek ve mikrop kalmıyacak ve belki de insan neslini ıslah etmek de mümkün olacaktır.
Tayyarecinin fikri
Meşhur tayyareci de şunları söylemiştir:
“-Yüz sene sonra dünya üzerinde hiçbir milletin askerî tayyare kuvveti mevcut olmamasını temenni edelim. Zira tayyarecilikte şimdiye kadar elde edilmiş olan terakki ayni nisbette devam ederse tayyare silâhı nihayet insana hâkim olup çıkacak, harbe girişen milletler karşılıklı mahvolup gideceklerdir.
Tayyareciliğn inkişafına çalışılırken şimdiye kadar ondan harbde edilecek istifade düşünülmüştür. Hava yolları hemen ekseriyetle sevkulceyşi bir mahiyeti haizdir ve ticaret tayyarelerinin pilotları hakikatte orduların ihtiyat tayyarecileridir.
Tayyarecilik beşeriyetin refahına hizmet edebilirdi ve hizmet etmesi lâzımdı. Maalesef bu mühim icadı beşeriyet için korkunç bir silâh haline getirdiler. Bütün dünya milletleri bombardıman tayyarelerinden müteşekkil filolar vücude getirmek için canla başla çalışıyorlar. Bir harp patlak verdiği zaman milletler birbirleriin üzerlerine bu korkunç silâhlarla hücum edeceklerdir. O zaman her canlı mahlûk bombalar için bir hedef teşkil edecektir.
Otuz sene içinde tayyarecilik yakıp yıkıcı müthiş bir kuvvet haline geldi. Tayyareden ticari sahada görülen istifade ise nisbeten pek azdır. Şimdiki halle tayyarecilikte maalesef bir tek şu gaye gözetiliyor: Harp ve bombardıman!
Tayyare denilince şimdi aklımıza derhal harp ve bombardıman geliyor. Bu vaziyetin böyle yüz sene devam etmesi imkânsızdır: buna bir nihayet vermelidir. Tayyarecilik askeri gayesini terkedip ticari bir mahiyet almalıdır. Aksi takdirde beşeriyet intihara gidiyor demektir.
Temenni edelim ki 2036 senesinde hava silâhı diye bir şey mevcut olmasın!..
Dünya vaziyeti ve Almanya
Alman devlet adamları vaziyeti endişe ile takip ediyorlar
Ulus, 30 Temmuz 1939
Berlin, 29 a.a.-Havas ajansından
B. Hitler’in beklenilmiyen bir anda Berlin’e avdet etmesi bir takım tefsirlere yol açmaktadır. Führer, Bayreuth’de bulunuyor ve Vagner festivaline iştirak ediyordu. B. von Ribbentrop’da Salzburg’dan Berlin’e gelmiştir.
Resmî mahafil, B. Hitler’in Berline B. Ribbentrop ile gündelik işler hakkında görüşmek üzere gelmiş olduğunu beyan etmektedirler. Maamafih Hitler’in Berlin’e avdetinin burada derin bir tesir icra etmiş olan beynelmilel vaziyetteki inkişaflardan ve bilhassa japon-amerikan ticaret muahedenamesinin feshinden ve ingiliz-fransız-sovyet müzakerelerinde meşhut olan terakkilerden ileri gelmiş olduğu istihbar edilmiştir.
Kendisinin birdenbire Berlin’e gelmesi siyasî faaliyetin artmış olduğuna delil addedilmektedir.
Daha şimdiden Berlin, Tokyo ile bir ticaret muahedesi imzalamak suretiyle japon amerikan muahedenamesinin feshine mukabelede bulunmaktadır. Alman zimamdarları, komintern aleyhtarı milletlerin bir hezimete uğramış oldukları intibaına mahal vermemek istemektedirler.
Alman-japon itilâfı, birkaçdanberi hazırlanmaktadır. Öğrenildiğine göre ingiliz-fransız-sovyet erkânı harbiyeleri arasında görüşmeler yapılacağına dair olan haber, alman zimamdarlarının Berline avdetleri hususunda mühim bir âmil olmuştur.
Almanya ile Sovyetler arasında yapılmakta olan ticarî ve malî müzakereler, büyük müşkilâta maruz kalmaktadır. Buna mukabil, alman makamatı sovyet-ingiliz-fransız müzakerelerinin müşkilâta müsadif olacağına ait olan tahminlerinde hayal inkisarına uğramışlardır.
Son günlerde gazeteler, ingilizlerle fransızların Moskova’da sarfetmekte oldukları gayretleri vâhi addederek hayli alay etmişlerdir. Bugün ise sükûtu muhafaza etmekte ve müzakerelerin devamını bildiren Moskova tebliğini neşretmektedirler.
Senenin en meşhur filmi: “Rüzgâr Aldı Götürdü!”
Milyonlarla satılan bu eserin baş rollerini Clark Gable ile Leslie Horward büyük muvaffakiyetle oynadılar
Hakikat, 16 Ağustos 1940
Son zamanlarda çıkan ve büyük sükse yapan yabancıkitablar arasında muhakkak ki en önde gelen, hiç tanınmamış, hattâ bu kitabı yazıncaya kadar hiçbir kitab yazmamış Amerikalı bir kadının yazdığı Gone Withe The Win-”Rüzgâr aldı, götürdü” isimli kitabıdır. Bu kitab Amerikada neşrolunduğundan pek az bir müddet sonra bütün dünyaya yayıldı. Ve muharririne bir milyon dolar kâr bıraktı. Kitabın muharriri bu kitabi yazıncaya kadar hiç edebî bir tecrübe yapmış değildi. Belki bu kitabdan sonra da yazmıyacaktır. Fakat tek kitabının getirdiği para ve şöhret bütün hayatı müddetince ona kâfi gelecek kadar muazzamdır.
Bu meşhur kitab, Amerikada neşredilip de günün hadisesi haline gelince, tabiidir ki Holivuddaki film sosyeteleri derhal faaliyete geçtiler. Ve Producteur, Seiznich, Withe the Win’in filmini yapmayı üzerine aldı. Kitabdaki mühim şahsiyetler için şu meşhur yıldızlar seçildi: Clark Gable, Leslie Horward, Olivie de Hailand. Fakat kitabın, bütün vak’anın etrafında dönmekte olduğu asıl kahramanını, genc kız rolünü yapacak artisti bulmak kolay olmadı.
Holivuddaki bütün büyük yıldızlari, bin bir itinalarla hazırlanan bu yeni filmin baş kadın rolüne göz dikmişlerdi. Fakat Prodecteur Seiznik, bu rol için çok titiz davranıyordu. Bir çok tecrübeler yapıyor, kitabdaki kahramana, Scarlett O’Haro’ya en uygun geleck tipi arayordu. Haftalarca bu araştırma devam etti. Evvelâ bu rolü, Marie Antoinette filmile ne büyük bir san’atkâr olduğunu bir kere daha göstermiş olan saf, tatlı bakışlı Norma Shearer’in alacağı zannedildi. Sonra zeki, mağrur Katherine Hepburn’dan bahsedildi. Cloudette Colbert ismi etrafında rivayetler çıktı. Fakat Seiznik bir türlü karar veremiyordu. Bir aralık Charlie Chaplin’in genc karısı Paulette Goddard akla geldi. Sonra büyük facia artisti Bette Davis’i düşündü. Şu vardı ki bunlardan hiçbiri prodüktörün romanı okuduktan sonra hayalinde yarattığı genc kız tipi değillerdi. Araştırmalar devam etti ve nihayet bir gün Seiznik aradığnı buldu: Hiç tanınmamış genc bir kadın, Vivien Leigh… Daha kısa bir zaman evvel meçhul bir kimse iken birdenbire meşhur olarak starlar sırasına giren bu genc artistin hayatını kısaca anlatalım: Bundan üç dört sene evvel Londrada büyük terzihaneler ve magazin kapakları için resimler çıkartıyordu. Bir zabit kızı idi, bir müddet Londrada Academie Royal Dramatique’de etüd yapmıştı. Sonra hayatını kazanmak için pek mütevazi bir şekilde çalışmaya başladı. O zamanlar Vivien Hartley ismini taşıyordu. Fakat bir avukatla evlenince, kocasının ismini aldı. Bu isim altında bazı filimlerde küçük roller kabul etti. Bir kaç İngiliz filminde de sükse yapmadı değil. Bir defa da Holivudda film çevirdi. Fakat istediği şöhreti yapamıyordu. Prosukteur Seiznick, yeni filmi için bir çok genc istidadları toplamış, önünden resmi geçid yaptırıyordu ki birdenbire onu gördü. işte o zaman film âmili heyecan içinde şöyle bağırmıştı:
-İşte romanın kahramanı, işte Scalette O’Haro…
En mühim müşkül halledilmiş, filmin baş kadın rolünü alacak san’atkâr seçilmişti.
“Gone Wothe the Wind” ın çevirdiği tam üç sene sürdü. Üç sene sonra vak’anın cereyan ettiği şehirde, Atlanta’da büyük bir gala verilerek, film gösterildi. Bütün davetliler o zamanın elbiselerini giymişlerdi. Producteur Seinick, o gece servetini ve mevkiini oynayordu. Vivien Leigh ise şöhretini… Her ikisi de kazandılar. Film baştanbaşa renkli idi. Dört saat devam etti. Bütün yıldızlar, bilhassa başlıca kahramanları Viven Leigh, fevkalâde muvaffak olmuşlardı. Gone With The Wind hâlâ Amerikanın bir çok sinemalarında birden oynayor. Temenni edelim ki bu güzel film yakın zamanda Türkiyeye de getirtilsin.
Kızlarımız Askerlik derslerini Bu sene arkadaşlarile birlikte Görecekler
Haber Akşam Postası, 7 Eylül 1937
Ankaradan verilen bir haberde, kadınların askerliği hakkındaki lâyihanın kabulünden evvel bir kararla kız talebe de erkek arkadaşlariyle beraber liselerin açılma tarihi olan 1 ilk teşrinden itibaren askerlik dersi göreceklerdir.
Orta mektep, lise, muallim mektebi ve yüksek mekteplerdeki kızlarımız için bu dersler mecburî olacaktır. Yalnız bu derslerin erkeklerinkinden kısmen farklı olarak nakliye, havacılık, muharebecilik kısımlarına münhasır kalacağı anlaşılmaktadır.
Klüpler teftiş ediliyor
Fenerbahçenin kasası mühürlendi
Haber Akşam Postası, 17 Eylül 1937
Türk Spor Kurumu hesap müfettişi tarafından bütün klüplerin kontrol edildiğini ve bir iki klübün hesaplarında da bazı karışıklıklar görüldüğünü evvelce yazmıştık.
Dün merkezden gelen bir emir üzerine Fenerbahçe klübüne üç müfettiş ile bir de komiser giderek bu klübün kasası mühürlenmiş ve tahkikata başlanmıştır.
Diğer klüpleri de kontrol eden müfettişlerin antrenör aylıklarına itiraz ettikleri de söylenmektedir. Bu vaziyet şehrimizde bazı klüplerin kapatıldığı şeklinde bir dedikodunun çıkmasına sebeb olmuştur.
Halbuki bu doğru değildir. İstanbul mıntıkası reisi vali ve belediye reisi Muhiddin Üstündağ bu sabahki gazetelerden birine bu şayia ve rivayetlerin doğru olmadığını, Dahiliye vekili ve Parti genel sekreteri Şükrü Kayanın söylediği gibi hükûmetimizin spor klüplerini kapatmak değil bilâkis bunları yükseltmek için tetkikatta bulunacağını söylemiştir.
Havada uçarken fotograf çeken güvercinler
Kanatların arasına bir otomatik fotograf bağlanıyor
Resmi alan kuş yere iniyor, sonra makineyi lâzım gelen yere götürmek işi köpeğe düşüyor
Vakit, 9 Kanunusani 1930
Almanyanın Spandav şehrinde ordu işlerinde kullanılmak üzere yetiştirilen güvercinlere mahsus bir müessese bulunmaktadır. Burada yetiştirilen güvercinler çok mühim işlerde kullanılmaktadır
Meselâ bu işlerin biri, güvercinlere havadan fotograf aldırmaktır. Bunun için, güvercinin vücuduna otomatik bir fotograf bağlanmaktadır. Güvercin bu küçük makineyi taşıyarak uçuyor ve vazifesini ifa ediyor. Esasen umumi harp esnasında güvercinler ordulara pek kıymetli işler ifa etmişlerdir.
Fransada, güvercinlerin ifa ettikleri büyük hizmetlere mukabil, Verdönde bir abide dikilmiştir. Güvercinlerin hizmeti şu kitabe ile tebcil edilmiştir: ” 1916 senesi dörthaziranda, Verdönün bu kalesinden, kumandan Raynalın son güvercini şu yazı ile uçmuştu. “Mukavemete devam ediyoruz; fakat hava gazına maruz bulunuyoruz.
Bize sür’atle yardım ediniz. Son güvercinimi gönderiyorum. Bizim Sovil köyü ile irtibatımızı temin ediniz.” Bu güvercin hareket ederek muvaselet ve avdet etmiştir. Bu gibi işlerde kullanılan güvercinlerin biri, zehirli gazdan ölecek bir hale gelmekle beraber vazifesini ifa etmiştir.
Fakat harp işlerinde güvercinlerden hakkile istifade edebilmek için köpekler de istihdam etmek lâzımdır. Çünkü güvercinler muayyen yerlere inmekte bu yerler ise cepheden çok geride bulunmaktadır. Bundan başka güvercinler geceleri ve sisli havalarda uçamazlar. Bu gibi şerait dairesinde köpeklerden istifade ediliyor. Çünkü köpekler hemen her vaziyete uymaktadırlar.
Rakı parası
Kar yağarken içilen rakıya para verilmezmiş!
Akşam, 13 Şubat 1936
Tevfik adında biri dün gece Edirnekapı dışarısında bir meyhaneye gidip geç vakte kadar rakı içmiş ve sarhoş olduktan sonra para vermeden savuşmak istemiştir. Meyhane sahibi Hüseyin parasını isteyince Tevfik hiddetlenmiş ve:
-Bu havada rakıya para verilmez. Kar yağıyor, cebimdeki para ile otomobile binip evime gideceğim..
Demiştir. Bu yüzden çıkan kavgada Tevfik bıçakla meyhaneci Hüseyini kasığından tehlikeli surette yaralayıp kaçmıştır. Vaka polise bildirilmiştir. Yaralı Hüseyin baygın halde hastaneye kaldırılmış, Tevfik yakalanarak tahkikata başlanmıştır.
Atatürk bir buçuk ay istirahat edecekler
Büyük Önderin sıhhatlerinde ehemmiyete şayan
bir vaziyet olmadığı tesbit edildi
Akşam, 31 Mart 1938
Ankara 30 (A.A.)- Riyaseticümhur Genel Sekreterliğinden resmiğ tebliğ:
Türkiye Reisicümhuru Atatürk, geçen Kânunusani ve Şubat aylarındaki Yalova, Bursa ve İstanbul seyahatlerinde kuvvetli bir grip geçirmişlerdi. Ankaraya avdetlerinde grip nüks ettiğinden konsültasyon için Fransadan profesör Fiesenje davet edildi. Profesör, tedkik ve muayene neticesinde, Atatürkün sıhhatlerinde ehemmiyete şayan bir vaziyet olmadığnı tesbit etmiş ve kedilerine bir buçuk ay kadar istirahat tavsiyesini kâfi görerek avdet etmiştir.
Bakallar ilaç satamıyacaklar
Sıhhiye müfettişleri teftişlere başladılar
Akşam, 24 Şubat 1936
İlâç ve her nevi tıbbî maddelerin münhasıran eczanelerde satılması kanun iktizasından iken son zamanlarda bakkal dükkânlarında aspirin, tentür diyot, oksijen gibi şeylerin satıldığı görülmektedir. Hele aspirin hemen hemen her bakkalde vardır.
Sıhhıiye müfettişleri eczanelere ait maddeleri satan bakkalları tasbit etmeğe başlamışlardır. Bunlara ilk defa olmak üzere ihtarda bulunulacak ve bir daha bu gibi şeyler satanlar ceza göreceklerdir. Sıhhiyenin alfığı bu tedbir, eczaneleri korumaktan ziyade reçete ile alınması mecbur olan ilâçların serbesçe satılmasının önüne geçmek içindir.
Karşıyakada ve Bozyakada iki cinayet
Ulus, 13 Temmuz 1939
İzmir(Hususî)- Biri Karşıyakada, diğeri Bozyakada iki cinayet olmuş, katillerin ikisi de yakalanmıştır. Her ikisinin de ismi Hasandır.
Soğukkuyuda Sadıkbey sokağında Mustafa Çaplıoğlu namında bir genç bundan yirmi gün kadar evel, nişanlısı Güzideden ayrılmıştır. Fakat birkaç gün evel nişanlısının vine gelmiş ve Güzide ile konuşmuştur.
Kızın babası ve kardeşi Hasan eve gelmişler. Baba,
-Nişan bozulduğu halde sen benim evime nasıl geliyorsun?
diyerek Mustafa ile kavgaya girişmiş ve delikanlıyı, arka tarafından gelmekte olan oğlu Hasana doğru itmiştir. Hasan bu sırada çakısını Mustafanın kaba etine saplamıştır. Yaralı çok kan kaybettiği için hastanede ölmüştür.
Baba, oğul yakalanmışlardır.
Bozyaka cinayeti
Maktul fırıncı Ahmet Ziya namında İzmirin tanıdığı ve evelce Karşıyakada fırın işletirken şimdi Bozyaka’da mahalle mümessilliği ve parti ocak reisi bulunan bir zattır. Ahmet Ziya, bir hırsızlık meselesinde zabıtaya müracaatla, katil Hasandan şüphelendiğini bildirmiştir. Hasan on beş yirmi gün evel hapisaneden çıkan, sabıkalı bir gençtir. Ahmet Ziyanın zannı tahakkuk etmemiş ve Hasan, bundan sinirlenerek Ahmet Ziyanın yolunu kesmiş, biri bacağından, biri de kasığından olmak üzere kendisini iki yerinden yaralamıştır.
Yaralı, hastanede ölmüş, katil de yakalanmıştır.
Süt işleri nasıl halledilir?
Viyanalılar bir değil, dört tüelü süt içiyorlar
Avusturya çocuklarının sıhhatlerini temin eden sır
Vakit, 8 Kânunusani 1930
Şehrimizde süt meselesi bir türlü halledilemez ve biz içilecek bir nevi süt bulamazken bir çok medeni şehirler bu ilk ve kuvvetli gıda işini harikulâde mükemmel bir hale getirmiş bulunuyorlar. Bu şehirler arasında Viyana birinci safta gelmektedir.
Bakınız Viyana muhabirimiz bu hususta ne yazıyor:
Doğar doğmaz insanın ilk gıdasını teşkil eden süt, Viyanada çok ince bir dikkat ve alâka ile muamele gören bir maddedir. Bu güzel gıdadan herkesin ve bilhassa çocukların en sıhhî ve en azamî derecede istifadelerini te’min için bir çok fabrikalar ve usuller vardır. Pastör üsülü ile takim, sun’i güneşten geçirerek gıda kuvvetini tasbit ve muhafaza bu husuta en başta geliyor.
Sütün gıda kuvvetinden tamamile istifade edebilmek için onu çiy olarak içmek lâzımdır. Halbuki temiz olmadığı takdirde insana verem bile geçiren bu gıda bu münasebetle en ince bir itinaya muhtaç bulunuyor. Bunun içindir ki Viyanalılar halkın içeceği sütü evvelâ Pastör usulüne tâbi tutmuşlardır.
Pastör usulü ile takim edilmiş bu sütler temiz ve kapalı şişeler içinde ve mükemmel bir tevzi teşkilâtı ile istiyenlerin kapılarına kadar gönderilir. Bu sütü çiy olarak içmekte artık zerre kadar tereddüde mahal kalmamıştır. Viyanada açık olarak da üt satılır ki bunları mutlaka kaynatarak içmek lâzımdır.
Sun’i güneş ziyasına tutulan sütlere gelince bunlar mavi şişeler içinde satılır. Bu süt diğer sütlerin en mükemmeli ve en mikroptan azade olanıdır.
Süt cinsi bununla da bitmiş değildir. “Çocuk sütü” denilen dördüncü bir süt daha vardır ki bunun yarım litresi bir buçuk litrelik bir gıda kuvveti taşır.
Hepsi leziz ve ucuz olan bu sütlerden zengin, fakir bütün Avusturya çocukları bol bol içerler.
Viyanada fabrikadan geçmemiş sütlerin satılması kat’iyyen memnudur. Bütün süt sahipleri sütlerini fabrikalarda takim muamelesi gördükten sonra satışa çıkarabilirler.
Vefiyat miktarı pek az olan Avusturya çocukları muhakkak ki hayat ve sıhhatlerini bu süte medyun bulunuyorlar.
Kaynar çayla haşlandı
İkdam, 15 İkincikânun 1940
Çarşıkapıda oturan Ali Gül oğlu Ali mangalın üzerinde kaynamakta olan caydanlığı kaldırmak isterken kaynar çay üzerine dökülerek muhtelif yerlerinden haşlanmıştır.
Tramvaya çarpan çocuk
Başından ve kolundan yaralandı
Haber Akşam Postası, 28 İlkteşrin 1937
Her zaman tramvayların insanlara çarptığı bu devirde dün tersine bir kaza olmuş bir çocuk tramvaya çarpmış, fakat neticede -bittabi- kendisi yaralanmıştır.
Kuşdilinde kundurucı Mıgırdıçın oğlu Aram dün gece saat 20 de Söğütlüçeşme mahalelsinde Dilber sokağından koşarak çıkmış ve karşı sokağa geçmek istemiştir. Fakat o sırada bir tramvay caddede belirmiş hızını alamıyan Aram kafasını tramvaya çarptıktan sonra caddeye düşüp bayılmıştır.
Başından ve kolundan yaralanan Aram hastaneye kaldırılmıştır.
Zaronun Halefi
Diyarıbekirde 150 lik Bir Adam
Son Posta, 20 Temmuz 1934
Diyarıbekir, (Hususi)- Zaro Ağa öldü. Fakat onun yerini tutacak yeni bir yaşlı insan meydana çıktı. Bu adam Diyarıbekire bağlı Slivanın Zilan köyünden Mahmo oğlu Abdülgaffur ağadır. Bu ihtiyara, Diyarıbekirin maruf san’atkârlarından Celâl Bey bir tesadüf neticesi rastlamıştır. Abdülgaffur Ağa hayatını çiftçilikle geçirmiştir ve şimdiye kadar on defa evlenmiştir. Çocuk ve torunlarının adedi elliyi bulmaktadır. Abdülgaffur Ağa yaşlılığı neticesi vücutçe çok düşkündür. Bu yüzde çalışamamakta, köylülerin yardımı ile işini başarmaktadır. Resmi alınırken ihtiyar iskemle üzerinde doğru dürüst oturamıyordu.
Amerikanın vaziyeti
Bir mebus Almanya ile münasebetlerin kesilmesini istiyor
Akşam, 16 Mart 1938
Vaşington 15 (A.A.) - Nevyorkun demokrat mümessili Ottole parlâmentoya bir takrir vererek Avusturya tekrar istiklâline kavuşuncaya kadar Almanya ile diplomatik münasebetlerin kesilmesini istemiştir. Bunun kabulü ihtimali zayıftır.
V aşington 15 (A.A.)- Yarı resmî mahfeller, Avusturya Almanyaya ilhak edildiği takdirde Viyanadaki Amerika sefaretinin konsolosluğa tahvil edileceğini beyan etmektedirler. Ayni mahfellere ilhak keyfiyetinin kuvvet istimalile Versay muahedesine bir tecavüz mahiyetinde telâkki edileceğini ve kuvvet kullanmak suretile yapılan futuhatın tanınmaması hakkındaki Simpson doktrininin tatbikini intaç edebileceğini ilâve eylemektedirler.
Konserlerden vergi
Akşam, 15 Mart 1938
Konserlere konan ağır vergiler yüzünden ecnebi artistler memleketimize gelemiyordu. Kanun tadil edilip yüzde seksen derecesindeki vergi artık hafifletildiğinden bu kış beş altı büyük artist gelebildi; istifade ettik.
Milli sanatı bilhassa himaye lâzımdır.
Halbuki yerli artistlere, konser hasılâtının ancak dörtte biri kalıyor: Yarısından fazlası rusum ve vergilere (meselâ Münir Nureddin konserinden 250 lira rusum ve vergi tarholunmuştur.) Diğer mesarif bundan hariç…
Yunanistan, gayri safi varıdat üzerinden yüzde on iki alıyor alıyor. Öbür komşularımız da bu mikyaslarda almaktadır.
Maliye Vekâleti eğlence yerlerinde tatbik edilen vergi ve rusumdan konserleri muaf tutarsa ve esaslı bir tadilât yaparsa kültürümüze büyük hizmet edecektir.
Bir sabıkalının cinayeti
Kavgaya müdahele ettiği için Tanımadığı bir adamı sokakta bıçakladı
Haber Akşam Postası, 19 İlkteşrin 1937
Dün gece bir sabıkalı bir adamı ağır surette yaralamıştır. Vak’a şöyle olmuştur:
Kumkapıda oturan sabıkalı manitacılardan Vehbi ile karısı Despina dün akşam evde rakı içtikten sonra Beyoğluna gezmiye gitmek üzere yola çıkmışlardır.
Aksaraya geldikleri zaman tramvaya binmek yüzünden sokak ortasında kavgaya tutuşmuşlardır.
Kavga rezalet şeklini alınca yoldan geçen bir adam yanlarına yanaşmış:
-Ayıptır yahu! Sokak ortasında bu hal size yakışır mı? diye ihtarda bulunmuşutur. Tanımadığı bir adamın müdahelesine kızan Vehbi “sen ne karışıyorsun?..” diyerek küfretmiş, sonra cebindeki bıçağı çekerek yabancı adamın karnına sağlamıştır.
Ağır surette yaralan adamın feryadına zabıta memurları yetişmiş, yaralıyı Cerrahpaşa hastanesine kaldırılmışlardır.
Yaralmın adı Hüseyin oğlu Ömerdir. Kumkapıda Daltaban sokağında oturmaktadır. Sabıkalı Vehbi kaçmıştır. Bugün yakalanması muhtemeledir.
Papasın Önüne Çıplak Çıkmak Istiyen Kadın!
Şikagoda, Tarihin Kaydetmebiği Şekilde Bir İzdivaç Merasimi Yapıldı!
Son Posta, 11 Temmuz 1934
İngiliz gazetelerinin anlattıklarına göre Şikagonun Liberal Chruch kilisesinde, asrımızın bazı ahlâk telâkkilerinde ne derece mübalatsızlığa düşebileceklerini gösteren bir vak’a cereyan etmiştir. Verilen tafsilâta bakarsak:
Bu kilisenin papazı muhterem Rahip Percy Vaid birgün Mirte Carles Müller isminde bir genç adam ile Mis Yvon Stacy isminde bir genç kızdan belediyede akitlerini tescil ettirdikleri ve şimdi de dinî merasim yaptırmak istedikleri hakkında bir mektup alır ve üç gün sonra sabah saat dokuzda kiliseye gelmeleri için kendilerine randevu verir.
O gün saat 9 da kilisenin kapısı önünde bir otomobil duru, içinden bir gen erkek ile bir genç kadın çıkarlar. Bunların birisi Mister Müller, öteki de Mis Stacy’dir. İkisi de adeta çıplaktırlar. Bunları takiben ikinci bir otomobil durur, içinden de ayni vaziyette 3 kadın çıkar. Önde gelin güvey, arkalarında bu üç kadın şahit kiliseye girerler, dehlizi geçerek papasın önünde dururlar.
Rahip efendi:
-Siz kimsiniz? Diye sorar.
-Evlendirmek için randevu verdiğiniz çift ile şahitleri!
-Fakat bu… ne kıyafet!
-Binlerce sene evvel Adem babamız ile Havva annemizin kıyafetlerine girdik, o şekilde evlenmek istedik, tabiate avdetimizi ümit ederiz ki yerinde ve doğru bulursunuz:
Papas efendi müşkül vaziyettedir, ne yapsın?
-Binlerce sene evvel Adem babamız ile Havva annemiz vakıa bu kıyafette idiler. Fakat onlara bakan yoktu onun için bu kıyafette kalmalarını mahzurlu bulmiyorlardı. Halbu ki şimdi..
Maamafih papas efendi uzun bir vaaz vermekten ise işi kısaya bağlamayı daha muvafık görerek nutkunu keser ve:
-Allahın emrile sizi yekdiğerinize tezviç ittim. Allah saadet versin ve günahlarınızı da affetsin diyerek kürsüden iner.
Biberler kutu içinde satılacak
Akşam, 22 Kânunusani 1936
Toz halinde satılan karabiberlerden büyük bir kısmı karışıktır. Belediye bunun önünü almak için karabiberlerin açıkta satılmasını yasak etmeği düşünüyor. Biberler kutular içinde satılacak, her kutuda kimin tarafından hazırlandığının ismi bulunacaktır. Biber karışık çıkarsa bunu karıştıran cezaya çarpılacaktır.
Bir Adam (850) Lira Bulmuş, Fakat Sahibi Yok!
Son Posta, 9 Temmuz 1934
Küçükpazarda seyyar sebze satıcılığı yapan 331 doğumlu Niğdeli Süleyman oğlu Hakkı geçen ayın 26 ncı günü sırtında küfesile Küçükpazar caddesinden geçerken ayağına bir bez dokunmuş.. eğilmiş, ayak bezi yaparım, diye bu bezi almış, elile yoklamış, içinde katı bir tomar halinde bir kâğıt görüce çıkını açmiye başlamış ve içinde gözüne ilişen mavi ve yeşil resnkli banknotlara inanmak istememiş. Bezi tamamen açmış ve içinden yüzer, ellişer ve onar liralık bir tomar kâğıt para bulunduğunu görünce çabuk çabuk yürümeye ve atrafına bakarak koşmıya başlamış. Oradan geçenlerden birisi bu adamın para bulduğunu anlamış, kendisini takip etmiş ve nihayet polise haber vermiştir.
Polis Hakkıyı yakalamış.. Hakkı yerde bulduğu paranın (850) lira olduğunu, bundan (30) lirasını harcadığını söylemiş ve (820) lirasıni polise teslim etmiştir.
Polis bulduğu parayı zabıtaya haber vermediği için Hakkıyı dün paralarla beraber müddeiumumiliğe teslim etmiştir. Henüz paraları sahibi çıkmamıştır.
Hırsız güzellik kıraliçesi
Birkaç kat elbise çaldığı için hapse girmişti
Son günlerde cezasını bitirdi
Vakit, 23 Kânunusani 1930
Çalıştığı bir mağazadan bir kaç kat elbise çaldığı için üç ay hapse mahkûm olan İngiltere güzellerinden ve güzellik kıraliçelerinden Mis Mod Hol mahkûmiyet müddetini bitirmiş ve hapisaneden çıkmıştır. Kızın kurtulması münasebetile babası tarafından yazılan bir makalede şu sözler söylenmektedir:
“Kızım çok iyi bir kızdı. Kendisi hayata yeniden başlamak azmindedir. Onu izlâl eden ve baştan çıkaran hadise 50,000 kız içinde birinciliği kazanması üzerine yüzlerce izdivaç teklifi, sinema müesseselerinden bir çok iş teklifleri karşısında kalması, Hindistan prenslerinden sürü sürü hediyeler almasıdır. Bu vaziyet onu iğfal etmiş; o da daha cazip bir kıyafet içind görünmek mecburiyetini hissederek fena bir harekette bulunmuştur. Ben cemiyete hitap ederek kızımın affını rica ediyorum.”
Kırık kanatlar..
İlk hava şehitlerimiz için yapılan heykel
San’atkârlarımızın en güzel eseri
Vakit, 19 Kânunusani 1930
Geçen nüshamızda, İstanbul-Mısır hava seferini yaparken Kudüs civarında sukut ederek şehit olan ilk Türk hava kurbanları Fethi, Nuri, Sadık Beyler için güzel sanatlar akademisi heykeltraşlar şubesi tarafından bir heykel yapılmakta olduğunu yazmıştık. Bugün bir resmini dercettiğimiz bu heykel tamamlanmak üzeredir. Tayyareci şehitler heykeli yakında ikmal edilecek ve Tayyare Cemiyeti tarafından birheyet delâletile Şama gönderilecektir. Üç şehidin cesedi vaktile kudüsten Şama naklolmuş orada yan yana defnolunmuştu. Suriyenin işgalinden sonra bu üç mezar, Şama uğrıyan Türklerin hazın bir ziyaretgâhı olmuştur.
Heykel Şamda bu üç mezarın üstüne dikilecektir.
Heykel, güzel san’atlar alademisinin pek muvaffak bir eseridir.
Kaçak rakı
İki yerde iki imalâthane yakalandı
Vakit, 2 Kânunusani 1930
1929 senesinde geçen senelere nazaran müskirat kaçakçılığının azaldığı görülmüştür. Bu sene şahrimizin muhtelif mahallerinde 332 gizli fabrika yakalanmış olup buralardan 4000 kilo cibre, 8000 kilo halis rakı musadere edilmiştir. Bu rakılar idarenin fabrikasına gönderilmekte ve orada yeniden çekilerek satılmaktadır. Yakalanan kazanlar ise eritilip hurda halinde tüccarlara verilmektedir.
Müskirat idaresi dün şehirde gizli olarak faaliyetine devam eden iki mühim rakı fabrikası maydana çıkarmıştır.
Bunlardan biri Beyazıtta Hasanpaşa karakolu altında 18 numaralı Dagıstanlı İsmailin hanesidir. Mumaileyh bir sene içinde 9 defa yakalanmış dün de evinin taharrisinde 200 kiloluk hali faaliyette bir kazanla 500 kilo cibre elde edilmiştir.
Gedikpaşada keşfedilen ikinci imalâthanede de Madam Minerva isminde bir kadının tahtı idaresinde olup burada çekilen rakılar şık giyinmiş kadınlar tarafından mantolarının altında gizlice piyasaya sürülmektedir. Buranın taharrisinde de 100 kiloluk bir salamura, küçük tenekeler, dereceler bulunmuştur.
Öpüşmeyiniz!
Verem eksilmiyor, artıyor
Emanet yeni hastane inşasını tesri edecek
Vakit, 2 Kânunusani 1930
Veremle mücadele cemiyeti faaliyetine devam etmekte, açtığı dispanserlerle müracaat eden hastaların tedavisine çalışmaktadır.
Bu meş’um hastalığın esaslı tedavisini gıda teşkil ettiğinden hastalara muntazaman yumurta, süt ve et verilmektedir.
Fakat maalesef varidatın azlığından lâzım olan muavenetin ancak onda biri yapılmaktadır. Bu kadar insanî bir gaye için çalışan cemiyetin bütün varidatı 2-3 bin lira içindedir.
Bunun içindir ki cemiyet en esaslı sâyiini veremden korumak için alınması lâzım tedbirlere neşriyata ve propogandaya vermiştir. Propoganda ve tavsiyeler afişler ve filimler vasıtasile yapılmakta ve bunların ruhunu şunlar teşkil etmektedir:
Öpüşmeyin, musafaha etmeyin, yerlere tükürmeyin, lüksün yerine gıdayı tercih edin.
Şehirde verem artıyor mu, eksiliyor mu? Cemiyetin faaaliyeti, İstanbul için ne kadar yataklı bir verem hastanesine ihtiyaç var ve bunun için ne yapılıyor?
Bu mühim suallerimize Veremle mücadele reisi şu cevapları veriyor:
-Maalesef size verem eksiliyor diyemiyeceğim. Bilâkis arttığını tahmin ediyorum. Çünkü el’an bir çok aileler gıdanın hayatta oynadığı rolü takdir etmemiş bulunuyorlar.
İyi gıda, az süs ve eğlence yerine iyi süs ve eğlence az gıda cihetini kabul ediyorlar. Elimizde nice hasta çocuklar var ki bu telâkkinin kurbanıdırlar. Gıdanın başta verem olmak üzere bir çok hastalıklar üzerinde en kısa bir zamanda ne iti tesirler bıraktığını dispanserlerimizde görünüz. Varidatımız çok az. Bunun için ancak (200) kadar hasta ile meşgul olabiliyoruz. Mesaimizin mühim bir kısmını halka korunma tedbirleri öğretmiye hasrediyor, kadınları öpüşmekten erkekleri musafahadan kurtarmıya, mikrop alma tehlikesine karşı ihtiyat göstermelerine çalışıyoruz.
Kanaatime göre İstanbula, lâakal (500) yataklı bir verem hastanesine ihtiyaç vardır. Emanetten kuvvetli vait aldık. 200 bin lira sarfederek bir hastane inşası işini tesri edecektir. Emanetin yapacağı bu hastanenin (100) yataklı olacağını tahmin ediyorum.
Yüz yıl sonra Dünya ne hal alacak?
Bir âlim, bir tayyareci tahminler yürütüyor
İkdam, 3 Nisan 1936
Yüz sene sonra hayatımız nasıl olacak? İnsanlar dünya üzerinde nasıl yaşayacaklar?
İngilizce Moring Post gazetesi bu mevuz üzerinde İngilterenin en meşhur bir âlimi ve en meşhur bir tayyarecisi ile görüşerek 2036 senesinde hayatın nasıl olacağına dair bu iki zatın çok dikkate değer mütalea ve tahminlerini tesbit etmiştir.
Alim şunları söylemiştir:
Âlim ne diyor?
“-Yüz sene sonra İnsanlar hiç duman olmayan şehirlerde yaşayacaklardır. Sanayi o zaman atomların istismarı esası üzerine kurulmuş olacaktır.
2036 senesinde hususi mahkemeler insanları muhakeme edecekler, cemiyete faydalı olan fertlerin gençlik aşısile ömürlerini uzaltmağa karar vereceği gibi cemiyetler faydasız olanları da tabiî ölümlerile ölmeğe mahkûm edeceklerdir.
Yüz sene sonra demir madeni şimdiki ehemmiyetini kaybedecek, yerini alüminyoma ve diğer hafif madenlere bıracakacktır. Meselâ evler alüminyomdan, mantardan ve hararet nakletmiyen spestos kâğıdından yapılacaktır. Elbiseleri Sellülozdan olacak, böylece çamaşır yıkamak derdi ortadan kalkacaktır. Çünkü kirlenen elbiseyi atmak bunların ucuzluğu dolayısiyle, kolaylıkla mümkün olacaktır.
Gıdanın teksif edilerek haplar halinde alınması mümkün olmıyacaktır. Çünkü kimyevi maddelerin insan vücuduna kâfi miktarda enerji vermiyeceği şimdiden anlaşılmıştır. Buna mukabil ziraat büsbütün değişecek, tohumlar fennî vasıtalarla yetiştirilecektir. Ehli hayvanların nesli ıslah edilecek, muzır böcek ve mikrop kalmıyacak ve belki de insan neslini ıslah etmek de mümkün olacaktır.
Tayyarecinin fikri
Meşhur tayyareci de şunları söylemiştir:
“-Yüz sene sonra dünya üzerinde hiçbir milletin askerî tayyare kuvveti mevcut olmamasını temenni edelim. Zira tayyarecilikte şimdiye kadar elde edilmiş olan terakki ayni nisbette devam ederse tayyare silâhı nihayet insana hâkim olup çıkacak, harbe girişen milletler karşılıklı mahvolup gideceklerdir.
Tayyareciliğn inkişafına çalışılırken şimdiye kadar ondan harbde edilecek istifade düşünülmüştür. Hava yolları hemen ekseriyetle sevkulceyşi bir mahiyeti haizdir ve ticaret tayyarelerinin pilotları hakikatte orduların ihtiyat tayyarecileridir.
Tayyarecilik beşeriyetin refahına hizmet edebilirdi ve hizmet etmesi lâzımdı. Maalesef bu mühim icadı beşeriyet için korkunç bir silâh haline getirdiler. Bütün dünya milletleri bombardıman tayyarelerinden müteşekkil filolar vücude getirmek için canla başla çalışıyorlar. Bir harp patlak verdiği zaman milletler birbirleriin üzerlerine bu korkunç silâhlarla hücum edeceklerdir. O zaman her canlı mahlûk bombalar için bir hedef teşkil edecektir.
Otuz sene içinde tayyarecilik yakıp yıkıcı müthiş bir kuvvet haline geldi. Tayyareden ticari sahada görülen istifade ise nisbeten pek azdır. Şimdiki halle tayyarecilikte maalesef bir tek şu gaye gözetiliyor: Harp ve bombardıman!
Tayyare denilince şimdi aklımıza derhal harp ve bombardıman geliyor. Bu vaziyetin böyle yüz sene devam etmesi imkânsızdır: buna bir nihayet vermelidir. Tayyarecilik askeri gayesini terkedip ticari bir mahiyet almalıdır. Aksi takdirde beşeriyet intihara gidiyor demektir.
Temenni edelim ki 2036 senesinde hava silâhı diye bir şey mevcut olmasın!..
Dünya vaziyeti ve Almanya
Alman devlet adamları vaziyeti endişe ile takip ediyorlar
Ulus, 30 Temmuz 1939
Berlin, 29 a.a.-Havas ajansından
B. Hitler’in beklenilmiyen bir anda Berlin’e avdet etmesi bir takım tefsirlere yol açmaktadır. Führer, Bayreuth’de bulunuyor ve Vagner festivaline iştirak ediyordu. B. von Ribbentrop’da Salzburg’dan Berlin’e gelmiştir.
Resmî mahafil, B. Hitler’in Berline B. Ribbentrop ile gündelik işler hakkında görüşmek üzere gelmiş olduğunu beyan etmektedirler. Maamafih Hitler’in Berlin’e avdetinin burada derin bir tesir icra etmiş olan beynelmilel vaziyetteki inkişaflardan ve bilhassa japon-amerikan ticaret muahedenamesinin feshinden ve ingiliz-fransız-sovyet müzakerelerinde meşhut olan terakkilerden ileri gelmiş olduğu istihbar edilmiştir.
Kendisinin birdenbire Berlin’e gelmesi siyasî faaliyetin artmış olduğuna delil addedilmektedir.
Daha şimdiden Berlin, Tokyo ile bir ticaret muahedesi imzalamak suretiyle japon amerikan muahedenamesinin feshine mukabelede bulunmaktadır. Alman zimamdarları, komintern aleyhtarı milletlerin bir hezimete uğramış oldukları intibaına mahal vermemek istemektedirler.
Alman-japon itilâfı, birkaçdanberi hazırlanmaktadır. Öğrenildiğine göre ingiliz-fransız-sovyet erkânı harbiyeleri arasında görüşmeler yapılacağına dair olan haber, alman zimamdarlarının Berline avdetleri hususunda mühim bir âmil olmuştur.
Almanya ile Sovyetler arasında yapılmakta olan ticarî ve malî müzakereler, büyük müşkilâta maruz kalmaktadır. Buna mukabil, alman makamatı sovyet-ingiliz-fransız müzakerelerinin müşkilâta müsadif olacağına ait olan tahminlerinde hayal inkisarına uğramışlardır.
Son günlerde gazeteler, ingilizlerle fransızların Moskova’da sarfetmekte oldukları gayretleri vâhi addederek hayli alay etmişlerdir. Bugün ise sükûtu muhafaza etmekte ve müzakerelerin devamını bildiren Moskova tebliğini neşretmektedirler.
Senenin en meşhur filmi: “Rüzgâr Aldı Götürdü!”
Milyonlarla satılan bu eserin baş rollerini Clark Gable ile Leslie Horward büyük muvaffakiyetle oynadılar
Hakikat, 16 Ağustos 1940
Son zamanlarda çıkan ve büyük sükse yapan yabancıkitablar arasında muhakkak ki en önde gelen, hiç tanınmamış, hattâ bu kitabı yazıncaya kadar hiçbir kitab yazmamış Amerikalı bir kadının yazdığı Gone Withe The Win-”Rüzgâr aldı, götürdü” isimli kitabıdır. Bu kitab Amerikada neşrolunduğundan pek az bir müddet sonra bütün dünyaya yayıldı. Ve muharririne bir milyon dolar kâr bıraktı. Kitabın muharriri bu kitabi yazıncaya kadar hiç edebî bir tecrübe yapmış değildi. Belki bu kitabdan sonra da yazmıyacaktır. Fakat tek kitabının getirdiği para ve şöhret bütün hayatı müddetince ona kâfi gelecek kadar muazzamdır.
Bu meşhur kitab, Amerikada neşredilip de günün hadisesi haline gelince, tabiidir ki Holivuddaki film sosyeteleri derhal faaliyete geçtiler. Ve Producteur, Seiznich, Withe the Win’in filmini yapmayı üzerine aldı. Kitabdaki mühim şahsiyetler için şu meşhur yıldızlar seçildi: Clark Gable, Leslie Horward, Olivie de Hailand. Fakat kitabın, bütün vak’anın etrafında dönmekte olduğu asıl kahramanını, genc kız rolünü yapacak artisti bulmak kolay olmadı.
Holivuddaki bütün büyük yıldızlari, bin bir itinalarla hazırlanan bu yeni filmin baş kadın rolüne göz dikmişlerdi. Fakat Prodecteur Seiznik, bu rol için çok titiz davranıyordu. Bir çok tecrübeler yapıyor, kitabdaki kahramana, Scarlett O’Haro’ya en uygun geleck tipi arayordu. Haftalarca bu araştırma devam etti. Evvelâ bu rolü, Marie Antoinette filmile ne büyük bir san’atkâr olduğunu bir kere daha göstermiş olan saf, tatlı bakışlı Norma Shearer’in alacağı zannedildi. Sonra zeki, mağrur Katherine Hepburn’dan bahsedildi. Cloudette Colbert ismi etrafında rivayetler çıktı. Fakat Seiznik bir türlü karar veremiyordu. Bir aralık Charlie Chaplin’in genc karısı Paulette Goddard akla geldi. Sonra büyük facia artisti Bette Davis’i düşündü. Şu vardı ki bunlardan hiçbiri prodüktörün romanı okuduktan sonra hayalinde yarattığı genc kız tipi değillerdi. Araştırmalar devam etti ve nihayet bir gün Seiznik aradığnı buldu: Hiç tanınmamış genc bir kadın, Vivien Leigh… Daha kısa bir zaman evvel meçhul bir kimse iken birdenbire meşhur olarak starlar sırasına giren bu genc artistin hayatını kısaca anlatalım: Bundan üç dört sene evvel Londrada büyük terzihaneler ve magazin kapakları için resimler çıkartıyordu. Bir zabit kızı idi, bir müddet Londrada Academie Royal Dramatique’de etüd yapmıştı. Sonra hayatını kazanmak için pek mütevazi bir şekilde çalışmaya başladı. O zamanlar Vivien Hartley ismini taşıyordu. Fakat bir avukatla evlenince, kocasının ismini aldı. Bu isim altında bazı filimlerde küçük roller kabul etti. Bir kaç İngiliz filminde de sükse yapmadı değil. Bir defa da Holivudda film çevirdi. Fakat istediği şöhreti yapamıyordu. Prosukteur Seiznick, yeni filmi için bir çok genc istidadları toplamış, önünden resmi geçid yaptırıyordu ki birdenbire onu gördü. işte o zaman film âmili heyecan içinde şöyle bağırmıştı:
-İşte romanın kahramanı, işte Scalette O’Haro…
En mühim müşkül halledilmiş, filmin baş kadın rolünü alacak san’atkâr seçilmişti.
“Gone Wothe the Wind” ın çevirdiği tam üç sene sürdü. Üç sene sonra vak’anın cereyan ettiği şehirde, Atlanta’da büyük bir gala verilerek, film gösterildi. Bütün davetliler o zamanın elbiselerini giymişlerdi. Producteur Seinick, o gece servetini ve mevkiini oynayordu. Vivien Leigh ise şöhretini… Her ikisi de kazandılar. Film baştanbaşa renkli idi. Dört saat devam etti. Bütün yıldızlar, bilhassa başlıca kahramanları Viven Leigh, fevkalâde muvaffak olmuşlardı. Gone With The Wind hâlâ Amerikanın bir çok sinemalarında birden oynayor. Temenni edelim ki bu güzel film yakın zamanda Türkiyeye de getirtilsin.
Kızlarımız Askerlik derslerini Bu sene arkadaşlarile birlikte Görecekler
Haber Akşam Postası, 7 Eylül 1937
Ankaradan verilen bir haberde, kadınların askerliği hakkındaki lâyihanın kabulünden evvel bir kararla kız talebe de erkek arkadaşlariyle beraber liselerin açılma tarihi olan 1 ilk teşrinden itibaren askerlik dersi göreceklerdir.
Orta mektep, lise, muallim mektebi ve yüksek mekteplerdeki kızlarımız için bu dersler mecburî olacaktır. Yalnız bu derslerin erkeklerinkinden kısmen farklı olarak nakliye, havacılık, muharebecilik kısımlarına münhasır kalacağı anlaşılmaktadır.
Klüpler teftiş ediliyor
Fenerbahçenin kasası mühürlendi
Haber Akşam Postası, 17 Eylül 1937
Türk Spor Kurumu hesap müfettişi tarafından bütün klüplerin kontrol edildiğini ve bir iki klübün hesaplarında da bazı karışıklıklar görüldüğünü evvelce yazmıştık.
Dün merkezden gelen bir emir üzerine Fenerbahçe klübüne üç müfettiş ile bir de komiser giderek bu klübün kasası mühürlenmiş ve tahkikata başlanmıştır.
Diğer klüpleri de kontrol eden müfettişlerin antrenör aylıklarına itiraz ettikleri de söylenmektedir. Bu vaziyet şehrimizde bazı klüplerin kapatıldığı şeklinde bir dedikodunun çıkmasına sebeb olmuştur.
Halbuki bu doğru değildir. İstanbul mıntıkası reisi vali ve belediye reisi Muhiddin Üstündağ bu sabahki gazetelerden birine bu şayia ve rivayetlerin doğru olmadığını, Dahiliye vekili ve Parti genel sekreteri Şükrü Kayanın söylediği gibi hükûmetimizin spor klüplerini kapatmak değil bilâkis bunları yükseltmek için tetkikatta bulunacağını söylemiştir.
Havada uçarken fotograf çeken güvercinler
Kanatların arasına bir otomatik fotograf bağlanıyor
Resmi alan kuş yere iniyor, sonra makineyi lâzım gelen yere götürmek işi köpeğe düşüyor
Vakit, 9 Kanunusani 1930
Almanyanın Spandav şehrinde ordu işlerinde kullanılmak üzere yetiştirilen güvercinlere mahsus bir müessese bulunmaktadır. Burada yetiştirilen güvercinler çok mühim işlerde kullanılmaktadır
Meselâ bu işlerin biri, güvercinlere havadan fotograf aldırmaktır. Bunun için, güvercinin vücuduna otomatik bir fotograf bağlanmaktadır. Güvercin bu küçük makineyi taşıyarak uçuyor ve vazifesini ifa ediyor. Esasen umumi harp esnasında güvercinler ordulara pek kıymetli işler ifa etmişlerdir.
Fransada, güvercinlerin ifa ettikleri büyük hizmetlere mukabil, Verdönde bir abide dikilmiştir. Güvercinlerin hizmeti şu kitabe ile tebcil edilmiştir: ” 1916 senesi dörthaziranda, Verdönün bu kalesinden, kumandan Raynalın son güvercini şu yazı ile uçmuştu. “Mukavemete devam ediyoruz; fakat hava gazına maruz bulunuyoruz.
Bize sür’atle yardım ediniz. Son güvercinimi gönderiyorum. Bizim Sovil köyü ile irtibatımızı temin ediniz.” Bu güvercin hareket ederek muvaselet ve avdet etmiştir. Bu gibi işlerde kullanılan güvercinlerin biri, zehirli gazdan ölecek bir hale gelmekle beraber vazifesini ifa etmiştir.
Fakat harp işlerinde güvercinlerden hakkile istifade edebilmek için köpekler de istihdam etmek lâzımdır. Çünkü güvercinler muayyen yerlere inmekte bu yerler ise cepheden çok geride bulunmaktadır. Bundan başka güvercinler geceleri ve sisli havalarda uçamazlar. Bu gibi şerait dairesinde köpeklerden istifade ediliyor. Çünkü köpekler hemen her vaziyete uymaktadırlar.
Rakı parası
Kar yağarken içilen rakıya para verilmezmiş!
Akşam, 13 Şubat 1936
Tevfik adında biri dün gece Edirnekapı dışarısında bir meyhaneye gidip geç vakte kadar rakı içmiş ve sarhoş olduktan sonra para vermeden savuşmak istemiştir. Meyhane sahibi Hüseyin parasını isteyince Tevfik hiddetlenmiş ve:
-Bu havada rakıya para verilmez. Kar yağıyor, cebimdeki para ile otomobile binip evime gideceğim..
Demiştir. Bu yüzden çıkan kavgada Tevfik bıçakla meyhaneci Hüseyini kasığından tehlikeli surette yaralayıp kaçmıştır. Vaka polise bildirilmiştir. Yaralı Hüseyin baygın halde hastaneye kaldırılmış, Tevfik yakalanarak tahkikata başlanmıştır.
Atatürk bir buçuk ay istirahat edecekler
Büyük Önderin sıhhatlerinde ehemmiyete şayan
bir vaziyet olmadığı tesbit edildi
Akşam, 31 Mart 1938
Ankara 30 (A.A.)- Riyaseticümhur Genel Sekreterliğinden resmiğ tebliğ:
Türkiye Reisicümhuru Atatürk, geçen Kânunusani ve Şubat aylarındaki Yalova, Bursa ve İstanbul seyahatlerinde kuvvetli bir grip geçirmişlerdi. Ankaraya avdetlerinde grip nüks ettiğinden konsültasyon için Fransadan profesör Fiesenje davet edildi. Profesör, tedkik ve muayene neticesinde, Atatürkün sıhhatlerinde ehemmiyete şayan bir vaziyet olmadığnı tesbit etmiş ve kedilerine bir buçuk ay kadar istirahat tavsiyesini kâfi görerek avdet etmiştir.