türk ocağı
serdengeçti
Demokratik asr-ı saadetin şafağı “özerk güneydoğu’dan” –mı- sökecek?!
Referandum neticelerinin ülkemizde bir demokratik “asr-ı saadet”in başlangıcı olacağına dair beklentilerin ne durumda olduğunu bilmiyorum. Bu beklenti içinde olanlar ne düşünüyor bilmiyorum. Harâretle “evet” flaması taşıyanların son günlerde olan bitenleri nasıl yorumladığını bilmiyorum. Referandum neticelerinin hükümete sağladığı gücün “bu ülke”ye, yol, su elektrik olarak mı, yoksa “Güneydoğu’da özerklik, çift bayrak, çift dil, çift güvenlik kuvveti” olarak mı döneceğini bilmiyorum.
Hastanın son durumunu alıştıra alıştıra mı söylüyorlar, bunu da kestiremiyorum.
Son zamanlarda râviyân-ı ahbardan ve nâkilan-ı âsârdan yoğun olarak bir rivâyet tedâvülde, “Türkiye Ortadoğu’da güçleniyor, Ortadoğu’da süper güç oluyor, dünyada etkimiz günden güne artıyor, yumruğumuzu masaya sert vuruyoruz, koduk mu oturtuyoruz” kabilinden bir büyülü hava estiriliyor.
Gerçek bu mu, bilmiyorum…
Hâriciye vekilimiz Sn. Davutoğlu gerçekten çok iyi bir entelektüel, iyi bir dış politika hocası.
Fakat son dönemlerdeki dış politikamızla ilgili oluşturulan esâtir, acaba cambaz olarak mı kullanılıyor?
“Cambaza bak” mı deniyor acaba bize?
II. Abdülhamit’e Açesumatra’dan istihbarat gelirmiş, Yıldız Sarayı’nda altını oymuşlar haberi olmamış.
Dış politikadaki bu büyülü hava iyi güzel de, içeride neler oluyor?
İçeride iyi şeyler olmuyor!
Yıllar evvel bir millî mücâdele kahramanımızın ABD’de yaşayan torununun Amerik’adan verdiği bir mülâkatı okuduğumda, çok şaşırmıştım:
“Türkiye ismi Anadolu coğrafyası için çok iddialı bir isim…” diyordu…
Fazla dikkat çekmedi o günlerde.
Bugün ülkede olup bitenleri, konuşulanları, yazılan çizilenleri, yapılıp edilenleri gözleyince bu sözlerin o günlerde fazlaca önemsenmemesini anlayabiliyorum.
Kim ne derse desin, kim istediği kadar hafife alırsa alsın ülkenin bugün en büyük meselesi Güneydoğu meselesidir. Adına ister Güneydoğu meselesi deyin, ister Kürt meselesi deyin, ne derseniz deyin en büyük mesele budur.
Görünen o ki, kamuoyunun bilmediği bir yola da girmiş durumda bu mesele…
İmralı ile yapılan görüşmelerin muhtevâsı hakkında kimsenin bir bilgisi yok. İmralı, avukatları aracılığıyla enforme ediyor kamuoyunu, görüşmeler “iyi gidiyor…” diyerek. Kime göre “iyi gidiyor?” bu sorunun cevabı yok. Asker “biz yokuz” diyor bu görüşmelerin içinde, hükümet “biz yokuz” diyor. Köşeye sıkışan topu “meçhul ve muhayyel bir devlet”e atıyor. Devlet taç çizgisinin dışı, ama neresi ve kim bu devlet, bunu söyleyen yok.
Ortada yalnızca sürekli saldıran BDP milletvekilleri var.
Üstelik çok şımarık, küstah ve terbiyesizce bir uslûpla sürekli gündemdeler.
Gemi azıya almışlar.
Onlar için zaman şov zamanı.
Son günlerde bir acılı arabesk role soyundular. Hepsi “küçük Emrah” rolünde.
Biz küçükken zorla Türkçe öğrendik. Öğrtmen bizi dövdü. Çocuğum Kürtçe konuşmayı reddetti. Yurtdışına çıkarken benden TC kimlik numarası istediler, elimdeki koltuk değneklerini gösterdim….
TBMM’de Kürtçe konuşma eylemi yapıyorlar, sırıtarak..
“Bölgede” tabelâlara Kürtçe yer isimleri yazılıyor.
Son zamanlarda televizyon haberleri sık kullanılanlarına bu kelimeyi ekledi: “Bölgede..”.
Sanki Türkiye hâricinde bir yerden bahsediyorlar ve konuklarına “Siz yeni –bölgeden- geldiniz” diyorlar. “Bölgeden geldiniz!”. Sanki savaş bölgesi, savaş muhabiri diliyle konuşuyorlar.
“Çift dil” istiyorlar. BDP Genel Başkanı, “Anayasa değişikliklerini beklemeye niyetimiz yok artık, biz çift dil uygulamasına geçeceğiz” diyor ekranlardan.
Ne demek bu?
Çift dilli diploma, çift dilli karne, çift dilli tapu, çift dilli ikâmetgâh kâğıdı, çift dilli banka cüzdanı, çift dilli beyânnâme, çift dilli fatura, çift dilli kira kontratları, çift dilli fiyat listeleri, çift dilli menü, çift dilli gazete ilanları, çift dilli sınav ilanları, çift dilli ÖSS, çift dilli KPSS, çift dilli ALES, çift dilli yazılı soruları, çift dilli vizeler, çift dilli finaller, çift dilli bilboardlar, çift dilli hutbe, çift dilli vaaz, gov.tr ile biten çift dilli devlet internet siteleri, çift dilli memur alımı mülakatları, çift resmî dilli bir ülke, uzar gider bu liste…
Olacak iş mi?
Hayır..
Peki her şey süt liman mı?
Tabii ki hayır..
Fakat, çözüm BDP’lilerin şımarıklıklarıyla mı gelecek?
Bilmiyoruz.
Seçimlerden sonra Türkiye muhtemelen çok değişecek.
Buna karşı iktidarın hâricinde hazırlığı olan görünmüyor…
Demek ki Türkiye AKP iktidarına mahkûm…
Lisânın ne denli önemli ve kıymetli olduğunu içinde büyüdüğüm ailemden bilirim. Büyük bir ailede yaşadım çocukluğumu. Dedem bir kelime bile Türkçe öğrenmeden vefât etti. Halam mecbur kalmadıkça Türkçe konuşmazdı. Ve ailenin diğer büyükleri kendi aralarında hiç Türkçe konuşmadılar, çünkü göç eden birinci nesildi onlar. En güzel şakalarını göç ettikleri ana coğrafyanın dilinde yapabilirlerdi, şarkılarını, türkülerini ana dillerinde söylerlerdi. Öfkelerini de en güzel kendi dilleriyle ifâde ederlerdi, en sunturlusundan. Bu sebeple dillerini terk etmediler, çünkü onlar için çok kıymetliydi.
Bu ülkede doğanlar büyümeye başladıklarında, yani bizler, yine birince neslin dilini duyarak başladık hayata. Dede kendi dilinde masal anlatırdı, amcalar, hala kendi dilinde paylardı çocukları, büyükler bizi “loqka”(canım) diye severlerdi. Yeni yürümeye başlayan çocuklara tay tay derken “hajde te
nona”(haydi gel anneye) derler ve ilk adımlar böyle atılırdı. Rahmetli annem migreni tuttuğunda “shkova nona”(gittim annem) diye inlerdi. Babalarımız, amcalarımız kendi dilerinde şakalaşırlardı. Güzeldi.. Ailenin büyükleri tek tek hayâta vedâ ettikten sonra, rahmetli annem bir kelime bile konuşmadı kendi ana diliyle. Ve yakın arkadaşlarım iyi bilirler, Türkçe’yi aksansız ve mükemmelen tekellüm ederdi.
Dedelerimin, babamın, annemin, halamın konuştuğu dilin türküsü kulağıma çalındığında, hâlâ çok mutlu olurum ve eşlik ederim bir yandan.
Ama burada doğan bizler, Türkçe ile hayata atıldık. Türkçe’yi öğrendik, tahsil hayatımız Türkçe ile geçti. Türkçe ile âşık olduk, Türkçe ile ilk şiirlerimizi yazdık. Türkçe küfrettik dört kornerin bir penaltı ettiği mahalle maçlarında. Ahmet Hamdi Tanpınar, Cenap Şehabbettin ve büyük Türk uslûpçularını okudukça Türkçe’ye âşık olduk. Cemil Meriç girdi hayatımıza Türkçe’nin en mahrem dehlizlerine girdik, girdikçe Türkçe olduk, çayın içindeki şeker gibi olduk…
Dört yüz elli yıl aynı beşiklere doğmuş, aynı kabirlere girmiş iki milletin kardeş çocukları olarak et ile tırnak gibi olduk. Bir milletin istikbâline adandık. Bu ülkede herkes ne kadar sıkıntı çektiyse o kadar sıkıntı çektik. Herkes ne kadar mutlu oldu ise o kadar mutlu olduk.
Etnik kökenimiz bir ayırımcılık unsuru değil, bir kültürel zenginlik unsuru oldu. Biz bu ülkeye, bu millete, bu tarihe, bu medeniyete, bu topraklara karıldık.
Bir oğlumun ismi Yûnus, diğerinin ismi Ersagun.
Türkçe’nin en yalın hâlinin müellifi Yûnus ve aykırı bahçelere kök salan ve Rumeli’yi vatanlaştıran Ersagun, Alparslan’ın üç komutanından birinin adı.
Çanakkale’ye yalnızca ailemin memleketinden on bin kişi geldi, savaştı, şehid oldu. Şehid kanları karıştı birbirine, kankardeş olduk.
Bugün Çanakkale’den kan bedeli isteyenler, nâmussuzdur.
Denize bevlettiği için “deniz benimdir” diyen şeytandır, akılsızıdır.
Bu ülkeyi savunurken kan kaybeden, can kaybedenler bugün “biz de öldük” karşılığında da şunları istiyoruz diyenler ahlâksızdır. Şehitler adına siyasî pazarlık yapanlar, ahlâksızdır.
Bunlarla, bunlar üzerinden pazarlık yapanlar da ahlâksızdır.
Herkes istediği dili konuşur tabii ki. Şüphesiz bu konuda çileler de çekilmiştir. Acılar da yaşanmıştır. Devlet büyük hatalar da yapmıştır, yapmaya da devam etmektedir.
Bunun çözümü, bu ülkenin parçalanması değildir. Bunun çözümü bu milleti etnisitelere ayırmak değildir. Bunun çözümü bu ülkede çitler çekmek değildir. Bunu çözümü bu toprakları bir kardeş kavgasına ve yangın yerine sürüklemek değildir.
Bu devletlin bir tek resmî dili vardır, Türkçe.
Hâricindeki tüm diller de bu ülkenin dilleridir, bu ülkenin kültürel zenginliğidir, bu ülkenin gücüdür.
Hâcrindeki dillerle, yayın yapmak, yayınlar neşretmek, özel okullar açmak, sinema yapmak, edebiyatını zenginleştirmek, üniversitelerde kürsüler açmak, belki ihtiyâç hâsıl oluyorsa seçmeli dil olarak okullarda tedris etmek…
Bütün bunlar konuşulabilir konular ve devletin bu ihtiyaç ve taleplere kulağını açması, hazırlık yapması, gerekeni yapması belki de artık elzem.
Lâkin, çift resmî dil, anayasal vatandaşlık, çift sahipli ülke; işte burası tufânın başlangıcı.
Ayrıca bu tür taleplerin şımartılmış/şımarık resmî sâhipleri bahse konu toplumun ne kadarının temsilcisi?
Bu ülkenin zıvanası, bin yıllık bir arada yaşama tecrübesidir.
İşte oynanan yer burasıdır, risklidir…
Encâmı fenâdır bu gidişin…
ADNAN İSLAMOĞULLARI
k: Demokratik asr-ı saadetin şafağı ?özerk güneydoğu?dan? ?mı- sökecek?! | A.İslamoğulları , Haber ERK
Demokratik asr-ı saadetin şafağı “özerk güneydoğu’dan” –mı- sökecek?!
Referandum neticelerinin ülkemizde bir demokratik “asr-ı saadet”in başlangıcı olacağına dair beklentilerin ne durumda olduğunu bilmiyorum. Bu beklenti içinde olanlar ne düşünüyor bilmiyorum. Harâretle “evet” flaması taşıyanların son günlerde olan bitenleri nasıl yorumladığını bilmiyorum. Referandum neticelerinin hükümete sağladığı gücün “bu ülke”ye, yol, su elektrik olarak mı, yoksa “Güneydoğu’da özerklik, çift bayrak, çift dil, çift güvenlik kuvveti” olarak mı döneceğini bilmiyorum.
Hastanın son durumunu alıştıra alıştıra mı söylüyorlar, bunu da kestiremiyorum.
Son zamanlarda râviyân-ı ahbardan ve nâkilan-ı âsârdan yoğun olarak bir rivâyet tedâvülde, “Türkiye Ortadoğu’da güçleniyor, Ortadoğu’da süper güç oluyor, dünyada etkimiz günden güne artıyor, yumruğumuzu masaya sert vuruyoruz, koduk mu oturtuyoruz” kabilinden bir büyülü hava estiriliyor.
Gerçek bu mu, bilmiyorum…
Hâriciye vekilimiz Sn. Davutoğlu gerçekten çok iyi bir entelektüel, iyi bir dış politika hocası.
Fakat son dönemlerdeki dış politikamızla ilgili oluşturulan esâtir, acaba cambaz olarak mı kullanılıyor?
“Cambaza bak” mı deniyor acaba bize?
II. Abdülhamit’e Açesumatra’dan istihbarat gelirmiş, Yıldız Sarayı’nda altını oymuşlar haberi olmamış.
Dış politikadaki bu büyülü hava iyi güzel de, içeride neler oluyor?
İçeride iyi şeyler olmuyor!
Yıllar evvel bir millî mücâdele kahramanımızın ABD’de yaşayan torununun Amerik’adan verdiği bir mülâkatı okuduğumda, çok şaşırmıştım:
“Türkiye ismi Anadolu coğrafyası için çok iddialı bir isim…” diyordu…
Fazla dikkat çekmedi o günlerde.
Bugün ülkede olup bitenleri, konuşulanları, yazılan çizilenleri, yapılıp edilenleri gözleyince bu sözlerin o günlerde fazlaca önemsenmemesini anlayabiliyorum.
Kim ne derse desin, kim istediği kadar hafife alırsa alsın ülkenin bugün en büyük meselesi Güneydoğu meselesidir. Adına ister Güneydoğu meselesi deyin, ister Kürt meselesi deyin, ne derseniz deyin en büyük mesele budur.
Görünen o ki, kamuoyunun bilmediği bir yola da girmiş durumda bu mesele…
İmralı ile yapılan görüşmelerin muhtevâsı hakkında kimsenin bir bilgisi yok. İmralı, avukatları aracılığıyla enforme ediyor kamuoyunu, görüşmeler “iyi gidiyor…” diyerek. Kime göre “iyi gidiyor?” bu sorunun cevabı yok. Asker “biz yokuz” diyor bu görüşmelerin içinde, hükümet “biz yokuz” diyor. Köşeye sıkışan topu “meçhul ve muhayyel bir devlet”e atıyor. Devlet taç çizgisinin dışı, ama neresi ve kim bu devlet, bunu söyleyen yok.
Ortada yalnızca sürekli saldıran BDP milletvekilleri var.
Üstelik çok şımarık, küstah ve terbiyesizce bir uslûpla sürekli gündemdeler.
Gemi azıya almışlar.
Onlar için zaman şov zamanı.
Son günlerde bir acılı arabesk role soyundular. Hepsi “küçük Emrah” rolünde.
Biz küçükken zorla Türkçe öğrendik. Öğrtmen bizi dövdü. Çocuğum Kürtçe konuşmayı reddetti. Yurtdışına çıkarken benden TC kimlik numarası istediler, elimdeki koltuk değneklerini gösterdim….
TBMM’de Kürtçe konuşma eylemi yapıyorlar, sırıtarak..
“Bölgede” tabelâlara Kürtçe yer isimleri yazılıyor.
Son zamanlarda televizyon haberleri sık kullanılanlarına bu kelimeyi ekledi: “Bölgede..”.
Sanki Türkiye hâricinde bir yerden bahsediyorlar ve konuklarına “Siz yeni –bölgeden- geldiniz” diyorlar. “Bölgeden geldiniz!”. Sanki savaş bölgesi, savaş muhabiri diliyle konuşuyorlar.
“Çift dil” istiyorlar. BDP Genel Başkanı, “Anayasa değişikliklerini beklemeye niyetimiz yok artık, biz çift dil uygulamasına geçeceğiz” diyor ekranlardan.
Ne demek bu?
Çift dilli diploma, çift dilli karne, çift dilli tapu, çift dilli ikâmetgâh kâğıdı, çift dilli banka cüzdanı, çift dilli beyânnâme, çift dilli fatura, çift dilli kira kontratları, çift dilli fiyat listeleri, çift dilli menü, çift dilli gazete ilanları, çift dilli sınav ilanları, çift dilli ÖSS, çift dilli KPSS, çift dilli ALES, çift dilli yazılı soruları, çift dilli vizeler, çift dilli finaller, çift dilli bilboardlar, çift dilli hutbe, çift dilli vaaz, gov.tr ile biten çift dilli devlet internet siteleri, çift dilli memur alımı mülakatları, çift resmî dilli bir ülke, uzar gider bu liste…
Olacak iş mi?
Hayır..
Peki her şey süt liman mı?
Tabii ki hayır..
Fakat, çözüm BDP’lilerin şımarıklıklarıyla mı gelecek?
Bilmiyoruz.
Seçimlerden sonra Türkiye muhtemelen çok değişecek.
Buna karşı iktidarın hâricinde hazırlığı olan görünmüyor…
Demek ki Türkiye AKP iktidarına mahkûm…
Lisânın ne denli önemli ve kıymetli olduğunu içinde büyüdüğüm ailemden bilirim. Büyük bir ailede yaşadım çocukluğumu. Dedem bir kelime bile Türkçe öğrenmeden vefât etti. Halam mecbur kalmadıkça Türkçe konuşmazdı. Ve ailenin diğer büyükleri kendi aralarında hiç Türkçe konuşmadılar, çünkü göç eden birinci nesildi onlar. En güzel şakalarını göç ettikleri ana coğrafyanın dilinde yapabilirlerdi, şarkılarını, türkülerini ana dillerinde söylerlerdi. Öfkelerini de en güzel kendi dilleriyle ifâde ederlerdi, en sunturlusundan. Bu sebeple dillerini terk etmediler, çünkü onlar için çok kıymetliydi.
Bu ülkede doğanlar büyümeye başladıklarında, yani bizler, yine birince neslin dilini duyarak başladık hayata. Dede kendi dilinde masal anlatırdı, amcalar, hala kendi dilinde paylardı çocukları, büyükler bizi “loqka”(canım) diye severlerdi. Yeni yürümeye başlayan çocuklara tay tay derken “hajde te
nona”(haydi gel anneye) derler ve ilk adımlar böyle atılırdı. Rahmetli annem migreni tuttuğunda “shkova nona”(gittim annem) diye inlerdi. Babalarımız, amcalarımız kendi dilerinde şakalaşırlardı. Güzeldi.. Ailenin büyükleri tek tek hayâta vedâ ettikten sonra, rahmetli annem bir kelime bile konuşmadı kendi ana diliyle. Ve yakın arkadaşlarım iyi bilirler, Türkçe’yi aksansız ve mükemmelen tekellüm ederdi.
Dedelerimin, babamın, annemin, halamın konuştuğu dilin türküsü kulağıma çalındığında, hâlâ çok mutlu olurum ve eşlik ederim bir yandan.
Ama burada doğan bizler, Türkçe ile hayata atıldık. Türkçe’yi öğrendik, tahsil hayatımız Türkçe ile geçti. Türkçe ile âşık olduk, Türkçe ile ilk şiirlerimizi yazdık. Türkçe küfrettik dört kornerin bir penaltı ettiği mahalle maçlarında. Ahmet Hamdi Tanpınar, Cenap Şehabbettin ve büyük Türk uslûpçularını okudukça Türkçe’ye âşık olduk. Cemil Meriç girdi hayatımıza Türkçe’nin en mahrem dehlizlerine girdik, girdikçe Türkçe olduk, çayın içindeki şeker gibi olduk…
Dört yüz elli yıl aynı beşiklere doğmuş, aynı kabirlere girmiş iki milletin kardeş çocukları olarak et ile tırnak gibi olduk. Bir milletin istikbâline adandık. Bu ülkede herkes ne kadar sıkıntı çektiyse o kadar sıkıntı çektik. Herkes ne kadar mutlu oldu ise o kadar mutlu olduk.
Etnik kökenimiz bir ayırımcılık unsuru değil, bir kültürel zenginlik unsuru oldu. Biz bu ülkeye, bu millete, bu tarihe, bu medeniyete, bu topraklara karıldık.
Bir oğlumun ismi Yûnus, diğerinin ismi Ersagun.
Türkçe’nin en yalın hâlinin müellifi Yûnus ve aykırı bahçelere kök salan ve Rumeli’yi vatanlaştıran Ersagun, Alparslan’ın üç komutanından birinin adı.
Çanakkale’ye yalnızca ailemin memleketinden on bin kişi geldi, savaştı, şehid oldu. Şehid kanları karıştı birbirine, kankardeş olduk.
Bugün Çanakkale’den kan bedeli isteyenler, nâmussuzdur.
Denize bevlettiği için “deniz benimdir” diyen şeytandır, akılsızıdır.
Bu ülkeyi savunurken kan kaybeden, can kaybedenler bugün “biz de öldük” karşılığında da şunları istiyoruz diyenler ahlâksızdır. Şehitler adına siyasî pazarlık yapanlar, ahlâksızdır.
Bunlarla, bunlar üzerinden pazarlık yapanlar da ahlâksızdır.
Herkes istediği dili konuşur tabii ki. Şüphesiz bu konuda çileler de çekilmiştir. Acılar da yaşanmıştır. Devlet büyük hatalar da yapmıştır, yapmaya da devam etmektedir.
Bunun çözümü, bu ülkenin parçalanması değildir. Bunun çözümü bu milleti etnisitelere ayırmak değildir. Bunun çözümü bu ülkede çitler çekmek değildir. Bunu çözümü bu toprakları bir kardeş kavgasına ve yangın yerine sürüklemek değildir.
Bu devletlin bir tek resmî dili vardır, Türkçe.
Hâricindeki tüm diller de bu ülkenin dilleridir, bu ülkenin kültürel zenginliğidir, bu ülkenin gücüdür.
Hâcrindeki dillerle, yayın yapmak, yayınlar neşretmek, özel okullar açmak, sinema yapmak, edebiyatını zenginleştirmek, üniversitelerde kürsüler açmak, belki ihtiyâç hâsıl oluyorsa seçmeli dil olarak okullarda tedris etmek…
Bütün bunlar konuşulabilir konular ve devletin bu ihtiyaç ve taleplere kulağını açması, hazırlık yapması, gerekeni yapması belki de artık elzem.
Lâkin, çift resmî dil, anayasal vatandaşlık, çift sahipli ülke; işte burası tufânın başlangıcı.
Ayrıca bu tür taleplerin şımartılmış/şımarık resmî sâhipleri bahse konu toplumun ne kadarının temsilcisi?
Bu ülkenin zıvanası, bin yıllık bir arada yaşama tecrübesidir.
İşte oynanan yer burasıdır, risklidir…
Encâmı fenâdır bu gidişin…
ADNAN İSLAMOĞULLARI
k: Demokratik asr-ı saadetin şafağı ?özerk güneydoğu?dan? ?mı- sökecek?! | A.İslamoğulları , Haber ERK