Duygu Asena ve ‘bizi ayıran nehir’ler

Katılım
1 Eki 2005
Mesajlar
1,176
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
K.F.L.'den:)
Duygu Asena ve ‘bizi ayıran nehir’ler

Türk basınındaki o inanılmaz ikiyüzlü güzelleme furyası beni Duygu Asena üzerine yazmaktan vazgeçirmişti. Ancak garip bir şey oldu: Pek çok ‘erkek’ arkadaşımın Duygu Asena’nın ölümüne açık açık sevindiğini gördüm.


İki hafta öncesine kadar, Putin’i sevenler derneği kurma, Hizbullah’a asker yazılma ve 1945 Sarıyer-Taksim minibüs seferleri hakkında bir kitap yazma ihtimallerinden her biri ‘Duygu Asena’yı savunmak durumunda kalma’ ihtimalinden daha yüksekti benim için. Duygu Asena ile beni ayıran nehir çok derindi çünkü. Fakat bu ölüm ile anladım ki, nehir sayısı ne birdi ne iki...

Asena’nın Türk-Müslüman kültürünün ‘kadın’ ile ilgili tasavvuruna ve tasarrufuna fazlaca zarar verdiği söyleniyordu. Kısmen doğru. Duygu Asena, o çok okunan kitabı ‘Kadının Adı Yok’ da, anneliğin ‘emzirme’ fiiliyatına bile leke sürmeden edemiyordu: -’Anne, niye kadınların memeleri var?” -”Çocuk emzirmek için kızım” - “Niye, biz inek miyiz?” ve bunun gibi ‘yuh’ dedirten cümlelerle...

Kendi bedeninden memnun olmayan ve Allah’ın bahşettiği bir çift göğüs hakkında bile ‘şaibe’ üreten kompleksli bir zihin, nasıl olacaktı da buradan bir ‘özgürleşme’ çıkaracaktı? Tamam, ‘anneliği’ de fetişleştirmemeli, doğmamış çocukları ‘poz verme’ vesilesi yapmamalı, ‘hamileyim memnunum’ demek için yarısı kıyafetin dışında kalan göbeği avuçlamak gibi itici, Demi Moore’dan beri ‘demode’ durumlara düşülmemeliydi. Annelik içerdiği diğerkâm vaatten ötürü manalı bir şeydi, kadın bedeni üzerinde yol açtığı değişim ‘tıbbî olmayan’ amaçlarla seyirlik hale gelsin diye değil. Duygu Asena’nın da içinde bulunduğu feminist akım hamileliği pozlandırmasa da, anneliği tam da o ‘diğerkâm’ vurgulardan dolayı aşağılıyor, kadınlık durumlarının birçoğunu ontolojik bir memnuniyetsizlikle dramatize ediyordu. Mesele insanı ‘işleve’ indirgeyen zihniyeti eleştirmek ise, modernite, eleştiri skalasının en üst sırasında olmalıydı; fakat hayır,Türkiye’deki pek çok feminist gibi, Asena da sorunların kalbine inmek ve dokuya uygun çözüm üretmek yerine hazır adresleri tercih ediyordu: ‘Bak, Batı’da, medeni dünyada, kadın ne kadar da özgür.’

Erkeklerin bunlarla derdi yoktu ve yanıldıkları nokta şuydu: Çabası ve birikimiyle bir noktaya gelen pek çok kadından farklı olarak Duygu Asena üzerinde çalışılmış ve piyasaya sürülmüş bir ‘erkek’ projesiydi. Rahmetlinin gözalıcı bir kalemi olduğunu kimse iddia edemezdi. Erkeklere boşuna sevindiklerini de bir türlü anlatamadım. Çünkü Asena, zannettikleri üzre öyle çok benimsenmiş bir rol modeli değildi. Olamazdı da. Elindeki reçeteler fazla dışarlıklı, fazla yabancıydı. Oysa, gibi Müslüman-Türk kadınının aklını çelmek için bile dinden delil getirilmeliydi! Postmodern bir ağızla yarımağız Batı eleştirileri yapmalı, biraz Anadolu mistisizmi, biraz tasavvuf Elif-Bâ’sı kurcalanmalıydı! İşin doğrusu Duygu Asena, bu türden teknikleri akıl edebilecek durumda değildi.

Erkekleri derinden ürperten şey de ne ontolojik memnuniyetsizlik aşılamaları ne de kalem-kelam davasıydı. Mevzuyu ‘aşk-börtü-böcek’ kulvarında dolandırarak aklayan kadın ve erkek yazarlara çok fazla sözleri yoktu; ama Asena’nın ‘erkek yaparsa, kadın da yapabilir’ önerisi, Asena kimliğinde somutlaşan o ‘erkeğin özgür cinsel yaşamı varsa kadının da olmalı’ tezi belli ki epey ciddi bir irritasyona yol açmıştı. Doğrusu, benim gibi kadınlarla Duygu Asena’yı ayıran nehir de burada derinleşiyordu. Asena’nın en büyük günahı, bu yaklaşımın kadın haklarının ‘öcüleştirilmesi’ne yaradığını görmemesi oldu. Temel mantalite ‘erkek yapamaz, kadın da...’ olsaydı, hem ahlaki hem de adil bir ‘eşitlik’ tasavvurunda uzlaşmak mümkün olurdu.

Bütün bunlar bir yana, bu ülkeye pek çok açıdan ‘zarar vermiş’ onca erkek son yolculuğuna gözyaşları ile uğurlanmış iken, ‘zararlı’ fikirleri bulunan bir kadının ölümünün bu kadar hoşa gidiyor olmasından garip biçimde incindim. Kendimi, soru: ‘Muhafazakâr bir erkekle yarım saat aynı odada kalırsan ne olur?’ Cevap: ‘Feminist olursun’, gibi hiç de komik olmayan esprilerle avutmaya çalıştım. O da kesmedi, Allah’a sığındım.



NİHAL B. KARACA
 
Geri
Üst