fatihozel
New member
- Katılım
- 10 Ocak 2007
- Mesajlar
- 459
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
HİÇ ÖZLENMEZ Mİ O GÜNLER?
Faziletliydik:
Kimsenin malına, mülküne göz dikmezdik. Kimsenin namusuna yan bakmazdık.
Hırsızlık nedir bilmez, dilenciliği meslek edinmez, kimseyi de küçümsemezdik.
Dürüsttük:
Bir zamanlar Londra Ticaret Odası' nın en görünür yerinde şu mealde bir tavsiye
levhası asılıydı: "Türklerle alışveriş et, yanılmazsın."
İtibarlıydık:
Bir zamanlar Hollanda Ticaret Odası' nın toplantılarında oylar eşit çıkınca
Osmanlılarla alışverişi olan tüccarın oyu iki sayılır, onun dediği olurdu.
Temizdik:
Yere bile tükürmezdik. Hatta Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa' ya tanıtmasıyla
meşhur Comte de Marsigil, yere tükürmedikleri için atalarımızı şöyle eleştiriyor:
"Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler. Daima yutkunurlar. Bunun için de
saçlarında sakallarında bir hararet olur ve zamanla saçları, kaşları,
sakalları dökülür."
Çevreciydik:
Kurak günlerde ücretle adamlar tutup sokaktaki ulu ağaçları sulatır, göçmen
kuşların yorgunluk atması için saçak altlarına kuş sarayları yapardık. Bunlara
öyle çok örnek var ki, saymakla bitmez.
Harama el sürmezdik:
Fransız müellif Motray, 1700' lerdeki halimizi şöyle anlatıyor:
"Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir
şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar arkamdan adam koşturmuşlar,
hatta birkaç kere Beyoğlu' ndaki ikametgâhıma kadar gelmişlerdir."
Medeni idik:
İngiliz sefiri Sör James Porter ise, 1740' ların Türkiye' si için şunları söylüyor:
"Gerek İstanbul' da, gerekse İmparatorluğun diğer şehirlerinde hüküm süren
emniyet ve asayiş, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde isbat
etmektedir ki, Türkler çok medeni insanlardır."
Dosdoğruyduk:
Fransız generallerden Comte de Bonneval ise, şu hükmü veriyor:
"Haksızlık, mürabahacılık, inhisarcılık ve hırsızlık gibi suçlar, Türkler arasında
meçhuldür... Öyle bir dürüstlük gösterirler ki, insan çok defa
Türklerin doğruluklarına hayran kalır."
Hırsızlık nedir bilmezdik:
Fransız müellif Dr. Brayer, 1830' ların İstanbul' unu getiriyor önümüze: "Evlerin
kapısının şöyle böyle kapatıldığı ve dükkânların çoğunlukla umumî ahlâka itimaden
açık bırakıldığı İstanbul' da her sene azami beş–altı hırsızlık vak' ası görülür."
Ubicini Dr. Brayer' i şöyle doğruluyor:
"Bu muazzam payitahtta dükkâncılar, namaz saatlerinde dükkânlarını açık
bırakıp camiye gittikleri ve geceleri evlerin kapısı basit bir mandalla
kapatıldığı halde, senede dört hırsızlık vakası bile olmaz. Ahalisi
sırf Hıristiyan olan Galata ile Beyoğlu' nda ise hırsızlık ve cinayet
vak' aları olmadan gün geçmez."
Naziktik:
Edmondo de Amicis isimli İtalyan gezgini, yine 1880' lerin "biz"ini anlatıyor bize:
"İstanbul Türk halkı Avrupa' nın en nazik ve en kibar insanlarıdır. Sokakta kavga
enderdir. Kahkaha sesi nadirattan işitilir. O kadar müsamahakârdırlar
ki; ibadet saatlerinde bile camilerini gezebilir, bizim kiliselerde
gördüğünüz kolaylığın çok fazlasını görürsünüz."
Cihana örnektik:
Türkiye Seyahatnamesi' yle meşhur Du Loir' un 1650' lerdeki hükmü şöyle:
"Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk siyasetiyle medeni hayatı
bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir." Şefkatimiz yalnızca insana
yönelik değildi, hayvanları, hatta bitkileri bile kapsıyordu. Hayata
karşı saygılıydık: Bu konuda dilerseniz Elisee Recus' u dinleyelim, bize
1880' lerdeki halimizi anlatsın:
"Türklerdeki iyilik duygusu hayvanları dahi kucaklamıştır. Birçok köyde eşekler
haftada iki gün izinli sayılır... Türklerle Rumların karışık olarak yaşadığı köylerde
ise bir evin hangi tarafa ait olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz.
Eğer evin bacasında leylekler yuva yapmışsa, bilin ki o ev bir Türk
evidir." (Küçük Asya, c. 9)
Hayırseverdik:
Comte de Marsigli' yi tekrar dinleyelim:
"Yazın İstanbul' dan Sofya' ya giderken dağlardan anayol üzerine inmiş
köylülerin yolculara bedava ayran dağıttıklarına şahit oldum." Aynı müellif,
ceddimizin hayırseverlikte fazla ileri gittikleri kanaatindedir. Şöyle diyor:
"Fakat şunu da itiraf etmeliyim ki, bu dindarane hareketlerinde biraz fazla ileri
gitmektedirler. İyiliklerini yalnız insan cinsine hasretmekle kalmayıp, hayvanlara ve
hatta bitkilere bile teşmil ederler."
Bu tespiti, İslâm ve Türk düşmanı avukat Guer misallendiriyor:
"Türk şefkati hayvanlara bile şamildir" dedikten sonra şu örneği zikrediyor:
"Hayvanları beslemek için vakıflar ve ücretli adamları vardır. Bu adamlar sokak
başlarında sahipsiz köpeklere ve kedilere et dağıtırlar... Sokaktaki ağaçların
kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip sulatacak kadar kaçık
müslümanlara bile rastlamak mümkündür..."
"Kaçık"lığın kaynağını da veriyor adam:
"Birçokları da sırf azad etmek için kuşbazlardan kuş satın alırlar. Bunu yapan bir
Türk' e bir gün yaptığı işin neye yaradığını sordum. Küçümseyerek baktı ve şu
cevabı verdi:
"Allah' ın rızasını tahsile yarar." Galiba geçmişimizden uzaklaşmak bize çok
pahalıya patladı. ***** Kemal Beyatlı' nın bir tespitiyle yazımızı noktalayalım:
"Eski Türklerin bir dini hayatları vardı, dini hayatları olduğu içinde çok şeyleri
vardı; yeni Türklerin de dini hayatları olduğunda çok şeyleri olacak."
İki tür insan vardır:
Birinci tür insan kendine uzak yakın hedefler seçer, hamle üzerine hamle yapar,
şartlar ne olursa olsun teslim olmaz, gerektiğinde hedefine kilitlenir ve sürekli
koşar.
İkinci tür insan tipinin ise bir hedefi yoktur. Hedefsiz yaşamaktan tatmin olmadığı
için de başkalarının hedeflerini şaşırttırmaya çalışır. Başarıyı başkalarının muhtemel
başarılarını engellemekte arar.
Biz Osmanlıyız-Yavuz BAHADIROĞLU.
Faziletliydik:
Kimsenin malına, mülküne göz dikmezdik. Kimsenin namusuna yan bakmazdık.
Hırsızlık nedir bilmez, dilenciliği meslek edinmez, kimseyi de küçümsemezdik.
Dürüsttük:
Bir zamanlar Londra Ticaret Odası' nın en görünür yerinde şu mealde bir tavsiye
levhası asılıydı: "Türklerle alışveriş et, yanılmazsın."
İtibarlıydık:
Bir zamanlar Hollanda Ticaret Odası' nın toplantılarında oylar eşit çıkınca
Osmanlılarla alışverişi olan tüccarın oyu iki sayılır, onun dediği olurdu.
Temizdik:
Yere bile tükürmezdik. Hatta Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa' ya tanıtmasıyla
meşhur Comte de Marsigil, yere tükürmedikleri için atalarımızı şöyle eleştiriyor:
"Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler. Daima yutkunurlar. Bunun için de
saçlarında sakallarında bir hararet olur ve zamanla saçları, kaşları,
sakalları dökülür."
Çevreciydik:
Kurak günlerde ücretle adamlar tutup sokaktaki ulu ağaçları sulatır, göçmen
kuşların yorgunluk atması için saçak altlarına kuş sarayları yapardık. Bunlara
öyle çok örnek var ki, saymakla bitmez.
Harama el sürmezdik:
Fransız müellif Motray, 1700' lerdeki halimizi şöyle anlatıyor:
"Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir
şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar arkamdan adam koşturmuşlar,
hatta birkaç kere Beyoğlu' ndaki ikametgâhıma kadar gelmişlerdir."
Medeni idik:
İngiliz sefiri Sör James Porter ise, 1740' ların Türkiye' si için şunları söylüyor:
"Gerek İstanbul' da, gerekse İmparatorluğun diğer şehirlerinde hüküm süren
emniyet ve asayiş, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde isbat
etmektedir ki, Türkler çok medeni insanlardır."
Dosdoğruyduk:
Fransız generallerden Comte de Bonneval ise, şu hükmü veriyor:
"Haksızlık, mürabahacılık, inhisarcılık ve hırsızlık gibi suçlar, Türkler arasında
meçhuldür... Öyle bir dürüstlük gösterirler ki, insan çok defa
Türklerin doğruluklarına hayran kalır."
Hırsızlık nedir bilmezdik:
Fransız müellif Dr. Brayer, 1830' ların İstanbul' unu getiriyor önümüze: "Evlerin
kapısının şöyle böyle kapatıldığı ve dükkânların çoğunlukla umumî ahlâka itimaden
açık bırakıldığı İstanbul' da her sene azami beş–altı hırsızlık vak' ası görülür."
Ubicini Dr. Brayer' i şöyle doğruluyor:
"Bu muazzam payitahtta dükkâncılar, namaz saatlerinde dükkânlarını açık
bırakıp camiye gittikleri ve geceleri evlerin kapısı basit bir mandalla
kapatıldığı halde, senede dört hırsızlık vakası bile olmaz. Ahalisi
sırf Hıristiyan olan Galata ile Beyoğlu' nda ise hırsızlık ve cinayet
vak' aları olmadan gün geçmez."
Naziktik:
Edmondo de Amicis isimli İtalyan gezgini, yine 1880' lerin "biz"ini anlatıyor bize:
"İstanbul Türk halkı Avrupa' nın en nazik ve en kibar insanlarıdır. Sokakta kavga
enderdir. Kahkaha sesi nadirattan işitilir. O kadar müsamahakârdırlar
ki; ibadet saatlerinde bile camilerini gezebilir, bizim kiliselerde
gördüğünüz kolaylığın çok fazlasını görürsünüz."
Cihana örnektik:
Türkiye Seyahatnamesi' yle meşhur Du Loir' un 1650' lerdeki hükmü şöyle:
"Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk siyasetiyle medeni hayatı
bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir." Şefkatimiz yalnızca insana
yönelik değildi, hayvanları, hatta bitkileri bile kapsıyordu. Hayata
karşı saygılıydık: Bu konuda dilerseniz Elisee Recus' u dinleyelim, bize
1880' lerdeki halimizi anlatsın:
"Türklerdeki iyilik duygusu hayvanları dahi kucaklamıştır. Birçok köyde eşekler
haftada iki gün izinli sayılır... Türklerle Rumların karışık olarak yaşadığı köylerde
ise bir evin hangi tarafa ait olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz.
Eğer evin bacasında leylekler yuva yapmışsa, bilin ki o ev bir Türk
evidir." (Küçük Asya, c. 9)
Hayırseverdik:
Comte de Marsigli' yi tekrar dinleyelim:
"Yazın İstanbul' dan Sofya' ya giderken dağlardan anayol üzerine inmiş
köylülerin yolculara bedava ayran dağıttıklarına şahit oldum." Aynı müellif,
ceddimizin hayırseverlikte fazla ileri gittikleri kanaatindedir. Şöyle diyor:
"Fakat şunu da itiraf etmeliyim ki, bu dindarane hareketlerinde biraz fazla ileri
gitmektedirler. İyiliklerini yalnız insan cinsine hasretmekle kalmayıp, hayvanlara ve
hatta bitkilere bile teşmil ederler."
Bu tespiti, İslâm ve Türk düşmanı avukat Guer misallendiriyor:
"Türk şefkati hayvanlara bile şamildir" dedikten sonra şu örneği zikrediyor:
"Hayvanları beslemek için vakıflar ve ücretli adamları vardır. Bu adamlar sokak
başlarında sahipsiz köpeklere ve kedilere et dağıtırlar... Sokaktaki ağaçların
kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip sulatacak kadar kaçık
müslümanlara bile rastlamak mümkündür..."
"Kaçık"lığın kaynağını da veriyor adam:
"Birçokları da sırf azad etmek için kuşbazlardan kuş satın alırlar. Bunu yapan bir
Türk' e bir gün yaptığı işin neye yaradığını sordum. Küçümseyerek baktı ve şu
cevabı verdi:
"Allah' ın rızasını tahsile yarar." Galiba geçmişimizden uzaklaşmak bize çok
pahalıya patladı. ***** Kemal Beyatlı' nın bir tespitiyle yazımızı noktalayalım:
"Eski Türklerin bir dini hayatları vardı, dini hayatları olduğu içinde çok şeyleri
vardı; yeni Türklerin de dini hayatları olduğunda çok şeyleri olacak."
İki tür insan vardır:
Birinci tür insan kendine uzak yakın hedefler seçer, hamle üzerine hamle yapar,
şartlar ne olursa olsun teslim olmaz, gerektiğinde hedefine kilitlenir ve sürekli
koşar.
İkinci tür insan tipinin ise bir hedefi yoktur. Hedefsiz yaşamaktan tatmin olmadığı
için de başkalarının hedeflerini şaşırttırmaya çalışır. Başarıyı başkalarının muhtemel
başarılarını engellemekte arar.
Biz Osmanlıyız-Yavuz BAHADIROĞLU.