- Katılım
- 23 May 2010
- Mesajlar
- 10,583
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Yaşayan bir insan için eylemsizlik yanılsamadır. Çünkü insan için eylemsizlik hali ölümdür. İnsan ve eylem birbirinden ayrılamayacak, insan ve eylemsizlik ise düşselliğin dışında yanyana gelemeyecek, getirilemeyecek niteliklerdir.;
Son zamanlarda daha sık duyduğum “eylemsizlik” sözünün başına bir de, geçenlerde katıldığım bir sohbette, “yaşasın” sözcüğünün eklenişine tanık olduğumda düşündüm ve sordum kendime : Yaşanan sorunlar, olaylar, v.b karşısında, “eylemsizlik”in bir tercih olarak telaffuz edilişi ve bunun “yaşasın”la taçlandırılışı, yalnızca bir yanılsama mıdır? Hele hele bunu telaffuz eden insanların, bir de üstüne üstlük ’birey olmak’tan, ’özne olmak’tan dem vuruşları, yanılsamanın ötesinde başka anlam arayışlarını ve sorgulamaları gerektirmez mi?
“Yaşasın eylemsizlik” nidası, aslında bunu telaffuz eden bireylerin kendi tercihlerini meşrulaştırma, aklileştirme gayretkeşliği içerisinde savruluşlarının bir ifadesi olmasın sakın? Ya da bilinçli bir biçimde, diğer insanları yönlendirme, biçimlendirme etkinliğinin bir ifadesi... Evet! Bunlar daha olası... Çünkü “birey olmak”, “özne olmak” gibi sözleri, söylemlerinin bir parçası kılabilenler, bitkisel bir yaşama bürünmediği sürece, herhangi bir insanın bile eylemden ari olamayacağını bilir ya da bunu unutmamış olması gerekir. Bu durumda söz konusu olan ikinci soruda dışa vurulan seçenektir. Ve “eylemsizlik”ten kastedilen bir başka şeydir. Ki zaten böylesi yaklaşım ve anlayışlar da toplumsalın “out”, bireyselin “in” kılındığı yerde ve zamanda arz-ı endam eyler.
Tıpkı günümüzde olduğu gibi...
Bireysel istek, özlem ve ihtiyaçların, toplumsal istek, özlem ve ihtiyaçların önüne geçtiği ve bunun karakteristik bir özelliğe dönüştüğü dönemlerden biri yaşanıyor günümüzde. Ve buna koşut olarak, değerlerde de bir değişimden çok erozyon... Birey olarak insanın parçalanışı da yanı başında bunun...
Düşünsel, duygusal, bedensel uyumu ve bütünselliği kuramayan ve bunu başaramadıkça yanılsamalara sürüklenen birey ise bu süreçte bir bilinç yarılmasının eşiğine doğru savruluyor. Gerçeklik ve haz ilkeleri arasında bocalıyor.
Gerçekliğe rağmen, her geçen gün pompalanan, ama büyük çoğunluğun bir türlü gerçekleştiremediği bireysel istek ve özlemlerin peşinde koşarak hazza yeniliyor toplumun büyük bir çoğunluğu. Yenilgisi, istediği ama gerçekleştirip yaşayamadığı hazların ardı sıra, bir değersizlik yanılsaması olarak düşüyor bilincine bunların... Çünkü “tükettikçe değerlisin” anlayışının kuşatmasına düşülmüş bir kere... Sorunlarının toplumsallığını bile fark edemiyorlar. Elbette çözümün toplumsallığını da... Tıpkı kuyunun dibindeki kurbağanın, gökyüzünü, kuyunun ağzından ibaret olarak düşünüşü misali, her biri kendi yanılsamalarını gerçeklik addederek, toplumsal nitelikli sorunlarının çözümünü kendisinde sanarak yaşıyor.
Toplumun içinde, hazza ulaşma araçlarını edinebilen ve buna ilişkin yöntemleri kullanabilen azınlık ve bunun kapsamında yer alan bazı bireyler ise, yaşadıkları hazzın da etkisi ve yoğunluğu ile olsa gerek, sorunların ve asli çözüm yollarının toplumsallığının bilincine varsalar da, ya çıkarlarına denk düşmediğinden ya da parçalanmışlıklarını aşamadıklarından dolayı, bireyselden toplumsala yönelemiyorlar. Ve bu noktada, kendi seçimlerini “eylemsizlik”le meşrulaştırmaya, aklileştirmeye girişiyorlar. Ki artık, buradaki “eylemsizlik”ten kasıt, sorunların çözümünü toplumsalda aramaktan kaçıştır. Yani “eylemsizlik”, toplumsal çözüm için eyleyişten kaçışın adıdır. Daha ötesi değil...
Bu durumda olan ne kadar da çok insan var. Demek ki boşuna değil, toplumsal yaşamın her alanında boy göstermesi değer erozyonunun... Demek ki boşuna değil, çözülene ve çürüyene teslim oluşu birilerinin... Belki de bunlardan dolayıdır ki, artık yalnızca dört ayaklı koyunlar değil, kendi bacaklarından asılanlar... Aynı zamanda İnsanları koyunlaştırılabilmiş ya da adına “birey” denilerek nesne kılınabilmiş toplumlar da asılmakta kendi ayaklarından... Ve o andan itibaren bağımsızlık istikametinden kurtlar sofrasında meze olma istikametine doğru yol alınır artık, Allahüekber nidalarıyla...
Ne fark eder ki, insan için eylemsizlik ölüm değil mi ki zaten... Ha birer birer, ha tabur tabur... Yanılsamalarından kurtulmayan bireylerin de, böylesi yanılsamaları gerçeklikmiş gibi algılayan ve diğerlerine algılatmaya çalışan bireylerin egemen olduğu toplumların da kaçınılmaz sonudur bu...
alıntı
Son zamanlarda daha sık duyduğum “eylemsizlik” sözünün başına bir de, geçenlerde katıldığım bir sohbette, “yaşasın” sözcüğünün eklenişine tanık olduğumda düşündüm ve sordum kendime : Yaşanan sorunlar, olaylar, v.b karşısında, “eylemsizlik”in bir tercih olarak telaffuz edilişi ve bunun “yaşasın”la taçlandırılışı, yalnızca bir yanılsama mıdır? Hele hele bunu telaffuz eden insanların, bir de üstüne üstlük ’birey olmak’tan, ’özne olmak’tan dem vuruşları, yanılsamanın ötesinde başka anlam arayışlarını ve sorgulamaları gerektirmez mi?
“Yaşasın eylemsizlik” nidası, aslında bunu telaffuz eden bireylerin kendi tercihlerini meşrulaştırma, aklileştirme gayretkeşliği içerisinde savruluşlarının bir ifadesi olmasın sakın? Ya da bilinçli bir biçimde, diğer insanları yönlendirme, biçimlendirme etkinliğinin bir ifadesi... Evet! Bunlar daha olası... Çünkü “birey olmak”, “özne olmak” gibi sözleri, söylemlerinin bir parçası kılabilenler, bitkisel bir yaşama bürünmediği sürece, herhangi bir insanın bile eylemden ari olamayacağını bilir ya da bunu unutmamış olması gerekir. Bu durumda söz konusu olan ikinci soruda dışa vurulan seçenektir. Ve “eylemsizlik”ten kastedilen bir başka şeydir. Ki zaten böylesi yaklaşım ve anlayışlar da toplumsalın “out”, bireyselin “in” kılındığı yerde ve zamanda arz-ı endam eyler.
Tıpkı günümüzde olduğu gibi...
Bireysel istek, özlem ve ihtiyaçların, toplumsal istek, özlem ve ihtiyaçların önüne geçtiği ve bunun karakteristik bir özelliğe dönüştüğü dönemlerden biri yaşanıyor günümüzde. Ve buna koşut olarak, değerlerde de bir değişimden çok erozyon... Birey olarak insanın parçalanışı da yanı başında bunun...
Düşünsel, duygusal, bedensel uyumu ve bütünselliği kuramayan ve bunu başaramadıkça yanılsamalara sürüklenen birey ise bu süreçte bir bilinç yarılmasının eşiğine doğru savruluyor. Gerçeklik ve haz ilkeleri arasında bocalıyor.
Gerçekliğe rağmen, her geçen gün pompalanan, ama büyük çoğunluğun bir türlü gerçekleştiremediği bireysel istek ve özlemlerin peşinde koşarak hazza yeniliyor toplumun büyük bir çoğunluğu. Yenilgisi, istediği ama gerçekleştirip yaşayamadığı hazların ardı sıra, bir değersizlik yanılsaması olarak düşüyor bilincine bunların... Çünkü “tükettikçe değerlisin” anlayışının kuşatmasına düşülmüş bir kere... Sorunlarının toplumsallığını bile fark edemiyorlar. Elbette çözümün toplumsallığını da... Tıpkı kuyunun dibindeki kurbağanın, gökyüzünü, kuyunun ağzından ibaret olarak düşünüşü misali, her biri kendi yanılsamalarını gerçeklik addederek, toplumsal nitelikli sorunlarının çözümünü kendisinde sanarak yaşıyor.
Toplumun içinde, hazza ulaşma araçlarını edinebilen ve buna ilişkin yöntemleri kullanabilen azınlık ve bunun kapsamında yer alan bazı bireyler ise, yaşadıkları hazzın da etkisi ve yoğunluğu ile olsa gerek, sorunların ve asli çözüm yollarının toplumsallığının bilincine varsalar da, ya çıkarlarına denk düşmediğinden ya da parçalanmışlıklarını aşamadıklarından dolayı, bireyselden toplumsala yönelemiyorlar. Ve bu noktada, kendi seçimlerini “eylemsizlik”le meşrulaştırmaya, aklileştirmeye girişiyorlar. Ki artık, buradaki “eylemsizlik”ten kasıt, sorunların çözümünü toplumsalda aramaktan kaçıştır. Yani “eylemsizlik”, toplumsal çözüm için eyleyişten kaçışın adıdır. Daha ötesi değil...
Bu durumda olan ne kadar da çok insan var. Demek ki boşuna değil, toplumsal yaşamın her alanında boy göstermesi değer erozyonunun... Demek ki boşuna değil, çözülene ve çürüyene teslim oluşu birilerinin... Belki de bunlardan dolayıdır ki, artık yalnızca dört ayaklı koyunlar değil, kendi bacaklarından asılanlar... Aynı zamanda İnsanları koyunlaştırılabilmiş ya da adına “birey” denilerek nesne kılınabilmiş toplumlar da asılmakta kendi ayaklarından... Ve o andan itibaren bağımsızlık istikametinden kurtlar sofrasında meze olma istikametine doğru yol alınır artık, Allahüekber nidalarıyla...
Ne fark eder ki, insan için eylemsizlik ölüm değil mi ki zaten... Ha birer birer, ha tabur tabur... Yanılsamalarından kurtulmayan bireylerin de, böylesi yanılsamaları gerçeklikmiş gibi algılayan ve diğerlerine algılatmaya çalışan bireylerin egemen olduğu toplumların da kaçınılmaz sonudur bu...
alıntı