Fotoğraf Sanatçılarımızdan -16- Erdal KINACI

Tunyukuk

New member
Katılım
9 May 2007
Mesajlar
17,591
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
Ya yağmur gibi yağarsınız yada lağım gibi akarsını
roportaj_01.jpg

1966 Malatya doğumlu. İ.Ü.Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Mezunu ve aynı fakültenin fotoğrafçılık derneği kurucularından.


Fotoğrafta etik, kural, kanun vs. gibi kelimelerin saçma olduğunu ve fotoğraf sanatının gelişen teknoloji ile kendi kurallarını hızla değiştirdiğini ve bunun bu şekilde devam edeceğine inanıyor. Serbest fotoğraflar çeken Erdal Kınacı daha çok İnsan fotoğrafları ile karşımıza çıkıyor.

Erdal Kınacı 2006 yılında düzenlenen Uluslararası National Geographic Fotoğraf Yarışmasında İnsan kategorisinde 1. oldu.
ErdalKINACI9.jpg



Şimdiye kadar 4 tane kişisel sergi açtı;
1- "50mm. Ülkem" 1986 İstanbul Üniversitesi
2- "Balıkgözü sevdalar" 1989 Ortaköy
3- "Gri " 1990 Ortaköy
4- "Dijital fotoğraflar" 2000 Mersin


Ö.Gökyar: Türkiye ‘de sizi tanıyan iki kesim var. Bunlardan ilki fotoğrafçılar; yaptığınız projeler, aldığınız dünya dereceleri ve herkese örnek olan çalışmalarınızdan; ikinci kesim ise (bizim annelerimiz babalarımız) ana haber bültenlerinde çıkan talihsiz olaydan ötürü tanıyorlar. Öncelikle böyle tatsız bir olay yaşadığınız için geçmiş olsun diyor ve ekliyorum; başınızdan geçen bu talihsiz olayı kısaca özetler misiniz?

E.Kınacı: 2006 yılında, Engelsiz yaşam derneği ve sponsor desteği ile ülkemizde yaşayan ve nüfusun yüzde sekizini oluşturan engellilerin durumlarını anlatmayı amaçlayan bir projeye başladık.
ErdalKINACI1.jpg
Projenin ismi “Engel(siz)siniz” idi. Bu proje kapsamında ülkemizde engellilerin gerçekte neler yaşadıklarını göstermeyi amaçladık. Bak engelli ama ne güzel yüzüyor, engelli ama ok atmada birinci kalıplarının dışına çıkarak, engelli bu nedenle ahırda yaşamaya mahkum ediliyor, engelli bu nedenle kaldırımlara çıkamıyor, engelli bu nedenle iş bulamıyor gerçeğini işledik.

Fotoğraflar rahatsız ediciydi. Sergilendiği yerlerde ses getirdi yoğun tartışmalara sebep oldu. Bu projenin ardından Antakya ve Antalya arasındaki illegal genelevleri görüntüledim. Toplam 22 kayıtsız genelevden gerekli izinler alınarak kayıt aldık. Bu fotoğraflar gir-geç pansiyonlar adı altında çeşitli medyalarda yayınlandı.
ErdalKINACI2.jpg
En son Tempo dergisi kapaktan girerek işlediği konuyu tam anlamıyla gündeme taşıdı. Tempo dergisinde yayınlandıktan sonra emniyet ihbar kabul ederek bir kaç mekana baskınlar düzenledi ve kapadı. Hemen ardından bir avukat peydah oldu ve tüm bunlara benim sebep olduğumu ve cezamı çekeceğimi söyledi.

Önceleri umursamadım ama adam haklı çıktı, hakkımda izinsiz fotoğraf çektiğim, montaj yaptığım, komplo düzenlediğim suçlamaları ile dava açıldı. 52 gün tutuklu kaldıktan sonra çıktığım mahkemece serbest bırakıldım. Bu olay hemen her vakada olduğu gibi medyada yanlı ve yanlış işlendi. Atılan başlıklar “Sapık doktorun genelev macerası” şeklindeydi. Ne yazık ki medya tarafından manevi linç nasıl olurun cevabını yaşayarak öğrendim.

Yaşadığım, sizin deyimizle “talihsiz olay” ın özeti bu şekilde…
ErdalKINACI10.jpg

Ö.Gökyar: Sizi daha çok, internetten tanıyoruz. Çok cana yakınsınız, amatör fotoğrafçılarla sohbetler ediyor, onlara elinizden geldiğince yol gösteriyorsunuz. Bazı fotoğraf sanatçıları e-postalarına bile cevap yazmazken, siz neden sürekli paylaşımlar yapıyorsunuz?

E.Kınacı: Yaptığınız iş ister sanat olsun isterse zanaat sizden sonra gelenlere yol göstermek en önemli vazife olmalı diye düşünüyorum. Yaptığınız işten kazandığınızı paylaşmazsanız, bildiğinizi anlatmazsanız, kötürüm kalır, eksik olur.
Ben nasıl ustalarımdan öğrendiysem, aynı şekilde paylaşmalıyım, başka türlüsünü hayal bile edemiyorum.
ErdalKINACI11.jpg
Geçenlerde fotoğraf camiasının köşe başlarından birini tutmuş, yayıncı ağabeyimle konuşurken aynı konu gündeme geldi. Fotoğraflarını gizli tutup albümler çıkarıp satmak varken internetten paylaşıyorsun, para kazanacağın yerde fotoğraf paylaşım sitelerinin Erdal abisi oluyorsun yaptığın yanlış dedi.
Yukarıdaki cümlelerle savundum kendimi ve nadir bulunan bir çiçeği fotoğrafladıktan sonra başkası çekmesin diye ayağı ile ezen usta fotoğrafçının öyküsünü anlattım.
Pek ikna olmuşa benzemiyordu ama olsun…

ErdalKINACI14.jpg

Ö.Gökyar: Dilerseniz gündemi meşgul eden konular hakkında da konuşalım. Bugün fotoğraf sanatı ülkemizde birkaç kişinin tekelinde gibi görülüyor. Halkımız da basın yoluyla bu şartlandırmayı olduğu gibi alıyor. Bu sebeple amatör fotoğraf sanatçılarının halk arasında adı “şipşakçı” ya kadar çıktı. Bu konu hakkında fikirleriniz nelerdir ? Fotoğrafçılık Türkiye de nasıl ve şu an ki konumu nedir?

E.Kınacı: Doğru tespitler, yanlış olan Ülkemizde fotoğrafın bir kaç kişinin tekelinde olduğu savı, Ülkemizde fotoğraf ne yazık ki bir kaç kişinin değil sadece bir grubun tekelinde. Dost meclislerinde İstanbul dükalığı olarak adlandırılan bu grubun onayı olmadan o gruba dahil olmadan ne sponsor bulabilirsin ne albüm çıkarabilirsin ne de ismin duyulur.
Ama göbek bağın o gruba uzanıyorsa gaz çıkarsan haber olur. Temcit pilavı gibi fotoğrafların dönüp dönüp başka isimlerle yayınlanır. En havalı yerlerde sergin olur, yurtdışında memleketi temsil ettiğin söylenir.

Gurur abidesi olursun.

Yok göbekten bağlanmayı reddersen gideciğin yer ya fotoğraf paylaşım siteleridir ya da anadolunun kısık sesli fotoğraf dernekleridir. Buna rağmen sesini duyurursan da hapishaneler ne güne duruyor atıverirler içeri.

Bu kısır döngüyü kırmak gerek, Türkiye Fotoğraf Federasyonunun aktif hale getirilmesi şart. TFSF yarışma onayı veren bir büro olmaktan çıkarılıp iş yapan kurum haline getirilmelidir. Tüm dünyada olduğu gibi ivedi olarak Fotoğraf Birliğinin kurulması şarttır. Bu birlik federasyona rağmen değil federasyon ile birlikte hareket etmelidir.

Dijital çağı yaşıyoruz çektiğiniz fotoğrafı tek tuşa basarak binlerce kopya haline getirebilirsiniz. Bu eserinizin değerini ortadan kaldıran sıfırlayan bir durumdur.

Birlik fotoğrafı çektiğinizde kaç kopya yapacağınızı sorar ve o sayının dışına çıkamazsınız. Beş kopya dediyseniz altıncı kopyayı basamazsınız böylece fotoğrafınız bir sanat eseri olarak değerlendirilebilir. Aksi taktirde bir güzel sanat eserinden bahsetmek olası değildir.
Ne yazık ki ülkemizde federasyon bu işe karışmaz birlik kurulması ise şimdilik hayal.



Ö.Gökyar: Türkiye ve fotoğraf sanatçılarından konu açılmışken, takip ettiğiniz birileri var mı? Geçmişten günümüze örnekler verebilirsiniz.

E.Kınacı: Bu konuda hassasım. Bizden önceki kuşağın artık bir şey ürettiği yok. Aynı karelerin dönüp dolaşıp karşıma çıkmasından çokça sıkıldım. Üstelik örnek aldığımız bu insanları taklit ettiğimizden bizim kuşağın da kısır bir durumu var. Yeni şeyler üreten, farklı olan ne yazık ki yok.

Hal böyle iken sadece yeni kuşağı izliyorum.

Hemen her gün ders çalışır gibi paylaşım sitelerini blogları veya web sayfalarını tarayıp dijital çağ fotoğrafçılarını yakından takip ediyorum. İçlerinde umutlandıran çağını gerektiği gibi görüntüleyen fotoğrafçılar nadiren olsa da çoğunluk bizim düştüğümüz yanılgıya düşerek tıpkı bizim yaptığımız gibi taklit ediyorlar. Sadece bir önceki kuşağı yani bizi taklit etseler neyse ilk kuşaklar gibi fotoğraf çekmeye çalışanlar var aralarında.

Adam 20 yaşında elinde makine Ara’nın çektiği fotoğrafın benzerini çekmeye çalışıyor. Kardeşim sen çağını yaşadığın zamanı belgeleyeceksin. Günümüz fotoğrafçısısın. Sen elektrik tellerini, Bilgisayarları, metroyu, şehrin karmaşasını çekeceksin, at arabasını Ara zamanında çekti. Bizde taklit ettik aynı arabayı çektik. Eee bari sen çek otomobilleri de yüz yıl sonra fotoğraflara bakanlar anlasınlar bilsinler yaşadığımız yıllarda ne yiyip ne içtiğimizi.



Ö.Gökyar: Bir fotoğraf sanatçısı der ki; “insan ömrü boyunca ancak 30-40 tane elle tutulur fotoğraf çekebilir”. Buna katılıyor musunuz?”

E.Kınacı: Tembel bir adammış, iyi fotoğrafta tesadüfe inanırım. Şans faktörüne de aklım yatar fakat bir adama ömrü boyunca 30 kez şans gülecek diye bir şey olduğuna inanamam.

Doğru zaman, doğru ışık, doğru yerin ne zaman veya ne kadar karşımıza çıkacağını bilmemiz olası değil.

Salgado’nun en az 300 mükemmel fotoğrafını bilirim. Bu sayı Koudelka da en az iki katına çıkar.

Her fotoğrafın mükemmel olması da gerekmez zaten. Hikayesi varsa anlatmak istediğini anlatabiliyorsa başarılıdır, amacına ulaşmıştır. Hani derler ya nicelik değil nitelik önemlidir diye öyledir gerçekten.

Vietkonglunun başına dayanmış silahın patladığı anı görüntüleyen fotoğrafçı ömrünce başka fotoğraf çekse ne olur çekmese ne olur. Tarihe damgasını zaten vurmuştur.



Ö.Gökyar: Kendinizi tekrar etmeyen çalışmalar yapıyorsunuz; neredeyse tamamı özgün çalışmalar! İşin mesleki sırlarından bahseder misiniz?

E.Kınacı: Ne güzel bir iltifat bu teşekkür ederim. Söylediğiniz gibi olduğunu varsayarak cevap vermeye çalışayım;

Fotoğrafın anlık bir olay olduğuna inanmıyorum.
Fotoğrafın gerçeği gösterdiği savına da inanmıyorum.

Müdahalesiz fotoğrafın anı dondurduğunu kabul ediyorum fakat fotoğrafçı çektiği kareye yorumunu katar. Bu yorum okuduğu kitaplardan, seyrettiği filmlerden, aldığı eğitimden etkilenir.

Çok bilinen bir hikaye vardır;

Zamanında çok başarılı olan fotoğrafçı kısırlaşır. Üretememeye başlar, tekrarlara düşer. Bunun farkına vardığında fotoğraf çekmeyi bırakıp okumaya başlar. Yıllar sonra tekrar fotoğraf çekmeye başladığında sıkıntı ortadan kalkmıştır. Artık yeni şeylerden bahsedebiliyordur.
Olay budur, fotoğrafçının kişisel gelişimine önem vermesi şarttır. Dünyadan haberdar olması gerekir, hepsinden önemlisi bir derdi olmalı, söyleyecek söz bulabilmelidir.

Ö.Gökyar: Çekimlerinizde genellikle kırık dökük binalar, gecekondular ya da odalar görüyoruz. Bu yapıların dokusu nedeniyle fotoğraflarınızda bir mesajı var mı? Buralara girmek için özel izin gerekiyor mu?

E.Kınacı: Teessüf ederim onlar kırık dökük yerler değil, yaşanmış mekanlar :))

Aslına bakarsanız özellikle kırık dökük olsun diye uğraşmıyorum , bir mesaj verme çabam da yok. Işığı arıyorum sadece uygun-güzel ışığı bulduğum zaman da basıyorum deklanşöre…
ErdalKINACI8.jpg
Ö.Gökyar: Çalıştığınız modeller ile model sözleşmesi yapıyor musunuz?

E.Kınacı: Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarına göre (TCK) kişisel verilerin izinsiz kaydedilmesi suçtur. Bir ile dört yıl arasında hapsi gerektirir. Kaydedilen bu veri internet veya basın yoluyla yayınlaşmış ise verilecek ceza yüzde elli oranında artırılır.
Bu tatsızlığı önlemenin tek yolu model sözleşmesidir.

Bunu birkaç kez dile getirdim. Hatta kimi çevrelerce kendi her türlü haltı yerken insanlara model sözleşmesi öneriyor şeklinde eleştirildim.

Zor olduğunu biliyorum ama model sözleşmesinin gerekliliğine yürekten inanıyorum. Özellikle hassas konuları işliyorsam model sözleşmesi imzalanmadan fotoğraf çekmiyorum. Dikkat edin lütfen fotoğrafı kullanmıyorum demiyorum. Çekmiyorum diyorum… Az önce de söylediğim gibi TCK ya göre kişisel veriyi izinsiz kaydetmek suçtur.

ErdalKINACI7.jpg
Ö.Gökyar: Kendinizi kötü hissettiğiniz zamanlarda mı, yoksa mutlu anlarınızda mı fotoğraf üretirsiniz. Böyle bir istatistik veri elbette olamaz ama aşağı yukarı bellidir öyle değil mi?

E.Kınacı: Az önce konuştuğumuz gibi derdi olan adam işidir fotoğraf çekmek. Özellikle sıkıntılı olduğum zamanlarda daha üretken olduğumu söyleyebilirim. İyi fotoğrafı yakaladığımda başımın ağrısının anında geçtiğini bilirim. Bir nevi terapi, doğal tedavidir fotoğraf. Hal böyleyken mutlu anların değil sıkıntılı zamanların işidir dersek yanılmış olmayacağımızı düşünüyorum.

ErdalKINACI5.jpg
Ö.Gökyar: Takip ettiğiniz, sürekli yazılı basımlar var mı? Biz bizeyiz isim verebilirsiniz.

E.Kınacı: Photoworld dergisini izliyorum, aynı zamanda yayın kurulunda da görevim olduğundan bir nevi zorunlu izleme durumu olsada gittikçe iyileşen bir dergi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Geniş açı dergisi kapandıktan sonra doğan boşluğu photoworld ün kapatacağını umuyorum.
Fotoiz dergisi de yine severek takip ettiğim bir portfolyo dergisi.
ErdalKINACI4.jpg
Ö.Gökyar: Kitaplarla aranız nasıl, son okuduğunuz 3 kitabı öğrenebilir miyiz?

E.Kınacı: İyi bir okuyucu olduğumu söyleyebilirim. Son dönemde zamanında yaptığım bir hatayı telafi etmeye çalışıyorum. Her nedense Elif Şafak’ı okumuyordum. Son romanı Aşk’ı okudum ve diline aşık oldum. Şu sıralar geçmişe dönük olarak sırayla Elif Şafak kitaplarını okuyorum.
ErdalKINACI6.jpg
Ö.Gökyar: Şunu da okuyun ufkunuz genişlesin diyebileceğiniz kitap yada kitaplar var mı?

E.Kınacı: Yok, öyle söylemek haddim değil zaten. Kendi ufkumu açtım da tavsiye etmem mi kaldı?

ErdalKINACI3.jpg
Ö.Gökyar:Son dönemlerde tv,gazete,dergiler fotoğraf haberleri,röportajlar,portfolyolar v.s . yayımlamakta. Medyanın fotoğraf sanatına olan ilgisinin nedeni sizce nedir?

E.Kınacı: Dijital devrim ile birlikte fotoğraf yükselen değer oldu. Hele cep telefonlarına girince insanlar fotoğrafın cazibesine kapılmakta geç kalmadılar. Medyanın tavrının arz talepten kaynaklandığını düşünüyorum. Fotoğraf bu denli ilgi görmeye devam ettikçe basının ilgisininde artarak devam edeceğini rahatlıkla söyleyebilirim.

ErdalKINACI22.jpg

Ö.Gökyar: Eskisi gibi çek-bastır dönemlerin geride kaldığını biliyoruz. Dijital fotoğraflarımız da müdahale zorunlu hale geldi. Siz fotoğraflarınıza ne tür dijital müdahalelerde bulunuyorsunuz.

E.Kınacı: Bilgimin el verdiği her türlü müdahaleyi yaparım. Bilgimin artması için de Photoshop gibi programları adeta hatmediyorum.
Fazla uzun sürmeyecek bir zaman sonra fotoğrafın belge vasfını tamamı ile kaybedeceğini düşünüyorum.
ErdalKINACI23.jpg
Fotoğrafçı çektiği kareye kendi özgün yorumunu katmadığı taktirde ortaya konulan işin sadece kayıt olarak kalacağını ancak çekim öncesi veya çekim sonrası yapılan müdahaleler ile yorumlanmış işlerin güzel sanat eseri olarak adlandırılacağından kuşkum yok.
ErdalKINACI24.jpg
Bu sözlerimin tepki çekeceğini biliyorum. Okuyanlar tepki göstermeden önce şöyle düşünsünler lütfen;
Görsel olsun veya olmasın tüm sanat dalları bir yaratma süreci içerir. Ressam hayal eder o hayalini aktarır tuale, heykeltraş keza aynı şekilde can verir taşa. Yapılan iş sanatçının özgün yorumunu taşa veya tuale aktarmasından başka bir şey değildir.

Oysa fotoğrafta önerilen çek-bırak ne çıkarsa bahtına düşüncesidir. Müdahaleye hoş bakılmaz. Oysa fotoğrafçı çekim öncesinde stüdyo gibi ortamlarda veya çekim sonrasında fotoğraf işleyen programlar vasıtası ile kendi yorumunu eklemelidir kareye, ancak o vakit yaratma sürecinden bahsedilir ve fotoğraf güzel sanat eseri olma yolunda ilerlemiş olur.
ErdalKINACI25.jpg
Üç yaşındaki bir çocukta deklanşöre basarak anı dondurabilir. Bu çocuk tarafından dondurulmuş görüntüye Sanat eseri dememiz nasıl imkansızsa kendi özgün yorumunu veya akılcı seçimini dondurulmuş ana katmayan fotoğrafçının işine de sanat eseri dememiz imkansızdır.

Bunları söylerken belgesel fotoğrafı ve haber fotoğraflarını elbette ayrı tutuyorum. Haber olması için çekilen fotoğrafa müdahele herşeyden önce ayıptır. Etik değildir… Belgesel fotoğraf ve haber fotoğrafı yorum gerektirmez eser olarak ta değerlendirilmez.

ErdalKINACI17.jpg

Ö.Gökyar: Gelelim filmli, yani analog çalıştığınız dönemlere… O dönemler ile şimdiyi mukayese eder misiniz?

E.Kınacı: Büyük kolaylık, ilk aklıma gelen kelimeler bunlar… Fotoğraf çekmek hem daha ucuz hem daha güvenli hem de daha kolay 24 veya 36 ya mahkum değilsiniz artık. Bütçenizin elverdiği oranda sınırsız bellek sahibi olabilirsiniz. Film bayattı, banyo iyi değildi lafları kalktı ortadan… 100 ASA film takmıştım ışık yetersizdi ah keşke 800 ASA film bulabilseydim bitti artık.
Hepsinden önemlisi karanlık oda denilen umumi tuvalet benzeri nemli ortamlarda kimya solumaktan kurtulduk.
ErdalKINACI18.jpg
Ah nerede eski günler diyenlere bakın genelde kabız, üretemeyen adamlardır. Eskinin zorluklarından imkansızlıklarından dolayı az insan çekerdi fotoğrafı çeksede yayınlayabileceği yer bulamazdı. Dergilerin burnu kaf dağındaydı. Bir fotoğrafımızı yayınlatabilmek için editörün sırtını kaşımadığımız kalırdı. Hal böyleyken az kişi uğraşırdı bu işle, uğraşanlarında havasından geçilmezdi.
Henüz fular modası başlamamıştı ama Refo dan çok cepli yelek kapanların bir değişik olurdu yürüyüşleri.
ErdalKINACI16.jpg

İşte tam da bu takım karşı çıkar dijitale, eski havalı günlere dönme özleminden başka bir şey değildir söylemlerinin satır arasında okunan…
ErdalKINACI19.jpg
Yok iyi böyle, ak kara belli olsun, umarım tekelleşmenin de önü kısa sürede alınır, herkes çeker fotoğrafı herkes bir şekilde anlatır derdini…
Düşünsenize koca bir millet hepsi hobi olarak benimsemiş fotoğrafı, şenlikler yapılıyor gösterilerin sergilerin ardı arkası kesilmiyor, insanlar daha iyiye ulaşmak için okuyor araştırıyor, memleket panayır yerine dönmüş pür neşe…Ne güzel :))

ErdalKINACI15.jpg

Ö.Gökyar: Eğitimi sevmediğinizi biliyoruz. Ama her okuldan birincilikle mezun olacak kadar da çalışkandınız. Peki ya fotoğraf sanatçısı olma yolunda ki bir amatörün asgari eğitimi ne olmalıdır?

E.Kınacı: Gönül ister ki herkes okullu olsun, Her meraklı bitirebilsin Güzel sanatlar fakültesini fakat zor elbette, ne diyeyim bilmiyorum. Bildiğim şu sıralarda neredeyse tüm illerde fotoğraf derneği var. Bu derneklerde temel fotoğraf kursları verilmekte.
Hiç değilse bu kurslara devam etmek ve dernek üyesi olmak gerekir diye düşünüyorum.
ErdalKINACI21.jpg
İstanbul’da yaşadığım yıllarda İFSAK üyesiydim. Şimdi Mersin Fotoğraf Derneği üyesiyim.
Dernekçiliği öneririm okuyanlara.İyidir dernekler…

Ö.Gökyar: Konu sıkıntısı yaşayan amatör fotoğrafçılara tavsiyeleriniz nelerdir?

E.Kınacı: Zaman zaman ders verdiğim veya konuk olarak gittiğim dernek ve klüplerde en sık karşılaştığım soru bu. Onlara öncelikle kapınızın önünü fotoğraflayın diyorum. Hani derler ya herkes kapısının önünü temizlese ülke tertemiz olur diye, onun gibi birşey.
ErdalKINACI20.jpg
Fotoğraf için Hindistan’a gitmenize gerek yok. Hindistan’ı en iyi bir Hindu görüntüler, üç günlüğüne gittiğiniz yerden fotoğraf çıkarmak güçtür. Çıkarsanız bile orada yaşayan adam sizden daha iyisini ya çekmiştir ya çekecektir. Bu nedenle en iyi bildiğiniz yeri görüntüleyerek başlayın, ha bitirdim artık buradan fotoğraf çıkmaz derseniz o zaman geçersiniz komşu kapının önüne, orada fotoğraf çekmeye…Bilmem anlatabiliyor muyum?

ErdalKINACI12.jpg

Ö.Gökyar: İşiniz nedeniyle birçok il gezdiniz ve Mersin’ e yerleştiniz. Neden Mersin ?

E.Kınacı: Bir kere Mersin’e yerleşmedim, Mersin’in en uzak ilçesi Türkiye’nin güney ucu, rüzgarlı burun olarak ta bilinen Anamur’da oturuyorum. Sakin dingin bir akdeniz kasabasıydı oturmaya başladığım yıllarda, Çok bakirdi, şimdilerde diğer turistik ilçelere benzemeye başladı. Yığınla bilmem kaç yıldızlı otel yapılıyor. Süpermarketler açıldı. Trafik henüz sorun olmasa da artan araç sayısı kaygı verici.
Sanırım tüketmeye başladık Anamur’u da yavaş yavaş toparlanma, gözü ufuklara çevirme zamanı geliyor.

ErdalKINACI13.jpg

Ö.Gökyar: Sürekli olarak fotoğraftan bahsettik, pekala başka uğraşlarınız var mı?

E.Kınacı: Var elbette sadece fotoğraf çekillir mi yahu? Bir kere profosyonel işim tıp doktorluğu zamanımın büyük bir kısmını hastane ve sağlık kuruluşlarında geçiriyorum.
Sonra iyi bir marongoz olma yolunda ilerliyorum.
Öyle sunta MDF filan gibi şeylerden hoşlanmıyorum ama ağaç işlerini çok seviyorum. Kayın ağacından bir masa yaptım son olarak. Üzerinde yapay hiç birşey yok. Ne çivi ne vernik olduğu gibi, üzerinde yemek yerken ağacın kokusunu duyabiliyorsun. Büyük keyif. Henüz işlerim kaba saba oluyor ama incelecektir zamanla (umarım)…

Ö.Gökyar: Güzel bir röportaj olduğuna eminim. Katıldığınız için teşekkür ederim.

E.Kınacı: Çok keyifliydi, ben teşekkür ederim…

Ropörtaj – Ömer GÖKYAR
 
Geri
Üst