Fethullah Gülen ABD’de en ağır günlerini geçiriyordu. 31 Mart 2002’de kalp damarları tıkanma noktasına gelmiş ve ameliyat durumu söz konuşu olmuştu. Doktorlar hastanede boğazından bir delik açıp oradan kalbe ulaşmış ve herhangi bir ani değişiklik ihtimaline karşı muvakkaten ihtiyatî pil bağlamışlardı. Yoğun bakım odasındaydı. Kolları iğne ve serumlardan dolayı delik deşik olmuştu. Vücudunda, elbisesinde ve üzerindeki örtüde kan lekeleri vardı. Yakınında bulunan insanlar odasına girdiğinde ondan şunları duymuşlardı:
Annemi anlayamamışım meğer, son zamanlarında onun da kollarında serumlar bağlıydı. Onu o halde görmüş, üzülmüştüm. Demek ki, acısını yüreğimde tam duyamamışım. Ah anacığım[22]!...
Annemin vefatında[23] yanında bulunamadım. İstanbul’a gitmiştim. Annemin vefatına dayanamam der ve ondan önce ölmeyi arzulardım. Fakat sonra aklıma gelirdi ki, bu kadın benim vefatıma dayanamaz, çıldırır. Ne zaman ziyaretine gitsem, o hasta haliyle yanıma yaklaşır, ayaklarıma dokunur, çorapları yoklar ve "Ayakların üşürdü" derdi. Çok basiretliydi. Bazen bazı arkadaşlarla alâkalı soru sorar, hizmetle ilgilenir, sorudan hoşlanmadığımı sezerse hemen konuyu değiştirir, çevresindekilere, "Ne duruyorsunuz? Şu Hacı’ya bir çay yapın da getirin" derdi. Şimdi bir türlü onun boşluğunu dolduramıyorum[24].
Hocaefendi, Annesi Refia Hanımı Anlatıyor
Benim ilk Kur'an hocam validemdir. Kendi anlattığına göre bana dört yaşımda Kur'an okumayı öğretmiş. Bir ay içinde de hatmettiğimi söyler. Ben, hatmettiğimi hatırlamıyorum. Ancak bütün köylüye yemek verdiler. Birisi de bana "Senin düğünün oluyor" dedi. Utandım, ağladım. O günden hatırımda kalan sadece bu hatıra var..
O devirde Kur'an okutmak yasak olduğu için annem beni gece yarısı uykudan kaldırır ve bana Kur'an öğretirmiş. Zaten bütün köyün kadın ve kızına Kur'an'ı validem öğretmişti. Babasından gelen bir terbiye ve Kur'an aşkı o en sıkıntılı ve zor dönemlerde dahi validemin Kur'an öğretmesine mani olamamıştı. Esasen tek başına bir kadının, 15-20 kişinin sofraya oturduğu bir evin bütün işlerini yaptıktan sonra bir de Kur'an öğretmeye vakit bulabilmesi, beni hayrette bırakan husus budur. Hem o günkü kadına ait işler, sadece ev işleriyle de sınırlı değildir. Davarların sağımını yaptığı gibi, kadınlar tarla ve bahçede de çalışırlardı. İşte bir taraftan ceberut bir idarenin baskısı, diğer taraftan kendine ait yapması gereken zor işler; buna rağmen gündüz boş vakitlerinde köyün kadın ve kızına geceleri de bana Kur'an öğretmek, hakikaten şaşılacak bir gayret ve çalışma örneğidir..
Annemin bu örnek davranışı, Kur'an öğretmekteki hassasiyet ve aşkı, ibadetindeki kusursuzluğu ve hayatını hep ızdıraplı geçirmesi çocukluk ihsaslarımla o gün anlamamış olsam dahi bu gün çok iyi anlıyorum ki bana tesir eden en mühim hususlardandır.
Ben bildim bileli annemin hayatı çileli geçmiştir. Bir kere, onun bel ve ayaklarının ağrımadığı hiç bir devreyi ben hatırlamıyorum. Ayrıca tifo dahil birçok ağır hastalık geçirmiştir. Ve yine bildiğim kadarıyla, belli bir devrede vücudunun tamamını Hz. Eyyüb gibi yara-bere sarmıştı. Bütün bunların yanında bakım ve görümünü yapması gereken, hayatta kalmış sekiz çocuğun anasıydı. Bütün bunlar da elbette onu fiziki olarak yıpratıp sarsmıştı.
Hele Alvar Köyüne gidince annem tamamen yalnız kalmıştı. Büyükannem ablamı yanında alıkoyduğu için ev işlerinde ona yardım etme yükü bana düşmüştü. Çünkü evin en büyüğü bendim. Yaşım dokuz veya ondu. Bir taraftan hıfzımı tamamlıyor, diğer taraftan da anneme yardım ediyordum. Hamur yoğurur, yemek yapar, bulaşık ve çamaşır yıkamada yardımcı olurdum. Tabii ki yine de anneme düşen çok iş kalırdı. Bu arada koyun ve ineklerin sağımını da o yapıyordu. Velhasıl anamın hayatı bütünüyle çileydi. İşte bütün bunlara rağmen bizlerin yetişmesi için de amansız mücadele vermişti. Bu da bana tesir eden ve hayatımın bazı dönemlerinde yapmam gereken işlerde beni yönlendiren ve benim için süreklilik arzeden tesirler arasındadır diyebilirim.
Benim babama, anneme ne kadar büyük saygım olduğunu herkes bilir. Mevizeler hariç babamın yanında konuştuğum cümleler sayılıdır[25]. Doğru veya yanlış; ama yetiştiğim muhitteki babaya saygının gereği olarak yaptım ben bunu. Burada unutmadan şunu da ilave edeyim ki, ben hayatımda bir defaya mahsus dahi babama doğru yani onun doğduğu ve şu anda medfun bulunduğu Korucuk'a doğru ayağımı uzatıp yatmadım. Benim ebeveyne karşı saygı anlayışım budur. Babamın da annemin de gölgelerine ayağımı basmamışımdır. Fakat dert edindiğim meselelere ait bir tıkanıklık karşısında, annemin babamın şahsî dertleri ve üzüntüleri bana çok küçük gelir.
Bir Annenin Sözleri
Son olarak, babamdan dinlediğim, mevsuk kitaplarda ise görmediğim bir hususu arzetmek istiyorum[26]: Allah bir beldenin altını-üstüne getirmeyi kader planında yazmış; derken kaza vakti gelmiş. Tam o esnada bir çocuk, annesi hamur yoğururken bir ihtiyacından dolayı çığlık çığlığa bağırmaya, ağlamaya başlamış. Annesi ellerini temizleyip onun yanına gidinceye kadar biraz vakit geçmiş. Bu arada anne çocuğuna karşı şöyle sesleniyormuş: "A be evladım, ne öyle çılgınca bağırıyorsun? Allah bile bir ülkeyi helâk ederken bu kadar acele etmez." İşte bu söz üzerine, Cenâb-ı Hak atâsı ile kaderi bozmuş ve o ülkeyi helâk etmemiş. Görüldüğü gibi Allah’a bir yöneliş, bir teveccüh, bir güzel hal ve tavır, böylesi ilâhî atâların meydana gelmesine vesile olabiliyor. Ancak insanlar, O’na karşı firavunlardan daha mütemerrid davranıyorlarsa... Evet bu şart cümlesinin cevabı yok.
Ya Rabb! Sen merhametlilerin en merhametlisisin. Merhametini üzerimizden eksik etme. Hususiyle merhametini, bizleri mükemmel insanlığa yönlendirmesi şeklinde tecelli ettir. Âmîn!
Kaynak:
http://www.tr.fgulen.com/a.page/basindan/dosyalar/a15253.html
Annemi anlayamamışım meğer, son zamanlarında onun da kollarında serumlar bağlıydı. Onu o halde görmüş, üzülmüştüm. Demek ki, acısını yüreğimde tam duyamamışım. Ah anacığım[22]!...
Annemin vefatında[23] yanında bulunamadım. İstanbul’a gitmiştim. Annemin vefatına dayanamam der ve ondan önce ölmeyi arzulardım. Fakat sonra aklıma gelirdi ki, bu kadın benim vefatıma dayanamaz, çıldırır. Ne zaman ziyaretine gitsem, o hasta haliyle yanıma yaklaşır, ayaklarıma dokunur, çorapları yoklar ve "Ayakların üşürdü" derdi. Çok basiretliydi. Bazen bazı arkadaşlarla alâkalı soru sorar, hizmetle ilgilenir, sorudan hoşlanmadığımı sezerse hemen konuyu değiştirir, çevresindekilere, "Ne duruyorsunuz? Şu Hacı’ya bir çay yapın da getirin" derdi. Şimdi bir türlü onun boşluğunu dolduramıyorum[24].
Hocaefendi, Annesi Refia Hanımı Anlatıyor
Benim ilk Kur'an hocam validemdir. Kendi anlattığına göre bana dört yaşımda Kur'an okumayı öğretmiş. Bir ay içinde de hatmettiğimi söyler. Ben, hatmettiğimi hatırlamıyorum. Ancak bütün köylüye yemek verdiler. Birisi de bana "Senin düğünün oluyor" dedi. Utandım, ağladım. O günden hatırımda kalan sadece bu hatıra var..
O devirde Kur'an okutmak yasak olduğu için annem beni gece yarısı uykudan kaldırır ve bana Kur'an öğretirmiş. Zaten bütün köyün kadın ve kızına Kur'an'ı validem öğretmişti. Babasından gelen bir terbiye ve Kur'an aşkı o en sıkıntılı ve zor dönemlerde dahi validemin Kur'an öğretmesine mani olamamıştı. Esasen tek başına bir kadının, 15-20 kişinin sofraya oturduğu bir evin bütün işlerini yaptıktan sonra bir de Kur'an öğretmeye vakit bulabilmesi, beni hayrette bırakan husus budur. Hem o günkü kadına ait işler, sadece ev işleriyle de sınırlı değildir. Davarların sağımını yaptığı gibi, kadınlar tarla ve bahçede de çalışırlardı. İşte bir taraftan ceberut bir idarenin baskısı, diğer taraftan kendine ait yapması gereken zor işler; buna rağmen gündüz boş vakitlerinde köyün kadın ve kızına geceleri de bana Kur'an öğretmek, hakikaten şaşılacak bir gayret ve çalışma örneğidir..
Annemin bu örnek davranışı, Kur'an öğretmekteki hassasiyet ve aşkı, ibadetindeki kusursuzluğu ve hayatını hep ızdıraplı geçirmesi çocukluk ihsaslarımla o gün anlamamış olsam dahi bu gün çok iyi anlıyorum ki bana tesir eden en mühim hususlardandır.
Ben bildim bileli annemin hayatı çileli geçmiştir. Bir kere, onun bel ve ayaklarının ağrımadığı hiç bir devreyi ben hatırlamıyorum. Ayrıca tifo dahil birçok ağır hastalık geçirmiştir. Ve yine bildiğim kadarıyla, belli bir devrede vücudunun tamamını Hz. Eyyüb gibi yara-bere sarmıştı. Bütün bunların yanında bakım ve görümünü yapması gereken, hayatta kalmış sekiz çocuğun anasıydı. Bütün bunlar da elbette onu fiziki olarak yıpratıp sarsmıştı.
Hele Alvar Köyüne gidince annem tamamen yalnız kalmıştı. Büyükannem ablamı yanında alıkoyduğu için ev işlerinde ona yardım etme yükü bana düşmüştü. Çünkü evin en büyüğü bendim. Yaşım dokuz veya ondu. Bir taraftan hıfzımı tamamlıyor, diğer taraftan da anneme yardım ediyordum. Hamur yoğurur, yemek yapar, bulaşık ve çamaşır yıkamada yardımcı olurdum. Tabii ki yine de anneme düşen çok iş kalırdı. Bu arada koyun ve ineklerin sağımını da o yapıyordu. Velhasıl anamın hayatı bütünüyle çileydi. İşte bütün bunlara rağmen bizlerin yetişmesi için de amansız mücadele vermişti. Bu da bana tesir eden ve hayatımın bazı dönemlerinde yapmam gereken işlerde beni yönlendiren ve benim için süreklilik arzeden tesirler arasındadır diyebilirim.
Benim babama, anneme ne kadar büyük saygım olduğunu herkes bilir. Mevizeler hariç babamın yanında konuştuğum cümleler sayılıdır[25]. Doğru veya yanlış; ama yetiştiğim muhitteki babaya saygının gereği olarak yaptım ben bunu. Burada unutmadan şunu da ilave edeyim ki, ben hayatımda bir defaya mahsus dahi babama doğru yani onun doğduğu ve şu anda medfun bulunduğu Korucuk'a doğru ayağımı uzatıp yatmadım. Benim ebeveyne karşı saygı anlayışım budur. Babamın da annemin de gölgelerine ayağımı basmamışımdır. Fakat dert edindiğim meselelere ait bir tıkanıklık karşısında, annemin babamın şahsî dertleri ve üzüntüleri bana çok küçük gelir.
Bir Annenin Sözleri
Son olarak, babamdan dinlediğim, mevsuk kitaplarda ise görmediğim bir hususu arzetmek istiyorum[26]: Allah bir beldenin altını-üstüne getirmeyi kader planında yazmış; derken kaza vakti gelmiş. Tam o esnada bir çocuk, annesi hamur yoğururken bir ihtiyacından dolayı çığlık çığlığa bağırmaya, ağlamaya başlamış. Annesi ellerini temizleyip onun yanına gidinceye kadar biraz vakit geçmiş. Bu arada anne çocuğuna karşı şöyle sesleniyormuş: "A be evladım, ne öyle çılgınca bağırıyorsun? Allah bile bir ülkeyi helâk ederken bu kadar acele etmez." İşte bu söz üzerine, Cenâb-ı Hak atâsı ile kaderi bozmuş ve o ülkeyi helâk etmemiş. Görüldüğü gibi Allah’a bir yöneliş, bir teveccüh, bir güzel hal ve tavır, böylesi ilâhî atâların meydana gelmesine vesile olabiliyor. Ancak insanlar, O’na karşı firavunlardan daha mütemerrid davranıyorlarsa... Evet bu şart cümlesinin cevabı yok.
Ya Rabb! Sen merhametlilerin en merhametlisisin. Merhametini üzerimizden eksik etme. Hususiyle merhametini, bizleri mükemmel insanlığa yönlendirmesi şeklinde tecelli ettir. Âmîn!
Kaynak:
http://www.tr.fgulen.com/a.page/basindan/dosyalar/a15253.html