Garson hesap lütfen! (Mehmet BARANSU)

Aktivist

Banned
Katılım
3 Ağu 2011
Mesajlar
719
Reaction score
0
Puanları
0
Garson hesap lütfen!


28 Şubat... Bu sürecin ne zaman başladığıyla ilgili net bir tarih verilemiyor. Kimilerine göre Refah Partisi’nin 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde büyük kentlerde gösterdiği başarının ardından asker düğmeye bastı. Kimilerine göre ise yaşanan süreçteki sözler askeri tahrik etti.

Oysa, 28 Şubat ve sonrasında (203-2004) yaşanan darbe planlamaları, aslında sürecin yıllar önce başladığını gösteriyordu. Düğmeye birileri çok önceden basmıştı. Aktörler sahnedeki yerini almış, “oyun” sahneye konmuştu. Senaryo tanıdıktı. Sahnedeki oyun da oyuncular da...

24 Ocak 1993...


Gazeteci Uğur Mumcu,Ankara’da evinin önünde uğradığı suikast sonucu hayatını kaybedecekti. Senaristler işini dört dörtlük yapacak, deliller bir bir yok edilecekti. Kimi yıkanarak, kimi imha edilerek. Mumcu’nun arşivi en yakınındaki “biri” tarafından ortadan kaldırılacaktı. Kuzunun kurda teslim edilmesi gibi bir şeydi yaşananlar.


Türkiye laikti ve laik kalacaktı! Asla İran olmayacaktı! Şeriatçılardan hesap sorulacaktı!



Kilit cümle aslında meydanlarda attırılan bu sloganlarda gizliydi. Dört yıl sonraya hazırlıktı yapılanlar. Birileri “hesap sormaya” hazırlanıyordu, bu ülkenin dindarlarından, muhafazakârlarından...

93 yılı felaketler yılı olarak tarihe geçecekti.

PKK’nın Güneydoğu’da başlattığı Nevruz gösterileriyle de süreç ivme kazandı. Peşi sıra gelen faili meçhuller, JİTEM’in ortaya çıkışı...

Türkiye yeni bir döneme giriyordu.

Tam da o günlerde, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis, sabotaj” kuşkulu uçak kazasıyla hayatını kaybetti. Ardından en yakınındaki isimler, “intihar” süsü altında öldürüldü. Sahte “intihar” raporlarıyla...

93 yılı felaketler yılıydı. Plan, kurgu bunun üzerine yapılmış, perdeler henüz kapanmamıştı.


Tıpkı Bitlis gibi dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal da ilk kez Kürt sorunuyla ilgili sivil bir çözümden bahsetti. Onun da sonu Bitlis’e benzedi. Nisan ayında hayata gözlerini yumdu. Bulgaristan Konsolosluğunda içtiği limonata ve içindeki hep tartışıldı. Tıpkı Uğur Mumcu cinayetinde olduğu gibi yine deliller ortadan kaldırılacak, Özal’ın kan örnekleri hastanede yok edilecekti.

Perde henüz kapanmamıştı. Kapanmaya da pek niyeti yok gibiydi.

Sivas’ta Pir Sultan Abdal Şenliği’ne katılmak üzere şehre gelen aydınlardan bir kısmının Madımak’ta ateşe verilerek öldürülmeleri, Bingöl’de öldürülen 33 er, ardından Erzincan Başbağlar’da, Erzurum Yavi ve Çiçekli’de yaşanan katliam, senaristlere şapka çıkarmamıza neden olacaktı! Gazi Mahallesi olayları ise işlenen cinayetlerin en son halkalarından biri olacaktı.

Süleyman Demirel’in Çankaya’ya çıkması, DYP Genel Başkanlığı’na Tansu Çiller’in seçilmesi, medyanın özellikle Hürriyet gazetesinin el değiştirmesi, Susurluk süreci ve diğer yaşananlar yeni bir dönemin habercisiydi.

Sahnede son yılların en “heyecanlı” oyunu sahneleniyordu. Bizler, yani izleyiciler ise kendimizi oyunun “çarpıcılığına” kaptırmıştık. Yaşanan illüzyonu seyrediyorduk. Cinayetler gerçek, yaşananlar ise göz yanılması, el çabukluğuydu... Ama anlayamamıştık... Anlamamıza fırsat vermemişlerdi... Şaşkındık... Sadece oyunu izlemeye devam ediyorduk.

Tuğlalar tek tek diziliyor, bina inşa ediliyordu. Boşuna değildi Mehmet Ağar’ın, Uğur Mumcu cinayetinden sonra söyledikleri. “Bir tuğla çekilirse” devlet altında kalabilirdi. Binayı inşa edenler ortaya çıkabilirdi...

Aslında tanıdıktı yaşananlar, yaşatılanlar. Tıpkı 1 Mayıs 1977’de Taksim’de yaşananlar gibi. Tıpkı Çorum ve Kahramanmaraş’ta işlenen katliamlar gibi. Tıpkı 27 Mayıs öncesi yapılanlar gibi... Tıpkı 12 Eylül gibi...

Bu ülkenin MİT’i de, Jandarması da İstihbarat teşkilatları da bu katliamlar, bu oyunlar sahnelenirken, sessiz kaldılar. Sessizliğin ötesinde ateşe odun attılar.

28 Şubat süreciyle birlikte iki bin kişiye yakın muvazzaf asker dindar, milliyetçi oldukları gerekçesiyle ordudan atıldı. Sayıları 10 bine yaklaşan bölümü ise zorla emekliye sevk edildi. Ordu “gerçek sahiplerine”, cuntacılara teslim edildi.


Aynı kadro 2003-2004 yılında bu kez karşımıza Balyoz, Sarıkız, Ayışığı, Eldiven gibi yeni darbe planlarıyla çıktılar. 27 Nisan e-muhtırası, İrticayla Mücadele Eylem Planı, Kafes, Hrant Dink’in öldürülmesi, misyonerlik cinayetleri ise bu kadronun son icraatlarından biri olmuştu. Ergenekon ise cuntanın beyin yapısı olarak “Bin yıl sürecek” savaşı organize etmekle görevli üst yapı olarak konumu sürdürüyordu. Medyasıyla, işadamıyla, sendikasıyla, üniversitesiyle, sivil görünümlü toplum örgütleriyle.

Bu ülkeye çok şey yaşattılar. Bu ülkenin kaynaklarını “gecelik faiz” adı altında sömürmekten geri durmadılar. Ülke soygun yerine döndü. Bunu da kendilerine hep “hak” olarak gördüler.


Bir gün bir garson ortaya çıktı. Yediklerinin ve yaptıklarının hesabını önlerine koydu... Şaşırdılar... Beklemiyorlardı...


Hesabı ödemeye niyetleri yoktu...

“Hesaplaşıyorsunuz, rövanş alıyorsunuz, intikam ve kin besliyorsunuz” diye ortalığı ayağa kaldırdılar. Unuttukları bir şey vardı...

Önlerine konan sadece bir hesaptı. Yedikleri ve yaptıklarının hesabı. Ödemekten başka bir seçenekleri de yok. Garson da patron da hesabı almak da kararlı.


Çünkü patron olan millet ve milletin arkasında durduğu AK Parti “hesap lütfen” diyor. Hesaplaşmadan, intikam almadan, rövanşist duygular beslemeden... “Yediğinizin, içtiğinizin hesabını ödeyin” diyor. Olay bu kadar basit...

Mehmet BARANSU
 
Süper bir yazı kalemine sağlık M.Baransu

Darbecilerin son 20 yılda ülkemiz de sahneye koyduğu karanlık oyunları çok güzel özetlemişsin

Artık Hesap verme zamanı
 
Güzel bir yorum yapardım ama çok uykum var =)
 
Bizim darbeciler yedikleri nanelerin hesabı vermeden tüymeye çalışıyor Ama kaçarı yok zira önlerine ödemeleri gereken HESAP kondu bir kere ödemekten başka çareleri yok çünkü kaçacak delikleri yok
 
keser döner sap döner gün gelir hesap döner unutmamak lazım tabi.bu laf askeri olduğu kadar sivil diktalar için de geçerlidir.
 
keser döner sap döner gün gelir hesap döner unutmamak lazım tabi.bu laf askeri olduğu kadar sivil diktalar için de geçerlidir.

Zaten keser ve sap döndüğü için darbeciler ve onların uşakları tarihinde ilk defa hesap vermeye başladı

Sivil dikta meselesine gelince litaratür de sivil dikta diye bir terim yoktur. Darbecilere hesap sorulmasından hoşlanmayan bunu da açık açık dile getirmeyen AKP karşıtlarının uydurduğu bir kelime
 
Geri
Üst