Hepimiz oyuna geliyoruz

banane

New member
Katılım
5 Kas 2006
Mesajlar
640
Reaction score
0
Puanları
0
Alkışı muhalefet, oyu iktidar topluyor. Çölaşan da bu işin içinden çıkamıyor: Demek kaçırdığımız bir şey var, bizim göremediğimiz bir Türkiye, bizim projektörlerin ışığının ulaşamadığı kör noktalar var
Yapay gündemin peşinde olmaktan rahatsız Çölaşan.

“Bilerek veya bilmeyerek alet oluyoruz. Örneğin ben isterdim ki işsizlik olayını tartışabilelim. Ama yok, adam ”başkanlık sistemi“ diyor. Hepimiz atlıyoruz buna. Bir yerde hepimiz oyuna düşüyoruz.” diyor.

Sadece Doğan Grubu’na değil, medyanın geneline tepkili: ”Ekrana çıkarılan tiplere, yalan haberlere, yalancılığa, büyük patronların korkaklığına, sinikliğine, ezikliğine, yağ çekme çabalarına; hiçbirine tahammül edemiyorum... “

İsim vermekten kaçınarak ”iktidar baskısı yüzünden gazetelerinde adam gibi yazı yazamayan“ çok gazeteci olduğunu söylüyor. Hepsinden bire bir duyuyormuş; yumuşak yazmak zorundayım, vaziyeti idare etmek zorundayım itiraflarını. ”Hatta gazete değiştiren bazılarının bu yüzden kamuoyunda ağırlığı da yok oldu“ diyor üzülerek.

Yazacak yerleri yok

Bir gazetecinin yazamadığı yerde kalmak konusundaki ısrarını anlayamadığımı söylüyorum. Çölaşan benim gibi düşünmüyor. ”Ben de olsam bırakmam. Bıraktığım zaman hangi kafa yapısında adamların geleceği üç aşağı beş yukarı belli. Bunlar kamuoyunda isimleri iyi bilinen arkadaşlarımız. Ne yapsınlar kalmayıp da? Ayrıldıkları anda onları alacak gazete yok. Ben kovulduğumda iki sene işsiz kaldım. Bir tane gazete ’Gel Emin Çölaşan bizde başla’ diyemedi. Buna Cumhuriyet dahildir. Serdar Turgut itiraf etti ’Bize ne baskılar yapıldı Emin’i almayı düşünmeyin’ denildiğini...

Karşımda bir sürü yazar “Yazamıyoruz” diyor. Okur olarak “E yazamıyorsan, bana sansürlü, eksik belki yanlış bilgi aktarıyorsan ben seni neden okuyayım” diye düşünürüm, otomatik olarak hükümsüzleşir gazeteler gözümde. “Ben şimdi Sözcü’de özgürce yazıyorum. Hiçbir süzgeçten geçirmeden kafamdan geçenleri yanstabiliyorum. Çünkü Burak Akbay’ın devletle, hükümetle bağlantısı, işi yok” diye itiraz ediyor.

Ama genel durum yukarda izah ettiğimiz gibi. Onaylıyor; “Heyecanla, bugün ne yazmış diye okuduğum biri yok” diyor. Genelde yakın dostlarının yazılarıymış merak ettikleri, bir de kendi gazetesindeki yazarlar.
Bir gün, bu kadar iddialı olduğu Sözcü’de baskılara direnemez hale gelirse... O zaman “hadi bana eyvallah deyip köşesine çekilir, sakin bir yaşam” sürermiş.

‘İade dekontunu saklıyorum’

Bazen de yazmaya başlamadan sansür yiyor Çölaşan. Son örneği Habertürk olayında yaşandı. Üç ay maaş aldı, yazmaya başlamadan ayrıldı gazetesinden(!)

Bu serüven ilk anda, “Altaylı’nın internet sitesinde ’Ben Emin Çölaşan’la çalışmayı yeniden gözden geçireceğim’ yazması” ve Çölaşan’ın da “Sen misin gözden geçirecek, al kardeşim, buyur paranı” demesi“yle noktalanmış gibiydi. Sonra Vatan gazetesi ”Çölaşan olayı şimdi açığa çıktı“ diye haber yaptı. ”Meğer Ciner nükleer santral ihalesinin peşindeymiş. Buna demişler ki ’Sen gazetende Çölaşan’la bir olacaksan biraz zor alırsın bu ihaleyi’“ diye anlatıyor.
Üç aylık maaşını Altaylı’ya iade ettiği banka dekontunu, gözü gibi saklıyormuş, ”Ne olur, ne olmaz“ diye!

Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmenliği’ne Enis Berberoğu’nun getirilişiyle ilgili, “basın piyasasındaki yaygın kanaat”i tekrarlıyor: “Enis, bunların arasında AKP takımıyla ilişkileri en iyi olan arkadaştır. AKP’ye yanaşmak için Enis manevrası yaptılar. Enis Hürriyet adına Tayyip’in uçağına biniyor. Güzel bir olay gazete açısından!”

Ambargo iddiası bir şehir efsanesi mi yoksa hakikaten bugün kalkıp Hürriyet’e gitse mesela, kapıdaki güvenlik karşısına dikilip giremezsin mi diyecek?

“Kızlarıma vasiyetimdir, Emin Çölaşan binalarımızın içine adım atmayacaktır’ sözü var” diyor. Yakın zamanda Ankara’da, Vatan’ın önünden geçerken “Uğrayıp da Bilal Çetin’i göreyim” diye geçmiş içinden. Sonra “direktif verilmiştir, görevli ’kusura bakma’ der, zor durumda kalırım” düşüncesiyle vazgeçmiş.

Onca yıl emekten sonra, bu noktaya gelmiş olmak çok acı değil mi?
Beni hiç acıtmıyor. Ayıp ediyorlar diyorsun o kadar. Öyle acı olaylar yaşadım ki bunlar solda sıfır kalır.

Mustafa Balbay’a haksızlık edildiğini düşünüyorum...

Günümüzde “baskı”ya maruz kalmak için illa da “hükümetle iş yapmak” gerekmiyor. Bunun en yakın şahidi yine Çölaşan aslında. ART’de birlikte program yaptığı Mustafa Balbay, Ümraniye Davası’nda tutuklu olarak yargılanıyor. Bir çok gazeteci Silivri’ye giderek meslektaşlarına moral vermeye çalışıyor. Çölaşan hiç gidememiş, ama köşesinde sıkça gündeme getiriyor mağduriyetlerini.

Temsilci yoksa vekil koyarsın

Son günlerde Balbay’ın sadece içeride değil, dışarıda da mağdur edildiği kanaati oluştu. Cumhuriyet Ankara Temsilciliği görevinden alınması medyayı ikiye böldü. Balbay’ın en yakınlarından birinin, Çölaşan’ın bu konudaki düşüncesi önemli.
Haberi ilk aldığında, “hiçbir bilgiye dayanmadan” diye özellikle vurguladığı iki ihtimal belirmiş zihninde:
“1. Balbay’ı feda ettiler. Yiyin bunu deyip mahkemenin önüne attılar.
2. Biz Balbay’ı görevden alalım siz de serbest bırakın diye mahkemeyle anlaştılar.”

Tepkiler üzerine Cumhuriyet’ten gelen “Balbay bizim canımız, ciğerimiz” açıklamalarından tatmin olmuşa benzemiyor Çölaşan. “Bir gazetenin Ankara Temsilcisi yok diye haber akışı kesilmez. Koyarsın bir temsilci vekili olur biter. Ben Balbay’a haksızlık edildiği kanısındayım” diyor.

Listecileri ciddiye almam

“Ergenekon” bu kadar yakın çevresine“konmuşken” kendisi de tedirgin mi acaba?
“Gocunacağım bir şey yok benim. Ama burası Türkiye, ne olacağı belli olmaz. Gayet tabi telefonda daha dikkatlisin her ihtimale karşı!”
Zaman zaman hedef gösterildiği de oldu, “faydalanılabilir” ilan edildi o da mesela. Kimi meslektaşları kendilerini hedef gösterenleri dava etme yolunu seçti, Çölaşan ise buna yeltenmedi. Sebebi “ciddiye almaması”ymış:
“Dava açmak için ciddiye almam gerekir...”

Bu ara “eş” haberleri gündemde, kendisi de Tansel Çölaşan Danıştay’da görevliyken bu tip haberlerden çok çekti diye düşünüyorduk. Meğer ailecek dalga geçerlermiş bu haberleri yapanlarla, “Ne diye umursayacağız herkese çamur atıyorlar. Hahahaha diye gülüp geçersin en fazla...” diyor.

Güven’in üstüne gitmediler
Ama tümden duyarsız değil, özellikle yayınları linç boyutuna varan kuruluşlara tepkili:

“Bunlar herkesin karılarına kocalarına çocuklarına bulaştılar. Bunlar böyle ahlaksız bir kitledir. Eşlerin özel telefon konuşmalarını yayınladılar. Ben bunların ’Allah bir’ dediğine inanmam. Bir yerlerden emir alan, tipler. Gazeteci olarak görmüyorum onları; emir erleri.”

Ve yandaş medyayla ilgili ilginç bir noktaya dikkat çekiyor:
“Dikkat et manşetler hemen hemen aynıdır. Bir yerden direktif gelir, hepsi aynı haberi büyütür. İlker Güven olayında, Sunahanım Güven’in sözleri bir tek satırla yer almadı bu gazetelerde. Çünkü tahminim karısının söylediği gibi bağlantıları var idi. Normalde böyle bir haber bunlar için madendir. Hiç yer almadı. Görmediler. Yok böyle bu olay. Gitsene bu olayın üzerine. Sıfır ya. Gitmediler. Çünkü direktif geldi: Bulaşmayın...”

Bir tek TSK’dan belge sızıyor

Çölaşan yaratılan “korku” atmosferinin gazetecileri ilgilendiren bir başka boyutundan, haber kaynaklarının kurumasından yakınıyor asıl:
“Yolsuzlukların en yoğun dönemindeyiz. Büyük bir soygun var. Ama, bütün devlet kademelerini, bakandan çaycıya kadar ele geçirdikleri için belge gelmiyor bize. Belgeyi bürokrat gönderir genelde. Hepsi bunların kucağında. Bir de o dinleme operasyonları filan Türkiye’yi korkuttu. Adam bana e-mail atacak, faks çekecek veya telefon edecek diyor ki dinleniyor. Bir tek TSK’dan sızıyor ne hikmetse.”

Açığı olan biri olsam iktidarlar beni çiğ çiğ yerdi

2002 seçimleri öncesinde, Hürriyet yazarlarının AKP Genel Merkezi’ni ziyareti sırasında Tayyip Erdoğan’la aralarında geçen diyaloğu hatırlatıp, “O günden sonra mı tutmadı aranızdaki elektrik” diye soruyorum, “Ne o günü adını duyduğum andan beri tutmadı” diyor. Aynı şeyin de Tayyip Erdoğan’ın kendisine bakışıyla ilgili olarak da geçerli olduğunu söylemeyi ihmal etmiyor.
Daha ilk görüşmelerinde, Çölaşan “değişim”lerini gündeme getirince, Erdoğan “Sizin geçmişinizi de araştırsak neler çıkar Emin Bey” demiş.
“E açık açık itiraf etmiş işte”diyorum.

“Her dönemde, her şeymizi didik didik ettiler zaten. Özal döneminde de didik didik edildim. Tayyip de muhtemelen yaptırmıştır. Ben de dedim ki ’Araştırın, neyim varsa çıkarın’. En ufak bir açığım olsa, eminim şimdiye kadar çiğ çiğ yerlerdi beni...”

AKP’ye tahammül edemiyorum

* AKP’de tahammül edemediğiniz ne var; ideoloji mi, günlük politika mı, şahıslar mı?

Hiçbir şeyine tahammül edemiyorum!

“Düşmanlık ilişkisi değil, hiçbir zaman sevmedik birbirimizi. Onlar benden nefret etti, ben onlardan...” diye de izah ediyor!
Erdoğan’la bir keresinde “mecburen” karşılaşmışlar. “Bir resepsiyonda küt diye çarpıştık, çok sert bir çarpışmaydı” diye anlatıyor. İkisi de “Kim çarptı bana böyle” edasıyla dönünce yüzyüze gelmişler. “Ortamda kameralar filan da olunca, iki dakika konuştuk” diyor gülerek, “Olay oldu, televizyonlarda dudak okuma yöntemiyle ne konuştuğumuzu çözmeye çalıştılar!...”

Yeni Çağ

Kaynak

http://www.haberinyeri.net/Guncel/Hepimiz-oyuna-geliyoruz_79162.html
 
Geri
Üst