E Mail
New member
- Katılım
- 26 Ocak 2009
- Mesajlar
- 50
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Ben, Yahudiler üzerine yazılan ve dile getirilen her şeyin doğru olduğunu sanıyorum. Yani Yahudiler:
• Bozguncudurlar
• Fitne çıkarırlar
• Hayatları tamamen çıkar ilişkileri üzerinedir
• Güvenilmezdirler
• Deha sahibidirler
• Anasının gözüdürler
• İnsan sarrafıdırlar
• Pintidirler
• Sinsidirler
• Elle tutulur bir şey üretmezler
• Tefecidirler
• Sömürgendirler
Son üç tanesi bizzat Hitlerin tespitidir.
Çoğu oldukça can sıkıcı vasıflar. Böyle bir kavme kim katlanabilir? Öyle ya nalıncı keseri gibi “hep bana Rabbena”. Bunlar Allahı bile kandırmaya hatta kandırmak ne kelime sömürmeye cüret etmiş hadsizler. Hal böyle olunca ukalalık, çokbilmişlik yapıp da “bu vasıflar aslında bana hiç de yabancı gelmiyor, kendimi biraz kazıyınca altından bir Yahudi çıkar mı?” diye sormayacağım. Daha çok bu kavimdeki “zihniyet kaçakları” ilgimi çekiyor. Bence Yahudilerin eşya (hayat, insan, tanrı vs) ile ilişkisini niteleyebilecek kelime “dindarca” dır. Zihniyet kaçağı da işte bu dindarca ilişki biçimin dışına kaçma eyleminin failini tanımlıyor.
Samiri, Musa Tur dağına Tanrı ile konuşmaya gittiğinde topladığı altınlarla tapınılacak bir put yaptı.
Tanrı onlara kudret helvasıyla Bıldırcın eti gönderince bir köşede turp sarımsak ziraatı yapmadılar da onu da tanrıdan istediler. Çölde ziraat olmaz elbette. Demek istediğim “ziraata uygun bir toprak ver biz çalışıp işleyelim” yerine “ürün ver” demeleri.
Maimonides, Musevi akaidinin 13 kaidesinde “Tanrı temsil edilemez” derken otomatik olarak şunu da demiş oluyordu: “Tanrıyı temsil etmeyen hiçbir şey yoktur”. Dindarca bir ilişki derken anlatmak istediğim şey de bu işte. Farklı bir söyleyişle Yahudi, eşya ile ilişkisinde Tanrı ile ilişkisinden farksızdır. Ya da kelimelerin gücünü biraz daha zorlarsak şöyle de diyebiliriz, “Yahudi’nin tasavvur ettiği Tanrısı kendisine benzer”. Mesela Şabat günü sadece dinlenirler zira tıpkı Yahudi’nin hafta içi çalıştığı gibi Tanrı da dünyayı yarattığı 6 günde yorulmuştur ve 7. gün dinlenmiştir. Belki de bu yüzden Tanrılarına karşı oldukça teklifsizdirler. Yine aynı nedenden Yahudi’nin kendini anlayamaması Tanrının kendini anlayamamasının tezahürüdür.
Gelelim kaçaklara, aslında kaçak derken eşya ile kurdukları ilişki biçiminden farklılaşıyorlar demiyorum. Yalnızca bu ilişki biçiminin kurumlaşmış formundan firar edenleri kast ediyorum.
Dindarlık bir döngüdür ya da bu zihniyetin örgütlediği kurumlar arasındaki bir paslaşmadır. Evdeki küçük mabetten dışarıdaki büyük mabede, kürsüdeki vaizden vicdanındaki vaize vs. Kurumlar ne kadar bir biri ile uyumlu olursa o kadar hızlı bir döngü olur ve tabii ki hızlı döngü bütünleşik bir yapı demektir. Kolay kolay dışarıya kaçak vermez.
Yahudiler Tanrı tabiatlı olduklarından yukarda bahsettiğimiz döngüden sıyrıldıklarında karşımızda firari Tanrılar belirir. Varlığın sır perdesini araladıkları için döngüdeki bu “zihniyet kaçağı” bizler için ilahi bir lütuf da sayılabilir. Evet, bu lütuf iblisin aramıza konulması cinsinden bir lütuf diye düşünenler olabilir. Böyle bir paralellik mümkün.
Şu zihniyet kaçaklarını somutlaştırayım. Bu tabiri kullanırken Marks’ı Spinoza’ya bağlayan çizgiyi, Bergson ile Kafka’yı, Proust ile Einstein’ı, Freud ile Wıtgenstein’i aynı kategoriye sokan özü arıyorum. Bunu en akıllıları sayılabilecek(ya da en aptal) Einstein belki izah edebilir.
“İhtiyar, evrenle barbut oynamaz” derken- ki burada ihtiyar Tanrıdır- yeni bir şey söylemiyordu. Zarları baştan bir kere atan Spinozanın Tanrısından dem vuruyordu. Kendisinin de inandığı müdahale etmeyen ancak uyumda kendini izhar eden bir Tanrı. Fark ettiğiniz gibi Tanrıyla aralarındaki teklifsizlik her türlü diyaloga müsaade ediyor. Onu görmek, sesini duymak dâhil tüm istekler Tanrıya sorulsa da bir soru hiç sorulmuyor: “Neden varız?”. Bir tek bu soru ki felsefenin de varlık sebebidir, Yahudinin Tanrıya soracağı soru değildir. Bu soru, Yahudinin gayrı meşru çocuğu sayılabilecek zihniyet kaçağının Tanrıya başvurmadan aradığı, bir anlamda Tanrıya karşı kozudur. Einstein’ın “İhtiyar” dediği Yakubun güreştiği Tanrıdan başkası değildir. Bir Ben-i İsrail(lügat karşılığı “Tanrıyla güreşenin evlatları”) olarak Einstein güreşi hala sürdürmektedir. Tabii Freud ve diğerleri de… Fakat yanlış anlaşılmasın bu güreş iki dostun güreşidir. Zaten Yakup da güreşten sonra Tanrı tarafından taltif edilmiştir.
En tanrıtanımazının bile cebelleştiği(güreştiği mi desem?) şey aslında Tanrıdır. Bu durum onları eyledikleri her işte o işin dindarı yapar. Belki de lanet budur. Ama kendi cephemden bakacak olursam, mezkûr kavime atfedilen “Dünya hâkimiyeti” komplolarında gerçek payı varsa(mutlaka vardır, hangi millet böyle bir şeyi istemez) bu nefsanî arzunun kefareti de “zihniyet kaçakları” olsa gerektir.
• Bozguncudurlar
• Fitne çıkarırlar
• Hayatları tamamen çıkar ilişkileri üzerinedir
• Güvenilmezdirler
• Deha sahibidirler
• Anasının gözüdürler
• İnsan sarrafıdırlar
• Pintidirler
• Sinsidirler
• Elle tutulur bir şey üretmezler
• Tefecidirler
• Sömürgendirler
Son üç tanesi bizzat Hitlerin tespitidir.
Çoğu oldukça can sıkıcı vasıflar. Böyle bir kavme kim katlanabilir? Öyle ya nalıncı keseri gibi “hep bana Rabbena”. Bunlar Allahı bile kandırmaya hatta kandırmak ne kelime sömürmeye cüret etmiş hadsizler. Hal böyle olunca ukalalık, çokbilmişlik yapıp da “bu vasıflar aslında bana hiç de yabancı gelmiyor, kendimi biraz kazıyınca altından bir Yahudi çıkar mı?” diye sormayacağım. Daha çok bu kavimdeki “zihniyet kaçakları” ilgimi çekiyor. Bence Yahudilerin eşya (hayat, insan, tanrı vs) ile ilişkisini niteleyebilecek kelime “dindarca” dır. Zihniyet kaçağı da işte bu dindarca ilişki biçimin dışına kaçma eyleminin failini tanımlıyor.
Samiri, Musa Tur dağına Tanrı ile konuşmaya gittiğinde topladığı altınlarla tapınılacak bir put yaptı.
Tanrı onlara kudret helvasıyla Bıldırcın eti gönderince bir köşede turp sarımsak ziraatı yapmadılar da onu da tanrıdan istediler. Çölde ziraat olmaz elbette. Demek istediğim “ziraata uygun bir toprak ver biz çalışıp işleyelim” yerine “ürün ver” demeleri.
Maimonides, Musevi akaidinin 13 kaidesinde “Tanrı temsil edilemez” derken otomatik olarak şunu da demiş oluyordu: “Tanrıyı temsil etmeyen hiçbir şey yoktur”. Dindarca bir ilişki derken anlatmak istediğim şey de bu işte. Farklı bir söyleyişle Yahudi, eşya ile ilişkisinde Tanrı ile ilişkisinden farksızdır. Ya da kelimelerin gücünü biraz daha zorlarsak şöyle de diyebiliriz, “Yahudi’nin tasavvur ettiği Tanrısı kendisine benzer”. Mesela Şabat günü sadece dinlenirler zira tıpkı Yahudi’nin hafta içi çalıştığı gibi Tanrı da dünyayı yarattığı 6 günde yorulmuştur ve 7. gün dinlenmiştir. Belki de bu yüzden Tanrılarına karşı oldukça teklifsizdirler. Yine aynı nedenden Yahudi’nin kendini anlayamaması Tanrının kendini anlayamamasının tezahürüdür.
Gelelim kaçaklara, aslında kaçak derken eşya ile kurdukları ilişki biçiminden farklılaşıyorlar demiyorum. Yalnızca bu ilişki biçiminin kurumlaşmış formundan firar edenleri kast ediyorum.
Dindarlık bir döngüdür ya da bu zihniyetin örgütlediği kurumlar arasındaki bir paslaşmadır. Evdeki küçük mabetten dışarıdaki büyük mabede, kürsüdeki vaizden vicdanındaki vaize vs. Kurumlar ne kadar bir biri ile uyumlu olursa o kadar hızlı bir döngü olur ve tabii ki hızlı döngü bütünleşik bir yapı demektir. Kolay kolay dışarıya kaçak vermez.
Yahudiler Tanrı tabiatlı olduklarından yukarda bahsettiğimiz döngüden sıyrıldıklarında karşımızda firari Tanrılar belirir. Varlığın sır perdesini araladıkları için döngüdeki bu “zihniyet kaçağı” bizler için ilahi bir lütuf da sayılabilir. Evet, bu lütuf iblisin aramıza konulması cinsinden bir lütuf diye düşünenler olabilir. Böyle bir paralellik mümkün.
Şu zihniyet kaçaklarını somutlaştırayım. Bu tabiri kullanırken Marks’ı Spinoza’ya bağlayan çizgiyi, Bergson ile Kafka’yı, Proust ile Einstein’ı, Freud ile Wıtgenstein’i aynı kategoriye sokan özü arıyorum. Bunu en akıllıları sayılabilecek(ya da en aptal) Einstein belki izah edebilir.
“İhtiyar, evrenle barbut oynamaz” derken- ki burada ihtiyar Tanrıdır- yeni bir şey söylemiyordu. Zarları baştan bir kere atan Spinozanın Tanrısından dem vuruyordu. Kendisinin de inandığı müdahale etmeyen ancak uyumda kendini izhar eden bir Tanrı. Fark ettiğiniz gibi Tanrıyla aralarındaki teklifsizlik her türlü diyaloga müsaade ediyor. Onu görmek, sesini duymak dâhil tüm istekler Tanrıya sorulsa da bir soru hiç sorulmuyor: “Neden varız?”. Bir tek bu soru ki felsefenin de varlık sebebidir, Yahudinin Tanrıya soracağı soru değildir. Bu soru, Yahudinin gayrı meşru çocuğu sayılabilecek zihniyet kaçağının Tanrıya başvurmadan aradığı, bir anlamda Tanrıya karşı kozudur. Einstein’ın “İhtiyar” dediği Yakubun güreştiği Tanrıdan başkası değildir. Bir Ben-i İsrail(lügat karşılığı “Tanrıyla güreşenin evlatları”) olarak Einstein güreşi hala sürdürmektedir. Tabii Freud ve diğerleri de… Fakat yanlış anlaşılmasın bu güreş iki dostun güreşidir. Zaten Yakup da güreşten sonra Tanrı tarafından taltif edilmiştir.
En tanrıtanımazının bile cebelleştiği(güreştiği mi desem?) şey aslında Tanrıdır. Bu durum onları eyledikleri her işte o işin dindarı yapar. Belki de lanet budur. Ama kendi cephemden bakacak olursam, mezkûr kavime atfedilen “Dünya hâkimiyeti” komplolarında gerçek payı varsa(mutlaka vardır, hangi millet böyle bir şeyi istemez) bu nefsanî arzunun kefareti de “zihniyet kaçakları” olsa gerektir.