sky
New member
- Katılım
- 18 Ara 2006
- Mesajlar
- 4,868
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 39
- Konum
- homo köyü nden ali çavuş
Kabuklu Aşk
anlamını yitiryor bazen şarkılar
ve buruk bir bariton ses kalıyor kulaklarda
kimbilir,
belki rönesans mağdurluğun oradan.
ardından yüreğinde çınlayan,
kokusu hala burnunda bir aşk bir ten.
kaldığın yerden devam edersin ya okuduğun kadına,
yazar harf eksikliği yaparak azaltır aşkını,
kimbilir belki böyle yokoluyordur sevgi
dirhem dirhem...
anlamını yitiriyor bazan hayat,
yarım kalıyorsun
diğer yarını içinden atarak,
çok geçmiyor yürek tamamlıyor tuz basarak yaralarını,
oysa yarandan attığın kabuk
kurumuş aşkının son parçası,
kim nankör
ve kim içindeki katil anlıyorsun aldırmadan.
ellerinin kuytusuna saklıyor asıl sen
aklının parolasını,
ki işareti söylemesede sızıveriyor
çoğu zaman sevgi.
dur desen dinlemiyor geliyor,
hava zaten soğuk.
pes ediyorsun besbelli
ve seviyorsun temelli
ama dinlemiyor gidiyor
içine daha çok dolarak.
şimdi söyle bakalım
sevsen mi iyi ölsen mi?
Figüran Mezarlığı
Yeni yeni filizlenen bir çiçek gibi o gün doğuyordu güneş
Ve hiçbir ağrı kesici dindirmiyordu eski bir aşkın tahribatını
Oysa yaşanan o aşk:
Devlet arazisinde kaçak bir ev yapmak gibi yaşanıyordu
Ekmeği bölüşür gibi sarılıyorlardı, kendilerine sevdalı diyenler.
Ve beynini uyuşturmak için ilaçlara sarılan öyküdeki figüran
Elindeki kalemi şakağına dayayıp, intihar etmek istiyor o an.
Diyor ki.
Her aşka can veren ve o canı isterse alan ey aşkın düzülmüş zebanisi,
Ben kanatlı melek düşlüyordum;
Ama her ortamda Tanrıyla bile sevişmek istiyorum diyen
Filozofik bir fahişe düşen bahtıma.
Oysa yaşanan o aşk:
Irak topraklarında ana dili Kürtçe ama Amerikanca yaşanıyordu.
Kulağında küpesi, ayağında babasından kalma şalvarı giyen adam(!) gibi dolaşıyordu
Kendine bile tahammülü olmayan kaldırımlarda.
Ve tanrının en sempatik çocuğunun elinde
Herhangi bir dinin sembolü olan bir kitap, diğer elindeyse citan sigara.
Diyor ki.
Her aşka can veren ve o canı isterse alan ey aşkın tecavüz mağduru boynu bükülmüş Tanrıçası,
Ben ilahi bir tını gibi sevişen bir beden düşlüyordum;
Ama elini tuttuğumda cehennem ateşini hissettiğine binlerce kez yemin eden stoaist bir bakire düşen bahtıma.
...
Şiirin ortasında
Dur! Diye bağırdı karşı masada oturan
Dur! Adam intihar etmek üzere, yardım etsene. Dedi.
Geç kaldın aptal dünyalı. Dedi şair bozuntusu.
Geç kaldın, çoktan o kalemin tetiğini çekip zehirli cümlelere boğdu kendini.
Öldü...
Ve figüranlar mezarlığına gömüldü
Dedi kapıdan çıkarken.
o vakit dağların kulusun dedi babam
Dağları bilirim...
sadece rüzgarların konuştuğu çok gecem oldu,
çok dövdü çadırımı yağmur,
çok oldu üşüdüğüm,
kızgınlığından geçit vermediği çok oldu zirve yollarında.
dağları bilirim...
çok top oynadım sokullu pınarında,
demirkazıktan çok el salladım köylerdeki analara,
bacılara,
kardaşlara.
elma topladığımda oldu köylerinden
kırmızı ve içi yıldız kaplı...
dağları bilirim...
çok zaman yörük sandı kalbim kendini,
hiç yarı yolda bırakmadım düşlerimi,
çok tırmanmaya çalıştım duvarlara
çok suyunu içtim ardılın,
van gölüne el salladım süphanın doruklarından
kar vurdu yüzüme süphan,
ne bilirdim kavgalı olduklarını
ne bilirdim süphanın tüm bulutları patnos yaylasına sattığını
sinirlenipte bağırdığım çok oldu,
ama
ne ben darıldım dağlara
ne onlar kızdı bana,
anlattığımda gözlerim parlayarak,
içime dolan ışığı gördü
ve eğilip kulağıma tok sesi ile,
o vakit dağların kulusun dedi Babam.
yalın ayak bir sevda türküsü benimki
..
kovalamacalar arasında kaybolmuş
bir sevda şiiri
ki bulunası bile kalmamış.
Kendi Eserlerimdir ..
anlamını yitiryor bazen şarkılar
ve buruk bir bariton ses kalıyor kulaklarda
kimbilir,
belki rönesans mağdurluğun oradan.
ardından yüreğinde çınlayan,
kokusu hala burnunda bir aşk bir ten.
kaldığın yerden devam edersin ya okuduğun kadına,
yazar harf eksikliği yaparak azaltır aşkını,
kimbilir belki böyle yokoluyordur sevgi
dirhem dirhem...
anlamını yitiriyor bazan hayat,
yarım kalıyorsun
diğer yarını içinden atarak,
çok geçmiyor yürek tamamlıyor tuz basarak yaralarını,
oysa yarandan attığın kabuk
kurumuş aşkının son parçası,
kim nankör
ve kim içindeki katil anlıyorsun aldırmadan.
ellerinin kuytusuna saklıyor asıl sen
aklının parolasını,
ki işareti söylemesede sızıveriyor
çoğu zaman sevgi.
dur desen dinlemiyor geliyor,
hava zaten soğuk.
pes ediyorsun besbelli
ve seviyorsun temelli
ama dinlemiyor gidiyor
içine daha çok dolarak.
şimdi söyle bakalım
sevsen mi iyi ölsen mi?
Figüran Mezarlığı
Yeni yeni filizlenen bir çiçek gibi o gün doğuyordu güneş
Ve hiçbir ağrı kesici dindirmiyordu eski bir aşkın tahribatını
Oysa yaşanan o aşk:
Devlet arazisinde kaçak bir ev yapmak gibi yaşanıyordu
Ekmeği bölüşür gibi sarılıyorlardı, kendilerine sevdalı diyenler.
Ve beynini uyuşturmak için ilaçlara sarılan öyküdeki figüran
Elindeki kalemi şakağına dayayıp, intihar etmek istiyor o an.
Diyor ki.
Her aşka can veren ve o canı isterse alan ey aşkın düzülmüş zebanisi,
Ben kanatlı melek düşlüyordum;
Ama her ortamda Tanrıyla bile sevişmek istiyorum diyen
Filozofik bir fahişe düşen bahtıma.
Oysa yaşanan o aşk:
Irak topraklarında ana dili Kürtçe ama Amerikanca yaşanıyordu.
Kulağında küpesi, ayağında babasından kalma şalvarı giyen adam(!) gibi dolaşıyordu
Kendine bile tahammülü olmayan kaldırımlarda.
Ve tanrının en sempatik çocuğunun elinde
Herhangi bir dinin sembolü olan bir kitap, diğer elindeyse citan sigara.
Diyor ki.
Her aşka can veren ve o canı isterse alan ey aşkın tecavüz mağduru boynu bükülmüş Tanrıçası,
Ben ilahi bir tını gibi sevişen bir beden düşlüyordum;
Ama elini tuttuğumda cehennem ateşini hissettiğine binlerce kez yemin eden stoaist bir bakire düşen bahtıma.
...
Şiirin ortasında
Dur! Diye bağırdı karşı masada oturan
Dur! Adam intihar etmek üzere, yardım etsene. Dedi.
Geç kaldın aptal dünyalı. Dedi şair bozuntusu.
Geç kaldın, çoktan o kalemin tetiğini çekip zehirli cümlelere boğdu kendini.
Öldü...
Ve figüranlar mezarlığına gömüldü
Dedi kapıdan çıkarken.
o vakit dağların kulusun dedi babam
Dağları bilirim...
sadece rüzgarların konuştuğu çok gecem oldu,
çok dövdü çadırımı yağmur,
çok oldu üşüdüğüm,
kızgınlığından geçit vermediği çok oldu zirve yollarında.
dağları bilirim...
çok top oynadım sokullu pınarında,
demirkazıktan çok el salladım köylerdeki analara,
bacılara,
kardaşlara.
elma topladığımda oldu köylerinden
kırmızı ve içi yıldız kaplı...
dağları bilirim...
çok zaman yörük sandı kalbim kendini,
hiç yarı yolda bırakmadım düşlerimi,
çok tırmanmaya çalıştım duvarlara
çok suyunu içtim ardılın,
van gölüne el salladım süphanın doruklarından
kar vurdu yüzüme süphan,
ne bilirdim kavgalı olduklarını
ne bilirdim süphanın tüm bulutları patnos yaylasına sattığını
sinirlenipte bağırdığım çok oldu,
ama
ne ben darıldım dağlara
ne onlar kızdı bana,
anlattığımda gözlerim parlayarak,
içime dolan ışığı gördü
ve eğilip kulağıma tok sesi ile,
o vakit dağların kulusun dedi Babam.
yalın ayak bir sevda türküsü benimki
..
kovalamacalar arasında kaybolmuş
bir sevda şiiri
ki bulunası bile kalmamış.
Kendi Eserlerimdir ..