Kara Kartal
Banned
- Katılım
- 4 Nis 2007
- Mesajlar
- 1,531
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
KUR'AN:ABD'NİN YENİ SİLAHI KUR'AN
ABD 254 milyon dolara Irak’taki hapishanelerde Kuran kursu açtı.
Tuğgeneral Stone: “Yeni silahımız Kuran. Ilımlı imamlarla çalışıyoruz”
Amerikalılar’ın Irak’taki hapishaneleri bugüne kadar skandallarla gündeme geldi. Ebu Garib hapishanesinde çekilen işkence fotoğrafları ortaya çıktığında dünya şoke oldu. Irak’taki Amerikan hapishanelerinin başına getirilen Tuğgeneral Douglas Stone şimdi bu hatıraları silmek için kolları sıvadı. Hapishaneleri direnişçilerin “fikrini değiştirecek” rehabilitasyon merkezleri haline getirmeye çalışan Stone, LA Times gazetesine “En büyük silahımız Kuran... Direnişçilerin radikal fikirlerini Kuranla değiştirmeye çalışıyoruz” dedi. Pentagon bunun için Irak’taki iki hapishanede “aydınlanma” sınıfları açtı.
Serbest kalanlar 5 kat arttı
Bu sınıflarda derse giren bir ‘ılımlı’ imam “Onlara Kuran’da insan öldürmeyi günah sayan bölümleri gösterdiğimde çok şaşırıyorlar. Hedefimiz ne uğruna savaştıklarını anlatmak” diyor. 254 milyon dolar bütçeli programın ikinci bölümü ise direnişçilerin durumlarını Amerikalı otoritelerle paylaşmasını öngörüyor. Salıverilmeleri konusunda karar verecek olan kurulun karşısına çıkıp hikayelerini anlatan tutukluların erken çıkma olasılığı artıyor. Dosyanın ele alındığı ilk görüşmede serbest bırakılanların oranı yüzde 8’den yüzde 35’e çıktı.
BAŞARILI OLDU
Her gün Kuran dersine giren mahkumlar dersi sıralarda dinliyor. Bugüne kadar programa katılıp salıverilen 1000 kişiden hiçbiri tekrar suç işlemedi. Yetkililer kursun başarı oranının yüzde 70 civarında olduğunu söyledi.
ABD, yöntem değiştirdi
İnsanların dinsel inançlarını, geçmişte olduğu gibi, bir silah gibi, bir karşı ideoloji gibi kullanmıyor; o insanların inanç çevresinde örgütlenmelerinden yararlanmaya ve onları ulusal devlet düzenlerine karşı bir silah olarak kullanmaya çalışıyor.
E mperyalizmin küreselleşme diyerek yeni "sivil ve askeri" işgal yöntemlerini "Project Democracy - Sivil Örümceğin Ağında, Azerbaycan'da Proje Demokratiya - Adım Adım Teslimiyet, Savaşmadan Yenilmek" gibi kitaplarıyla gündeme getiren araştırmacı-yazar Mustafa Yıldırım , günümüzde ABD'nin dinsel inançları, geçmişte olduğu gibi, bir silah gibi, bir karşı ideoloji gibi kullanmadığını; yöntemini değiştirerek "insanların inanç çevresinde örgütlenmelerinden yararlanmaya ve ulusal devlet düzenlerine karşı bir silah olarak" kullanmaya çalıştığını ifade etti. Yıldırım, "Kutsal inançlarla örülmüş örgütler şebekesini yönetmek; denetim altında tutmak istiyor. Dünyadaki bütün dinlere ve mezheplere sahip çıktığını ileri sürüyor Washington. Bu çok ciddi bir projedir" dedi. Mustafa Yıldırım, dünya ve Türkiye'deki son gelişmelere ilişkin sorularımıza şu yanıtları verdi:
- Hem ülkemizde, hem de dünyada yaşanan dinsel kabarmayı bir "gericilik" dalgası olarak mı algılayacağız, yoksa kurgulanmış bir küresel egemenlik tasarımı olarak mı?
- Ortaçağdan bu yana dinsel egemenliklerin olduğu, din devletlerinin kurulduğu bir gerçek. 20. yüzyılda da, miğfer içinde kalmış, NATO müttefiki olmuş, Amerikan koruması altına girmiş devletlerde de din kullanılmıştı.
Örneğin, 1946'da Türk hükümeti ABD ile ilk anlaşma yaptığı günden başlayarak Türkiye'de politika birden değişiyor; din eğitimi ile ilgili ilkeli politika yön değiştiriyor. Bu durum değerlendirilirken " Yobazlığa prim verildi" deniyor, oysa aslında bu bir siyasi anlaşmanın sonucuydu. (menderesi bir kere daha anıyorum umarım yerinde rahattır)
ABD sosyalizme, komünizme karşı dini kullanarak örgütlenenleri bir araç olarak kullanmak istiyor. Ve insanları en güzel ve en kolay cepheleştireceğ i alan; kutsallığı nedeniyle, dokunulmazlığı nedeniyle dindir. Elbette dinin kendisi değil; ama dini kullanarak kendilerine egemenlik ortamları ve tartışmasız bir güç sağlayan, kimi zaman mezhepçilik, tarikatçılık olarak örgütlenenleri destekliyor. Bugün durum biraz değişik.
- Farklılık nerede? Destekleyen ile desteklenen yine aynı değil mi?
- Bugünkü durum geçmişin uzantısıdır; ama yöntem farklıdır. Geçmişte, Sovyetler Birliği'ne ve tanım olarak komünizme karşı ideolojik kullanım önde geliyordu. Bu kullanım yalnızca Türkiye'deki tarikatları kullanarak olmamıştı, Latin Amerika'da kiliseler, Hıristiyan mezhepleri, tarikatları, Uzakdoğu'da Budistler kullanılmıştı. Hatta provokasyonlarda, kanlı kışkırtmalarda da din yoğun olarak kullanılmış; kiliselere bomba atılmış, sonra da halka "Kızıllar, komünistler, anarşistler kilise bombaladı" diyerek ayaklanma çağrıları yapılmıştı. Tıpkı bizde camilerin bombalanması ve daha sonra halkı örgütlü bir kalkışmaya, kendi kardeşlerini boğazlamaya sürüklemek gibi. Bir cephe oluşturmaktı o dönemdeki kullanım. Oysa bugün 'Demokrasi Projesi' dediğimiz operasyonda, dünyanın 90'a yakın ülkesinin içeriden yeniden yapılandırılması , egemenin ülkelerin iç düzenini kendi amacına göre uydurma projesinde dinin ayrı bir yeri var...
- Bu kez nasıl bir kullanım söz konusu?
- Bu kez dini ideoloji olarak kullanmıyor.. . İnsanların dinsel inançlarını, geçmişte olduğu gibi, bir silah gibi, bir karşı ideoloji gibi kullanmıyor; o insanların inanç çevresinde örgütlenmelerinden yararlanmaya ve onları ulusal devlet düzenlerine karşı bir silah olarak kullanmaya çalışıyor. Kutsal inançlarla örülmüş örgütler şebekesini yönetmek; denetim altında tutmak istiyor. Dünyadaki bütün dinlere ve mezheplere sahip çıktığını ileri sürüyor Washington. Bu çok ciddi bir projedir.
- Nasıl bir proje bu? Tek din yaratma gibi bir şey mi?
- Dinin kendisini kullanmıyor aslında, o dine bağlı olan insanları bir şekilde değerlendirip onların kendi ülkelerindeki kuralları, yasaları yok etmelerini sağlarken, kutsal inançların koruyuculuğuna soyunuyor.
- Ne yapıyor örneğin?
- Ülkeler, kendi iç birliğini, ulusal birliğini korumak için bazı kayıtlar koyar. Din konusunda, dinsel örgütlenmeler konusunda kayıtlar ve koşullar koyar; her şeye izin vermez; örneğin ulusal birliği, toplumsal dayanışmayı geliştirici bir eğitim düzeni oluşturur. Ama o ülkelerde kimi dinsel öbeklerin, mezheplerin çevresinde örgütlenen marjinal oluşumlar vardır. İşte ABD, peşine Avrupa Birliği'ni de takarak, bu ülkelerde kayıtlı, koşullu yaşayan insanlara "din hürriyeti" adı altında sahip çıkmaya ve onların özgürlüğünü savunmaya başladı. Dikkat edin burada dinin kendisini kullanmıyor, din ile ilgili oluşumları kullanıyor.
- Projenin amacı ne?
- Amaç, o ülkelerde ulusal birliği parçalamak.
Dünyayı yeniden biçimlendirirken, yeni bir dünya düzeni kurulurken, dünya yeniden kolonileştirilirken, yeniden işgal edilirken, bu yayılmaya, işgale direnen ülkeler, insanlar, uluslar, topluluklar, hatta aşiretler elbette olacaktır. Ulusal devletler ve uluslar, ABD ve ortaklarının dünya egemenliğine muhalefet etmesinler diye dinsel oluşumlara sahip çıkıyor; onlara özgürlük vaat ederek bir müdahale aracı elde ediyor. Örneğin, petrol nedeniyle işgal operasyonunun odak noktası Ortadoğu'daki toplumlarda dinin birleştirici etkisi çok yüksek. İşgale karşı buralardaki insanlar dinsel inançları nedeniyle birlik olabilirler, kenetlenebilirler ve direnebilirler. İşte bunu önlemek istiyor ve dine bu yüzden sahip çıkıyorlar.
Özetle, din hürriyeti kisvesi altında dinleri de kendi içerisinde bölmeyi amaçlayan ABD bir yandan da etnik ayrıcalıkları fitilleyerek üniter devlet yapılarını yerle bir ederek zayıf federatif devletler oluşturma politikası güdüyor.
- Bu sahiplenişinin araç ve gereçlerine örnek verebilir misiniz?
- 1980'li yıllardan başlayarak "demokrasi projesi" içinde "uluslararası din hürriyeti projesi" geliştiriyorlar. Bütün dünya dinlerine sahip çıkmak için bir komite kuruyorlar Washington'da. Komiteye çeşitli dinlerden temsilciler katılıyor. Aralarına ABD ideallerini benimsemiş Müslüman temsilciler de alıyorlar. Uluslararası din hürriyetinin kıstaslarını hazırlıyor bu komite. Sonra bunu 1996'da "Uluslararası Din Hürriyeti Yasası" adıyla yasallaştırıyorlar. Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nda da özellikle işgal edilecek, ele geçirilecek ülkelerde "din hürriyetini" denetleyecek bir "Uluslararası Din Hürriyeti Kurulu" oluşturdular. Ülkeler için "Din Hürriyeti Raporu" hazırlatıyorlar. Raporları ABD el çilikleri ve ülkelerdeki dinci öbeklerin, sivil toplum örgütü şebekesinin katkılarıyla hazırlıyorlar. Kurul, raporları görüşüp yaptırımlar ve baskılar konusunda ABD yönetimine önerilerde bulunuyor.
- Yani yalnızca eleştirmekle yetinmiyor ve yaptırımlara da karar veriyorlar yani...
- Çıkardıkları yasanın gereği yaptırımlara karar veriliyor. ABD yönetimi, müdahalelerine bu sonuç raporunu gerekçe yapıyor. Yaptırımlar ticari ambargodan başlıyor, siyasal ambargodan askeri müdahaleye değin genişliyor.
Dinsel merkez olma çabası
- ABD yönetimi bir anlamda kendisini bir dinsel merkez yerine mi koyuyor?
- ABD kendisini gerçekten dünya dinlerinin merkezi ve yönlendirme odağı olarak görüyor. Hakkı nereden aldığına gelince; bunu ABD'nin Uluslararası Din Hürriyeti Yasası'na gösterdiği gerekçe apaçık ortaya koyuyor: "Din hürriyetinin yaygınlaştırılması ve (bu hürriyetin) baskı altına alınmasına karşı çıkma görevi temel Amerikan değerini içerir ve Birleşik Devletler'in uygun, önemli ve gerekli bir dış politika hedefidir."
- Kendi kendine çıkardığı yasa bir hak sayılabilir mi hiç?
- Elbette bu hakkı dünya ülkelerine sorarak alacak değildi. Hemen her konuda olduğu gibi; biz yaptık, kim ne karışır anlayışı egemen. Aynı Din Hürriyeti Yasası'nın gerekçesinde "Birleşik Devletler, evrensel insan haklarına bağlı bir dünya lideri olarak ve değişik dinsel nüfusa sahip bir ülke olduğundan bütün dinlerin haklarından sorumludur" diyorlar ve ekliyorlar: "Çağımız dinler çağıdır." Demek ki, konu Vatikan merkezli bir Haçlı girişimini aşıyor ve Washington tüm dinlerin; daha doğrusu ABD'nin yayılma siyasetine destek olacak tüm dinsel yapılanmaların buluştuğu, yönetildiği bir merkez oluyor.
- Çalışmalarınızda, BM çatısı altında kurulan benzer bir örgütlenmeyi de gündeme getirmiştiniz. ..
- Dünya Dinleri Parlamentosu. .. Çeşitli ülkelerde toplanıyor. Merve Kavakçı da Amerikan delegesi olarak bu parlamentoda yer almaktadır. Birleşmiş Milletler'i alet ederek 'Dini ve Ruhani Liderler Binyıl Toplantısı' düzenlediler. Ayrıca New York Interfaith Center (İnançlararası Merkez) ve ICRD (Uluslararası Din ve Diplomasi Merkezi) kuruldu. Merkezlerin başına eski askerlerden, nükleer denizaltı uzmanlarından birini getirdiler.
- Bu parlamentonun işlevi ne?
- Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen din temsilcilerini, şeyhleri, şıhları, hoca ve hoca efendileri, rahipleri yan yana getiriyor, kendi kanatları altına alıyor, konferanslar düzenliyor, onlarla ilişki kuruyor. Bu konferanslardan sonra bu din adamlarının geldikleri ülkelerdeki kendi devletlerinin rejimlerine karşı çıktıklarını görüyoruz. En son BM'nin şemsiyesi altında Amerika'da yapılan Ruhani Liderler Konferansı'nda Amerikan delegasyonunda Hillary Clinton ve Merve Kavakçı'yı görüyoruz. Ancak Din ve Diplomasi Merkezi'nin önemi de az değil. Ülkemizde laikliğin korunması için ABD ve İsrail'e yaslanmaya çalışanlar az değil. Oysa ABD kendi memurlarıyla kurduğu Din ve Diplomasi Merkezi'nin ağzından laik düzenlerin yıkılması gerektiğini "Laik hükümetler vatandaşlarının meşru taleplerini karşılayamamaktadı rlar" diyerek açıklıyordu.
ABD Kongresi'nin Lozan raporu daha da açık: "Laikliğin kurumsallaştırı lması Kemalistler ve çoğunlukla İslamcılar olarak adlandırılan muhafazakâr Sünni Müslümanlar arasında, günümüzde de sürmekte olan bir gerilim yaratmıştır."
---------------------------------
http://ahmetdursun374.blogcu.com/kur-an-abd-nin-yeni-silahi-kur-an_4638161.html
ABD 254 milyon dolara Irak’taki hapishanelerde Kuran kursu açtı.
Tuğgeneral Stone: “Yeni silahımız Kuran. Ilımlı imamlarla çalışıyoruz”
Amerikalılar’ın Irak’taki hapishaneleri bugüne kadar skandallarla gündeme geldi. Ebu Garib hapishanesinde çekilen işkence fotoğrafları ortaya çıktığında dünya şoke oldu. Irak’taki Amerikan hapishanelerinin başına getirilen Tuğgeneral Douglas Stone şimdi bu hatıraları silmek için kolları sıvadı. Hapishaneleri direnişçilerin “fikrini değiştirecek” rehabilitasyon merkezleri haline getirmeye çalışan Stone, LA Times gazetesine “En büyük silahımız Kuran... Direnişçilerin radikal fikirlerini Kuranla değiştirmeye çalışıyoruz” dedi. Pentagon bunun için Irak’taki iki hapishanede “aydınlanma” sınıfları açtı.
Serbest kalanlar 5 kat arttı
Bu sınıflarda derse giren bir ‘ılımlı’ imam “Onlara Kuran’da insan öldürmeyi günah sayan bölümleri gösterdiğimde çok şaşırıyorlar. Hedefimiz ne uğruna savaştıklarını anlatmak” diyor. 254 milyon dolar bütçeli programın ikinci bölümü ise direnişçilerin durumlarını Amerikalı otoritelerle paylaşmasını öngörüyor. Salıverilmeleri konusunda karar verecek olan kurulun karşısına çıkıp hikayelerini anlatan tutukluların erken çıkma olasılığı artıyor. Dosyanın ele alındığı ilk görüşmede serbest bırakılanların oranı yüzde 8’den yüzde 35’e çıktı.
BAŞARILI OLDU
Her gün Kuran dersine giren mahkumlar dersi sıralarda dinliyor. Bugüne kadar programa katılıp salıverilen 1000 kişiden hiçbiri tekrar suç işlemedi. Yetkililer kursun başarı oranının yüzde 70 civarında olduğunu söyledi.
ABD, yöntem değiştirdi
İnsanların dinsel inançlarını, geçmişte olduğu gibi, bir silah gibi, bir karşı ideoloji gibi kullanmıyor; o insanların inanç çevresinde örgütlenmelerinden yararlanmaya ve onları ulusal devlet düzenlerine karşı bir silah olarak kullanmaya çalışıyor.
E mperyalizmin küreselleşme diyerek yeni "sivil ve askeri" işgal yöntemlerini "Project Democracy - Sivil Örümceğin Ağında, Azerbaycan'da Proje Demokratiya - Adım Adım Teslimiyet, Savaşmadan Yenilmek" gibi kitaplarıyla gündeme getiren araştırmacı-yazar Mustafa Yıldırım , günümüzde ABD'nin dinsel inançları, geçmişte olduğu gibi, bir silah gibi, bir karşı ideoloji gibi kullanmadığını; yöntemini değiştirerek "insanların inanç çevresinde örgütlenmelerinden yararlanmaya ve ulusal devlet düzenlerine karşı bir silah olarak" kullanmaya çalıştığını ifade etti. Yıldırım, "Kutsal inançlarla örülmüş örgütler şebekesini yönetmek; denetim altında tutmak istiyor. Dünyadaki bütün dinlere ve mezheplere sahip çıktığını ileri sürüyor Washington. Bu çok ciddi bir projedir" dedi. Mustafa Yıldırım, dünya ve Türkiye'deki son gelişmelere ilişkin sorularımıza şu yanıtları verdi:
- Hem ülkemizde, hem de dünyada yaşanan dinsel kabarmayı bir "gericilik" dalgası olarak mı algılayacağız, yoksa kurgulanmış bir küresel egemenlik tasarımı olarak mı?
- Ortaçağdan bu yana dinsel egemenliklerin olduğu, din devletlerinin kurulduğu bir gerçek. 20. yüzyılda da, miğfer içinde kalmış, NATO müttefiki olmuş, Amerikan koruması altına girmiş devletlerde de din kullanılmıştı.
Örneğin, 1946'da Türk hükümeti ABD ile ilk anlaşma yaptığı günden başlayarak Türkiye'de politika birden değişiyor; din eğitimi ile ilgili ilkeli politika yön değiştiriyor. Bu durum değerlendirilirken " Yobazlığa prim verildi" deniyor, oysa aslında bu bir siyasi anlaşmanın sonucuydu. (menderesi bir kere daha anıyorum umarım yerinde rahattır)
ABD sosyalizme, komünizme karşı dini kullanarak örgütlenenleri bir araç olarak kullanmak istiyor. Ve insanları en güzel ve en kolay cepheleştireceğ i alan; kutsallığı nedeniyle, dokunulmazlığı nedeniyle dindir. Elbette dinin kendisi değil; ama dini kullanarak kendilerine egemenlik ortamları ve tartışmasız bir güç sağlayan, kimi zaman mezhepçilik, tarikatçılık olarak örgütlenenleri destekliyor. Bugün durum biraz değişik.
- Farklılık nerede? Destekleyen ile desteklenen yine aynı değil mi?
- Bugünkü durum geçmişin uzantısıdır; ama yöntem farklıdır. Geçmişte, Sovyetler Birliği'ne ve tanım olarak komünizme karşı ideolojik kullanım önde geliyordu. Bu kullanım yalnızca Türkiye'deki tarikatları kullanarak olmamıştı, Latin Amerika'da kiliseler, Hıristiyan mezhepleri, tarikatları, Uzakdoğu'da Budistler kullanılmıştı. Hatta provokasyonlarda, kanlı kışkırtmalarda da din yoğun olarak kullanılmış; kiliselere bomba atılmış, sonra da halka "Kızıllar, komünistler, anarşistler kilise bombaladı" diyerek ayaklanma çağrıları yapılmıştı. Tıpkı bizde camilerin bombalanması ve daha sonra halkı örgütlü bir kalkışmaya, kendi kardeşlerini boğazlamaya sürüklemek gibi. Bir cephe oluşturmaktı o dönemdeki kullanım. Oysa bugün 'Demokrasi Projesi' dediğimiz operasyonda, dünyanın 90'a yakın ülkesinin içeriden yeniden yapılandırılması , egemenin ülkelerin iç düzenini kendi amacına göre uydurma projesinde dinin ayrı bir yeri var...
- Bu kez nasıl bir kullanım söz konusu?
- Bu kez dini ideoloji olarak kullanmıyor.. . İnsanların dinsel inançlarını, geçmişte olduğu gibi, bir silah gibi, bir karşı ideoloji gibi kullanmıyor; o insanların inanç çevresinde örgütlenmelerinden yararlanmaya ve onları ulusal devlet düzenlerine karşı bir silah olarak kullanmaya çalışıyor. Kutsal inançlarla örülmüş örgütler şebekesini yönetmek; denetim altında tutmak istiyor. Dünyadaki bütün dinlere ve mezheplere sahip çıktığını ileri sürüyor Washington. Bu çok ciddi bir projedir.
- Nasıl bir proje bu? Tek din yaratma gibi bir şey mi?
- Dinin kendisini kullanmıyor aslında, o dine bağlı olan insanları bir şekilde değerlendirip onların kendi ülkelerindeki kuralları, yasaları yok etmelerini sağlarken, kutsal inançların koruyuculuğuna soyunuyor.
- Ne yapıyor örneğin?
- Ülkeler, kendi iç birliğini, ulusal birliğini korumak için bazı kayıtlar koyar. Din konusunda, dinsel örgütlenmeler konusunda kayıtlar ve koşullar koyar; her şeye izin vermez; örneğin ulusal birliği, toplumsal dayanışmayı geliştirici bir eğitim düzeni oluşturur. Ama o ülkelerde kimi dinsel öbeklerin, mezheplerin çevresinde örgütlenen marjinal oluşumlar vardır. İşte ABD, peşine Avrupa Birliği'ni de takarak, bu ülkelerde kayıtlı, koşullu yaşayan insanlara "din hürriyeti" adı altında sahip çıkmaya ve onların özgürlüğünü savunmaya başladı. Dikkat edin burada dinin kendisini kullanmıyor, din ile ilgili oluşumları kullanıyor.
- Projenin amacı ne?
- Amaç, o ülkelerde ulusal birliği parçalamak.
Dünyayı yeniden biçimlendirirken, yeni bir dünya düzeni kurulurken, dünya yeniden kolonileştirilirken, yeniden işgal edilirken, bu yayılmaya, işgale direnen ülkeler, insanlar, uluslar, topluluklar, hatta aşiretler elbette olacaktır. Ulusal devletler ve uluslar, ABD ve ortaklarının dünya egemenliğine muhalefet etmesinler diye dinsel oluşumlara sahip çıkıyor; onlara özgürlük vaat ederek bir müdahale aracı elde ediyor. Örneğin, petrol nedeniyle işgal operasyonunun odak noktası Ortadoğu'daki toplumlarda dinin birleştirici etkisi çok yüksek. İşgale karşı buralardaki insanlar dinsel inançları nedeniyle birlik olabilirler, kenetlenebilirler ve direnebilirler. İşte bunu önlemek istiyor ve dine bu yüzden sahip çıkıyorlar.
Özetle, din hürriyeti kisvesi altında dinleri de kendi içerisinde bölmeyi amaçlayan ABD bir yandan da etnik ayrıcalıkları fitilleyerek üniter devlet yapılarını yerle bir ederek zayıf federatif devletler oluşturma politikası güdüyor.
- Bu sahiplenişinin araç ve gereçlerine örnek verebilir misiniz?
- 1980'li yıllardan başlayarak "demokrasi projesi" içinde "uluslararası din hürriyeti projesi" geliştiriyorlar. Bütün dünya dinlerine sahip çıkmak için bir komite kuruyorlar Washington'da. Komiteye çeşitli dinlerden temsilciler katılıyor. Aralarına ABD ideallerini benimsemiş Müslüman temsilciler de alıyorlar. Uluslararası din hürriyetinin kıstaslarını hazırlıyor bu komite. Sonra bunu 1996'da "Uluslararası Din Hürriyeti Yasası" adıyla yasallaştırıyorlar. Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nda da özellikle işgal edilecek, ele geçirilecek ülkelerde "din hürriyetini" denetleyecek bir "Uluslararası Din Hürriyeti Kurulu" oluşturdular. Ülkeler için "Din Hürriyeti Raporu" hazırlatıyorlar. Raporları ABD el çilikleri ve ülkelerdeki dinci öbeklerin, sivil toplum örgütü şebekesinin katkılarıyla hazırlıyorlar. Kurul, raporları görüşüp yaptırımlar ve baskılar konusunda ABD yönetimine önerilerde bulunuyor.
- Yani yalnızca eleştirmekle yetinmiyor ve yaptırımlara da karar veriyorlar yani...
- Çıkardıkları yasanın gereği yaptırımlara karar veriliyor. ABD yönetimi, müdahalelerine bu sonuç raporunu gerekçe yapıyor. Yaptırımlar ticari ambargodan başlıyor, siyasal ambargodan askeri müdahaleye değin genişliyor.
Dinsel merkez olma çabası
- ABD yönetimi bir anlamda kendisini bir dinsel merkez yerine mi koyuyor?
- ABD kendisini gerçekten dünya dinlerinin merkezi ve yönlendirme odağı olarak görüyor. Hakkı nereden aldığına gelince; bunu ABD'nin Uluslararası Din Hürriyeti Yasası'na gösterdiği gerekçe apaçık ortaya koyuyor: "Din hürriyetinin yaygınlaştırılması ve (bu hürriyetin) baskı altına alınmasına karşı çıkma görevi temel Amerikan değerini içerir ve Birleşik Devletler'in uygun, önemli ve gerekli bir dış politika hedefidir."
- Kendi kendine çıkardığı yasa bir hak sayılabilir mi hiç?
- Elbette bu hakkı dünya ülkelerine sorarak alacak değildi. Hemen her konuda olduğu gibi; biz yaptık, kim ne karışır anlayışı egemen. Aynı Din Hürriyeti Yasası'nın gerekçesinde "Birleşik Devletler, evrensel insan haklarına bağlı bir dünya lideri olarak ve değişik dinsel nüfusa sahip bir ülke olduğundan bütün dinlerin haklarından sorumludur" diyorlar ve ekliyorlar: "Çağımız dinler çağıdır." Demek ki, konu Vatikan merkezli bir Haçlı girişimini aşıyor ve Washington tüm dinlerin; daha doğrusu ABD'nin yayılma siyasetine destek olacak tüm dinsel yapılanmaların buluştuğu, yönetildiği bir merkez oluyor.
- Çalışmalarınızda, BM çatısı altında kurulan benzer bir örgütlenmeyi de gündeme getirmiştiniz. ..
- Dünya Dinleri Parlamentosu. .. Çeşitli ülkelerde toplanıyor. Merve Kavakçı da Amerikan delegesi olarak bu parlamentoda yer almaktadır. Birleşmiş Milletler'i alet ederek 'Dini ve Ruhani Liderler Binyıl Toplantısı' düzenlediler. Ayrıca New York Interfaith Center (İnançlararası Merkez) ve ICRD (Uluslararası Din ve Diplomasi Merkezi) kuruldu. Merkezlerin başına eski askerlerden, nükleer denizaltı uzmanlarından birini getirdiler.
- Bu parlamentonun işlevi ne?
- Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen din temsilcilerini, şeyhleri, şıhları, hoca ve hoca efendileri, rahipleri yan yana getiriyor, kendi kanatları altına alıyor, konferanslar düzenliyor, onlarla ilişki kuruyor. Bu konferanslardan sonra bu din adamlarının geldikleri ülkelerdeki kendi devletlerinin rejimlerine karşı çıktıklarını görüyoruz. En son BM'nin şemsiyesi altında Amerika'da yapılan Ruhani Liderler Konferansı'nda Amerikan delegasyonunda Hillary Clinton ve Merve Kavakçı'yı görüyoruz. Ancak Din ve Diplomasi Merkezi'nin önemi de az değil. Ülkemizde laikliğin korunması için ABD ve İsrail'e yaslanmaya çalışanlar az değil. Oysa ABD kendi memurlarıyla kurduğu Din ve Diplomasi Merkezi'nin ağzından laik düzenlerin yıkılması gerektiğini "Laik hükümetler vatandaşlarının meşru taleplerini karşılayamamaktadı rlar" diyerek açıklıyordu.
ABD Kongresi'nin Lozan raporu daha da açık: "Laikliğin kurumsallaştırı lması Kemalistler ve çoğunlukla İslamcılar olarak adlandırılan muhafazakâr Sünni Müslümanlar arasında, günümüzde de sürmekte olan bir gerilim yaratmıştır."
---------------------------------
http://ahmetdursun374.blogcu.com/kur-an-abd-nin-yeni-silahi-kur-an_4638161.html