Krizin başladığı 2008 sonundan 2010 Aralık’a kadar Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (çokta seçeneği olmamasından dolayı) diğer merkez bankalarına paralel hareket etti. Global krizin izleri tamamen siline dek merkez bankaları finansal piyasalarda likiditenin yok olduğu ve dolayısıyla reel sektörün havlu atmaya başladığı bu dönemde son kredi merci sıfatıyla gevşek para politikası uyguladı. Gevşek para politikası, kısaca düşürülen politika faizine (kısa dönem faizi) eşlik eden para piyasalarını destekleyici bonkör açık piyasa işlemleri (yüksek repo ihale tutarları gb.) ve likidite artırıcı faiz dışı önlemlerle (mevduata uygulan zorunlu karşılık) kargaşa içindeki finansal piyasaları işler halde tutmayı amaç edinir. Kabaca, merkez bankaları direkt olarak belirleyebildiği tek faizi yani politika faizini ve diğer para politikası araçları kullanarak piyasaları teşvik edici bir tavır takınır. TCMB bu dönemde ele alırsak, başarılı bir iletişim yönetimi sergileyerek politikalarını açıkça kamuoyuna anlattı ve finansal piyasaların beklentilerini rahatça oluşturmasına rehberlik etti. Net beklentilerin oluşturulamadığı piyasalar için kriz aslında devam ediyor demektir.
2009 senesi dünya ve Türkiye için krizden kaynaklanan yaralarını sarmakla gerçekleşti. Ekonomik büyüme rakamları özellikle bazı batılı gelişmiş ülkeler için negatife (durgunluğa) döndü. Neticede durgun ekonomiler eskisi kadar iş gücünü ihtiyaç duymadılar ve işsizlik hortladı. Merkez Bankaları kanalıyla para politikasından asgari istifade eden batılı hükümetler (tabi ki merkez bankaları siyasi müdahaleye maruz kalmadı) yetmeyince mali teşviklere başvurarak bütçe açıklarını şişirdiler. Özetle, batılı devletler yaralarına bildikleri tüm merhemleri sürdüler ve ekonomilerinin iyileşmesi için beklemeye geçtiler. Bahsettiğimiz ülkelere nazaran daha farklı bir ekonomik modele sahip olan Türkiye ise geçmiş kriz tecrübelerin de yardımıyla süreci iyi atlattı ve kendisine mali külfet yaratmadan (bütçe açığı) sancılı 2009’u geride bıraktı. Hatta 2010’nun başlamasıyla ekonomik toparlanmayla kayıpları geri alınmaya başladı. Diğer bir deyişle, Türkiye, ABD ve Avrupa’ya göre çok daha önden ilerliyordu.
TCMB aslı görevi olan fiyat istikrarını göz önünde bulundurarak bazı destek politikalarını geri çekmesine rağmen (zorunlu karşılıklar yavaş yavaş artırıldı) gevşek para politikasına 2010 yılının sonuna kadar devam etti. 2009 sonunda 2010’nun üçüncü çeyreğiyle beraber faiz artırımlarıyla hızlı büyüyen ekonominin enflasyon tehlikesi yaratması engellenmek isteniyordu. Bu süreçten çıkışın nasıl olacağı “çıkış Stratejileri” adlı bir çalışma banka tarafından paylaşıldı. Ancak, dünya ekonomisinin motoru ABD’nin cılız ekonomik büyümesi ve en büyük ihracat pazarı olan Avrupa Birliğinde patlak veren borç krizi merkezin faiz artırımı konusunda ayak sürümesine neden oldu. Yani, Türkiye iç talebe dayalı ekonomik büyümesini sürdürülebilir kılması için ihracata öteki ifadeyle güçlü dış talebe sırtını dayamalıydı. Bu durumun gerçekleşmesi sorunlu büyük güçlerin toparlanıp tekrar büyümeleriyle doğrudan bağlıydı.
Özellikle, ABD tarafından kendi ekonomisini diriltmek için yapılan ikinci elektro şok yani ikinci nicel gevşeme (detaylı bahsedeceğiz) Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkelerin tüm planlarını alt üst edecekti. Bu durumu ileriki yazımızda inceleyip TCMB’nin para politikalarına yansımasını anlatmaya çalışacağız.
2009 senesi dünya ve Türkiye için krizden kaynaklanan yaralarını sarmakla gerçekleşti. Ekonomik büyüme rakamları özellikle bazı batılı gelişmiş ülkeler için negatife (durgunluğa) döndü. Neticede durgun ekonomiler eskisi kadar iş gücünü ihtiyaç duymadılar ve işsizlik hortladı. Merkez Bankaları kanalıyla para politikasından asgari istifade eden batılı hükümetler (tabi ki merkez bankaları siyasi müdahaleye maruz kalmadı) yetmeyince mali teşviklere başvurarak bütçe açıklarını şişirdiler. Özetle, batılı devletler yaralarına bildikleri tüm merhemleri sürdüler ve ekonomilerinin iyileşmesi için beklemeye geçtiler. Bahsettiğimiz ülkelere nazaran daha farklı bir ekonomik modele sahip olan Türkiye ise geçmiş kriz tecrübelerin de yardımıyla süreci iyi atlattı ve kendisine mali külfet yaratmadan (bütçe açığı) sancılı 2009’u geride bıraktı. Hatta 2010’nun başlamasıyla ekonomik toparlanmayla kayıpları geri alınmaya başladı. Diğer bir deyişle, Türkiye, ABD ve Avrupa’ya göre çok daha önden ilerliyordu.
TCMB aslı görevi olan fiyat istikrarını göz önünde bulundurarak bazı destek politikalarını geri çekmesine rağmen (zorunlu karşılıklar yavaş yavaş artırıldı) gevşek para politikasına 2010 yılının sonuna kadar devam etti. 2009 sonunda 2010’nun üçüncü çeyreğiyle beraber faiz artırımlarıyla hızlı büyüyen ekonominin enflasyon tehlikesi yaratması engellenmek isteniyordu. Bu süreçten çıkışın nasıl olacağı “çıkış Stratejileri” adlı bir çalışma banka tarafından paylaşıldı. Ancak, dünya ekonomisinin motoru ABD’nin cılız ekonomik büyümesi ve en büyük ihracat pazarı olan Avrupa Birliğinde patlak veren borç krizi merkezin faiz artırımı konusunda ayak sürümesine neden oldu. Yani, Türkiye iç talebe dayalı ekonomik büyümesini sürdürülebilir kılması için ihracata öteki ifadeyle güçlü dış talebe sırtını dayamalıydı. Bu durumun gerçekleşmesi sorunlu büyük güçlerin toparlanıp tekrar büyümeleriyle doğrudan bağlıydı.
Özellikle, ABD tarafından kendi ekonomisini diriltmek için yapılan ikinci elektro şok yani ikinci nicel gevşeme (detaylı bahsedeceğiz) Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkelerin tüm planlarını alt üst edecekti. Bu durumu ileriki yazımızda inceleyip TCMB’nin para politikalarına yansımasını anlatmaya çalışacağız.
KAYNAK