64general1
New member
- Katılım
- 14 Haz 2007
- Mesajlar
- 1,720
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
PKK'nın Leşini AKP'ye Sürükletmek
Fatma Sibel Yüksek
Bazen olup bitenlere çekilip uzaktan bakınca, taşlar daha bir yerli yerine oturuyor..
Bir cinnet anında yaşananların, sonradan film şeridi gibi gözümüzün önünden geçmesi gibi..Öfkelerin dinmesi, inançların törpülenmesi, en acıtıcı gerçeklerin içten içe kabulü, söylenecek her şeyi söylemiş olmak ve söylediklerimizin ağırlığının üstümüze çökmesi..
Artık susma anının geldiğini bilmek. Haklı olmanın, bir şeyleri önceden görmenin büyük dönüşümler karşısında hiç bir hüküm taşımadığını anlamak...
Belki de aslında hiç bir şeyi görememek...
Solcuların okumuş olanlarını bazen kendimden daha şanslı sayarım; diyalektik materyalizmin "herşeyin aşırısı kendi zıddını doğurur" ilkesini öğrendikleri için..
"Herşeyin aşırısının kendi zıddını doğurduğunu" ben de bilseydim, AKP'nin "devletin" ta kendisi olduğunu bir bakışta anlardım...
Hiç değilse Borges'in "İnandırıcılıktan Yoksun Düzenbaz Tom Castro" adlı hikayesini daha erken okumuş olsaydım, "benzerliğin" ne kadar başarılı olursa olsun bazı kaçınılmaz farklılıkları iyice göze batıracağını; bu yüzden benzerliklerden uzak durmaya bakmanın çok akıllıca bir şey olduğunu bilirdim..
Yani, "devletle" çatışıyormuş gibi yapan AKP'nin aslında "devletin kendisi" olduğunu görür, işte o zaman kendimi "kül yutmaz gazeteci" sayardım...
"Yüzde 47 Bir Devlet Planı mı" adlı yazıyı yazarken de,
"Altı Koldan Anayasa Savaşı" yazısını yazarken de,
"Deniz Baykal: Alçaktan Uçan Güvercin"
dizeleri için kalem oynatırken de;
"Unutamayacakları acılar yaşatacağız" sözüne inanıp duygulanırken de,
"Sınır ötesi operasyonu Sayın Başbakan'ın ABD ziyaretinden sonra değerlendireceğiz"
açıklamasına şaşırırken de,
Gabar dağında boş mağaraların bombalandığından şüphe edip kendi kendimi yerken de..
"Bir büyük planın" dişlilerinden biri olmaktan başka bir işe yaramadığımı görürdüm..
Ben eğer, gerçekleri -gerçekten- görmek isteseydim, küresel planların Sovyetler Birliği ve Yugoslavya'dan sonra, Türkiye'nin parçalanmasını da zorunlu kıldığını unutmazdım.
Ve bu hedefin en büyük aracının da "Kürt ayrılıkçılığı" olduğunu hiç aklımdan çıkarmazdım..
Bilirdim ki, ABD ve İsrail tarafından dış borç açmazına,
AB tarafından "insan hakları ve demokrasi" cenderesine alınan son Türk Devleti'nin bu büyük saldırganlık karşısında eli kolu bağlıdır..
Bilirdim ki, gözümüzün önünde Irak'ı parçalayıp, milyonlarca Iraklı'yı felakete sürükleyenlerin bize verdikleri bir mesaj var...
Bilirdim ve görürdüm ki sıra benim ülkemde...
Ben "devlet aklıyla" düşünüyor olsaydım, adına "Kürt sorunu", "Güneydoğu Sorunu", "Terör sorunu" vs. denilen şeyin aslında bir "Atlantik sorunundan" başka bir şey olmadığını bilirdim.
"PKK sorunu" lafını duyduğum anda, bunu "Amerikan sorunu" diye anlardım. Yıllarca dağlarda kovalayıp da sonunu getiremediğim melanetin, sinsi bir hançer gibi kalbime yaklaştığını görüp çare arardım...
Ben Devlet olsaydım ; bütün eli kolu bağlanmışlığıma rağmen çare arardım...
Görüntüde "bana benzemeyen"...
Ama her şeyi yapabilecek kadar da pragmatik ve makyavelist bir "araç" arardım..
Gerekirse, laboratuvarda bir "Frankestein" yaratırdım...
Adını "AKP" koyardım...
"Lazım olan her şeyi yapmak için yüzde 40 mı gerekli?"
Al sana yüzde 47!
Biat etmiş, soytarı bir basın mı gerekli?
Al sana "Türk basını"!
"Suskun ordu, kodu mu oturtmayan komutanlar mı gerekli?"
Kendi söküğünü dikemeyen muhalefet liderleri mi gerekli?
Hepsi senin olsun!
Bu işi, arzu edilen ve dayatılan yollardan ben çözmeye kalkarsam, bin yıllık devlet karizmasını çizdirip, 3 bin yıllık milletle ters düşmek de var...
Gel, ne yapılacaksa sen yap!
Başarılı olursan ne âlâ...
Olamazsan, ben "yine haklı çıktım" derim.
Ayrılıkçılık konusunda tarih boyunca uyguladığım ve bir biçimde sonuç da aldığım yöntemlere geri dönerim. Sen de iki-üç dönem iktidarı, ballı ihaleleri, yedi sülaleni kurtarmış olmayı kârdan sayarsın..
Ha, körle yatanlar şaşı kalkıp da ortalık kör-şaşı melezinden geçilmezse?
Eh, onun adına da "çeşitlilik" ve "demokrasi" deriz..
Arada, bir kaç bin vatan evladını kalbimize gömer, belki üç-beş politikacıyı da darağacında sallandırırız..
Olur o kadar, aslolan devletin bekası!
Yazının hülasası:
İşte size bir "devlet" planı.
Sayın Başbakan en sonunda,
"PKK'yı etkisizleştirmek için Genelkurmay'ımızla birlikte bir yasa çalışması yapıyoruz"
dedi ya; artık bize de bu yazıyı yazmak düştü.
Öyle olsun bakalım...
Bu büyük oyunun sonunda, Türkiye'nin birlik ve bütünlüğünün garantilendiğini değil de, yıllarca Türkiye'ye kan kusturan bölücü zibidilerin tepemize çıktıklarını, ülkemizin federasyon hedefine doğru hızla parçalandığını, ortaya PKK'dan daha güçlü ve daha kanlı bir örgütün çıktığını görürsek, son yazımızda yer alan "Türk milletinin de sürprizleri olacaktır" sözünü tekrarlarız.
İşte o zaman leşten de, leşi sürüklemeye talip olandan da, leşi sürükletenden de tarih önünde en ağır ve en nihai hesap sorulur...
Fatma Sibel Yüksek
Bazen olup bitenlere çekilip uzaktan bakınca, taşlar daha bir yerli yerine oturuyor..
Bir cinnet anında yaşananların, sonradan film şeridi gibi gözümüzün önünden geçmesi gibi..Öfkelerin dinmesi, inançların törpülenmesi, en acıtıcı gerçeklerin içten içe kabulü, söylenecek her şeyi söylemiş olmak ve söylediklerimizin ağırlığının üstümüze çökmesi..
Artık susma anının geldiğini bilmek. Haklı olmanın, bir şeyleri önceden görmenin büyük dönüşümler karşısında hiç bir hüküm taşımadığını anlamak...
Belki de aslında hiç bir şeyi görememek...
Solcuların okumuş olanlarını bazen kendimden daha şanslı sayarım; diyalektik materyalizmin "herşeyin aşırısı kendi zıddını doğurur" ilkesini öğrendikleri için..
"Herşeyin aşırısının kendi zıddını doğurduğunu" ben de bilseydim, AKP'nin "devletin" ta kendisi olduğunu bir bakışta anlardım...
Hiç değilse Borges'in "İnandırıcılıktan Yoksun Düzenbaz Tom Castro" adlı hikayesini daha erken okumuş olsaydım, "benzerliğin" ne kadar başarılı olursa olsun bazı kaçınılmaz farklılıkları iyice göze batıracağını; bu yüzden benzerliklerden uzak durmaya bakmanın çok akıllıca bir şey olduğunu bilirdim..
Yani, "devletle" çatışıyormuş gibi yapan AKP'nin aslında "devletin kendisi" olduğunu görür, işte o zaman kendimi "kül yutmaz gazeteci" sayardım...
"Yüzde 47 Bir Devlet Planı mı" adlı yazıyı yazarken de,
"Altı Koldan Anayasa Savaşı" yazısını yazarken de,
"Deniz Baykal: Alçaktan Uçan Güvercin"
dizeleri için kalem oynatırken de;
"Unutamayacakları acılar yaşatacağız" sözüne inanıp duygulanırken de,
"Sınır ötesi operasyonu Sayın Başbakan'ın ABD ziyaretinden sonra değerlendireceğiz"
açıklamasına şaşırırken de,
Gabar dağında boş mağaraların bombalandığından şüphe edip kendi kendimi yerken de..
"Bir büyük planın" dişlilerinden biri olmaktan başka bir işe yaramadığımı görürdüm..
Ben eğer, gerçekleri -gerçekten- görmek isteseydim, küresel planların Sovyetler Birliği ve Yugoslavya'dan sonra, Türkiye'nin parçalanmasını da zorunlu kıldığını unutmazdım.
Ve bu hedefin en büyük aracının da "Kürt ayrılıkçılığı" olduğunu hiç aklımdan çıkarmazdım..
Bilirdim ki, ABD ve İsrail tarafından dış borç açmazına,
AB tarafından "insan hakları ve demokrasi" cenderesine alınan son Türk Devleti'nin bu büyük saldırganlık karşısında eli kolu bağlıdır..
Bilirdim ki, gözümüzün önünde Irak'ı parçalayıp, milyonlarca Iraklı'yı felakete sürükleyenlerin bize verdikleri bir mesaj var...
Bilirdim ve görürdüm ki sıra benim ülkemde...
Ben "devlet aklıyla" düşünüyor olsaydım, adına "Kürt sorunu", "Güneydoğu Sorunu", "Terör sorunu" vs. denilen şeyin aslında bir "Atlantik sorunundan" başka bir şey olmadığını bilirdim.
"PKK sorunu" lafını duyduğum anda, bunu "Amerikan sorunu" diye anlardım. Yıllarca dağlarda kovalayıp da sonunu getiremediğim melanetin, sinsi bir hançer gibi kalbime yaklaştığını görüp çare arardım...
Ben Devlet olsaydım ; bütün eli kolu bağlanmışlığıma rağmen çare arardım...
Görüntüde "bana benzemeyen"...
Ama her şeyi yapabilecek kadar da pragmatik ve makyavelist bir "araç" arardım..
Gerekirse, laboratuvarda bir "Frankestein" yaratırdım...
Adını "AKP" koyardım...
"Lazım olan her şeyi yapmak için yüzde 40 mı gerekli?"
Al sana yüzde 47!
Biat etmiş, soytarı bir basın mı gerekli?
Al sana "Türk basını"!
"Suskun ordu, kodu mu oturtmayan komutanlar mı gerekli?"
Kendi söküğünü dikemeyen muhalefet liderleri mi gerekli?
Hepsi senin olsun!
Bu işi, arzu edilen ve dayatılan yollardan ben çözmeye kalkarsam, bin yıllık devlet karizmasını çizdirip, 3 bin yıllık milletle ters düşmek de var...
Gel, ne yapılacaksa sen yap!
Başarılı olursan ne âlâ...
Olamazsan, ben "yine haklı çıktım" derim.
Ayrılıkçılık konusunda tarih boyunca uyguladığım ve bir biçimde sonuç da aldığım yöntemlere geri dönerim. Sen de iki-üç dönem iktidarı, ballı ihaleleri, yedi sülaleni kurtarmış olmayı kârdan sayarsın..
Ha, körle yatanlar şaşı kalkıp da ortalık kör-şaşı melezinden geçilmezse?
Eh, onun adına da "çeşitlilik" ve "demokrasi" deriz..
Arada, bir kaç bin vatan evladını kalbimize gömer, belki üç-beş politikacıyı da darağacında sallandırırız..
Olur o kadar, aslolan devletin bekası!
Yazının hülasası:
İşte size bir "devlet" planı.
Sayın Başbakan en sonunda,
"PKK'yı etkisizleştirmek için Genelkurmay'ımızla birlikte bir yasa çalışması yapıyoruz"
dedi ya; artık bize de bu yazıyı yazmak düştü.
Öyle olsun bakalım...
Bu büyük oyunun sonunda, Türkiye'nin birlik ve bütünlüğünün garantilendiğini değil de, yıllarca Türkiye'ye kan kusturan bölücü zibidilerin tepemize çıktıklarını, ülkemizin federasyon hedefine doğru hızla parçalandığını, ortaya PKK'dan daha güçlü ve daha kanlı bir örgütün çıktığını görürsek, son yazımızda yer alan "Türk milletinin de sürprizleri olacaktır" sözünü tekrarlarız.
İşte o zaman leşten de, leşi sürüklemeye talip olandan da, leşi sürükletenden de tarih önünde en ağır ve en nihai hesap sorulur...