Sıra Yaşar Nuri Öztürk'e gelmişti!
Epeyce bir süredir, özellikle “Allah ile Aldatmak” isimli kitabı piyasaya çıkıp da din üzerinden yapılan siyasi istismarlar, toplumun aldatılarak birbirine düşürülmesi sırasında söylenen yalanlar usta ve bilgisine değer verilen bir ilahiyatçı tarafından tek tek açıklandığından beri gözüm yollardaydı.
Ne zaman sıra ona gelecek ve din ticareti yaparak oynanan oyunların önünde engel olarak görülen, halkı aydınlatan bu isim de bir şekilde yıpratılacak diye bekliyordum.
Öyle ya, orduyu, yargıyı, yanlışlara susup yaltaklanmak yerine eleştiri görevini yapan medya kesimini toptan Ergenekon davasıyla ilişkilendirmekten çekinmeyenler diğer önemli isimleri, hele de “din ile laikliğin rakip olmadığını, tam aksine laikliğin dinin, inancın güvencesi olduğunu” millete anlatan birini unutamazlardı.
Ve nihayet beklenen gün geldi, Yaşar Nuri Öztürk’ün başında da kabak patlatıldı.
Aslında kabak yine “belden aşağı” patlatılmıştı, Zekeriya Beyaz’da olduğu gibi... Ona “otelde porno film izledi” iddiasıyla kavanoz(!) atmışlardı, Öztürk’e “eşini danışmanıyla aldattı” iddiasıyla attılar.
İddianın ne ölçüde gerçek payı taşıdığını bilemeyiz ama her ne kadar toplumda ön plana çıkan, topluma malolmuş kişilerin özel yaşamlarına daha da çok dikkat etmesi gerekirse de adı üstünde “özel yaşam” kişilerin kendi tasarrufunda olan kararları, olayları içerir. Ve ‘gizlilik hakkı’ herkes için aynı şekilde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer alır.
Bu da sonuçta üç yetişkin insanı ilgilendiren bir olaydır ki gerçek olması durumunda bile Tekbir Giyim’in sahibinin davasında görüldüğü gibi yasal bir yaptırımı da yoktur. Elbette evli kişilerin sadakata, verdiği söze önem vermesi öncelikli tercihtir ama Başbakan’ının yurt dışında bile “Özel durumlarda, örneğin eşi hastaysa Müslümanlık ikinci eşe izin verir” benzeri açıklamalarda bulunduğu, birden fazla eşi olan milletvekillerinin bunu gizleme gereği bile duymadığı ülkede böyle bir ilişki iddiasının neresi sürmanşetlik olaydır, o da tartışılır.
SABAH’ın haberi
Sabah gazetesinin iddiayı veriş tarzı bile onun ve türevi, yönü belli gazetelerin bu belden aşağı vurmaları başka amaçlarla yaptıklarını gösteriyor.
Yaşar Nuri Öztürk yılların ilahiyatçısı bir profesör... Çok sayıda kitabı var, sadece bir kitapla tanınmış filân değil. Ama gelin görün ki en çok “Allah ile Aldatmak” rahatsız etmiş olmalı ki haberde devamlı olarak son kitabının adı vurgulanıyor (haklılar, onlar için bu kitap çok rahatsız edici, çok aydınlatıcı) ve başlık da “Şahane ile aldatmak” şeklinde atılıyor.
Umarız ve dileriz ki Yaşar Nuri Hoca eşini üzecek bir hata yapmamıştır ama her halükarda “tek kişinin üzüntüsü” ile ilgili bir olayı manşet üstü haber yapanların, dün VATAN’ın manşetindeki gibi gözleri yuvalarından fırlatacak “imar değişimi vurgunları” haberi yapamaması... İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi üyesi Hüseyin Sağ’ın da dürüstlükle (ve herşeyi göze alarak) açıkladığı milyarlarca dolarlık haksız kazançlardan, Temmuz’da 230 dosyanın bir Cuma günü (Hüseyin Sağ o güne “kanlı Cuma” adını takmış) eller inmeden geçirilmesinden, Şaban Dişli’nin derhal istifa etmesi ve yargılanması gerekirken olayın üstünün örtülüvermesinden söz edememesi, hatta yok gibi davranması ilgi çekicidir.
Çünkü yolsuzluklarda 70 milyon kişinin hakkı yenmekte, yangın uçağı bile alamayan(!) devletin trilyonları tek bir imza olayıyla birilerinin cebine inmektedir.
Haydi bakalım Sabah ve türevleri eğer ahlakla o kadar ilgililerse Yaşar Nuri Öztürk’ün özel yaşamını bırakıp Şaban Dişli ve diğerlerinin genel yaşamına baksınlar.
Vurgunlar ahlaksızlık boyutunu da geçti, yeni tanım arıyoruz. Bu yanıltmacaları da kimse yemiyor artık!
*****
Pislikte amansız yarış!
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi Üyesi Hüseyin Sağ’ın “4 yıl içinde en az 4 bin imar tadilatı yapıldı. Kemal Kılıçdaroğlu sadece birini açıkladı, bence bu başarısızlıktır. Bütün dosyalarda rant var ama sadece Silivri’yi açıklayabildik” sözleri dehşet verici bir gerçeği anlatıyor.
“Normal vatandaşa 3 kat için izin çıkarken, bir başkasının 10 katlı residence teklifi kabul ediliyor, ortaya çıkan rant milyar dolarları bulmuştur” diyor Hüseyin Sağ.
Vallahi ben artık bu devirde böylesi bir babayiğitin çıkabileceğine ihtimal vermiyordum, helâl olsun ona. Demek halâ “insanlık adına” ümit var (dikkat buyurun “vatandaşlık adına” diyemiyorum.)
Olimpiyat oyunlarında altın madalya kazanan genç sporcular ülkeleri adına böyle onurlu bir görevi başardıkları için gözleri doluyor marşları çalarken... Biz ise köklerine ihanetten, devleti soymaya kadar her tür pislikte amansız bir yarışa girenleri izlemeye mahkum edildik.
İyi bir muhalefet böyle durumlar için gereklidir en çok... CHP, Hüseyin Sağ’ın açıklamalarının takipçisi olmalı, Şaban Dişli olayından ve İstanbul Belediyesi’nden başlayarak tüm belediyelerde (önce başkanlar) son yıllarda yapılan yolsuzluklar tek tek ortaya çıkarılmalıdır.
Hatta bundan önceki üç başkan dönemleri ve mal varlıklarındaki artış incelenerek yapılırsa daha doğru bir çalışma olur.
CHP “yolsuzluk” konusunda da farkını ortaya koyamazsa işimiz duaya (veya bedduaya) kaldı demektir.
Ruhat MENGİ
Vatan,22.08.2008
http://w10.gazetevatan.com/root.vatan?exec=yazardetay&sid=&Newsid=194984&Categoryid=4&wid=4
Epeyce bir süredir, özellikle “Allah ile Aldatmak” isimli kitabı piyasaya çıkıp da din üzerinden yapılan siyasi istismarlar, toplumun aldatılarak birbirine düşürülmesi sırasında söylenen yalanlar usta ve bilgisine değer verilen bir ilahiyatçı tarafından tek tek açıklandığından beri gözüm yollardaydı.
Ne zaman sıra ona gelecek ve din ticareti yaparak oynanan oyunların önünde engel olarak görülen, halkı aydınlatan bu isim de bir şekilde yıpratılacak diye bekliyordum.
Öyle ya, orduyu, yargıyı, yanlışlara susup yaltaklanmak yerine eleştiri görevini yapan medya kesimini toptan Ergenekon davasıyla ilişkilendirmekten çekinmeyenler diğer önemli isimleri, hele de “din ile laikliğin rakip olmadığını, tam aksine laikliğin dinin, inancın güvencesi olduğunu” millete anlatan birini unutamazlardı.
Ve nihayet beklenen gün geldi, Yaşar Nuri Öztürk’ün başında da kabak patlatıldı.
Aslında kabak yine “belden aşağı” patlatılmıştı, Zekeriya Beyaz’da olduğu gibi... Ona “otelde porno film izledi” iddiasıyla kavanoz(!) atmışlardı, Öztürk’e “eşini danışmanıyla aldattı” iddiasıyla attılar.
İddianın ne ölçüde gerçek payı taşıdığını bilemeyiz ama her ne kadar toplumda ön plana çıkan, topluma malolmuş kişilerin özel yaşamlarına daha da çok dikkat etmesi gerekirse de adı üstünde “özel yaşam” kişilerin kendi tasarrufunda olan kararları, olayları içerir. Ve ‘gizlilik hakkı’ herkes için aynı şekilde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer alır.
Bu da sonuçta üç yetişkin insanı ilgilendiren bir olaydır ki gerçek olması durumunda bile Tekbir Giyim’in sahibinin davasında görüldüğü gibi yasal bir yaptırımı da yoktur. Elbette evli kişilerin sadakata, verdiği söze önem vermesi öncelikli tercihtir ama Başbakan’ının yurt dışında bile “Özel durumlarda, örneğin eşi hastaysa Müslümanlık ikinci eşe izin verir” benzeri açıklamalarda bulunduğu, birden fazla eşi olan milletvekillerinin bunu gizleme gereği bile duymadığı ülkede böyle bir ilişki iddiasının neresi sürmanşetlik olaydır, o da tartışılır.
SABAH’ın haberi
Sabah gazetesinin iddiayı veriş tarzı bile onun ve türevi, yönü belli gazetelerin bu belden aşağı vurmaları başka amaçlarla yaptıklarını gösteriyor.
Yaşar Nuri Öztürk yılların ilahiyatçısı bir profesör... Çok sayıda kitabı var, sadece bir kitapla tanınmış filân değil. Ama gelin görün ki en çok “Allah ile Aldatmak” rahatsız etmiş olmalı ki haberde devamlı olarak son kitabının adı vurgulanıyor (haklılar, onlar için bu kitap çok rahatsız edici, çok aydınlatıcı) ve başlık da “Şahane ile aldatmak” şeklinde atılıyor.
Umarız ve dileriz ki Yaşar Nuri Hoca eşini üzecek bir hata yapmamıştır ama her halükarda “tek kişinin üzüntüsü” ile ilgili bir olayı manşet üstü haber yapanların, dün VATAN’ın manşetindeki gibi gözleri yuvalarından fırlatacak “imar değişimi vurgunları” haberi yapamaması... İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi üyesi Hüseyin Sağ’ın da dürüstlükle (ve herşeyi göze alarak) açıkladığı milyarlarca dolarlık haksız kazançlardan, Temmuz’da 230 dosyanın bir Cuma günü (Hüseyin Sağ o güne “kanlı Cuma” adını takmış) eller inmeden geçirilmesinden, Şaban Dişli’nin derhal istifa etmesi ve yargılanması gerekirken olayın üstünün örtülüvermesinden söz edememesi, hatta yok gibi davranması ilgi çekicidir.
Çünkü yolsuzluklarda 70 milyon kişinin hakkı yenmekte, yangın uçağı bile alamayan(!) devletin trilyonları tek bir imza olayıyla birilerinin cebine inmektedir.
Haydi bakalım Sabah ve türevleri eğer ahlakla o kadar ilgililerse Yaşar Nuri Öztürk’ün özel yaşamını bırakıp Şaban Dişli ve diğerlerinin genel yaşamına baksınlar.
Vurgunlar ahlaksızlık boyutunu da geçti, yeni tanım arıyoruz. Bu yanıltmacaları da kimse yemiyor artık!
*****
Pislikte amansız yarış!
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi Üyesi Hüseyin Sağ’ın “4 yıl içinde en az 4 bin imar tadilatı yapıldı. Kemal Kılıçdaroğlu sadece birini açıkladı, bence bu başarısızlıktır. Bütün dosyalarda rant var ama sadece Silivri’yi açıklayabildik” sözleri dehşet verici bir gerçeği anlatıyor.
“Normal vatandaşa 3 kat için izin çıkarken, bir başkasının 10 katlı residence teklifi kabul ediliyor, ortaya çıkan rant milyar dolarları bulmuştur” diyor Hüseyin Sağ.
Vallahi ben artık bu devirde böylesi bir babayiğitin çıkabileceğine ihtimal vermiyordum, helâl olsun ona. Demek halâ “insanlık adına” ümit var (dikkat buyurun “vatandaşlık adına” diyemiyorum.)
Olimpiyat oyunlarında altın madalya kazanan genç sporcular ülkeleri adına böyle onurlu bir görevi başardıkları için gözleri doluyor marşları çalarken... Biz ise köklerine ihanetten, devleti soymaya kadar her tür pislikte amansız bir yarışa girenleri izlemeye mahkum edildik.
İyi bir muhalefet böyle durumlar için gereklidir en çok... CHP, Hüseyin Sağ’ın açıklamalarının takipçisi olmalı, Şaban Dişli olayından ve İstanbul Belediyesi’nden başlayarak tüm belediyelerde (önce başkanlar) son yıllarda yapılan yolsuzluklar tek tek ortaya çıkarılmalıdır.
Hatta bundan önceki üç başkan dönemleri ve mal varlıklarındaki artış incelenerek yapılırsa daha doğru bir çalışma olur.
CHP “yolsuzluk” konusunda da farkını ortaya koyamazsa işimiz duaya (veya bedduaya) kaldı demektir.
Ruhat MENGİ
Vatan,22.08.2008
http://w10.gazetevatan.com/root.vatan?exec=yazardetay&sid=&Newsid=194984&Categoryid=4&wid=4