Ben ilkokulda olmalıyım. Yakacıkda bir yaz. İstanbulun o zamanlar bir sayfiye semtinde benden birkaç yaş büyük ablaların, yello submarin ,Lusin dısıkayin daymaaan:: gibi sesler çıkararak, Beatles parçalarını gevelediklerini ilk duyuşum. Hey dergisi çıkmıştı, batıdaki son trendleri gençliğin üzerine fışkırtıyordu.. Sinemalarda Hollywood saltanatı sürüyordu..
Hayat dergisi, Amerikalı yıldızların hayat hikayelerini, evlerini, aşklarını konu ediyordu.. Basının her yanında Amerikan rüyası vardı..Amerikan yardım anlaşmasının bir maddesi de, Türk basınında sürekli Amerikan propagandası yapılma şartıydı
***
Amerikan Büyükelçiliği AFS ve Fulbright bursları veriyor, gençler sıraya giriyordu..
O yıllarda yüzlerce barış gönüllüsü Türkiyeyi harmanlıyordu..
Doğu mitingleri hazırlık aşamasındaydı ABD Türkiyenin etnik haritasını bir kez daha incelemeye alıyordu..
112 adet NATO haberalma tesisi Türkiyede kuruluyordu.Kıbrısda katliam vardı.. Amerikalı uzmanlar her yandaydı ..
Bunlar olurken, büyük şehirlerde gençler, PX Amerikan mağazalarından bluejean almak için sıradaydı. Clint Eastwoodun Birkaç Dolar İçin filminden sonra, bir kısım gençler mahmuzlu çizme ve kovboy pançosu bulma derdine düşmüştü.
Kadiköy Cep sinemasında Animals grubunun parçalarını dinleyen salon, film boyunca dans etmişti..
Michele Ma belle ya da All hung up in your green eyes tınılar2ını bilenle bilmeyen bir olur muydu?! ..Aynı yıllarda Türk halkının yüzde 80i Bangladeş fukaralığına eş bir durumda yaşıyordu..Gimme some Lovin,Bu satırları, bir zaman önce Hürriyet gazetesinde bir köşe yazarını okurken yazmıştım.
Yazar, Şakir Eczacıbaşının ölümü üzerine kaleme aldığı köşe yazısında, İstanbul sanat Kültür vakfının faaliyetlerinin onu nasıl başkalaştırdığını anlatmış, yabancı sanatçılardan habersiz yaşarken nasıl bir kültür zenginliğinin içine düştüğünü uzun uzun anlatmıştı. Artık batının tüm caz sanatçılarını, tanıyor, Tepebaşındaki Amerikan konsolosluğu aracılığıyla tüm trendleri takip ediyordu.
Bunları İstanbul festivaline borçluydu! Bu yıl İstanbul festivali kapsamında Eric Clapton, ve Steve Winwood konserine giden gazeteci Ertuğrul Özkök de kültür kökleri ile ilgili şu satırları yazmıştı: 20 yaşımdayken Ankara sokaklarında beni avaz avaz Gimme some lovin diye bağırtan adam!...
O gece benim anımdı.. 63 yaşıma iyi geldi,.Ne Ankarada gimme some lovin, diye bağıran Özkökün , ne İstanbulun uzak semtlerinde yello submarin diye mırıldanan gençlerin, aynı yıllarda uygulamaya konan Richard Bissel raporundan haberleri yoktu!
Bissel, CIA nin Gizli hizmetler Direktörüydü.1968 de yazdığı gizli raporda, toplumlara sızma tekniğinden sözediyordu. Rapora göre, hedef ülkelerde,
1) Hükümetlere siyasal tavsiye ve danışmanlık,
2) Tek tek şahıslarla temas, kişisel yardım uygulaması,
3) Siyasal partilere maddi ve teknik yardım,
4) İşçi sendikaları kooperativler ve özel örgütlenmeleri desteklemek,
5) Kişilerin özel olarak eğitilmesi, EĞİTİM TAKASLARI,
6) Ekonomik operasyonlar,
7) Gizli propaganda,
8 ) Bir rejimi desteklemek ya da devirmek için askeri ya da siyasal operasyonlaryapılacaktı.
Bissel raporunda yeralan aşamalar, Türkiyede yıllardır adım adım uygulanmıştır. Toplumlara çeşitli yollarla SIZILMAKTADIR. Sızma tekniği
Oltadaki Balık Türkiye(M. Emin Değer) adlı kitapta şöyle özetlenir:Tıb dilinde infiltrasyon/Sızma, bir mikrobun ya da kanser hücresinin, vücudun en yaşamsal bölgesinin tüm hücrelerine girmesini, mikrobun bünyenin her tarafına yayılmasını gösterir..
İşte Amerikanın uyguladığı yöntem de budur!Amerikalı sosyologlar bu yöntemi Görünmez faktör olarak tanımlarlar. Görünmez faktör, kontrol mekanizmalarının toplamıdır. ve Görünmezlik, zihinlerin sömürgeleştirilmesi yoluyla başarılmaktadır.
Bu yolda en etkili araç eğitimin ele geçirilmesidir.İdeolojik taarruzAmerikalı uzman Max Von Thornburg, 1947 Ekim ayında The Fortune dergisindeki
Türkiyeye niçin yardım etmeli?
başlıklı raporunda İdeolojik taarruzun Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi için, atom bombası kadar önemli olduğunun altını çizmiştir.
Yalnız sermayemizi değil, hizmetlerimizi, geleneklerimizi, kültürümüzü ve ideallerimizi de Türkiyeye konuşlandıracağız! demiştir.
İşte bu nedenle, ekonomik yardımı, eğitim/kültür anlaşmaları takip etmiştir.
Ülkenin aydın adaylarının beynini iğdiş etme operasyonudur bu! Toplumun en üst düzeyinde yeralan elitler ya batıda eğitim almışlar ya batının misyoner şubeleri olan kolejlerde eğitilmişlerdir.Tümü bir iki yabancı dile vakıftırlar ve tüm yaşam biçimleri Batı tarafından şekillendirilmiştir..
Emre, orta halli bir ailenin oğludur. Osmanlı hanedanı varisi, İsviçre bankeri karışımı bir ailenin kızıyla evlenir..
Robert College mezunudur. 68lidir. 90larda Özalın prensi olur. Paraya para demez. Soros'la tanışır ve Amerikan gizli devletine bağlanır.Şule alt orta gruptan gelir. Galatasaray Lisesi'nden mezun olur, ardından bursla Fransaya gider
Sorbonda okur, gelip akademisyen olur
Sol fikirlidir..
Üniversitede Latin Amerikadaki direniş hareketlerine merak sarmıştır. Batının gözlüğünü takar kendi ülkesine bakar. Çok vahim şekilde yanılacaktır. Halkların özgürlüğüyle lafa başlayacak, az sonra PKKnın en büyük savunucusu olacak, batının görevlisi olarak ekranların vazgeçilmezi olup çıkacaktır. Falanca edebiyatçı treni kaçırır, üniversite bursu alamaz ama İowa üniversitesi yazarlar kursuna(International Writing Program) gider..
Ermeni ve Kürtleri milyon milyon katlettiğimizden bahsedip Nobele hak kazanır, milyar doları cepler.EğitilenlerOnlarca Türk genci, Erasmusla Avrupa yollarını tutar. Elit ailelerin çocukları, her yıl, Turkish Coalition of America ve TÜSİADın Washington Temsilciliğinin katkılarıyla, ABD Kongresinde staja gider.
Önemli bürokratların, üst düzey askerlerin, işadamlarının kızları, oğulları, ABD Temsilciler Meclisi koridorlarında, Cumhuriyetçi Partinin veya Demokrat Partinin milletvekillerinin peşinde koştururlar..Dikkatle seçilen bu gençler, belli bir kıvama geldikten sonra yüksek görevler için ülkelerine birer Amerikalı olarak geri dönerler.
Eğitilenler dönünce, devletin başına, olmadı, bürokraside bir koltuğa, veya bir üniversitenin başına, siyasette, -iktidar muhalefet fark etmez- liderlerin danışmanlığına, medyanın en en yukarı katlarına OTURTULUVERİRLER!
Hatırlayın, Fulbright, Rockefeller, Eisenhower, Ford Vakfı burslarıyla eğitilenler Türkiyeyi uzun yıllar boyunca yönetmişlerdir/ yönetmektedirler.
İslamköylü Demirelden, büyük kent çocuğu Bülent Ecevite, Antalyalı Deniz Baykaldan Kayserili Abdullah Güle, Ünyeli Numan Kurtulmuşa kadar birçok lider çeşitli imkanlarla Avrupa ve Amerikada ağırlanıp eğitilmişlerdir.
Meraklısı nette iki tuşa basarak ayrıntılı cvlerini bulabilir.Algı değiştirme operasyonuAydınlar yurtdışında eğitimden geçirilirken, büyük yığınlara da algı değiştirme operasyonu yapılır. Amerikalı bilim adamları, toplumların algılarıyla nasıl oynandığı, toplumların psikolojik deneme tahtası haline nasıl getirildiği konusunda örnekler verirler:
Yanlış olan, doğru ya da tersi olarak algılanabilir. İnsanları katletmek vatanperverlik olarak görünebileceği gibi, nefretle de karşılanabilir.. Asla kabullenilemeyecek davranışlar, normal görülebilir..
1982 Anayasası, Batının tavsiyesiyle hazırlanır. 2010 Anayasası yine batının emriyle gündeme oturmuştur. Ekranlardaki propaganda makinesini çalıştıranlar yedi düvelcilerdir!
Richard Bissel, raporunda, toplumları değiştirmede basının önemine de değinmiştir. Basın Batı müdahalelerinde en önemli güçtür demiştir.
İçinden geçtiğimiz şu günlerde bunun nadide örnekleriyle burun burunayız.Federasyon ve otonomi tartışmalarının yeri göğü kapladığı bir anda , ABD formatlı bir yarışma programı ekranlara çıkar. İntercitiesŞEHİRLER YARIŞIYORda şehircilik, hemşehrilik hissi kaşınır. Ulusal bütünlüğe karşı YEREL YÖNETİMLERİN propagandası yapılır..
CIA istasyon şefi Paul Henze, Türk halkına sabah akşam federasyondan bahsedilmeli, kulakları bu duruma alıştırılmalıdır!, dememiş midir!
Siyasetten uzaklaştırılmış geniş yığınlara enjekte edilen zehir de ekranlardan yayılır! Evcilik oyunu gibi yapay evlilik denemeleri, aile yapısını sulandırır, falanca dedenin televizyonda falanca büyükanneye izdivaç teklifi, yaşlılara saygıyı azaltır, bilgeliği şaklabanlığa dönüştürür.
Yemekteyiz programında, kutsal sofra adabına açıkca hakaret edilmesi, Survivorda dedikodu ve insanların birbiriyle nefret ve rekabet ilişkisi, ekranlarda bir anda beliren kuralsız box maçlarıyla toplumsal şiddet hissinin arttırılması,
Fear Factor ile korku duygusunun yaygınlaştırılması, toplumdaki psikolojik operasyona en bariz örneklerdir.Sıradan insanlar, Kol kırılır yen içinde kalır kültüründen, en yakın ilişkilerini ekrana taşıma noktasına getirilmişlerdir!
ABD markalı showların kucağında, ideolojik taarruzun en sertine muhatap olmuşlardır.Bunların tümü, batıya bağlı sivil örümceklerin, ALGIYI DEĞİŞTİRME çalışmalarının sonuçlarıdır.
Gençler, anlamadıkları bir dilin ve kültürün, ürkütücü gürültüsünde sallanmaktan haz duyduklarını sanmaktadırlar!
Her şey psikoloji biliminin yardımıyla yapılacak, toplum psikolojik aygıtlarla şekillendirilecektir..Üniversiteler ve medya bu çalışmaların merkezidirler.Medyadan yayılan zehir daha küçük gençlik gruplarında farklı yöntemler dener.Kısa film yarışmaları düzenlenir . Belediyeler ve AB fonları işbirliği ile Kültürlerarası diyalog işlenir. Kim Kürt kimliği der, Ermeni kültürü ile ilgili laf eder, ekümenik Ortodoks kilisesi için film yaparsa parayı kapar, kapağı yurtdışına atar...
Biz ne mi yapacağız?!1947 de Amerikan yardımıyla birlikte Türk halkı özellikle aydınları bir kültür enjeksiyonunun hedefi olmuşlardır.Ecnebi okullarda ya da diyarlarda eğitilenler artık bu ülkenin insanları değillerdir. Onlar iki arada bir derede kalanlardır.. Kültürel tecavüze uğrayanlardır. Bu bir sızıştır. Bir milleti millet yapan tüm özelliklere kezzap atılışıdır.
İşte bugün sızılmış bir Türkiyenin sızılmış aydınları, tıpkı eskiden olduğu gibi, Türkiyeyi bölme, Amerikaya manda yapma projesinin gönüllü askerleridir! Bu taarruza muhatap olan, ve kendi üzerinde oynanan oyunu algılayamayan geniş yığınların , sık sık Biz ne yapacağız? diye sorduklarını aktarırdı,
Attila İlhan.
''Tuhaftır, soru sahipleri, cevabı bulmakla mükellef olanın da, kendileri olduğunu ne biliyor, ne kestirebiliyor! Çünkü 'kopya', 'alafrangalık' sahici 'yurttaşlık bilincini' bulandırmış .
Böyle bir soruyu sordukları anda, yetersizliklerini itiraf edip çareyi başkalarından -muhtemelen 'ecnebi'den- beklediklerini açıklamış oluyorlar. İyi de, 'kültürsüzleşme' dedikleri, 'bizâtihi' bu değil midir?"
Sınırlar Arasında: Haberler
Hayat dergisi, Amerikalı yıldızların hayat hikayelerini, evlerini, aşklarını konu ediyordu.. Basının her yanında Amerikan rüyası vardı..Amerikan yardım anlaşmasının bir maddesi de, Türk basınında sürekli Amerikan propagandası yapılma şartıydı
***
Amerikan Büyükelçiliği AFS ve Fulbright bursları veriyor, gençler sıraya giriyordu..
O yıllarda yüzlerce barış gönüllüsü Türkiyeyi harmanlıyordu..
Doğu mitingleri hazırlık aşamasındaydı ABD Türkiyenin etnik haritasını bir kez daha incelemeye alıyordu..
112 adet NATO haberalma tesisi Türkiyede kuruluyordu.Kıbrısda katliam vardı.. Amerikalı uzmanlar her yandaydı ..
Bunlar olurken, büyük şehirlerde gençler, PX Amerikan mağazalarından bluejean almak için sıradaydı. Clint Eastwoodun Birkaç Dolar İçin filminden sonra, bir kısım gençler mahmuzlu çizme ve kovboy pançosu bulma derdine düşmüştü.
Kadiköy Cep sinemasında Animals grubunun parçalarını dinleyen salon, film boyunca dans etmişti..
Michele Ma belle ya da All hung up in your green eyes tınılar2ını bilenle bilmeyen bir olur muydu?! ..Aynı yıllarda Türk halkının yüzde 80i Bangladeş fukaralığına eş bir durumda yaşıyordu..Gimme some Lovin,Bu satırları, bir zaman önce Hürriyet gazetesinde bir köşe yazarını okurken yazmıştım.
Yazar, Şakir Eczacıbaşının ölümü üzerine kaleme aldığı köşe yazısında, İstanbul sanat Kültür vakfının faaliyetlerinin onu nasıl başkalaştırdığını anlatmış, yabancı sanatçılardan habersiz yaşarken nasıl bir kültür zenginliğinin içine düştüğünü uzun uzun anlatmıştı. Artık batının tüm caz sanatçılarını, tanıyor, Tepebaşındaki Amerikan konsolosluğu aracılığıyla tüm trendleri takip ediyordu.
Bunları İstanbul festivaline borçluydu! Bu yıl İstanbul festivali kapsamında Eric Clapton, ve Steve Winwood konserine giden gazeteci Ertuğrul Özkök de kültür kökleri ile ilgili şu satırları yazmıştı: 20 yaşımdayken Ankara sokaklarında beni avaz avaz Gimme some lovin diye bağırtan adam!...
O gece benim anımdı.. 63 yaşıma iyi geldi,.Ne Ankarada gimme some lovin, diye bağıran Özkökün , ne İstanbulun uzak semtlerinde yello submarin diye mırıldanan gençlerin, aynı yıllarda uygulamaya konan Richard Bissel raporundan haberleri yoktu!
Bissel, CIA nin Gizli hizmetler Direktörüydü.1968 de yazdığı gizli raporda, toplumlara sızma tekniğinden sözediyordu. Rapora göre, hedef ülkelerde,
1) Hükümetlere siyasal tavsiye ve danışmanlık,
2) Tek tek şahıslarla temas, kişisel yardım uygulaması,
3) Siyasal partilere maddi ve teknik yardım,
4) İşçi sendikaları kooperativler ve özel örgütlenmeleri desteklemek,
5) Kişilerin özel olarak eğitilmesi, EĞİTİM TAKASLARI,
6) Ekonomik operasyonlar,
7) Gizli propaganda,
8 ) Bir rejimi desteklemek ya da devirmek için askeri ya da siyasal operasyonlaryapılacaktı.
Bissel raporunda yeralan aşamalar, Türkiyede yıllardır adım adım uygulanmıştır. Toplumlara çeşitli yollarla SIZILMAKTADIR. Sızma tekniği
Oltadaki Balık Türkiye(M. Emin Değer) adlı kitapta şöyle özetlenir:Tıb dilinde infiltrasyon/Sızma, bir mikrobun ya da kanser hücresinin, vücudun en yaşamsal bölgesinin tüm hücrelerine girmesini, mikrobun bünyenin her tarafına yayılmasını gösterir..
İşte Amerikanın uyguladığı yöntem de budur!Amerikalı sosyologlar bu yöntemi Görünmez faktör olarak tanımlarlar. Görünmez faktör, kontrol mekanizmalarının toplamıdır. ve Görünmezlik, zihinlerin sömürgeleştirilmesi yoluyla başarılmaktadır.
Bu yolda en etkili araç eğitimin ele geçirilmesidir.İdeolojik taarruzAmerikalı uzman Max Von Thornburg, 1947 Ekim ayında The Fortune dergisindeki
Türkiyeye niçin yardım etmeli?
başlıklı raporunda İdeolojik taarruzun Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi için, atom bombası kadar önemli olduğunun altını çizmiştir.
Yalnız sermayemizi değil, hizmetlerimizi, geleneklerimizi, kültürümüzü ve ideallerimizi de Türkiyeye konuşlandıracağız! demiştir.
İşte bu nedenle, ekonomik yardımı, eğitim/kültür anlaşmaları takip etmiştir.
Ülkenin aydın adaylarının beynini iğdiş etme operasyonudur bu! Toplumun en üst düzeyinde yeralan elitler ya batıda eğitim almışlar ya batının misyoner şubeleri olan kolejlerde eğitilmişlerdir.Tümü bir iki yabancı dile vakıftırlar ve tüm yaşam biçimleri Batı tarafından şekillendirilmiştir..
Emre, orta halli bir ailenin oğludur. Osmanlı hanedanı varisi, İsviçre bankeri karışımı bir ailenin kızıyla evlenir..
Robert College mezunudur. 68lidir. 90larda Özalın prensi olur. Paraya para demez. Soros'la tanışır ve Amerikan gizli devletine bağlanır.Şule alt orta gruptan gelir. Galatasaray Lisesi'nden mezun olur, ardından bursla Fransaya gider
Sorbonda okur, gelip akademisyen olur
Sol fikirlidir..
Üniversitede Latin Amerikadaki direniş hareketlerine merak sarmıştır. Batının gözlüğünü takar kendi ülkesine bakar. Çok vahim şekilde yanılacaktır. Halkların özgürlüğüyle lafa başlayacak, az sonra PKKnın en büyük savunucusu olacak, batının görevlisi olarak ekranların vazgeçilmezi olup çıkacaktır. Falanca edebiyatçı treni kaçırır, üniversite bursu alamaz ama İowa üniversitesi yazarlar kursuna(International Writing Program) gider..
Ermeni ve Kürtleri milyon milyon katlettiğimizden bahsedip Nobele hak kazanır, milyar doları cepler.EğitilenlerOnlarca Türk genci, Erasmusla Avrupa yollarını tutar. Elit ailelerin çocukları, her yıl, Turkish Coalition of America ve TÜSİADın Washington Temsilciliğinin katkılarıyla, ABD Kongresinde staja gider.
Önemli bürokratların, üst düzey askerlerin, işadamlarının kızları, oğulları, ABD Temsilciler Meclisi koridorlarında, Cumhuriyetçi Partinin veya Demokrat Partinin milletvekillerinin peşinde koştururlar..Dikkatle seçilen bu gençler, belli bir kıvama geldikten sonra yüksek görevler için ülkelerine birer Amerikalı olarak geri dönerler.
Eğitilenler dönünce, devletin başına, olmadı, bürokraside bir koltuğa, veya bir üniversitenin başına, siyasette, -iktidar muhalefet fark etmez- liderlerin danışmanlığına, medyanın en en yukarı katlarına OTURTULUVERİRLER!
Hatırlayın, Fulbright, Rockefeller, Eisenhower, Ford Vakfı burslarıyla eğitilenler Türkiyeyi uzun yıllar boyunca yönetmişlerdir/ yönetmektedirler.
İslamköylü Demirelden, büyük kent çocuğu Bülent Ecevite, Antalyalı Deniz Baykaldan Kayserili Abdullah Güle, Ünyeli Numan Kurtulmuşa kadar birçok lider çeşitli imkanlarla Avrupa ve Amerikada ağırlanıp eğitilmişlerdir.
Meraklısı nette iki tuşa basarak ayrıntılı cvlerini bulabilir.Algı değiştirme operasyonuAydınlar yurtdışında eğitimden geçirilirken, büyük yığınlara da algı değiştirme operasyonu yapılır. Amerikalı bilim adamları, toplumların algılarıyla nasıl oynandığı, toplumların psikolojik deneme tahtası haline nasıl getirildiği konusunda örnekler verirler:
Yanlış olan, doğru ya da tersi olarak algılanabilir. İnsanları katletmek vatanperverlik olarak görünebileceği gibi, nefretle de karşılanabilir.. Asla kabullenilemeyecek davranışlar, normal görülebilir..
1982 Anayasası, Batının tavsiyesiyle hazırlanır. 2010 Anayasası yine batının emriyle gündeme oturmuştur. Ekranlardaki propaganda makinesini çalıştıranlar yedi düvelcilerdir!
Richard Bissel, raporunda, toplumları değiştirmede basının önemine de değinmiştir. Basın Batı müdahalelerinde en önemli güçtür demiştir.
İçinden geçtiğimiz şu günlerde bunun nadide örnekleriyle burun burunayız.Federasyon ve otonomi tartışmalarının yeri göğü kapladığı bir anda , ABD formatlı bir yarışma programı ekranlara çıkar. İntercitiesŞEHİRLER YARIŞIYORda şehircilik, hemşehrilik hissi kaşınır. Ulusal bütünlüğe karşı YEREL YÖNETİMLERİN propagandası yapılır..
CIA istasyon şefi Paul Henze, Türk halkına sabah akşam federasyondan bahsedilmeli, kulakları bu duruma alıştırılmalıdır!, dememiş midir!
Siyasetten uzaklaştırılmış geniş yığınlara enjekte edilen zehir de ekranlardan yayılır! Evcilik oyunu gibi yapay evlilik denemeleri, aile yapısını sulandırır, falanca dedenin televizyonda falanca büyükanneye izdivaç teklifi, yaşlılara saygıyı azaltır, bilgeliği şaklabanlığa dönüştürür.
Yemekteyiz programında, kutsal sofra adabına açıkca hakaret edilmesi, Survivorda dedikodu ve insanların birbiriyle nefret ve rekabet ilişkisi, ekranlarda bir anda beliren kuralsız box maçlarıyla toplumsal şiddet hissinin arttırılması,
Fear Factor ile korku duygusunun yaygınlaştırılması, toplumdaki psikolojik operasyona en bariz örneklerdir.Sıradan insanlar, Kol kırılır yen içinde kalır kültüründen, en yakın ilişkilerini ekrana taşıma noktasına getirilmişlerdir!
ABD markalı showların kucağında, ideolojik taarruzun en sertine muhatap olmuşlardır.Bunların tümü, batıya bağlı sivil örümceklerin, ALGIYI DEĞİŞTİRME çalışmalarının sonuçlarıdır.
Gençler, anlamadıkları bir dilin ve kültürün, ürkütücü gürültüsünde sallanmaktan haz duyduklarını sanmaktadırlar!
Her şey psikoloji biliminin yardımıyla yapılacak, toplum psikolojik aygıtlarla şekillendirilecektir..Üniversiteler ve medya bu çalışmaların merkezidirler.Medyadan yayılan zehir daha küçük gençlik gruplarında farklı yöntemler dener.Kısa film yarışmaları düzenlenir . Belediyeler ve AB fonları işbirliği ile Kültürlerarası diyalog işlenir. Kim Kürt kimliği der, Ermeni kültürü ile ilgili laf eder, ekümenik Ortodoks kilisesi için film yaparsa parayı kapar, kapağı yurtdışına atar...
Biz ne mi yapacağız?!1947 de Amerikan yardımıyla birlikte Türk halkı özellikle aydınları bir kültür enjeksiyonunun hedefi olmuşlardır.Ecnebi okullarda ya da diyarlarda eğitilenler artık bu ülkenin insanları değillerdir. Onlar iki arada bir derede kalanlardır.. Kültürel tecavüze uğrayanlardır. Bu bir sızıştır. Bir milleti millet yapan tüm özelliklere kezzap atılışıdır.
İşte bugün sızılmış bir Türkiyenin sızılmış aydınları, tıpkı eskiden olduğu gibi, Türkiyeyi bölme, Amerikaya manda yapma projesinin gönüllü askerleridir! Bu taarruza muhatap olan, ve kendi üzerinde oynanan oyunu algılayamayan geniş yığınların , sık sık Biz ne yapacağız? diye sorduklarını aktarırdı,
Attila İlhan.
''Tuhaftır, soru sahipleri, cevabı bulmakla mükellef olanın da, kendileri olduğunu ne biliyor, ne kestirebiliyor! Çünkü 'kopya', 'alafrangalık' sahici 'yurttaşlık bilincini' bulandırmış .
Böyle bir soruyu sordukları anda, yetersizliklerini itiraf edip çareyi başkalarından -muhtemelen 'ecnebi'den- beklediklerini açıklamış oluyorlar. İyi de, 'kültürsüzleşme' dedikleri, 'bizâtihi' bu değil midir?"
Sınırlar Arasında: Haberler