pimphalo
New member
Said Nursî (Said Kürdî, -ibni Mirza, nüfus kaydında Sait Okur) (d. 1878) - ö. 23 Mart 1960) İslam âlimi, Nur Cemaati adlı İslami hareketin kurucusu.
1878 yılında Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı İsparit nahiyesinin Nurs köyünde doğdu. Babasının adı Mirza, annesinin adı Nuriye'dir. Doğu Anadolu'da medrese eğitimi gördüRisalelerinde aldığı medrese eğitimine değinmekte ve ömrü boyunca bütün tahsil hayatının toplam 3 ay olduğunu açıklamaktadır. 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanından hemen önce İstanbul’a geldi. Derviş Vahdeti'nin Volkan Gazetesi'nde yazdı. İslamcı bir siyasal parti olan İttihad-ı Muhammedi Fırkası'na katıldı, merkez yönetim kurulu üyesi oldu. 31 Mart Vakası'ndan sonra İttihad-ı Muhammedi Fırkası'nın ileri gelenleri ve Derviş Vahdeti ile birlikte divan-ı harpte yargılandı, Derviş Vahdeti idam edildi kendisi bir ceza almadı sürgüne gönderildi. 1909'dan itibaren hayatını Doğu Anadolu’da sürdürdü. 1911’de İstanbul’a döndü. Talebeleri ile birlikte gönüllü olarak Rusya cephesinde savaştı. 1915-1917 arasında Ruslar tarafından savaş esiri alındı. Yaklaşık 2-3 yıl esir kaldıktan sonra Ekim Devriminden sonra ülkeye (İstanbul) döndü, Darül Hikmetül İslamiye'de görev aldı. Kürt Teali Cemiyeti'ne üye oldu. 15 Şubat 1919 tarihinde sonradan Teâli-i İslâm Cemiyeti adını alan Cemiyet-i Müderrisîn'in kurucu azaları arasında yer aldı. 1925 Şeyh Said Ayaklanmasından sonra tutuklandı, Eskişehir'de mahkemeye çıktı isyancılarla doğrudan bir ilişkisi tespit edilemedi ancak devletin güvenliğini ihlal ve dini siyasete alet etme suçlamasından 1 sene hapse mahkûm edildi. Cumhuriyete ve çağdaş rejime karşı olduğu iddiasıyla önce Isparta yakınlarında Barla adında bir köye sürüldü. Isparta'nın ardından Eskişehir (1935), Kastamonu (1936), Denizli (1943) ve Emirdağ’a (1945) sürüldü. Risale-i Nur Külliyatı adı altında topladığı eserleri kaleme aldı. 23 Mart 1960 yılında Şanlıurfa'da vefat etti. Cenazesi önce Şanlıurfa'ya defnedildi. Daha sonra 1960 darbe yönetimince bilinmeyen bir yere taşındı.
İnançsız Fikirlerle Mücadele
Said Nursî bir eserinde kendi hayat tarzını şöyle özetlemiştir: "Kur'ân-ı Hakîm mürşidimizdir, üstadımızdır, imamımızdır, her bir âdabda rehberimizdir." Bu bakış açısına göre insan, Allah'ı ve İslamiyet'ı tanımak ve O'na iman ve ibadet etmek için yaratılmıştır. İlim, meşruiyet, hürriyet, dürüstlük, ümit, çalışmak, sebat gibi faziletler ise, İslam çerçevesi içinde insanın hayatına anlam veren değerlerdir. Ona göre bunlar hem dünya, hem de âhiret saadeti açısından insanın olmazsa olmaz gerçekleridir. Bu sebeple 6000 sayfayı aşan eserlerini din, iman ve fazilet üzerinde yoğunlaştırmıştır. Said Nursî, inançsız insanlara ve din dışı fikirlere özellikle dikkat çekmiş ve talebelerine ve insanlara bunlardan uzak durması ve mücadele etmesi hakkında devamlı telkinlerde bulunmuş ve yönlendirmiştir.
Doğu Anadolu'ya Medrese kurma fikri [değiştir]
Hayatının ilk dönemlerinde Bitlis ve Van yörelerinde yaşamış olmasına rağmen, Osmanlı yönetimini ve dünyayı yakından takip etmiştir. Eğitimin yeterince dine ağırlık vermediği konusundaki düşüncelerini Sultan Abdülhamid'e arz etmek üzere İstanbul'a gelmiş, selamlık töreninde belinde kaması ve yöresel kıyafetleri olduğu halde doğuda Kürtçe tedrisat yapacak bir medrese kurulması isteğini Sultan Abdülhamid'e iletmişti. İlk önce eylemi nedeniyle derdest edilip hapse atıldı daha sonra Toptaşı Akıl Hastalıkları Hastahanesine kaldırıldı ve burada 3 ay yattı. Aynı teklifi daha sonra Sultan Reşad'a götürmüş, Doğu Anadolu'da Medresetü'z-Zehra adında hem dinî hem de müspet yani pozitif ilimlerin okutulmasını düşündüğü bir medrese kurmak için hazineden ödenek ayrılmasını önermiş ancak medrese kurulmadan ülke Atatürk'ün önderliğinde Milli Mücadele ortamına girmiştir.
Esaret, Hürriyet ve İman
"Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam. İman ne kadar gelişirse hürriyet de o kadar parlar. İşte asr-ı saadet!" sözleriyle dini ve milli hürriyete dair görüşlerini ifade etmiştir.Birinci Dünya Savaşında esir düşerek iki buçuk yıl Rusya'da esaret hayatı yaşamıştır. Daha sonra İstanbul'un işgalinde işgalci güçlere karşı mücadele ederek ilim adamlarını ve halkı uyarmıştır. 25 Eylül 1919 tarihinde Teâli-i İslâm Cemiyeti'ne (Cemiyet-i Müderrisîn) üye oldu. Üyesi bulunduğu cemiyetin, 26 Eylül 1919 tarihinde İstanbul'da yayınlanan İkdam gazetesinde de yayınlanan Kuva-yı Milliye ve Kurtuluş Savaşı aleyhinde beyannamesini derneğin azası olmasına rağmen, "İşgal altındaki bir yerde bulunan sorumluların verdiği fetva irade özgürlüğü bulunmadığı için mualleldir(sakat ve tutarsızdır)" gerekçesiyle karşı çıkmıştır. 1922 yılının sonunda Mustafa Kemal'in ısrarlı daveti [kaynak belirtilmeli] üzerine Ankara'ya gelmiş ve daha sonra mebuslara hitaben bir bildiri yayınlayarak yeni Türkiye'nin şekillenmesinde dini dinamiklerin ihmal edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir. Hayatını üç döneme ayırmıştır: Doğumundan Risale-i Nur'u telif etmeye başlama tarihi olan 1926 yılına kadarki hayatını Eski Said, bu tarihten 1950'ye kadar olan kısmını Yeni Said, 1950'den sonraki hayatını da Üçüncü Said diye adlandırmıştır. Bu ayrımları fikri bir değişiklik değil metod değişikliği olarak tanımlamıştıe
Said Molla ile Karıştırılması [değiştir]
Bazı yayınlarda, 1920'lerde Hürriyet ve İtilaf Fırkası ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti üyesi olan Sait Molla ile karıştırılmaktadır. Aralarındaki isim benzerliği, bazı yayınlarda hatalı bilgiler verilmesine yol açmıştır. Aleyhinde İngiliz ajanı olduğuna dair iddialar bulunan Molla Said'in[10] aksine Said-i Nursi, Sultan Abdülhamit karşıtı olarak bir dönem Hürriyet ve İtilaf Fırkasının muhlifi İttihat ve Terakki Partisi'ni desteklemiş ve bizzat Selanik'e giderek parti yöneticileri ile görüşmüştü.[11]
Tartışmalar [değiştir]
Tahsili [değiştir]
Ömrü boyunca toplam 3 ay eğitim görmüş olması, ne Türkçe'ye ne de Arapça'ya hakim olmadan ve dini bir eğitimi olmadan İslam ile ilgili risale yazması, Tarihçe-i Hayat'ta anlatıldığı üzere 3 ay devam ettiği medreseye hocaları ile hocalarından daha fazla bildiği için tartışıp ayrılması nedeniyle tenkit edilir.[12]
...alelusûl yirmi sene tahsili lâzım gelen ulûm ve fünunun zübde ve hülâsasını üç ayda tahsil ve ikmal etmiştir. [13] Medrese usulünce onbeş sene ders almakla okunan kitapları Resâil-in-Nur müellifi yalnız üç ayda tahsil etmiş.
Eski Osmanlı Şeyhülislamlarından Mustafa Sabri Efendi, Tuhfetür Reddiye Ala Mezhebi Saiydil Kürdiyye isimli yazısında Said-i Nursi'nin tahsilinin olmamasını ve bazı başka hususlarını eleştirir:
Said, Kürt cemaatından, Şafii mezhepli, Nakşi tarikatlı, okur fakat yazmaz, imla bilmez, seksen sene içinde yaşadığı millet olan Türk’ün lisanına hakkıyla vakıf olamamış, felaketten felakete sürüklenmiş, bir hapishaneden diğerine sürülmüş ve bugün seksen yaşını geçmiş ihtiyar bir adamdır.
Ebced ve Cifr hesabı [değiştir]
Risalelerinde ebced ve Cifr hesabıyla Kur'an ayetlerinden kendi hayatıyla ilgili gizli anlamlar çıkardığını bildirmiştir. Kuran'daki ayetlerde bulduğu gizli anlamlar arasında risalelerin yazıma başlandığı yılı, kendi doğum tarihini, şakirtleri ile birlikte hapse atıldığı tarihi, Birinci Cihan Harbinin başladığı sene vb. olduğunu yazar.
hesab-ı ebced ve cifir ile bin üç yüz elli dört (1354) eder ki, bu Arabî tarihte Risale-i Nur'un kırktan fazla şakirtlerini ve müellifini imha etmek olanı ile hapishaneye attıkları zamandır ve tevkif ettikleri tarihtir.
(Ayette) "dehşetli bir harb i ahir zamandan korkma” demekle beraber cifir ve ebced hesabıyla bin üç yüz otuz bir (1331) veyahut bin üç yüz otuz üç (1333) ettiğinden ve umumi hitaptan hususi bize baktığı sair emarelerle göründüğü gibi o tarihte harb-i umumide en müthiş bir vaziyete giriftar olmuştum. ... Öyleyse, o umum içinde hususî bize işaret ediyor denilebilir. Yirmi sekiszinci lem'anın birinci meselesi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi
En'am sûresi 122. ayetin ebced hesabıyla kendi adını belirttiğini ve manasıyla da bunu desteklediğini yazmıştır.[15]
Birincisi: Birinci Şua olan İşârât-ı Kur'âniye risalesinde, Risale-i Nur'a ve tercümanına da işaret eden beşinci âyet olan (En'am suresi ayet 122) gayet kuvvetli karinelerle nur kelime-i kudsiyesi cifir ve ebced hesabıyla ve üç cihet mânâsıyla Said Nursî'ye tevafuk etmesidir. Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 120 - s.1642
Dini konularda uzman çevreler Said-i Nursi'nin ebced ve cifr ile Kuran'a batınî yorumlar getirdiğini ve kendi düşüncelerini meşrulaştırmaya çalıştığını bu arada ayetleri gerçek anlamlarından farklı yorumladığını savunurken taraftarları ebced ve cifr yönteminin islamda bulunduğunu söylemektedirler.
Said-i Nursî'nin ebced ve cifr hesaplarını kaleme aldığı Risale-i Nurların tamamında bir yöntem olarak kullanmadığı görülmektedir. Sözler, Mektubat, Lemalar, Şualar, Mesnevi-i Nuriye, İşaretü'l-İcaz gibi eserlerinde bu yönteme hemen hemen hiç başvurmamaktadır.
Askerlik ve Harp [değiştir]
1926 yılında Mussolini Türkiye topraklarında hak iddia eden açıklama yaptığında Türkiye seferberlik kararı alır. İtalya yeni bir savaş başlatmayı göze alamaz. Said-i Nursi 1927 yılında Barla'da sürgündeyken yazdığı Barla Lahikasında harbe girilmesine karşı olduğunu açıklar ve gerekirse kendisiyle birlikte gözaltında tutulan 45 talebesini askerlikten kurtarmak için 1000'er lira verebileceğini yazar. Kendisinin ve talebelerinin Kuran hizmetlerinin ve çalışmalarının sekteye uğramamasının daha önemli olduğunu açıklar.
Hem harp belâsı ise, hizmet-i Kur'âniyemize mühim bir zarardır. Bizim en fedakâr ve en kıymettar kardeşlerimizin ekserisi kırk beşten aşağı olduğundan, harp vasıtasıyla vazife-i kudsiye-i Kur'âniyeyi bırakıp askere gitmeye mecbur olacaktılar. Benim param olsa, hüsn-ü rızamla, böyle kıymettar kardeşlerimin herbirisini askerlikten kurtarmak için, bedel-i nakdiye bin lira kadar da olsa verirdim. Böyle yüzer kıymettar kardeşlerimizin hizmet-i Kur'âniye-i Nuriyeyi bırakıp maddî cihad topuzuna el atmakta, yüz bin lira kendi zararımızı hissediyordum. Hattâ Zekâi'nin bu iki sene askerliği, belki bin lira kadar mânevî faydasını kaybettirdi. Barla Lahikası, On Altıncı Lem'a - s.637
Karşıtları tarafından bu sözü askerlik vazifesine muhalefet etme olarak duyurulurken, taraftarları 1916-1917'de Rus Cephesinde savaşmasını ve esir edilmesini öne sürerek askerlikten soğutma amacı olduğunu reddederler. Bazı taraftarları ise bu sözü genel anlamıyla kural kabul eder ve askerlik yapmanın dinen caiz olmadığı şeklinde yorumlarlar.
Deccal ve Süfyan [değiştir]
Risalelerin birçok yerinde isim vermeden imada bulunarak Mustafa Kemal Atatürk'e Deccal ve Sufyan demişti. Emirdağ Lahikası'nda 20 sene evvelki bir yazısında kastettiği kişinin Mustafa Kemal Atatürk olduğunu açıklamıştı.[16][17][18][19][20]
Dördüncü cihet ve sebep: Büyük Deccalın, ispritizma nevinden teshir edici hassaları bulunur. İslâm Deccalının dahi, bir gözünde teshir edici manyetizma bulunur. Hattâ, rivayetlerde "Deccalın bir gözü kördür"<hadis-işerif> diye nazar-ı dikkati gözüne çevirerek Büyük Deccalın bir gözü kör ve ötekinin bir gözü, öteki göze nisbeten kör hükmünde olduğunu hadiste kaydetmekle, onlar kâfir-i mutlak bulunduğundan, yalnız münhasıran bu dünyayı görecek bir tek gözü var ve âkıbeti ve âhireti görebilecek gözleri olmamasına işaret eder. Ben bir mânevî âlemde İslâm Deccalını gördüm. Yalnız birtek gözünde teshirci bir manyetizma gözümle müşahede ettim ve onu bütün bütün münkir bildim. İşte bu inkâr-ı mutlaktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata hücum eder. Avâm-ı nâs hakikat-ı hali bilmediklerinden, harikulâde iktidar ve cesaret zannederler. Hem şanlı ve kahraman bir millet, mağlûbiyeti hengâmında, böyle istidraçlı ve şanlı ve talihli ve muvaffakiyetli ve kurnaz bir kumandanı bulunduğundan, gizli ve dehşetli olan mâhiyetine bakmayarak, kahramanlık damarıyla onu alkışlar, başına kor, seyyielerini örtmek ister. Fakat kahraman ve mücahid ordunun ve dindar milletin ruhundaki nur-u iman ve Kur'ân ışığıyla hakikat-ı hali göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahribatını tamire çalışacağı rivayetlerden anlaşılır. Beşinci Şua
Ölmüş gitmiş dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir Hadis - i Şerif'in ihbariyle Kur'an'a zararlı bir adam çıkacak demiştim.Sonra Mustafa Kemal'in o adam olduğunu zaman gösterdi. Emirdağ Lahikası I/278,Yirmiyedinci mektuptan Sabık Reis - i Cumhur'a ve üç makama gönderilen istida
Allahu a'lem bissavab, bunun tevili şudur ki: O Süfyan, kendi başına frenklerin serpuşunu koyup herkese de giydirir. Fakat cebir ve kanunla tâmim ettiğinden, o serpuş dahi secdeye gittiği için, inşaallah ihtida eder; daha herkes-yalnız istemeyerek-onu giymekle kâfir olmaz. 5. Şualar s.885-887
Ezcümle: Yirmi sene evvel, bir rivayete binâen demiştim: "Dehşetli Süfyan İstanbul'da ölecek. Dikilitaş'ta şeytan bağıracak ve dünyaya işittirecek, yani radyo ile, öldü diye ilan edilecek." Sirâcü'n-Nûr - s. 2295
şöyle ki: Hadiste "O süfyan bir su içecek, eli delinecek" denilmiş. Yani bir çeşit su olan rakıyı su gibi çok içecek ve o sebepten batnı su tulumbası gibi olacak ve o su hastalığı yüzünden zulüm ve hile ile topladığı milyonlar mal su gibi elinden akacak, ecnebi doktorların boğazına girecek. Haşiyeler s. 2304-2306
Mehdi, İsa ve İsevi Müslümanlar [değiştir]
Bazı Hadis ve rivayetleri yorumlar ve bir Mehdi'nin gelip Süfyan komitesini yıkacağı ve sonra da İslamiyeti İsevilikle birleştireceği nihayetinde Müslüman İsevilerin Deccal komitesini öldüreceği yazar. Müslüman İseviler sözü dini çevrelerde eleştirilmektedir.
Hazret-i Mehdînin cemiyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid'akârânesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyyeyi ihyâ edecek, yani âlem-i İslâmiyette risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (a.s.m.) tahribe çalışan Süfyan komitesi, Hazret-i Mehdî cemiyetinin mucizekâr mânevî kılıcıyla öldürülecek ve dağıtılacak.
Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı ulûhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesât-ı beşeriyeyi zîrüzeber eden Deccal komitesini, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın din-i hakikîsini İslâmiyetin hakikatiyle birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaati namı altında ve "Müslüman İsevîleri" ünvanına lâyık bir cemiyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak, beşeri inkâr-ı ulûhiyetten kurtaracak.
Şu mühim sır pek uzundur. Başka yerlerde bir nebze bahsettiğimizden, burada bu kısa işaretle iktifâ ediyoruz. Yirmi Dokuzuncu Mektup - s.558
Risaleleri ilhamla ve gayri ihtiyari yazması [değiştir]
Nur Risaleleri'ni ilim, bilgi ve akıl ile değil ilhâm ile yazdığını açıklar. Bu ilhamı doğrudan Allah'tan altığını vurgular. Dini çevreler bugüne kadar yazılmış Kuran tefsirlerinin ilhamla değil akılla yazıldığını söylerler, ilhamla sadece Allahtan peygamberlere vahiy geldiğini vurgularlar.
...benim gibi yarım ümmi ve kimsesiz bir adam, Risale-i Nur’a sahip değildir; ve o eser, onun hüneri olamaz, onunla iftihar edemez. Belki doğrudan doğruya Kur'an-ı Hakîmin bu zamanda bir nevi mu’cize-i mâneviyyesi olarak, rahmet-i İlâhiyye tarafından ihsan edilmiştir. O adam, binler arkadaşiyle beraber, o hediye-i Kur'aniyeye el atmışlar. Her nasılsa birinci tercümanlık vazifesi, ona düşmüş. Onun fikri ve ilmi ve zekâsının eseri olmadığına delil, Risale-i Nur’da öyle parçalar var ki; bazısı altı saatte, bazı iki saatte, bazı on dakikada yazılan risaleler var. Ben yemin ile te'min ediyorum ki: Eski Said’in (R.A.) kuvve-i hâfızası da beraber olmak şartıyle, o on dakika işi, on saatte fikrim ile yapamıyorum; o bir saatlik risaleyi, iki gün istidadımla, zihnimle yapamıyorum, ve o bir günde altı saatlik risale olan "Otuzuncu Söz"ü ne ben ve ne de en müdakkik, dindar feylesoflar, altı günde o tahkikatı yapamazlar ve hâkezâ... [21]
Kur'an'daki ayetlere batınî (görünmeyen) yorumlar getirme [değiştir]
Kuran'a batınî(gizli, bilinmeyen) yorumlar getirirken bu manâlarda kendisinden ve talebelerinden, risalelerinden söz edildiğini iddia etmesi tepkiye neden olmuştur.
Madem ki, Kur'an sana Said (sâd ile) demiş... Elbette hem için temiz ve tahir, hem de dışın
Gaybı bilmek ve ebced ile Kur'an'ı yorumlama, bilinmeyen bir kaynaktan ihtarlar alma [değiştir]
Geleceği bildiğini söylemesi, Kur'an ayetlerini ebced hesabına tabi tutup harflerin rakkam karşılıklarını toplayarak Kur'an'da kendisinden, şakirtlerinden, risalelerinden bahsettiği ebced hesabına göre çıkan rakamların kendileri ile ilgili tarihleri verdiğini iddia etmesi eleştiri konusu olur.
Bilinmeyen bir kaynaktan ihtarlar ve gaybden (gelecekten) haberler aldığını buna göre risalelerini düzenlediğini söylemesi nedeniyle dini çevrelerde eleştirilir. Eleştirilere göre risalelerini yazdım dememekte onun yerine bir dinin kutsal kitabıymışçasına ve vahiyle gelmişçesine yazdırıldı, ihtar edildi, kendi irademle yazmadım, hakikatten haber aldım vb. ifadeler kullanmaktadır.
Birden şiddetli bir ihtar ile: "Ondokuzuncu Söz’ün âhirine bak!" denildi. Baktım, Risalet-i Ahmediye’nin (A.S.M.) Mu’cize-i Kur'aniye’sinde tekraratın çok güzel hikmetleri, tam tefsiri olan Risalet-in-Nur’da tamamiyle tezahür etmiş. O tekrarat, o hikmetler için tam yerinde ve münâsib ve lâzım olmuş. [22]
Birden bir ihtar-ı gaybî ile kat'î kanaat verecek bir surette kalbime geldi. Denildi ki: "Ciddî bir alâka ile senin eskidenberi tekrar ettiğin "Bir ışık var, bir nur göreceğiz" diye müjdelerin te'vili ve tefsiri ve tâbiri; sizin hakkınızda belki îman cihetiyle, Âlem-i İslâm hakkında dahi en ehemmiyetlisi Risale-i Nur’dur.[23]
Kur'an'daki terimleri yanlış yorumlama [değiştir]
Bazı din alimlerince Fâtır Sûresinde geçen kıtmîr kelimesini (kelp:köpek) olarak tefsir etmesi bilgisizliğine örnek gösterilmiştir. Ayetteki kelimenin anlamı çekirdek üzerinde ince kabuk, çekirdek zarı yani benzetme olarak değersiz şey anlamındayken(Fâtır 13/35) Said-i Nursi tarafından (kelp:köpek) olarak tabir edilir.
Meselâ: Sure-i Kehf’de: "ve sâminuhum kelbuhum" kelimesi, altında yapraklar delinse: Sure-i Fâtır’daki "kıtmîr" kelimesi, az bir inhirafla görünecek ve o kelbin ismi de anlaşılacak.[24]
Kehf suresinde verilmeyen köpeğin ismi Said-i Nursi'ye göre Fâtır sûresinde verilmiştir. Din alimleri köpeğin isminin ve Ashab-ı Kehfin isimlerinin bilinmediğini Kehf sûresinde Ashab-ı Kehfin (ve köpeklerinin) isimlerini, kaç kişi olduklarını tartışmanın Gayba taş atmak(Kehf (22/18) diye adlandırıldığını söylerlerken Kurandaki kıssaları anlayıp ibret almak yerine köpeğin ismi ashab-ı kehfin kaç kişi oldukları gibi Kuran tarafından eleştirilen konuları irdelemenin yanlışlığını vurgularlar. Din alimlerine göre köpeğin ismi sadece israiliyat kaynaklarında yer almaktadır. İslami kaynaklarda köpeğin ismi yoktur ve islam alimleri köpeğin ismi ile ilgilenmemişlerdir. [25] Bu ve benzeri örneklerle Kuran'a batıni (açıkça söylenmeyen ve gizli olan) yorumlar getirmesi ve Kuran'ın gerçekten anlatmak istediği konuları görmezden gelmesi eleştirilir.[26]
Kuran'a aykırı fikir beyan ettiği iddiaları [değiştir]
İşaratul İcaz isimli tefsirinde Kuran'ın Hristiyanlara dinlerini terketmeleri şartını bildirmediğini savunur:
Kur’an size bütün bütün dininizi terk etmeyi emretmiyor. Ancak itikatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat–ı diniyye üzerine üzerine bina ediniz diye teklifte bulunuyor. İşaratül İcaz s.55
Hristiyanlar ile ilgili Kuran'a ters fikirleri muhafazakâr yazarlar tarafından kamuoyunda tenkit edilmektedir.[27]
Risalelerini okuyanların cennete gireceğini söylemesi [değiştir]
Aşağıdaki sözü cennetin anahtarını dağatması olarak yorumlanır. Diğer taraftan Hz. Muhammed'in bile sadece bir-iki sahabesine cennete girebileceklerini söylemesi vurgulanarak bu sözlerdeki yanlışlık anlatılır.
işaret ve beşaret-i Kur'aniyede ifade eder ki: "Risale-i Nur dâiresi içine girenler, tehlikede olan îmanlarını kurtarıyorlar ve îmanla kabre giriyorlar ve Cennete gidecekler." diye müjde verirler.
[28]
Cuma namazına katılmaması ve nedenleri [değiştir]
Aşağıda sözleriyle, bazı hallerde cuma namazının mensubu olduğu Şafii mezhebince farz olmadığını ve kendisinin de bu yüzden düzenli olarak cuma namazı kılmadığını açıklar.
Bana itiraz edenler, gizli ayıplarımı bilmiyorlar. Yalnız zahiri bazı hatalarımı bahane edip derler: "Said Cum'a cemaatine gelmiyor, sakal bırakmıyor" gibi tenkidleri var.
Elcevap: Ben, çok kusurları kabul ile beraber derim: Bu iki mes'elede büyük mâzeretlerim var. Evvelâ: Ben Şâfiîyim. Şâfiî Mezhebinde Cum'anın bir şartı; kırk adam imam arkasında Fâtiha okumaktır. Daha baska şartlar da var. Onun için burada bana cum'a farz degil. Ben, mezheb-i Âzamîyi takliden, bâzan sünnet olarak kılıyordum. Elmadağ Lâhikası I, 45, Yirmiyedinci Mektuptan
Said-i Nursi, yine Emirdağ Lahikasının başka bir yerinde camiye, cumaya gitmediğini yazar ve cuma namazı kılmamasının sebebini kalabalıktan sıkılma hastalığına dayandırır.
Hem camiye, cumaya gitmeye beni men'eden merdumgirizlik hastalığı. Emirdağ Lâhikası I, 280, Yirmiyedinci Mektuptan
Said-i Nursi'nin camiye ve cumaya gitmemesini eleştirenler, İmam Şafî'nin kalabalık olmayan bir yerde eğer 40 kişiden fazla cemaat bulunmuyorsa cuma namazı kılmanın farz olmayacağına fetva verdiğini bu durumun sadece küçük köy ve mezralarda geçerli olduğunu oysa ki Said-i Nursi'nin yaşadığı yerlerin büyük kasaba ve şehirler olduğunu yazarlar. Kendisini eleştirenlere göre Said-i Nursi bazı siyasi mülahazalarla cuma namazı kılmamaktadır.[29]
Kronoloji [değiştir]
* 1878 – Bitlis’in Hizan İlçesine bağlı İsparit Nahiyesinin Nurs Köyünde dünyaya geldi.
* 1888 – Medrese eğitimini tamamladı.
* 1894 – Van’a giderek orada coğrafya, matematik, jeoloji, fizik ve kimya gibi müsbet ilimleri öğrenmeye başladı. Kendisine Bediüzzaman lâkabı verildi (Hadisesi ise şöyleydi: Molla Fethullâh ismindeki alim Said Nursi'ye çalışmalarındaki üstün başarıyı ve zekasına şahit olunca Hafıza gücünü de test etmek istedi. Makamat-ı Haririye ismindeki çok karmaşık ifadeleri olan eserin iki satırını iki sefer okuyup ezberlemesini istedi. Said Nursi de tam sayfayı bir kez okuyup ezberledi. Molla Fethullah iyice şaşırarak "Zeka ile hıfzın ifrat derecede bir kimsede tecemmuu nadirdir" dedi. Ve bu ancak asrın Bediüzzamanı yapabilir dedi. Bu onun için lakap oldu.).
* 1907 Toptaşı akıl hastalıkları hastanesine yatırıldı. [30]
* 1907 – Eğitimle ilgili islam ve bilimi eksen alan projelerini padişaha sunmak üzere İstanbul’a geldi. Van'da kurmayı planladığı Medresetü'z Zehra padişah tarafından kabul gördü ve ödenek ayrıldı.
* 1909 - İttihad-ı Muhammedi Fırkası (Fırka-i Muhammediye)kuruluşunda kurucu üye olarak yer aldı.
* 1909 – 31 Mart Olayı sebebiyle Divan-ı Harp Mahkemesinde yargılandı.
* 1911 – Şam Emeviye Camii'nde büyük bir hutbe okudu. Bu hutbe daha sonra Hutbe-i Şamiye adıyla kitaplaştırıldı. Münâzarat ve Muhakemât gibi eserlerini telif etti.
* 1915 – Birinci Dünya Savaşı'na katıldı.
* 1916 – Bitlis savunması esnasında yaralanarak Ruslara esir düştü.
* 1918 – İki buçuk yıl süren esaretten, bir Rus askerin yardımıyla firar etti. İstanbul’a geldi. Devrin tek İslâm Akademisi olan “Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye”ye üye oldu.
* 1919 - 19 Ocak 1919’da Mustafa Sabri, İskilipli Mehmet Atıf Hoca, Ermenekli Saffet efendi gibi din ve eğitimcilerle birlikte daha sonra Teâli-i İslâm Cemiyeti adını alacak Müderrisler Cemiyeti'nin (Cemiyet-i Müderrisîn) kuruluşuna üye olarak katıldı.
* 1919 – Mesnevî-i Nuriye adlı eserini yazmaya başladı.
* 1920 – İstanbul’un İngilizler tarafından işgali üzerine Hutuvât-ı Sitte adlı bir eser yayınladı. Bu eser yüzünden işgal kuvvetleri tarafından gıyabında ölüm cezasına mahkûm edildi.
* 1922 – Zaferden sonra Mustafa Kemal Atatürk tarafından Ankara’ya TBMM’ye dâvet edildi. Burada mebuslara hitaben hazırladığı bir beyannamede dinden uzaklaşıldığı iddiasında bulundu.
* 1923 – Ankara'yı terkederek talebe yetiştirerek münzevi bir yaşam sürmek üzere Van'a yerleşti. Öğrencilerine ders vermeye başladı. Erek Dağı’nda iki senesini geçirdi.
* 1925 – Şeyh Said İsyanı'ndan sonra Burdur’a sürüldü ve Burada Nur’un İlk Kapısı isimli eserini yazdı.
* 1926 – Barla’ya sürüldü. Burada Risale-i Nur’u telife başladı. Sözler ve Mektubat’ın tamamı, Lemalar’ın da büyük bölümünü burada yazdı.
* 1934 – Barla’dan Isparta’ya sürüldü.
* 1935 – “Gizli cemiyet kurmak, rejimin temel düzenini yıkmak” iddiasıyla Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde aleyhinde dâvâ açıldı ve mahkeme neticesinde Tesettür Risalesi’nden dolayı 11 ay hapse mahkûm edildi. 120 öğrencisiyle birlikte Eskişehir Hapishanesinde tutuklu kaldı ve orada tecrid altında tutuldu.
* 1936 – Hapis cezasının bitiminden sonra 7 yıllığına Kastamonu’ya sürüldü.
* 1943 – 126 talebesiyle birlikte tekrar "rejimin temel düzenini yıkmak" suçundan tutuklanarak Denizli Hapishanesine sevk edildi. 9 ay tutuklu kaldı.
* 1944 – 9 aydan sonra Emirdağ’a götürüldü ve burada zorunlu ikâmete mahkum edildi.
* 1948 – Aynı suçlamalarla tekrar tutuklanarak 54 talebesiyle birlikte Afyon Hapishanesine sevk edildi. Yaklaşık 20 ay hapiste kaldı. Buradan tekrar Emirdağ’a götürüldü.
* 1952 – Gençlik Rehberi eseri hakkında açılan dava münasebetiyle İstanbul’a geldi ve bu davadan beraat etti.
* 1953 – Emirdağ’a döndü. İkinci defa İstanbul’a geldi ve üç buçuk ay burada kaldı. Bundan sonraki hayatı genellikle Emirdağ ve Isparta’da geçti.
* 23 Mart 1960 – Şanlıurfa’da vefat etti. (Şu an mezarının nerede olduğu tam olarak bilinmemektedir.)
1878 yılında Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı İsparit nahiyesinin Nurs köyünde doğdu. Babasının adı Mirza, annesinin adı Nuriye'dir. Doğu Anadolu'da medrese eğitimi gördüRisalelerinde aldığı medrese eğitimine değinmekte ve ömrü boyunca bütün tahsil hayatının toplam 3 ay olduğunu açıklamaktadır. 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanından hemen önce İstanbul’a geldi. Derviş Vahdeti'nin Volkan Gazetesi'nde yazdı. İslamcı bir siyasal parti olan İttihad-ı Muhammedi Fırkası'na katıldı, merkez yönetim kurulu üyesi oldu. 31 Mart Vakası'ndan sonra İttihad-ı Muhammedi Fırkası'nın ileri gelenleri ve Derviş Vahdeti ile birlikte divan-ı harpte yargılandı, Derviş Vahdeti idam edildi kendisi bir ceza almadı sürgüne gönderildi. 1909'dan itibaren hayatını Doğu Anadolu’da sürdürdü. 1911’de İstanbul’a döndü. Talebeleri ile birlikte gönüllü olarak Rusya cephesinde savaştı. 1915-1917 arasında Ruslar tarafından savaş esiri alındı. Yaklaşık 2-3 yıl esir kaldıktan sonra Ekim Devriminden sonra ülkeye (İstanbul) döndü, Darül Hikmetül İslamiye'de görev aldı. Kürt Teali Cemiyeti'ne üye oldu. 15 Şubat 1919 tarihinde sonradan Teâli-i İslâm Cemiyeti adını alan Cemiyet-i Müderrisîn'in kurucu azaları arasında yer aldı. 1925 Şeyh Said Ayaklanmasından sonra tutuklandı, Eskişehir'de mahkemeye çıktı isyancılarla doğrudan bir ilişkisi tespit edilemedi ancak devletin güvenliğini ihlal ve dini siyasete alet etme suçlamasından 1 sene hapse mahkûm edildi. Cumhuriyete ve çağdaş rejime karşı olduğu iddiasıyla önce Isparta yakınlarında Barla adında bir köye sürüldü. Isparta'nın ardından Eskişehir (1935), Kastamonu (1936), Denizli (1943) ve Emirdağ’a (1945) sürüldü. Risale-i Nur Külliyatı adı altında topladığı eserleri kaleme aldı. 23 Mart 1960 yılında Şanlıurfa'da vefat etti. Cenazesi önce Şanlıurfa'ya defnedildi. Daha sonra 1960 darbe yönetimince bilinmeyen bir yere taşındı.
İnançsız Fikirlerle Mücadele
Said Nursî bir eserinde kendi hayat tarzını şöyle özetlemiştir: "Kur'ân-ı Hakîm mürşidimizdir, üstadımızdır, imamımızdır, her bir âdabda rehberimizdir." Bu bakış açısına göre insan, Allah'ı ve İslamiyet'ı tanımak ve O'na iman ve ibadet etmek için yaratılmıştır. İlim, meşruiyet, hürriyet, dürüstlük, ümit, çalışmak, sebat gibi faziletler ise, İslam çerçevesi içinde insanın hayatına anlam veren değerlerdir. Ona göre bunlar hem dünya, hem de âhiret saadeti açısından insanın olmazsa olmaz gerçekleridir. Bu sebeple 6000 sayfayı aşan eserlerini din, iman ve fazilet üzerinde yoğunlaştırmıştır. Said Nursî, inançsız insanlara ve din dışı fikirlere özellikle dikkat çekmiş ve talebelerine ve insanlara bunlardan uzak durması ve mücadele etmesi hakkında devamlı telkinlerde bulunmuş ve yönlendirmiştir.
Doğu Anadolu'ya Medrese kurma fikri [değiştir]
Hayatının ilk dönemlerinde Bitlis ve Van yörelerinde yaşamış olmasına rağmen, Osmanlı yönetimini ve dünyayı yakından takip etmiştir. Eğitimin yeterince dine ağırlık vermediği konusundaki düşüncelerini Sultan Abdülhamid'e arz etmek üzere İstanbul'a gelmiş, selamlık töreninde belinde kaması ve yöresel kıyafetleri olduğu halde doğuda Kürtçe tedrisat yapacak bir medrese kurulması isteğini Sultan Abdülhamid'e iletmişti. İlk önce eylemi nedeniyle derdest edilip hapse atıldı daha sonra Toptaşı Akıl Hastalıkları Hastahanesine kaldırıldı ve burada 3 ay yattı. Aynı teklifi daha sonra Sultan Reşad'a götürmüş, Doğu Anadolu'da Medresetü'z-Zehra adında hem dinî hem de müspet yani pozitif ilimlerin okutulmasını düşündüğü bir medrese kurmak için hazineden ödenek ayrılmasını önermiş ancak medrese kurulmadan ülke Atatürk'ün önderliğinde Milli Mücadele ortamına girmiştir.
Esaret, Hürriyet ve İman
"Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam. İman ne kadar gelişirse hürriyet de o kadar parlar. İşte asr-ı saadet!" sözleriyle dini ve milli hürriyete dair görüşlerini ifade etmiştir.Birinci Dünya Savaşında esir düşerek iki buçuk yıl Rusya'da esaret hayatı yaşamıştır. Daha sonra İstanbul'un işgalinde işgalci güçlere karşı mücadele ederek ilim adamlarını ve halkı uyarmıştır. 25 Eylül 1919 tarihinde Teâli-i İslâm Cemiyeti'ne (Cemiyet-i Müderrisîn) üye oldu. Üyesi bulunduğu cemiyetin, 26 Eylül 1919 tarihinde İstanbul'da yayınlanan İkdam gazetesinde de yayınlanan Kuva-yı Milliye ve Kurtuluş Savaşı aleyhinde beyannamesini derneğin azası olmasına rağmen, "İşgal altındaki bir yerde bulunan sorumluların verdiği fetva irade özgürlüğü bulunmadığı için mualleldir(sakat ve tutarsızdır)" gerekçesiyle karşı çıkmıştır. 1922 yılının sonunda Mustafa Kemal'in ısrarlı daveti [kaynak belirtilmeli] üzerine Ankara'ya gelmiş ve daha sonra mebuslara hitaben bir bildiri yayınlayarak yeni Türkiye'nin şekillenmesinde dini dinamiklerin ihmal edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir. Hayatını üç döneme ayırmıştır: Doğumundan Risale-i Nur'u telif etmeye başlama tarihi olan 1926 yılına kadarki hayatını Eski Said, bu tarihten 1950'ye kadar olan kısmını Yeni Said, 1950'den sonraki hayatını da Üçüncü Said diye adlandırmıştır. Bu ayrımları fikri bir değişiklik değil metod değişikliği olarak tanımlamıştıe
Said Molla ile Karıştırılması [değiştir]
Bazı yayınlarda, 1920'lerde Hürriyet ve İtilaf Fırkası ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti üyesi olan Sait Molla ile karıştırılmaktadır. Aralarındaki isim benzerliği, bazı yayınlarda hatalı bilgiler verilmesine yol açmıştır. Aleyhinde İngiliz ajanı olduğuna dair iddialar bulunan Molla Said'in[10] aksine Said-i Nursi, Sultan Abdülhamit karşıtı olarak bir dönem Hürriyet ve İtilaf Fırkasının muhlifi İttihat ve Terakki Partisi'ni desteklemiş ve bizzat Selanik'e giderek parti yöneticileri ile görüşmüştü.[11]
Tartışmalar [değiştir]
Tahsili [değiştir]
Ömrü boyunca toplam 3 ay eğitim görmüş olması, ne Türkçe'ye ne de Arapça'ya hakim olmadan ve dini bir eğitimi olmadan İslam ile ilgili risale yazması, Tarihçe-i Hayat'ta anlatıldığı üzere 3 ay devam ettiği medreseye hocaları ile hocalarından daha fazla bildiği için tartışıp ayrılması nedeniyle tenkit edilir.[12]
...alelusûl yirmi sene tahsili lâzım gelen ulûm ve fünunun zübde ve hülâsasını üç ayda tahsil ve ikmal etmiştir. [13] Medrese usulünce onbeş sene ders almakla okunan kitapları Resâil-in-Nur müellifi yalnız üç ayda tahsil etmiş.
Eski Osmanlı Şeyhülislamlarından Mustafa Sabri Efendi, Tuhfetür Reddiye Ala Mezhebi Saiydil Kürdiyye isimli yazısında Said-i Nursi'nin tahsilinin olmamasını ve bazı başka hususlarını eleştirir:
Said, Kürt cemaatından, Şafii mezhepli, Nakşi tarikatlı, okur fakat yazmaz, imla bilmez, seksen sene içinde yaşadığı millet olan Türk’ün lisanına hakkıyla vakıf olamamış, felaketten felakete sürüklenmiş, bir hapishaneden diğerine sürülmüş ve bugün seksen yaşını geçmiş ihtiyar bir adamdır.
Ebced ve Cifr hesabı [değiştir]
Risalelerinde ebced ve Cifr hesabıyla Kur'an ayetlerinden kendi hayatıyla ilgili gizli anlamlar çıkardığını bildirmiştir. Kuran'daki ayetlerde bulduğu gizli anlamlar arasında risalelerin yazıma başlandığı yılı, kendi doğum tarihini, şakirtleri ile birlikte hapse atıldığı tarihi, Birinci Cihan Harbinin başladığı sene vb. olduğunu yazar.
hesab-ı ebced ve cifir ile bin üç yüz elli dört (1354) eder ki, bu Arabî tarihte Risale-i Nur'un kırktan fazla şakirtlerini ve müellifini imha etmek olanı ile hapishaneye attıkları zamandır ve tevkif ettikleri tarihtir.
(Ayette) "dehşetli bir harb i ahir zamandan korkma” demekle beraber cifir ve ebced hesabıyla bin üç yüz otuz bir (1331) veyahut bin üç yüz otuz üç (1333) ettiğinden ve umumi hitaptan hususi bize baktığı sair emarelerle göründüğü gibi o tarihte harb-i umumide en müthiş bir vaziyete giriftar olmuştum. ... Öyleyse, o umum içinde hususî bize işaret ediyor denilebilir. Yirmi sekiszinci lem'anın birinci meselesi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi
En'am sûresi 122. ayetin ebced hesabıyla kendi adını belirttiğini ve manasıyla da bunu desteklediğini yazmıştır.[15]
Birincisi: Birinci Şua olan İşârât-ı Kur'âniye risalesinde, Risale-i Nur'a ve tercümanına da işaret eden beşinci âyet olan (En'am suresi ayet 122) gayet kuvvetli karinelerle nur kelime-i kudsiyesi cifir ve ebced hesabıyla ve üç cihet mânâsıyla Said Nursî'ye tevafuk etmesidir. Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 120 - s.1642
Dini konularda uzman çevreler Said-i Nursi'nin ebced ve cifr ile Kuran'a batınî yorumlar getirdiğini ve kendi düşüncelerini meşrulaştırmaya çalıştığını bu arada ayetleri gerçek anlamlarından farklı yorumladığını savunurken taraftarları ebced ve cifr yönteminin islamda bulunduğunu söylemektedirler.
Said-i Nursî'nin ebced ve cifr hesaplarını kaleme aldığı Risale-i Nurların tamamında bir yöntem olarak kullanmadığı görülmektedir. Sözler, Mektubat, Lemalar, Şualar, Mesnevi-i Nuriye, İşaretü'l-İcaz gibi eserlerinde bu yönteme hemen hemen hiç başvurmamaktadır.
Askerlik ve Harp [değiştir]
1926 yılında Mussolini Türkiye topraklarında hak iddia eden açıklama yaptığında Türkiye seferberlik kararı alır. İtalya yeni bir savaş başlatmayı göze alamaz. Said-i Nursi 1927 yılında Barla'da sürgündeyken yazdığı Barla Lahikasında harbe girilmesine karşı olduğunu açıklar ve gerekirse kendisiyle birlikte gözaltında tutulan 45 talebesini askerlikten kurtarmak için 1000'er lira verebileceğini yazar. Kendisinin ve talebelerinin Kuran hizmetlerinin ve çalışmalarının sekteye uğramamasının daha önemli olduğunu açıklar.
Hem harp belâsı ise, hizmet-i Kur'âniyemize mühim bir zarardır. Bizim en fedakâr ve en kıymettar kardeşlerimizin ekserisi kırk beşten aşağı olduğundan, harp vasıtasıyla vazife-i kudsiye-i Kur'âniyeyi bırakıp askere gitmeye mecbur olacaktılar. Benim param olsa, hüsn-ü rızamla, böyle kıymettar kardeşlerimin herbirisini askerlikten kurtarmak için, bedel-i nakdiye bin lira kadar da olsa verirdim. Böyle yüzer kıymettar kardeşlerimizin hizmet-i Kur'âniye-i Nuriyeyi bırakıp maddî cihad topuzuna el atmakta, yüz bin lira kendi zararımızı hissediyordum. Hattâ Zekâi'nin bu iki sene askerliği, belki bin lira kadar mânevî faydasını kaybettirdi. Barla Lahikası, On Altıncı Lem'a - s.637
Karşıtları tarafından bu sözü askerlik vazifesine muhalefet etme olarak duyurulurken, taraftarları 1916-1917'de Rus Cephesinde savaşmasını ve esir edilmesini öne sürerek askerlikten soğutma amacı olduğunu reddederler. Bazı taraftarları ise bu sözü genel anlamıyla kural kabul eder ve askerlik yapmanın dinen caiz olmadığı şeklinde yorumlarlar.
Deccal ve Süfyan [değiştir]
Risalelerin birçok yerinde isim vermeden imada bulunarak Mustafa Kemal Atatürk'e Deccal ve Sufyan demişti. Emirdağ Lahikası'nda 20 sene evvelki bir yazısında kastettiği kişinin Mustafa Kemal Atatürk olduğunu açıklamıştı.[16][17][18][19][20]
Dördüncü cihet ve sebep: Büyük Deccalın, ispritizma nevinden teshir edici hassaları bulunur. İslâm Deccalının dahi, bir gözünde teshir edici manyetizma bulunur. Hattâ, rivayetlerde "Deccalın bir gözü kördür"<hadis-işerif> diye nazar-ı dikkati gözüne çevirerek Büyük Deccalın bir gözü kör ve ötekinin bir gözü, öteki göze nisbeten kör hükmünde olduğunu hadiste kaydetmekle, onlar kâfir-i mutlak bulunduğundan, yalnız münhasıran bu dünyayı görecek bir tek gözü var ve âkıbeti ve âhireti görebilecek gözleri olmamasına işaret eder. Ben bir mânevî âlemde İslâm Deccalını gördüm. Yalnız birtek gözünde teshirci bir manyetizma gözümle müşahede ettim ve onu bütün bütün münkir bildim. İşte bu inkâr-ı mutlaktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata hücum eder. Avâm-ı nâs hakikat-ı hali bilmediklerinden, harikulâde iktidar ve cesaret zannederler. Hem şanlı ve kahraman bir millet, mağlûbiyeti hengâmında, böyle istidraçlı ve şanlı ve talihli ve muvaffakiyetli ve kurnaz bir kumandanı bulunduğundan, gizli ve dehşetli olan mâhiyetine bakmayarak, kahramanlık damarıyla onu alkışlar, başına kor, seyyielerini örtmek ister. Fakat kahraman ve mücahid ordunun ve dindar milletin ruhundaki nur-u iman ve Kur'ân ışığıyla hakikat-ı hali göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahribatını tamire çalışacağı rivayetlerden anlaşılır. Beşinci Şua
Ölmüş gitmiş dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir Hadis - i Şerif'in ihbariyle Kur'an'a zararlı bir adam çıkacak demiştim.Sonra Mustafa Kemal'in o adam olduğunu zaman gösterdi. Emirdağ Lahikası I/278,Yirmiyedinci mektuptan Sabık Reis - i Cumhur'a ve üç makama gönderilen istida
Allahu a'lem bissavab, bunun tevili şudur ki: O Süfyan, kendi başına frenklerin serpuşunu koyup herkese de giydirir. Fakat cebir ve kanunla tâmim ettiğinden, o serpuş dahi secdeye gittiği için, inşaallah ihtida eder; daha herkes-yalnız istemeyerek-onu giymekle kâfir olmaz. 5. Şualar s.885-887
Ezcümle: Yirmi sene evvel, bir rivayete binâen demiştim: "Dehşetli Süfyan İstanbul'da ölecek. Dikilitaş'ta şeytan bağıracak ve dünyaya işittirecek, yani radyo ile, öldü diye ilan edilecek." Sirâcü'n-Nûr - s. 2295
şöyle ki: Hadiste "O süfyan bir su içecek, eli delinecek" denilmiş. Yani bir çeşit su olan rakıyı su gibi çok içecek ve o sebepten batnı su tulumbası gibi olacak ve o su hastalığı yüzünden zulüm ve hile ile topladığı milyonlar mal su gibi elinden akacak, ecnebi doktorların boğazına girecek. Haşiyeler s. 2304-2306
Mehdi, İsa ve İsevi Müslümanlar [değiştir]
Bazı Hadis ve rivayetleri yorumlar ve bir Mehdi'nin gelip Süfyan komitesini yıkacağı ve sonra da İslamiyeti İsevilikle birleştireceği nihayetinde Müslüman İsevilerin Deccal komitesini öldüreceği yazar. Müslüman İseviler sözü dini çevrelerde eleştirilmektedir.
Hazret-i Mehdînin cemiyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid'akârânesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyyeyi ihyâ edecek, yani âlem-i İslâmiyette risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (a.s.m.) tahribe çalışan Süfyan komitesi, Hazret-i Mehdî cemiyetinin mucizekâr mânevî kılıcıyla öldürülecek ve dağıtılacak.
Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı ulûhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesât-ı beşeriyeyi zîrüzeber eden Deccal komitesini, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın din-i hakikîsini İslâmiyetin hakikatiyle birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaati namı altında ve "Müslüman İsevîleri" ünvanına lâyık bir cemiyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak, beşeri inkâr-ı ulûhiyetten kurtaracak.
Şu mühim sır pek uzundur. Başka yerlerde bir nebze bahsettiğimizden, burada bu kısa işaretle iktifâ ediyoruz. Yirmi Dokuzuncu Mektup - s.558
Risaleleri ilhamla ve gayri ihtiyari yazması [değiştir]
Nur Risaleleri'ni ilim, bilgi ve akıl ile değil ilhâm ile yazdığını açıklar. Bu ilhamı doğrudan Allah'tan altığını vurgular. Dini çevreler bugüne kadar yazılmış Kuran tefsirlerinin ilhamla değil akılla yazıldığını söylerler, ilhamla sadece Allahtan peygamberlere vahiy geldiğini vurgularlar.
...benim gibi yarım ümmi ve kimsesiz bir adam, Risale-i Nur’a sahip değildir; ve o eser, onun hüneri olamaz, onunla iftihar edemez. Belki doğrudan doğruya Kur'an-ı Hakîmin bu zamanda bir nevi mu’cize-i mâneviyyesi olarak, rahmet-i İlâhiyye tarafından ihsan edilmiştir. O adam, binler arkadaşiyle beraber, o hediye-i Kur'aniyeye el atmışlar. Her nasılsa birinci tercümanlık vazifesi, ona düşmüş. Onun fikri ve ilmi ve zekâsının eseri olmadığına delil, Risale-i Nur’da öyle parçalar var ki; bazısı altı saatte, bazı iki saatte, bazı on dakikada yazılan risaleler var. Ben yemin ile te'min ediyorum ki: Eski Said’in (R.A.) kuvve-i hâfızası da beraber olmak şartıyle, o on dakika işi, on saatte fikrim ile yapamıyorum; o bir saatlik risaleyi, iki gün istidadımla, zihnimle yapamıyorum, ve o bir günde altı saatlik risale olan "Otuzuncu Söz"ü ne ben ve ne de en müdakkik, dindar feylesoflar, altı günde o tahkikatı yapamazlar ve hâkezâ... [21]
Kur'an'daki ayetlere batınî (görünmeyen) yorumlar getirme [değiştir]
Kuran'a batınî(gizli, bilinmeyen) yorumlar getirirken bu manâlarda kendisinden ve talebelerinden, risalelerinden söz edildiğini iddia etmesi tepkiye neden olmuştur.
Madem ki, Kur'an sana Said (sâd ile) demiş... Elbette hem için temiz ve tahir, hem de dışın
Gaybı bilmek ve ebced ile Kur'an'ı yorumlama, bilinmeyen bir kaynaktan ihtarlar alma [değiştir]
Geleceği bildiğini söylemesi, Kur'an ayetlerini ebced hesabına tabi tutup harflerin rakkam karşılıklarını toplayarak Kur'an'da kendisinden, şakirtlerinden, risalelerinden bahsettiği ebced hesabına göre çıkan rakamların kendileri ile ilgili tarihleri verdiğini iddia etmesi eleştiri konusu olur.
Bilinmeyen bir kaynaktan ihtarlar ve gaybden (gelecekten) haberler aldığını buna göre risalelerini düzenlediğini söylemesi nedeniyle dini çevrelerde eleştirilir. Eleştirilere göre risalelerini yazdım dememekte onun yerine bir dinin kutsal kitabıymışçasına ve vahiyle gelmişçesine yazdırıldı, ihtar edildi, kendi irademle yazmadım, hakikatten haber aldım vb. ifadeler kullanmaktadır.
Birden şiddetli bir ihtar ile: "Ondokuzuncu Söz’ün âhirine bak!" denildi. Baktım, Risalet-i Ahmediye’nin (A.S.M.) Mu’cize-i Kur'aniye’sinde tekraratın çok güzel hikmetleri, tam tefsiri olan Risalet-in-Nur’da tamamiyle tezahür etmiş. O tekrarat, o hikmetler için tam yerinde ve münâsib ve lâzım olmuş. [22]
Birden bir ihtar-ı gaybî ile kat'î kanaat verecek bir surette kalbime geldi. Denildi ki: "Ciddî bir alâka ile senin eskidenberi tekrar ettiğin "Bir ışık var, bir nur göreceğiz" diye müjdelerin te'vili ve tefsiri ve tâbiri; sizin hakkınızda belki îman cihetiyle, Âlem-i İslâm hakkında dahi en ehemmiyetlisi Risale-i Nur’dur.[23]
Kur'an'daki terimleri yanlış yorumlama [değiştir]
Bazı din alimlerince Fâtır Sûresinde geçen kıtmîr kelimesini (kelp:köpek) olarak tefsir etmesi bilgisizliğine örnek gösterilmiştir. Ayetteki kelimenin anlamı çekirdek üzerinde ince kabuk, çekirdek zarı yani benzetme olarak değersiz şey anlamındayken(Fâtır 13/35) Said-i Nursi tarafından (kelp:köpek) olarak tabir edilir.
Meselâ: Sure-i Kehf’de: "ve sâminuhum kelbuhum" kelimesi, altında yapraklar delinse: Sure-i Fâtır’daki "kıtmîr" kelimesi, az bir inhirafla görünecek ve o kelbin ismi de anlaşılacak.[24]
Kehf suresinde verilmeyen köpeğin ismi Said-i Nursi'ye göre Fâtır sûresinde verilmiştir. Din alimleri köpeğin isminin ve Ashab-ı Kehfin isimlerinin bilinmediğini Kehf sûresinde Ashab-ı Kehfin (ve köpeklerinin) isimlerini, kaç kişi olduklarını tartışmanın Gayba taş atmak(Kehf (22/18) diye adlandırıldığını söylerlerken Kurandaki kıssaları anlayıp ibret almak yerine köpeğin ismi ashab-ı kehfin kaç kişi oldukları gibi Kuran tarafından eleştirilen konuları irdelemenin yanlışlığını vurgularlar. Din alimlerine göre köpeğin ismi sadece israiliyat kaynaklarında yer almaktadır. İslami kaynaklarda köpeğin ismi yoktur ve islam alimleri köpeğin ismi ile ilgilenmemişlerdir. [25] Bu ve benzeri örneklerle Kuran'a batıni (açıkça söylenmeyen ve gizli olan) yorumlar getirmesi ve Kuran'ın gerçekten anlatmak istediği konuları görmezden gelmesi eleştirilir.[26]
Kuran'a aykırı fikir beyan ettiği iddiaları [değiştir]
İşaratul İcaz isimli tefsirinde Kuran'ın Hristiyanlara dinlerini terketmeleri şartını bildirmediğini savunur:
Kur’an size bütün bütün dininizi terk etmeyi emretmiyor. Ancak itikatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat–ı diniyye üzerine üzerine bina ediniz diye teklifte bulunuyor. İşaratül İcaz s.55
Hristiyanlar ile ilgili Kuran'a ters fikirleri muhafazakâr yazarlar tarafından kamuoyunda tenkit edilmektedir.[27]
Risalelerini okuyanların cennete gireceğini söylemesi [değiştir]
Aşağıdaki sözü cennetin anahtarını dağatması olarak yorumlanır. Diğer taraftan Hz. Muhammed'in bile sadece bir-iki sahabesine cennete girebileceklerini söylemesi vurgulanarak bu sözlerdeki yanlışlık anlatılır.
işaret ve beşaret-i Kur'aniyede ifade eder ki: "Risale-i Nur dâiresi içine girenler, tehlikede olan îmanlarını kurtarıyorlar ve îmanla kabre giriyorlar ve Cennete gidecekler." diye müjde verirler.
[28]
Cuma namazına katılmaması ve nedenleri [değiştir]
Aşağıda sözleriyle, bazı hallerde cuma namazının mensubu olduğu Şafii mezhebince farz olmadığını ve kendisinin de bu yüzden düzenli olarak cuma namazı kılmadığını açıklar.
Bana itiraz edenler, gizli ayıplarımı bilmiyorlar. Yalnız zahiri bazı hatalarımı bahane edip derler: "Said Cum'a cemaatine gelmiyor, sakal bırakmıyor" gibi tenkidleri var.
Elcevap: Ben, çok kusurları kabul ile beraber derim: Bu iki mes'elede büyük mâzeretlerim var. Evvelâ: Ben Şâfiîyim. Şâfiî Mezhebinde Cum'anın bir şartı; kırk adam imam arkasında Fâtiha okumaktır. Daha baska şartlar da var. Onun için burada bana cum'a farz degil. Ben, mezheb-i Âzamîyi takliden, bâzan sünnet olarak kılıyordum. Elmadağ Lâhikası I, 45, Yirmiyedinci Mektuptan
Said-i Nursi, yine Emirdağ Lahikasının başka bir yerinde camiye, cumaya gitmediğini yazar ve cuma namazı kılmamasının sebebini kalabalıktan sıkılma hastalığına dayandırır.
Hem camiye, cumaya gitmeye beni men'eden merdumgirizlik hastalığı. Emirdağ Lâhikası I, 280, Yirmiyedinci Mektuptan
Said-i Nursi'nin camiye ve cumaya gitmemesini eleştirenler, İmam Şafî'nin kalabalık olmayan bir yerde eğer 40 kişiden fazla cemaat bulunmuyorsa cuma namazı kılmanın farz olmayacağına fetva verdiğini bu durumun sadece küçük köy ve mezralarda geçerli olduğunu oysa ki Said-i Nursi'nin yaşadığı yerlerin büyük kasaba ve şehirler olduğunu yazarlar. Kendisini eleştirenlere göre Said-i Nursi bazı siyasi mülahazalarla cuma namazı kılmamaktadır.[29]
Kronoloji [değiştir]
* 1878 – Bitlis’in Hizan İlçesine bağlı İsparit Nahiyesinin Nurs Köyünde dünyaya geldi.
* 1888 – Medrese eğitimini tamamladı.
* 1894 – Van’a giderek orada coğrafya, matematik, jeoloji, fizik ve kimya gibi müsbet ilimleri öğrenmeye başladı. Kendisine Bediüzzaman lâkabı verildi (Hadisesi ise şöyleydi: Molla Fethullâh ismindeki alim Said Nursi'ye çalışmalarındaki üstün başarıyı ve zekasına şahit olunca Hafıza gücünü de test etmek istedi. Makamat-ı Haririye ismindeki çok karmaşık ifadeleri olan eserin iki satırını iki sefer okuyup ezberlemesini istedi. Said Nursi de tam sayfayı bir kez okuyup ezberledi. Molla Fethullah iyice şaşırarak "Zeka ile hıfzın ifrat derecede bir kimsede tecemmuu nadirdir" dedi. Ve bu ancak asrın Bediüzzamanı yapabilir dedi. Bu onun için lakap oldu.).
* 1907 Toptaşı akıl hastalıkları hastanesine yatırıldı. [30]
* 1907 – Eğitimle ilgili islam ve bilimi eksen alan projelerini padişaha sunmak üzere İstanbul’a geldi. Van'da kurmayı planladığı Medresetü'z Zehra padişah tarafından kabul gördü ve ödenek ayrıldı.
* 1909 - İttihad-ı Muhammedi Fırkası (Fırka-i Muhammediye)kuruluşunda kurucu üye olarak yer aldı.
* 1909 – 31 Mart Olayı sebebiyle Divan-ı Harp Mahkemesinde yargılandı.
* 1911 – Şam Emeviye Camii'nde büyük bir hutbe okudu. Bu hutbe daha sonra Hutbe-i Şamiye adıyla kitaplaştırıldı. Münâzarat ve Muhakemât gibi eserlerini telif etti.
* 1915 – Birinci Dünya Savaşı'na katıldı.
* 1916 – Bitlis savunması esnasında yaralanarak Ruslara esir düştü.
* 1918 – İki buçuk yıl süren esaretten, bir Rus askerin yardımıyla firar etti. İstanbul’a geldi. Devrin tek İslâm Akademisi olan “Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye”ye üye oldu.
* 1919 - 19 Ocak 1919’da Mustafa Sabri, İskilipli Mehmet Atıf Hoca, Ermenekli Saffet efendi gibi din ve eğitimcilerle birlikte daha sonra Teâli-i İslâm Cemiyeti adını alacak Müderrisler Cemiyeti'nin (Cemiyet-i Müderrisîn) kuruluşuna üye olarak katıldı.
* 1919 – Mesnevî-i Nuriye adlı eserini yazmaya başladı.
* 1920 – İstanbul’un İngilizler tarafından işgali üzerine Hutuvât-ı Sitte adlı bir eser yayınladı. Bu eser yüzünden işgal kuvvetleri tarafından gıyabında ölüm cezasına mahkûm edildi.
* 1922 – Zaferden sonra Mustafa Kemal Atatürk tarafından Ankara’ya TBMM’ye dâvet edildi. Burada mebuslara hitaben hazırladığı bir beyannamede dinden uzaklaşıldığı iddiasında bulundu.
* 1923 – Ankara'yı terkederek talebe yetiştirerek münzevi bir yaşam sürmek üzere Van'a yerleşti. Öğrencilerine ders vermeye başladı. Erek Dağı’nda iki senesini geçirdi.
* 1925 – Şeyh Said İsyanı'ndan sonra Burdur’a sürüldü ve Burada Nur’un İlk Kapısı isimli eserini yazdı.
* 1926 – Barla’ya sürüldü. Burada Risale-i Nur’u telife başladı. Sözler ve Mektubat’ın tamamı, Lemalar’ın da büyük bölümünü burada yazdı.
* 1934 – Barla’dan Isparta’ya sürüldü.
* 1935 – “Gizli cemiyet kurmak, rejimin temel düzenini yıkmak” iddiasıyla Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde aleyhinde dâvâ açıldı ve mahkeme neticesinde Tesettür Risalesi’nden dolayı 11 ay hapse mahkûm edildi. 120 öğrencisiyle birlikte Eskişehir Hapishanesinde tutuklu kaldı ve orada tecrid altında tutuldu.
* 1936 – Hapis cezasının bitiminden sonra 7 yıllığına Kastamonu’ya sürüldü.
* 1943 – 126 talebesiyle birlikte tekrar "rejimin temel düzenini yıkmak" suçundan tutuklanarak Denizli Hapishanesine sevk edildi. 9 ay tutuklu kaldı.
* 1944 – 9 aydan sonra Emirdağ’a götürüldü ve burada zorunlu ikâmete mahkum edildi.
* 1948 – Aynı suçlamalarla tekrar tutuklanarak 54 talebesiyle birlikte Afyon Hapishanesine sevk edildi. Yaklaşık 20 ay hapiste kaldı. Buradan tekrar Emirdağ’a götürüldü.
* 1952 – Gençlik Rehberi eseri hakkında açılan dava münasebetiyle İstanbul’a geldi ve bu davadan beraat etti.
* 1953 – Emirdağ’a döndü. İkinci defa İstanbul’a geldi ve üç buçuk ay burada kaldı. Bundan sonraki hayatı genellikle Emirdağ ve Isparta’da geçti.
* 23 Mart 1960 – Şanlıurfa’da vefat etti. (Şu an mezarının nerede olduğu tam olarak bilinmemektedir.)
