Türk'ün yolculuğu Tarih'in yolculuğu

aytoldi

New member
Katılım
14 Ara 2006
Mesajlar
1,156
Reaction score
0
Puanları
0
Ve dediler ki bir gün, binlerce yıl aldı senin yolculugun;
bir suyun sesi vardı bir de rüzgarın
tarihe tarih denmeden önce.
"Ol" dendiğinde çamur kıpırdandı.
Balçığa gün vurdu,ışıga çıkmak istedi canlı.
Suyu emdi; kuru toprağa kök saldı.
Güneşi emdi; göğe dal saldı.
Balçıkta kalanlar vardı.
Işığı görmek istedi; göz verildi, ışıktan kaçmak istedi; akıl verildi.
Aklıyla övündüğü gündü tarihin yazıldığı gün.
aklını yönetenler o gün bir destan yazdılar; Türeyiş Destanı dediler adına.
Yazıları, kitapları yoktu. Çocuk belleklerine yazdılar destanı.
Ama isimleri vardı.
Diline geleni taşa kazımayı öğrendiğinde tarih ismini de yazdı.

Dağ eğildi de üzengi olduk asıldık. Çeliği pek tutacak suyumuz vardı.
Toynaklarında kıvılcımlı nalları atlarımızın sağrılarında çok bilişli ak kızlarımız,
oğlanlarımızla bir oynaştı pusatlarımız.
Yanı başımızda ev kurumlu evdeşlerimiz,
kısraklarımızda bir nakışlı eyerlerimiz,
kopuzlarımızda iç çekişli mut yırlarımız.

Yol tuttuk, iz sürdük, yurtlandık.
Destanın başında Oğuz Kağan'dı adımız.
Gün doğumunu sırtlanıp yürüyüverdik.
Attila koyduk destanımızın adını.

Bumin ve İstemi atalarından birlik öğüdü görmüş Bilge ve Kültiğin.
Dirlikmiş birliğin öğüdü.
Ben, Tanri'dan olma Türk Bilge Kağan,sözlerimi iyice işitin.
Önce siz kardeşlerim, oğullarım, birleşik boyum
ve ilerde gün doğusuna, geride gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar halkım!
Türk Milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım.
Kardeşim Kültigin'le ölesiye, yitesiye çalıştım.
Milletimi ateş ve su gibi birbirine düşman etmedim.
Çıplak halkı giyimli kıldım,
fakir halkı zengin kıldım.
Güçlü devleti olandan, güçlü hakanı olandan daha iyi kıldım.
Türk Milletini düşmansız kıldım.
Ey Türk Milleti! İşit.
Üstteki mavi gök çökmedikçe, alttaki yağız yer delinmedikçe
senin devletini ve yasanı kim bozabilir.

Çökmedi mavi gök, delinmedi yağız yer,
güneş yaktı toprağı güneş yaktı suları.
İnsan göğe bakındı, insan yere bakındı.
"Tanrı beni unuttu mu?" "Tanrı beni unuttu mu?"
Bir lokmaya bin ağız açıldı. Bir yuduma ölüyorlardı.
"Göç göç" diyen kuşlar uyuyorlarmış, gagaları kanatlarına gömülmüş tekin.
Gün beyleri oturdu, danıştılar.
Bir susuz kara aygırlarına, bir sütü kesik analarına, bir meyve vermez ağaçlarına, bir kıraç yere bakındılar.
Su istediler; Tanrı'nın suyundan bir yudum su.
Bakır bakışlıydı güneş, demir göz alıyordu.
Çocuğun kirpiğinde toz, kadının saçında beyaz, adamın sakalında güneş sarısı.
Rüzgara tuttular yüzlerini; gözlerini göğe diktiler de öyle yürüdüler.
Taşları yalarken gökteydi bakışları.
Ala çadırlar azaldı, kor ocaklar azaldı, kara aygırlar düşüp kaldı,
kuru bebeler toprak oldu.
Yağmuru bulduklarında uzun bir yoldan gelmişlerdi, uzun bir savaşa durdular.
Yağmurun sahibi vardı,
paylaşmıyorlardı.
Ben, Satuk Buğra Han, el aldım atam Bilge Kül Kadir Han'dan,
uzun yoldan yağmura geldim, yağmuru düşümde gördüm.
Dudaklarıma serin serin değiverdi.
Alnımı bir aydınlık okşadı.
Sordum;"kimsin?"
"Muhammed" deyiverdi.
Şahadetle nurlandım. Yağmuru aldım paylaştım.
Alp'tım, Alperen oldum, soyuma el verdim, soyuma yasamı verdim.
Rüzgarla koştu otları, nefesle yetti atları.
Yandım deyene vardılar, yetiş deyene yettiler.
Bir denizden bir denize, bir nehirden bir nehire at sürerek çoğaldılar.

El aldım Selçuk atamdan.Uzun yoldan geldim. Malazgirt'te durdum.
Ben, Alparslan Han,
bir kılıcım var belimde, bir kısrağım var altımda.

Ve dediler ki bir gün, demir dağı eritip, Anadolu'da yeniden kıvılcımlanan ateşi södürmek istemişler.
Kor çeliğe su vermek gerekmiş, çünkü kalkanlar çiçekten örülmezmiş.
Selçuk atam hediyesi, Ertuğrul babam emanetiDomaniç yaylağıma gelin.
Meğer ki saraylar kurdunuz, meğer ki şaraplar içtiniz, meğer ki atlaslar giydiniz,
kan rengi yüzükler taktınız, altın kabzalar kuşandnız.
Anadolu çilesinden ki biz ki Kayı beyleri Oğuzun Anadoludan toprak donumuzu giyeriz,
demire su verir, çalarız çeliği mermer otağımıza.
Çün biz var idik, çün biz varız.
Ben, Ertuğrul oğlu Osman! Anadolu beylerinin beyi Osman!
Hele gelin!
Devlet-i Ebed-i Müddet, sonsuza kadar adalet, sonsuza kadar devlet, sonsuza kadar hürriyet, sonsuza kadar millet.

Sancağa hilali nakşeden kim?
Denize karadan yürüyen kim?
Alevi semadan düşüren kim?
Çağ açıp çağ kapayan, toy kurup, tuğlar diken,
fethedip İstanbul'u Osmanlı kılan Türk kılan kim?
Açtığımız kapı bize muştulanmıştır.
Kilidi kıran ele kutlular olsun.
O el nerdedir?
O el toplarımızla dövdüğümğüz hisarda, hisarın kana boyanmış enkazında, hala sımsıcak
Şehadet sözcüğü dudaklarda
Armağan olsun elin sahibine
Ulubatlı Hasan'ı veren Anadolu'ya
Çün İstanbul onundur artık.
Bu kapıdan yürüsün güneşe, bu kapıdan yürüsün geleceğe.
Batıdan doğuya, doğudan batıya ilmimizle geldik ilmimizle, inancımızla geldik inancımızla, adımızla geldik adımızla yaşayalım.

Atam Oğuz'un oğulları durup oturmadı.
Güneşi sırtlanıp batıya yürüdüler.
Suyun kokusunu alıp güneye yürüdüler.
Vedalaştıkları yerde sözcüler bıraktılar, tarihe tanık bekçiler bıraktılar.
Dört yöne tanıklar bıraktık.
Gün geldi dört yönden kuşatıldık.
Can evimizden vurmaktı niyetleri, asırları hafızamızdan silmekti.
Şah damarında cenge tutuştuk Osmanlının
Tırnaklarımızla yırtıyorduk bağrımıza uzanan pençeleri.
Demir parmaklıkları kırıp suya gömerken tarihe Mustafa Kemal adını yazdık.

Atlılar atlılar hiç uyumadılar. Kara kalpaklarını alınlarına düşürdüler.
Yolun sonuna baktılar, gördüler.
Arkadaşlarını yol üstünde bir ağacın yamacına, kardaşlarını buz tutmuş siperlerde, çocuklarını öfke yutmuş düşman elinde, analarını iki eli Allah'a açılmış bıraktılar,
babalarıyla zaten cephede helalleştilerdi.
Hiç ağlamadılar, hiç uyumadılar.
Bir soğuktan gözleri yaşardı, bir de alevli güneşten.
And içmişlerdi;
titrek elleriyle Serv'e gidip
kelle kurtarmak için imza atanlara, zavallı canı için ata yurdunu
İngilize, Fransıza, Yunana, İtalyana peşkeş çekenlere,
utanmadan dönüp gelenlere hesap sormaya and içmişlerdi.
Rütbelerini İstanbul'da bıraktılar.
Artık Mustafa Kemal'in ordusuydular, Türk'ün odrdusuydular.
Değil mi ki son kurşunu kuşaklarına sokup, kurşunu yoksa yabasını sırtlayıp, orağını, tırpanını bileyip Kuvva oldular, artık halkın ordusuydular.
Ankara'nın ordusuydular. TBMM'nin ordusuydular.
Rütbelerini Başkomutan'dan aldılar.

Ve dediler ki bir gün; dönüp geriye baktığında meçhul gölgeler görmeyeceksin.
Yol yürünmüş ayak izlerin kalmıştır.
Kurdun gölgesi batıya uzandığında, ayağında zincir yüklü soydaşımı anlattım oğluma Diline pranga vurulmuş ozanların türküsü için hayır diledim.
Manas'ı çığırırken niye ağlıyorlar anlattım gücüm yettiğince,
Ergenekon niye yasak anlattım oralarda.
Başkomutanım özgürlük aşkıyla hatırladım ata topraklarımı
Toprak, kızıl elmaya uzandığında dile gelip konuştu;"Bir ağaca öz su verdim" dedi."Dallarına sızdırdım. Sızan özün kokusundan tanışasınız diye. Binlerce yıllık birliktelikte bir kaç günlük ayrılık nedir ki? Bir ağacın yaprağı sararıp döküldüğünde dibine düşer. Bir ağacın yapraklarıyız biz, yazı kışı birlikte yaşadık, birlikte yaşarız."

Ve dediler ki bir gün, köşe başlarındaki pusular güneş altındadır.
Yol arkadaşlarından geride kalanlar da olacak hala ayaklarına dolananlar da.
Batıya çıkan yolu yürüyüp gelen sensin.
Kuzeyde üşüyen, güneyde terleyen sensin.
Doğudan yürüyüp gelen de sen değil miydin?
Geldiğin yolda senin için işaretler var. Şimdi daha hızlı yürümelisin.
Yorulana bakıp üzülme. Yoluna çıkana bakıp umudunu yitirme.
Bugüne kadar her şey yazıldı. Şimdi sen yazıyorsun.
Tarihi en büyük Türk'le Atatürk'le yazıyorsun.

Ve dediler ki bir gün, Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir.
 
Geri
Üst