Üstad hiç kimse Türk'ün adını Türkiyeli olarak değiştiremez. Velev ki damarlarında Türk kanı akanlar Türktür. Ama eğer damarındaki kan Türk kanı değilse, Bu adamın Türkiyede yaşamaya,Türk Vatandaşı olmaya hakkı yokmudur. Milli takımımızda orta sahamızı daha güçlü yapmak için Taa brezilyalardan getirip Vatandaş yaptığımız adama Türklüğü zorla kabul ettiremezsin. Bu adam Türküm demiyor diyede silip atamazsın , Nihayetinde ay yıldızlı forma ile ter döküyor. Konuyu çarpıtıp açılım sürecini sulandırmaya çalışan kimlere hizmet ettiği belli olan bir takım ağızların gazına gelerek bu konuda İktidardakileri Bölücülükle yada Ülkenin adını değiştirmekle suçlamak , tabiri caizse " Öküz Altında Buzağı aramakla " eşdeğerdir.
Değerli kardeşim hiç bir çalışmayı veya icraatı art niyetli olarak görmedim, art niyetli veya ihanet olarak görmek başka kabul etmemek başkadır. Komünizmde bu devlete hakim olmaya çalıştı komünizmi savunan yurdum insanıda komünizmi biricik düzen olarak gördü, ülkesine milletine en yakışan sistem olarak telakki etti. Ancak biz bunun bir felaket olacağına inandık ve karşı çıktık. Bugünde globalizmin dalgasına kapılıp daha fazla bireysel özgürlük, daha fazla demokrasi çığlıkları arkasında elimizden uçup gidecek olan değerleri savunma içgüdüsüdür hassasiyetimiz. Açılım sürecini siyasi bir fırsat olarak görüp değerlendirenlere beni de dahil edeceğinizi zannetmiyorum. Bu yüzden gaza gelmeyeceğimden emin olabilirsiniz.
Türk tanımını sadece biyolojik olarak yapmışsınız, ne soyumu araştırdım nede kanıma baktırdım o halde benim türklüğüm nereden geliyor? Ve Türklüğü savunma daki muradım nedir? Size iki adet örnek vereceğim belki hassasiyetimiz daha iyi anlaşılır:
Şanlı peygamberimizin soyundan gelen (seyyid) yani safkan arap soyu- meşrebi kuşaklarca belli. Arvasi ailesinden iki portre:
"Ben Afrika'nın ortasında dünyaya gelmiş ve bu akla da sahip olsaydım Tereddütsüz Türk Milliyetçisi olurdum. Çünkü ben Türk Milletinin de , İslam Alemin de mazlum milletlerinin de kurtuluşunun Türk milliyetçilerinde , Türk - İslam Ülkücülerinde olduğuna "Amentüye iman ettiğim" gibi inanıyorum"
Seyyid Ahmet Arvasi
-----------------------------------------------------------------------------------------
Seyyid, yani Hz. Muhammed (s.a.v)'in soyundan olması nedeniyle ecdadı aslen Arap olan Arvasî'nin, kaynağını Türk-İslâm Ülküsü'nden alan bir Türk milliyetçisi olması üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Böyle bir şuurlanmanın altında yatan olgun idrâk gücü onun ailesinden gelen Muhammedi asaletten kaynaklansa gerektir. Bu asaletin nurlu izlerini şu tarihi olayda bulmak mümkündür:
Osmanlı'nın dağılma döneminde, müritleriyle birlikte Suriye üzerinden Arabistan'a giden Abdulhakim Arvasî'ye oranın ileri gelenleri, kendisine medrese yapacaklarını ve her türlü imkânı sağlayacaklarını taahhüt ederek Arabistan'da kalmasını istemişlerdi. "Osmanlı zâten öldü, Türk diye bir şey kalmamıştır." denilince, Abdulhakim Arvasî Hazretlerinin sinirlenip: "Dünyada iki Türk kalsa birisi benim" diyerek, ömrünün sonuna kadar Müslüman Türk'ün dâvasına sahip çıkacağını ifâde etmesi dikkate şayandır."
Bu iki ismin cumhuriyet tarihinde İslam adına hizmetleri ve milletin tahrip edilen imanını onarma adına verdikleri mücadeleyi şahısların hayatlarını kısaca okuyarak idrak edebilirsiniz. Konuyla alakalı daha evvel açtığım bir konuyuda iliştiriyorum umarım daha net anlaşılır:
----------------------------------------------------------------------------------------
"DOĞU ANADOLU GERÇEĞİ”
“Kesin olarak iman etmişimdir ki, Müslüman Türk Milleti ve onun devleti güçlü ise İslam Dünyası da güçlüdür. Aksine bir durum varsa, bütün Türk Dünyası ile İslam Dünyası da sömürgeleşmektedir. Galiba bu durumu en iyi idrak edenler düşmanlarımızdır. Onun için, bütün İslam Dünyası’nı esir almak isteyen “ şer kuvvetlerinin” ilk hedefi Türk Devleti ve Türk Milleti olmuştur. Tarihten ibret almasını bilenler, bunu ayan beyan göreceklerdir.Durum günümüzde de aynıdır.
Onun için diyorum ki, Türk Devletini yıkmak ve Türk Milletini parçalamak isteyen bölücüler, yalnız “ Türklüğe” değil, “İslam’a” da ihanet etmektedirler.”
Seyyid Ahmed Arvasi
Başlık olarak , Alperenlerin Hocası Merhum Seyyid Ahmed Arvasi Hocamızın “Doğu Anadolu Gerçeği” adlı eserinin adını koyduğumuz bu yazıda; Van’ın Arvas İlçesinde doğup büyümüş ve bölgenin coğrafi,kültürel ve ekonomik durumunu çok iyi bilen bir sosyolog olan Hocamızın kendi tabiriyle “Şark Meselesi” hakkında yazmış olduğu eserinden alıntılar yaparak başladık.Türk fikir hayatının bize göre yaşayan en önemli simalarından olan M. Niyazi Özdemir Hocamızın “Millet ve Türk Milliyetçiliği” kitabında sunduğu bazı bilgileri sizlerle paylaştık.Kendisi de aslen Malatyalı olan Prof.Dr. Orhan Türkdoğan Hocamızın bölgede yapmış olduğu sosyolojik araştırmaların da yer aldığı “ Etnik Sosyoloji” kitabından bazı noktalara yer verdik.Bir dönem Türk Siyasi tarihinde önemli bir yeri olan ve yakın tarihe tanıklık etmiş bir isim olarak “Hacı Ahmet Er Horasani” Amcamızın konu ilgili görüşlerine yer vererek Alperenlerin konu ile ilgili nihai tavrını belirtmek istedik.Milletimizin uzun yıllardır gündeminde olan konularla ilgili bilgi sahibi olmak isteyenlerin ismini verdiğimiz kaynaklardan yararlanmalarının faydalı olacağı kanaati ile…
“ Esefle belirtelim ki bugün vatanımızda ister istemez bir “ŞARK MESELESİ” vardır.” Ancak bu mesele gündeme gelince birileri ısrarla hemen “Kürtlük meselesini” gündeme getirmek isterler. Sanki vatanımızın doğusunda Türk Milletinden ayrı bir unsur yaşamaktadır ve burası sanki “farklı bir toprak parçasıdır”.(1)
Birileri öyle bir hava estiriyor ki sanki Doğu bölgelerimiz bütün tarih boyunca “Kürdistan”dır ve sanki orada Türk Milletinden ayrı bir unsur olarak “Kürtler” yaşıyor.
Oysa Doğu ve Güney-doğu Anadolu’muzun tarihi, kültürel ve sosyal yapısı tarih boyunca sık sık değişmiş, bu bölgemiz zaman içinde çeşitli kavimlerin hakimiyetinde kalmıştır. Hurriler, Hititler, Urartular, Sakalar, Persler, Medler, Makedonyalılar, Müslüman Araplar ve Doğu Romalılar bu bölgede 1071 Malazgirt zaferi öncesi hakimiyet kurmuşlardır.Şunu hemen belirtelim ki, bu tarih dönemleri içinde bu bölgemizde ne ”Kürdistan” diye bir coğrafya vardır, ne de bir ”Kürt devleti” mevcuttur.
“ Kaldı ki 1071 den sonra Anadolu toprakları yüzlerce Oğuz ve Türkmen boyuna açılmış, mukaddes Anadolu toprakları “Doğu” dan başlayarak vatanlaştırılmıştır. Akkoyunlu, Karakoyunlu, Danişmendoğulları, Mengücekoğulları, Saltukoğulları, Artukoğulları Türkmen Beylikleri bu bölgelerde kurulmuş, Kutalmışoğlu Süleyman Şah birliği sağlayarak Anadolu Selçuklu Devletini bu bölgemizde kurmuştur. Dulkadiroğulları, Ramazanoğulları yine bu bölgede hüküm süren Türkmen Beylikleridir. ”Burada sorulması gereken önemli bir soru var. Doğu ve Güneydoğu Anadolu da bu kadar Türkmen Beyliği kurulduysa bunların torunları şu anda neredeler? Bu sorunu cevabını ileride vereceğiz.
Esasen 1071 den sonra Doğu ve Güneydoğu bölgemizin tarihi ve kültürel yapısı gayet berrak ve aydınlıktır. Ancak 1071 e kadar olan müphem ve karanlık dönemler, milletimizin düşmanlarının ve onların maşaları olan bölücülerin bu bölgelerimizle alakalı kendi niyetlerine göre “tarih teorileri” oluşturmasına zemin vermiştir. Yazık ki bu teoriler, meseleye hakim yetkili ilim ve fikir adamları tarafından çökertilmesine rağmen kamuoyuna gerçekmiş gibi sunulmuş, mesele apaçık olmasına rağmen geniş kitlelerin zihinleri bulandırılmıştır.
Milletimizin düşmanlarının ve onların maşası olan bölücülerin ortaya koydukları “tarih teorilerinin bazılarına göre Kürtler, Medlerin, Guttilerin veya Kardukların soyundandırlar. Ancak bu teoriler ilim adamları tarafından çökertilince kendilerine Türk Milletinden ayrı bir tarih bulma ümidinde olanlar, M.S 10.yy da yaşamış Mervanoğullarına tutunmak istemişler, fakat bu emirliğinde ”Arap “ olduğu anlaşılınca bu sefer Eyyubi hanedanına sahip çıkmak istemişlerdir. Eyyubi Devletinin de ahalisinin ekseriyetinin Arap, yöneticilerinin de Türk olduğu ilim adamları tarafından ispatlanmıştır. Nitekim Selahaddin Eyyubi’nin ağabeyinin adı Turanşah’tır. Diğer kardeşlerinin adları ise Tuğtekin ve Böri’dir. Dayısı Mahmud b. Tüküş, enişteleri Muzafferüddin Gökböri ve Unaroğlu Sadettin Mesut’tur. Yine hanımlarından birisi Unaroğullarının kızıdır.
“Kürtçülük cereyanının bir numaralı savunucularından olan, “Kürt Teavün Cemiyeti” kurucularından Dr. M. Şükrü SEKBAN, faaliyetlerine 1908 yılında başlayıp, 1933 yılında Paris’te yayınladığı “La Question Kurde” (Kürt Meselesi) adlı kitabı ile gerçekleri görerek hatasını düzeltmeye çalışmış ve “Kürtlerin” TURANİ bir kavim olduklarını itiraf etmek zorunda kalmıştır”. 25 yıl Kürtçülük hareketleri içinde bulunup sonradan bu ilmi gerçeği itiraf zorun kalan Dr. SEKBAN’ ın bu eseri bu gün neden ortalarda yoktur bu da ayrı bir soru. “Doğu İlleri ve Varto Tarihi” adlı kitabında Kürtlerin Turani bir kavim olduklarını delilleri ile ispat eden M.Şerif FIRAT’ın kitap yayınlandıktan bir hafta sonra bölücüler tarafından katledilip, kitabının da piyasadan toplanması herhalde bu sorunun cevabını da içinde barındırıyor.
Macar asıllı tarihçi Rasonyi Oğuzların 24 boyundan birinin adının “Kürt” olduğunu söyler.”Kürtlerin Tarihi” adlı eserin yazarı Dr.Fritz de kitabında aynı iddialara yer verir hatta Cengiz Hanın komutanlarından birinin adının “Kürt” olduğunu söyler. Nasıl ki bizler bugün çocuklarımıza Ayhan, Gökhan ,Günhan gibi Oğuz Kağanın torunlarının adlarını veriyorsak Kürt ismi de Orta Asya Türklüğünde ad olarak kullanılmakta idi.Alman Profesörü De Groot “Die Hunnen” adlı eserinde aynı gerçeği ifade eder.
Nitekim Orhun kitabelerinden sonra Türklerin eski yazıtlarından olan Elegeş’te ki Yenisey Yazıtlarında” Kürt İlhanı Alp Urungu’ nun” anıtmezarını bulunması bunun en açık delilidir.Bu anıt-mezar, Yenisey Irmağının beş kolundan biri olan Ulu-Kem Çayı’na karışan Elegeş Suyu’nun sol kıyısındadır.Yüksekliği 3,20m ve en geniş yeri 60 cm gelen bu anıttaki GökTürk Alfabesi ile yazılmış 12 satırlık kitabenin 8. satırında şöyle denmektedir :
“Kürt El-Kan Alp Urungu, altunlug keşigim bantım belde, Elim tokuz kırk yaşım”. Yani “ Kürt İlhanı Alp Urunguyum. Altunlu okluğumu bağladım belde, Elim/Devletim otuz dokuz yaşında öldüm”.
* * * * *
Birçok yerli ve yabancı araştırmacı kasıtlı olarak“Kürt” kelimesine etnik bir köken bulmaya çalışmışlar hala da çalışmaktadırlar. Ancak yazımızın başında belirttiğimiz gibi bu çalışmaları ve ilmi gerçeklerle bağdaşmayan teorileri ilim adamları tarafından çürütülmüştür. Kürt teriminin açıklanması siyasal Kürtçülüğün ideologları tarafından bile mümkün olmamıştır.Bunu başlıca sebebi Kürtçe olarak iddia edilen, Kırmanç, Zaza, Lor,Kalhur, Sorani, Gorani ağızlarında bu kelimenin olmamasıdır.İşin garip bir diğer tarafı da bu ağızları konuşan insanlarımızın birbirlerini anlamamalarıdır. Ortak olarak kullandıkları tek şey “yek,dü,se,car, penç “ diye devam eden “Farsça Sayı Sistemi”dir.Oysa ki bir çok Türk lehçesinde “Kürt “ kelimesi “kar yığını” manasını taşır.Farsça ve Arapçaya da bu kelime Türkçeden geçmiştir”.(1)
“ Aslında Kürtler kendilerine “Kırmanç” derler. Az evvel de belirttiğimiz üzere kullandıkları ağızlar da “Kürt” kelimesi yoktur.”Kırmanç” Orta Asya Türkçesinde “yay” demektir.Eski Türk Kültüründe boyların kendilerini yay ve oka benzettiklerini okun yaya tabi olduğunu biliyoruz.Kürtlerin kendilerini Orta Asya kökenli bir kelime ile adlandırmaları herhalde konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacak ciddi bir ipucu olsa gerek.”
Anadolu da 1071 öncesi Bizans bünyesinde Hıristiyanlardan başka bir dini topluluğun olmadığı dönemler biliniyor. Eğer Kürtler Anadolu’nun yerli Halkı olsalardı en azından Bizans döneminde Hıristiyan olmaları gerekirdi.Tarihte milletçe din değiştiren toplulukların eski dinlerinden kalma bazı adetleri devam ettirdikleri görülür.Mesela Almanlar 1500 yıldan beri Hıristiyan’dırlar ama hala yaşantılarında putperest döneme ait figürlere rastlanmaktadır.Türkler 1000 yıldan beri Müslüman’dırlar ama hala pınarlara, ağaçlara bez bağlamak gibi Şamanlıktan kalma adetleri devam ettirdiklerini görüyoruz. Kürtlerin de ne Hıristiyanlıkta nede Eski dönem Anadolu Uygarlıklarında bulunmayan ve Orta Asya dışına taşmamış Şamanlığa ait adetleri Türklerle beraber devam ettirdiklerini görüyoruz. Gelinin başına kırmızı bir bez bağlanması, cenazenin ardından sayha atılması, cenaze çıkan evde yemek pişirilmemesi, Ağabeyi ölen erkek kardeşin yengesi ile evlenmesi … Bunların Hepsi Orta Asya kökenli adetlerdir. Anadolu da yaşayan yaşlı Kürtler bugün bile Orta Asya’da kullanılan hayvan takvimi ile mevsimleri değerlendirirler.
Petersburg Akademisinin yayınladığı Kürtçe- Rusça – Almanca Lügate göre Kürtçeyi oluşturan 8307 kelimenin 3080 i Türkçe, 2000 i Arapça, 1240 ı Zinda, 370 i Pehlevice, 1030 u Farsça , 220 si Ermenice, 300 ü de asıl Kürtçe dir.”(2)
Orta Asya da kullandıkları bazı kelimeleri Türkler unutmuştur, ama Kürtler bu Orta Asya Türkçesi kelimeleri hala kullanmaktadırlar. Mesela Kürtler ekmeğe “nan”, geline “bük” veya “büke”, çadıra “kon” derler. Orta Asya Türklüğü de bugün aynı kelimeleri kullanır. Bugün Türkiye Türkçesinde unutulmuş, ama Kürtçe diye adlandırılan ağızlarda ve Orta Asya da kullanılan Türkçe de 532 ortak kelimenin olduğunu yine Alman Prof. De Groot’un Die Hunnen adlı esrinden okuyoruz.
Seyyid Ahmet Arvasiye göre Kürtçe diye bir dil yoktur. Selçuklular zamanında devlet kayıtları kısa bir süre Arapça, sonrada Farsça tutulmuştur. Farsça konuşan devlet ve bürokratların dini hayatını Arapça düzenliyordu.Evlerde ise Türkçe konuşuluyordu.Farklı üç dilden kırma bir dil teşekkül etmişti.Mesele uzun yıllar Fars-Arap ve Türk Kültür bölgelerinin kesiştiği alanda, özellikle Farsların Kültür Emperyalizmine maruz kalmış Türkmen boylarının coğrafya ve ikliminde etkisiyle kendilerine has bir ağız oluşturmalarıdır. Nitekim etnolojik araştırmalar göstermiştir ki, en ilkel dilin bile kendine mahsus bir sayı sistemi vardır ve milletler hayati ihtiyaçlarını kendi dilleri ile ifade ederler. Oysa Kürtçenin böyle bir özelliği yoktur.
Vatanımızın Doğu’sunda ayrı bir dil ve ayrı bir millet ihdas etmek isteyen emperyalistler uzun yıllardır bu faaliyetlerine devam etmektedirler. Ve maalesef öz be öz Türkmen çocukları kendi kültürlerine yabancılaşmış kendilerini ayrı bir unsun olarak görmeye başlamışlardır. Menfi propagandalar o kadar güçlü ve gafletimiz o kadar derindir ki bir çok “aydın” sandığımız kişi Doğu ve Güney-doğu bölgemizi “Kürdistan” ve orada yaşayan Türkmen ve Oğuz Çocuklarını “Kürt” sanır.
Sözün burasında Van eski Milletvekili İbrahim Arvas’ın bir hatırasını nakletmek istiyoruz, İbrahim Arvas Bey anlatıyor;
“Bendeniz Şemdinan Kaymakamı iken “Gerdi” Aşireti Reisi Oğuz Bey’e sordum:
Bu ad, Türk adıdır. Sana nereden gelmiş? Dedi ki ; Ben ailede ki yirmi birinci Oğuz’um. Bizde ki anane; baba evladına kendi babasının ismini verir ve bu böylece müteselsilen devam eder.
Maalesef , Oğuz Bey, Türkçe bilmiyordu.Amcası Kılıç Bey’de öyle… Ve Koçbeyi Aşireti Reisi Mehmet Emin Bey de böyle idi.”
* * * * *
Prof.Dr. Orhan Türkdoğan da “Etnik Sosyoloji” isimli çalışmasında Hakkari Yüksekova ve Van Başkale bölgesinde yaşayan Pinyanişi Aşireti ileri gelenlerinden Ahmet Koç ile yaptığı söyleşide, Koç’un “ yaptığımız tüm araştırmalar bize aşiretimizin Orta Asya kökenli olduğunu gösterdi” dediğini nakleder.Yine aynı eserde Prof.Dr Türkdoğan, Ertuşi, İzoli,Beritan, Milli,Türkan, Alikan gibi aşiretlerin esasen Konar-göçer Türkmenler olduğunu tafsilatıyla anlatmaktadır. Özellikle Tunceli Hozat bölgesinden bir Zaza Alevi Köyü ile, Erzincan Tercan Bölgesinden bir Kırmanç Alevi köyünde yapmış olduğu incelemeler dikkate şayandır.Zira bugün ayrı bir milletten, ayrı etnik kökenden oldukları birileri tarafından ısrarla iddia edilen bu vatandaşlarımız köklerinin Horasandan geldiğini bizzat belirtmişlerdir.(3)
“ Dil bir milletin oluşumunda çok önemlidir. Ancak bir milleti oluşturan unsurlardan değildir.Bugün Amerika da ve Güney Afrika’da İngilizce konuşulmaktadır.Ama kimse bu ikisinin aynı milletten olduklarını iddia edemez.Avşarlar Oğuz boyuna mensup olmalarına rağmen Kürtçe konuşmaktadırlar.Urfa’da en kalabalık aşiretlerden biri Karakeçili Aşiretidir.Osmanlılarda Kayı boyunun Karakeçili Aşiretindendir.Urfa daki Kürtçe Söğütteki Türkçe konuşmaktadır.Dil farkına rağmen birbirlerini aynı milletten gördükleri için kolayca birbirinin dillerini benimsemişler bazı Kürt aşiretleri Türkçe, bazı Türk aşiretleri de Kürtçe konuşmaya başlamışlardır.
Kimliği oluşturan üç ana unsur vardır.Bunlar din, tarih ve coğrafyadır.Türklerle Kürtler ayrı unsurlardan gelseler dahi – ki biz aynı kökten geldikleri kanaatindeyiz- bin yıldan beri aynı dini aynı tarihi ve aynı coğrafyayı paylaşıyorlar.Kimliklerini belirleyen unsurlar bir olduğu gibi, kimliklerin müşahade edildikleri mabetleri, mezarlıkları aynıdır,evlilik cenaze gibi seremonileri neredeyse farksızdır.Yani Türklerin kimliği neyse Kürtlerin kimliği de odur.Müslüman Araplarla Türklerin hem mabetleri hem mabetlerdeki tavırları farklıdır.Mesela Şam da ki Emeviye Camii ile Selimiye Camii nin mimarisi bir değildir.Güney Doğu da ki bir Kürt Köyü ile Edirne’de ki bir Türk köyündeki cami mimarı bakımdan aynıdır.Araplar yazın camilerde uyurlar, ama ne Türkler ne de Kürtler camide uyumazlar.Camide uyumak belki İslam’a aykırı değildir ama Türklerin ve Kürtlerin edep anlayışlarına aykırıdır.Arabın mezarlığı ile Türk’ün ve Kürd’ün mezarlıklarını farklıdır, ama Türklerle Kürtlerin mezarlarını ayırmaya imkan yoktur.Farklı milletlerden evlilikleri, o milletlerin arasında olan anlaşmazlıklar genellikle etkiler.Jirkov Bulgaristan’da Türklerin adlarını değiştirmeye kalkınca, Türklerle Bulgarların evlenip kurdukları ailelerin çoğunluğu boşanmayla sona erdi.Uzun yıllardan beri Türklerle Kürtlerin ayrı milletlerden olduğu propaganda edilmesine rağmen bugüne kadar millet ayrılığına dayanan bir sebepten bir Türk-Kürt evliliğinin son bulduğu görülmemesi bütün bu kimlik iddialarının suni olduğunu göstermektedir.
Dünyada hiçbir millet, hiçbir sosyal grup saf olmadığı gibi, Türklerde Kürtler de saf değildir. Nasıl diğer Türk boylarından gelip Türkleşenler olmuşsa ,Belücilerden, Mervanilerden de Kürtleşen olmuştur.1990 lı yıllarda Avrupanın çeşitli üniversitelerinde Kürtlerin tarihi, sosyal yapısı ve dili hakkında 900 civarında doktora tezi yapılmıştır.Bu tezlerin yüzde 93 ten fazlasının Doğu bölgelerimizle hesapları olan Ruslara ve Ermenilere ait olması bizlere ışık tutmaktadır.
Dünyanın ünlü Ansiklopedileri kabul edilen La Rausse, Britannica, Brockhaus’a bakılınca da Türk Kürt ayrımının politik olduğu görülür. Bu Ansiklopedilerin 1950 yıllarına kadar ki baskılarında Kürtlerin ya Turani bir kavim yada Türklerin bir boyu olduğunu okuyoruz.Fakat sonra ki baskılarında ayrı bir kavim oldukları yazmaktadır.Buda Türklerde ki boyculuk hastalığından Batılı milletlerin yaralanmak istediklerini göstermektedir.
Milliyetin tayininde iki etken önemli rol oynar.Biri psikolojik diğeri sosyolojiktir.Bir insan kendisini bir milletten sayıyorsa sosyolojik olarak ait olup olmadığına bakılmaksızın, o insanın o milletten olduğu kabul edilir.Napolyon, kesinlikle Fransız değildir; Korsikalıdır.Büyük ihtimalle Arap asıllıdır.Ama kendini Fransız kabul etmiş, ömrünü Fransa’ya vermiştir.Kimsenin ona ”Sen Fransız değilsin” demeye hakkı olmadığı gibi, belki de ondan daha büyük bir Fransız gelip geçmemiştir.Stalin’de aslen Rus değildir, fakat kendisini Rus kabul etmiş , ömrünü inandığı şekilde Rus milletinin emrine vermiştir. Bugün Oğuz Han’ın torunu “Ben Türk Değilim” diyorsa hiç kimse “Sen Türksün” diye onu zorlayamaz. Fakat psikolojik boyut yani aidiyet şuuru genellikle sosyolojik boyuta bağlı oluyor.
Hiç kimsenin de Kürtlerin milliyetini tayin etme hakkı yoktur, kendileri hakkında kararı kendileri verirler.Başkaları ancak tarihleri, kültürleri hakkın araştırma yapabilirler.Burada önemli olan milletin çocuklarını emperyalistlerin propagandalarından uzak, ilmin ışığında hakiki bilgilerle donatabilmektir.Kürtler biraz soğukkanlı düşünürlerse Müslüman Türklerin de en az onlar kadar sorunları olduğunu görürler.
Bu toprağın çocukları olarak şunu bilmeliyiz,Müslüman olduktan sonra Kürt’le Türkün Avrupalı için bir farkı yoktur.Yüzyıllarca birbirleriyle savaşan Avrupalılar bütünleşmenin yollarını ararken, bizde niçin bölücüleri desteklesinler? Kimse bizim derdimize ağlamaz herkes derimizden post çıkarmaya bakar.
1774 te Osmanlının Ruslara yenilmesinden sonra bizim yerimize İngiltere’nin karşısına “Süper Güç” olarak Rusya geçti. O günden beri dünyaya hakim
iki süper güç Hıristiyandır. Ve bugün yeryüzünü sadece Müslüman kanı sulamaktadır; işte Çeçenistan, Filistin, Bosna, Keşmir,Irak…Arkasında süper güç olmayan milletler yetimdirler.
Süper Güç olacağım demekle süper güç olunmaz. Bu önce nüfus ve coğrafya meselesidir.Sonra da milletin mantalitesi, sosyal psikolojisi,tarihi birikimi müsait ve çağın bilimlerine sahip, onları hayatına yansıtmış olmalıdır.İslam alemi göz önüne getirilirse bu şartların pek çoğu yalnız Türkiye de müşahade edilmektedir.Onun da nüfusu, coğrafi bütünlüğü, ilim seviyesi buna elverişli değildir.Üniversiteleri, ilim adamları gerekli gayreti gösterirse ilmi geriliği gidermesi mümkündür.Nüfus ve coğrafyada ki eksikliğini de Türk Dünyası ve İslam Alemiyle ilişkilerini iyi ayarlamakla giderebilir.Ve uzun vadede yeni bir Süper Güç olabilir.Bunun da şartı mevcut çekirdeği muhafaza etmektir.Türkiye bölünürse, doğuda kalan parçası zor coğrafyasında işe yaramaz hale gelir.Batısı da Avrupa ya yamanır.Böylece süper güç olma imkanını ebediyen kaybeder.Hıristiyan Alemi de kendi dışında oluşacak bir süper güçten kurtulmuş olur.”(2)
Netice olarak yazımızın en başında belirttiğimiz gibi Türk Devleti güçlü ise İslam Alemi de güçlü olacaktır.Doğulu ,Batılı, Kuzeyli,Güneyli demeden, Kürdü, Türkmeni, Lazı, Çerkezi, Alevisi Sünnisi demeden Her Türk vatandaşının bu devletin bölünmemesi için sorumlulukları vardır.Bunların başında ise uyanık olmak gerektir.
Nitekim Mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim de şöyle buyurulmaktadır:
“Hepiniz toptan, sımsıkı Allah’ın ipine sarılın. Parçalanıp ayrılmayın.Allahın üzerinizdeki nimetini düşünün.(Al-i İmran/105)
“Allah’ ve O’nun Resulüne itaat edin.Birbirinizle çekişmeyin.Sonra zaafa düşersiniz, rüzgarınız kesilip gider”(Enfal/46)
Son olarak “Kaynakçı Baba” Hacı Ahmer ER Horasani Amcamızın konu ile ilgili düşüncelerini sizlerle paylaşarak yazımızı noktalayalım;
Yusuf Hemedaniler, Şeyh Ahmet Yeseviler, Şah-ı Nakşibendiler, Lokman Perendeler, Hacı Bektaş Veliler, Taptuk Emreler,Yunus Emreler, Pir Sultan Abdallar, Sarı Saltuklar gibi yüzlerce Hak Dostları milletimizin kültür hazinelerini teşkil eder.Bunlar hepimizin övünç kaynağı değimlidir?
Vaktiyle adalete hürriyete, sevgiye susuz kalan Cenova’dan Venedik’ten Bizans’tan yükselen feryatlara beraberce cevap vermedik mi? Anadolu’nun imanlı evlatları olarak oralara adaleti, hürriyeti sevgiyi beraberce götürmedik mi?
Bin yıldan beri Türk- İslam Kültür beşiğinde aynı ninnilerle beraberce büyümedik mi?
İslam’ın tevhid sancağını kıtalardan kıtalara beraberce taşımadık mı?
Sevgili Peygamberimizin övgüsüne ve hediyesine beraberce mazhar olmadık mı?
Vatan için, bayrak için beraberce şehit olmadık mı?
Bin yıldan beri İslam’ın sancaktarlığını beraberce yürütmedik mi?
İnsanlığın irşad görevini, Nizam-ı Alemim öncülüğünü beraberce sürdürmedik mi?
Öyle ise geliniz hep beraber haykıralım. Vatanımız bir.Milletimiz bir.Devletimiz bir.Bayrağımız bir.Kitabımız bir. Peygamberimiz bir.Allah birdir diyerek birbirimizle kucaklaşalım.(4)
Bilgehan Murat MİNİÇ
www.millidergah.com
Kaynaklar;
Doğu Anadolu Gerçeği , Seyyid Ahmed ARVASİ
Millet ve Türk Milliyetçiliği, Mehmed Niyazi ÖZDEMİR
Etnik Sosyoloji, Prof.Dr.Orhan TürkDOĞAN
Sohbetlerim, Hacı Ahmed ER HORASANİ