aytoldi
New member
- Katılım
- 14 Ara 2006
- Mesajlar
- 1,156
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Türkoloji şarkiyatçılıktan doğmuş yeni bilim dallarından biridir. Günümüzde kısa bir süre öncesine kadar Ortadoğu konusunda, İslam çalışmaları içinde yer alırdı. Uzakdoğu konusunda ise Çinbilimcilerin uzmanlık alanına girerdi ve böylece de Çinbilimciler kendi uzmanlık alanlarının dışına çıkarılmış olurlardı. Türkolojinin temel nitelikteki bazı bilgileri şimdilik oldukça sınırlıdır, tıpkı eski haritalardaki bilinmeyen yerle gibi tarihte bilinmeyenler, uzun aralıklar, boşlıklar mevcuttur. Bugün bu konuyla ilhili elimizde, çevirisi yapılmamış ve incelenmemiş binlerce elyazması ve arşiv belgesi bulunmaktadır. Bu kaynakları değerlendirmek güçtür ve büyük bir sabır ve azimli bir hazırlık dönemi gerektirir. Kaynaklar sadece Türkçe olmayıp, Türkler tarafından konuşulmuş çeşitli dillerde ve çevrelerinde onlarla mücadele etmiş, diplomatik iklişkiler kurmuş ya da sadece Türkler hakkında yazmış olan çeşitli topluluk ve halkların da dilindedir: Araplar, Sogdlar, Çinliler, Farsiler, Ermeniler, Süryaniler, Gürcüler, ruslar, Moğollar, Yunanlılar, Latinler ve daha küçük ölçüde başka topluluk ya da halklar. Türk tarihinin bazı yazılı kaynaklara başvurma olanağını ortadan kaldıran kimi özel güçlükleri vardır. Yüksek kültürlü ülkelerde cereyan etmş olaylar genelde ya okuması yazması olmayan ya da davranışlarının ayrıntılarını bir kenara kaydetmeye pek alışkın olmayan topluluklarca gözden uzak biçimde hazırlamışlardır. Kimi zaman, bu olayların ortaya çıkış nedenlerini bilmiyoruz ve bu nedenleri araştırmaya çok az bilgiyle başlamak zorunda kalıyoruz. Araştırmalarımızın bizi götürdüğü, dünyanın hiç de konuksever olmayan bölgelerinde alanlar sonsuz denecek akdar geniştir ve aradığımız kişiler sürekli olarak yer değiştirme alışkanlığındadır. Kuşkusuz göçebelik sanıldığı gibi düzensiz bir biçimde dolaşıp drmak demek değildir, hertopluluğun yaz ve kış için kendine ait konaklama yerleri ve göç yolları vardı, hiçbir topluluk komşusunun yolunu kullanamazdıve yüzyıllar boyunca düzenli olarak aynı bölgeler egiden göçebeler elbette kıtalararası yolculuklara diğer halklardan daha yatkındılar. Örgütlenme biçimleri ve adları değişmediği sürece izlerini takip etmek kolaydır. Ama onlar sanki izlerini kaybettirmek istiyormuş gibidirler. Dağınık boylar, federasyonlar biçiminde bir araya gelir, içleriden biri bu federasyonun başına geçer ve adını kabul ettirir ve daha sonra bir araya gelişleri kadar ani bir biçimde dağılırlar. Boyların her biri yeniden bağımsız olur ve bu geçici, ama büyük bir karmaşa yaratır. Derken başka bir boyun yönetiminde, dolayısıyla yeni biradla başka bir birleşme olur. Bu birleşme, eski katılımcılardan bazıları ve yenilerin bir araya gelmesiyle olur. Kimi zaman, ki bu işleri biraz karıştırır, aşağı yukarı aynı birlik, büyüklüğü ne olrusa olsun, başka bir adla ortaya çıkar. Örneğin kimileri Kuman der, kmileriyse Polovest veya Kıpçak. Hatta çoğu zaman geçmişteki başarılı boyların itibarından yararlanmak, sanki onların soyundan geliyormuş gibi görünmek için onların isimlerini almaktan çekinmezler. Bizim Batı tarihimizde Avarlar olarak adı geçenler gerçek Avarlar değil, bu adı Çince karşılığı "Juan-Juan" olan bir halktan alan bir halktır. 16.yy'da Babür Şah, Hindistan'da Büyük Moğol İmparatorluğu adı altında bir Müslüman-Türk devleti kurmuştur. Bu devletin kökeni Türktür, ama kendini Cengiz Han'ın Moğol İmparatorluğuyla bağlantılı göstermek iatemiştir. Garip bir rastlantıyla bir boy ya da halk adı çok genş anlamlar kazanab ilmektedir: örneğin Tatarların adı, ilk çağdaki lanetlenmiş bir yer adına ve "barbarlar"sözcüğüne gönderme yapacak biçimde, 18.yüzyıldan itibaren Mançular da dahil olmak üzere tüm göçebe veyarı göçebeleri kapsayacak bir topluluğu tanımlamak üzere Tartarlar oalrak değiştirilmiştir. Türk adını taşıyanlar ise başlangıçta Altay Dağlarında yaşayan demirci bir halktır. Jean-Paul Roux- Türklerin Tarihi Sayfa 24-26