Tarihten İlginç Suikast Detayları ve Anımsattıkları

Albayrak

Can Feda
Katılım
23 May 2007
Mesajlar
4,439
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
Aydınlığın karanlıkla savaşından...
thumbnail.php

Bülent Arınç’a suikast yapılacak saçma paranoyası, aklımıza Padişah ll. Abdülhamit’in, “donanma bana suikast yapar” korku paranoyasını getirdi. Bu hafiyelerle ülkeyi yöneten müstebit padişah, suikast korkusundan 20 yıl gemileri yerinden kımıldatmamıştı.
ll. Abdülhamit padişah olunca, Sarayburnu’nda donanmanın top atışlarını izler. Bakar ki, atılan top mermileri istenilen yeri vuruyor, vurduğu yerde de, ona göre dehşetli tahribat yaptığını görüyor ve korkuyor. Çevresindeki yalaka hafiyeler de, “aman padişahım bu toplar sarayınızı da yıkar” fısıldamasından ikirciklenir, zaten evhamlı padişah gemileri manevralara bile çıkartmaz, 20 yıl limanlara hapseder.
Tarihin sayfalarında Padişah Abdülaziz bileğini kesip intihar etti veya suikasta uğradı dedikodusu yayıladursun, zaten evhamlı bir adam olan ll. Abdülhamit, donanmadan atılan toplarla “bana da suikast yaparlar” korkusu ile (insanın bir türlü inanası gelmiyor), 20 yıldan fazla donanmanın bütün gemilerini bağlı oldukları limanlardan kesinlikle yerinden oynatmaz; savaş gemilerinin hareketini ve manevra yapmasını bile yasaklar. Oysa Avrupa donanmalarının bütün gemilerinde çok büyük gelişmeler, ilerlemeler yapılmış, Avrupa’nın böylece denizlerde savaş kabiliyeti de hızla gelişmişti. Ama Osmanlı Donaması, yerinden hiç kımıldamıyor, personelin manevra, talimi yasaklandığı için, donanmanın subayları çaresizlik ve üzüntü içinde 20 yıldır gemilerin yerinden oynatılma yasağına şaşıp kalıyorlardı. Padişah Abdülaziz’in, İngiltere’den sonra Avrupa’da en güçlü donanması haline getirdiği Türk donanmasının gemilerinin, ll. Abdülhamit tarafından 20 yıldır limanlarda adeta çürümeye terk edilmiş, dipleri yosun tutmuş, kazanları, bacaları paslanmaya başlamıştı.
Bülent Arınç’a yapılması sanılan suikast dedikodusunun, daha doğrusu paranoyasının Ankara’da dalga dalga ve de şaşkınlıkla yayıldığı 2009 Aralık ayının son günlerinde, 90 yıl kadar önceki Abdülhamit’in kendisine suikast yapılacağı evhamını aklımıza getirdi. Avrupa gemicilik sanayi hızla ilerlerken, Türk gemileri limanlarda 20 yıldır çürümesi sıralarında Osmanlı –Yunan savaşı çıkar. Artık çağın gerisinde kalmış birkaç gemimiz, İstanbul’dan Çanakkale’ye doğru Yunan donanmasına karşı durmak için hareket edince, ne yazık ki, gemilerimiz Çanakkale’den dışarı bile çıkamaz. Sadece ll. Abdülhamit’in suikast paranoyasından donanmamız limanlarda çürümüştür. Günümüzde bu müstebit sultana bazı gericiler tarafından “Ulu Hakan” diyenler, kamuoyuna pek de yansımamış bu manyakça olaya bilmem ne derler. İşte bu tür suikast paranoyaları, toplumda da travmalara (vuruk) neden olmakta. Bülent Arınç’a suikast abartılı yalanı da, devlet kurumları arasında travma yanında güvensizlik yaratmıştır.
Bu olay bizi, o yılların içinde geçmiş ilginç olaylara götürdü. Sohbette konuşurken, “laf lafı açıyor” deriz ya, işte öylesine, tarihin akışı içinde geçen, rastladığımız olayları okuyucu ile paylaşmak istedik.
Zamanında eğitim, bilim ve teknolojiyi takip etmeyen Osmanlının ordusu, Balkan Harbinde ve İttihat ve Terakki zamanındaki siyasal çalkantılarla Tanzimat’tan sonra Meşrutiyet gelmiş. Evhamlı Abdülhamit tahttan indirilirmiş. Ordu da, halk da perişandır. İşte bu yıkılış, çöküş sıralarında, “denize düşen yılana sarılır” misali, Osmanlı Enver Paşa sayesinde Alman silah ve teknolojisine sığınır.
Enver Paşa’nın emri ile Rauf Bey, Ömer Bey, Nihat Beyler Alman İmparatorunun adamı Fon Vas Muss’u yanlarına alıp Irak, İran üzerinden Afganistan’a gidecekler. Heyettekiler, Alman Benz marka yeni çıkan bir otomobille Irak’a doğru yola çıkarlar. Halep ve Bağdat üzerinden giderken, Cavit Paşa’nın karargâhının bulunduğu Kurna’ya uğrarlar. Yolda, 1914 yılında hayatlarında hiç otomobil görmeyen Araplar, yürüyen bu makineye şaşıp kalırlar, “şeytan… Şeytan” diyerek ürkerler. Hancılar, “şeytan” dedikleri araçlara binen insanlara kapılarını açmazlar.
O sıralarda Osmanlının yıkılıp parçalanmasına neden olan l. Dünya Savaşı başlamış 1914. Osmanlının sığındığı Alman Devletinin subayları Türk subaylarını tahakküm altına almaya, sadece kendi çıkarları için çalışırlar, Türk subaylarına tepeden bakarlar, onları her işe bir alet gibi kullanmak isterler. Üstelik güya bu müttefik dost Almanlar, Irak’lı, İran’lı aşiretleri Türkler Aleyhine kışkırtırlar.
l. DÜNYA SAVAŞINA GİRMEMİZ GEREKLİMİYDİ
Anılarında Rauf Orbay, savaşa girmemiz gerekli olduğunu şöyle anlatır:
“Bizim bu umumi harbe girmemiz gerekiyordu. Zira biz umumi harbe girmemiş olsaydık, o zaman İngilizlerin müttefiki olan Ruslar, Türkiye’ye girerdi. Biz eğer harbe girmemiş olsaydık, Rusya’da Bolşeviklik inkılâbı olmaz, Çarlık idaresi devam eder ve bu idare, hele bir büyük harbin galibi olunca, öteden beri göz diktiği Boğazlar ve İstanbul’u mutlaka ele geçirmek yolunu tutardı. Öte yandan müttefikimiz olan Almanlar da para veriyorlar, top veriyorlar harbe girmemizi istiyorlardı”. Zaten Osmanlı devleti felçti, ordu, donanma perişandı, modern silahları yoktu.
Bu feci durumu bilen devrin Maliye Bakanı Cavid Bey, Birinci Dünya Savaşına katılmamıza taraftar değildi. Maliye Nazırı bulunduğu sırada, görüşüne aykırı olarak bu harbe girişimiz üzerine istifa etmişti. Bu istifaya fena halde sinirlenen İttihat ve Terakki Fırkası ileri gelenlerinden bazılarının, Cavid Bey’i “milli ve vatani duygulardan mahrum” olmakla itham ediyorlar; hatta bazı müfritler, onu halk nazarında küçültmek için “düşman taraftarlığı” ile damgalayıp, hıyanetle suçluyorlardı.
Rauf Bey, Bahriye Erkânı Harbiye Reisi olduğu zaman, Nazır Cemal Paşa, Dördüncü Ordu Kumandanı Suriye’de bulunduğundan, Bahriye Nazırlığına Enver Paşa vekâlet ediyordu. O zaman Almanlarla müttefik olmamız nedeni ile, donanma komutanı Alman Amiral Şuson bulunuyor; bu zat donanmayı tam bir tahakkümle yönetmek istiyor, şube müdürlüklerine Alman subayları tayin ediyor, Türk komutanlığını tanımıyor, raporları Türk komutanlığına vereceği yerde Alman karargahına veriyordu. Bu durum deniz subayları arasında üzüntüye, kırgınlığa neden oluyordu. Türk subaylarının gurularına dokunan, üzüntü verici olaylar yaşanıyordu.

AMİRAL ŞUSON TÜRK SUBAYINI ORDUDAN ATTIRIYOR

16 Ağustos 1914 günü Goeben gemisi “Yavuz Sultan Selim”, Breslau, “Midilli” adını alarak Türk bayrağı çektiler ve Alman mürettebat başlarına birer kırmızı fes giydiler, Alman Amiral Souchan (Şuson) komutasında diğer Türk gemilerini de yanına alarak Karadeniz’e açıldı. Rus kıyılarına taarruz ettiği vakit, Sivastopol açıklarında rastladıkları bir Rus nakliye gemisini topa tutarak batırdılar.
Bu sırada olay yerinin yakınından geçen bir torpido muhriplerimizden biri, denizde boğulmak üzere çırpındığını gördüğü birini kurtarmak için durmuş ve torpidonun ikinci kaptanı Yüzbaşı Hasan Basri Efendi de, bizzat işe karışarak, sonradan bir askeri doktor olduğu anlaşılan bu Rus’u kurtarmıştı. Hasan Basri Efendi çalışkan, fedakâr, vatansever bir yüzbaşı idi. Fakat Alman Amiral Souchan (Şuson) bu kurtarma işini haber alınca, bu temiz kalpli, insani duygularla yüklü Türk Subayı Hasan Basri Efendi’yi “yufka yüreklilikle” suçlandırarak, Bahriye Nezareti kanalı ile askerlikten çıkarma cezası ile cezalandırmış. Bu genç ve kıymetli yüzbaşının harp içinde, vatanına birçok hizmetler yapabilmek şerefinden mahrum bırakmıştı. Bu dost görünen amiral gibi, hayli olaylar Türk denizcilerini çok üzmüştü.
AMİRAL SOUCHAN (ŞUSON) KENDİ SUBAYINI KORUDU
Yine aynı Karadeniz seferinde, torpido muhriplerimizden birinin komutanı, gemide bulunan kendisinden iki de3rece aşağı rütbeli bir Alman subayının sert ve haksız müdahalesiyle, görevinden uzaklaştırılmış ve bu suretle kumandayı ele alan Alman subayı da bir müddet sonra torpido muhribini karaya oturtmuş olduğu halde, Amiral Şuson, bu çirkin olay karşısında da musamaha ile susmaktan başka bir şey yapmağa lüzum görmemişti. Buna benzer daha birçok çirkin olaylar yaşanmıştı. Güya dost bir Alman ordusu, müttefiki olan Türk’lere böylesine dikenli yardım ediyordu.
l. Dünya Savaşının bu kanlı, yıkımlı yıllarında, Türk subaylarını rencide eden ve toplum tarafından pek de duyulmayan bu olayı Enver Paşa’ya, devletin ileri gelenlerine anlatılınca, güya Türklerin dostu müttefiki olan ve Türk donanmasına kumanda eden Alman Amiral Souchan (Şuson), Rauf Orbay’ı, şöylece haksız ihbarda bulunma hafifliğini gösterir:
“Rauf Bey İngiliz taraflarındandır ve bazı kendi gibi denizcilerden kurulmuş gizli bir cemiyetin reisidir. Bu cemiyet münferit sulh teşebbüsünde bulunacaktır”.
Rauf Orbay, anılarında şöyle anlatır: “Almanlar’ın tacizli hareketlerinden şikâyet eden yalnız ben değildim. Ordu erkânı arasında bazı güzide kumandanlar da, Almanlar’ın çeşitli cephelerdeki bu nevi hareketlerinden bizar olduklarından, onlarla mücadele halinde idiler. O sıralarda Halep’ten dönen Mustafa Kemal’den bu konuda birçok şikâyetler dinlemiştim”.
Demek ki, “denize düşen yılana sarılır” misalindeki gibi, zayıf bir devlet, güçlü bir devlete muhtaç olunca (müttefik bile olsa), böylesine karşısındakini aşağılayarak yardım ediyor. Bu olaydan 80 yıl sonra, Kuzey Irak’ta ABD askeri, güya dost müttefik Türk timine misafir ayağından baskın yapıp başlarına çuval geçirmedi mi? Böylesine yönetimlerce kötü yönetilir, geri bıraktırılırsak dost görünenlerce daha başımıza çok çuval geçirilir. [ ]
Birinci Dünya savaşında geçen bu detayları araştırırken, ilginç olaylara da rastladık. Konun dışında olmakla birlikte, bunu bu vesile ile paylaşmak isabetli olsa gerek diye düşündüm.

MUSTAFA KEMAL’E RÜŞVET VERMEYE ÇALIŞAN ALMAN MAREŞAL
….Türk ordusunda mareşal olarak görev yapan Falkenhein (1861–1922) 1917 de Filistin, Suriye, Arabistan’da sefer yapılması için yetkiler almıştı. Mustafa Kemal’in bulunduğu Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına tayin oldu. Ayda 200.000 Türk altını tahsis eden Almanya, Yıldırım Harekâtı için 5 milyon altın lira harcamaya hazırdı. Tabii bütün bu paralar Türkiye’nin hesabına borç olarak yazılıyordu… Toroslardan, Suriye, Filistin gibi yerlerin tek sorumlusu olmuştu. Türkleri küçük gören ve Araplarla kendi adamları aracılığı ile ilişkiler kurmaya çalışan Falkenhein’in elinde 5 milyon altın İngiliz lirası vardı. Bu parayla şeyhleri, aşiret reislerini ve nüfuzlu insanları satın alarak amacına ulaşacağı kanısındaydı. Bir sömürgeci gibi davranan bu komutanın tutumu Mustafa Kemal’i sinirlendiriyordu, Ordudan Alman kumanda heyetini uzak tutmaya çalışıyordu.
Alman Mareşali her ne sebeple olursa olsun Türklerin satın alınabileceğini sanıyordu. Mustafa Kemal’e de rüşvet teklif etmek akılsızlığını da gösterdi. Subaylardan biriyle ona hediye olarak zarif kutular içinde altın gönderdi. Bu komik duruma alay eden Mustafa Kemal, altınların ordu giderlerine karşılık gönderdiğini sanmış gibi davrandı ve ordu mutemetliğine verilmesini söyledi. Alman subayı utana-sıkıla “amacın değişik olduğunu” söyleyince, Mustafa Kemal ona parayı saydırarak, karşılığında bir makbuz yazdı ve bunu subay istemeye istemeye aldı. Mustafa Kemal de altınları yine makbuz karşılığında mutemede teslim etmişti” şeklindeki ifadesiyle Falkenhein’in karakterini ortaya koymaktadır.
Demek ki, sadece İngilizler, Arapları aleyhimize kışkırtmak, isyan ettirmek için rüşvet dağıtmıyor. Bizden tarafa olan Almanlar da rüşvet dağıtıyormuş demek ki. Bunların hepsi emperyalist emeller uğuruna yapılıyordu. (Alman Mareşalin, Türk subayına rüşvet vermesi derken, ister istemez insanın aklına, Osmanlının yıkılışına, felaketine neden olan 1. Dünya Savaşına katılması için, Almanya’nın Enver Paşa’ya bilmem kaç bin mi, milyon mu altın rüşvet verdiğini bazı yazarlar tarafından yazılıyordu). Filistin harekâtı sonunda Türkler, sayı kesin olmamakla birlikte bu cephede İngilizlere 75.000 esir, 360 top, 300 makineli tüfek, 210 kamyon, 44 otomobil bırakmak zorunda kalmışlardı. Bilançosu oldukça ağır olan bu harekât sonucu, Mısır’a ulaşarak Süveyş Kanalı’na hâkim olmak bir yana, Gaziantep’e kadar düşmanın ilerleyişi bir türlü durdurulamamıştır. Başarısızlığı kabullenmek istemeyen Falkenhein’ın hataları yüzünden, Osmanlı orduları bu savaşlarda büyük kayıplar vermiştir.
Gaziantep savunmasını anlatan “Gaziantep Fedaileri” adlı kitabın yazarı, Gaziantep’te Fransız ordusunun komutanlarından Abadei, Gaziantep savunmasını, Fransızların Almanlara karşı yaptığı Verdun savunmasına benzetiyordu. 21 Şubat-18 Aralık 1916`da gerçekleşen bu savaşta, Fransızlar Alman askerlerini durdurmak için müthiş direnç göstermişti. Bu çatışma sonlandığında, yaklaşık 250 bin kişi ölmüş, 1 milyonu aşkın kişi yaralanmıştı. İşte bu Verdun Savaşında Alman ordusunun komutanı General Falkenhein, Almanya Genelkurmay başkanlığı sırasında Verdun muharebesini kaybetmişti.[ ]

AĞLAYAN MÜSLÜMAN HİNTLİ ASKER
Cephelerin birinde, Müslüman Türklere karşı çarpışan İngiliz ordusunda Hintli askerin biri Türklere esir düşer. Türk Müslüman askerler öğle namazı kılarlarmış. Kendine iyi davranıldığını halde, Hind’li Müslümanlardan olduğu anlaşılan İngiliz askeri, namaz kılan askerlerin yanında başlamış ağlamaya. Hind’li biraz Arapça bildiği için, Arapça olarak şunları söylemiş:
“Bilmeden bu savaşa katıldım. İngilizler bizi kandırdılar, “Almanlar Müslümanlara saldırmışlar, siz Almanlara karşı savaşacaksınız” dediler. Biz Almanlara saldırıyoruz sanıyorduk. Bilmeden Müslümanlara karşı savaşırmışız. Belki Müslüman öldürdüm, diye ağlıyorum”… [ ]
Bu olay, İngilizlerin Gaziantep dolaylarını işgalleri sırasında bir köyde geçer. Birinci Dünya savaşında İngilizler tarafından Güneydoğu bölgemiz işgal edilirken Hint Müslümanlarının din duygularını istismar ederek kandırmışlar. İngilizler, birçok Kuran kitabını parçalamışlar, yapraklarıyla binlerce sigara sarmışlar, sigaraları uçaklarla Müslümanların yoğun olduğu yerlere saçmışlar. “İşte sizin Müslüman dediğiniz Türkler böyle yaptılar, Almanlarla birleştiler, gâvur oldular, Kuran yaprağından sigara yaptılar” diye propaganda yapmışlar. Böylece Hintli sömürge askerlerini savaşa sokmuşlar.
Hintli Müslüman askerler, okuldaki bu ilahi manzarayı görünce hayretten donakalıyorlar; çok kötü aldatıldıklarını anlıyorlar.[ ]
[ 1] Osmanlıdan Cumhuriyete Yüzyılımızda Bir İnsanımızın anıları (Rauf Orbay’ın anıları) Cemal Kutay Kazancı Kitap c 3 sf 25–26–2728–29–30–34

[ 2] Türk-Fransız Mücadelesi Yrd. Doç. Dr. Süleyman Hatipoğlu s: 19–20–21)
Zekeriya Türkmen Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 47, Cilt: XVI, Temmuz 2000-

[ 3] Sevgili Fransa’mızın Doğudaki Ölümü Pierre Loti s: 144–145
 
bilgin için teşekkürler
 
Geri
Üst