Tom Clancy’s EndWar İncelemesi
Yapımcılar için vazgeçilmez bir konudur 2. Dünya Savaşı. Tarihin tozlu sayfalarında bir de 1. Dünya Savaşı vardır, fakat bu savaş pek ilgi görmüyor. İkinci Dünya Savaşı hep ön planda, şahsen artık Call of Duty’nin bile konusundan sıkıldım, hep aynı şeyler; Almanları öldür, Berlin’i fethet. Bazı yapımcılar da bunun farkına varmışlar ki, farklı bir konuya yöneldiler; 3. Dünya Savaşı. Red Alert 3 ve World in Confilict’ten sonra yeni bir deneyim; Tom Clancy’s EndWar.
Ubisoft Shanghai’ın geliştirdiği EndWar aslında çok orijinal bir kurguya sahip değil. 2016’da petrol, Rusya haricinde tüm dünyada tükenir. 2017’de nükleer bir savaş yaşanır, 2020’de Amerika uzayın tek hakimi olur ancak bir uzay istasyonları, gönderilmeden önce terörist saldırıya uğrar. Dünya artık guruplaşmıştır; Birleşik Devletler, Rusya ve Avrupa ülkeleri. Dediğim gibi çok özgün bir senaryo değil, yine de 2. Dünya Savaşı’ndan iyidir. Senaryo modunda ilk olarak ‘Prelude to War’ yani savaşın başlangıç sürecini oynuyoruz. Bu bölümdeki görevleri bitirdikten sonra ‘World War 3’ kısmı açılıyor ve asıl savaşa başlıyoruz.
Şu yukarıda duran videoda, Beyaz Saray önünde Ruslara karşı direnen bir Amerikan ordusu göreceksiniz. Birleşik Devletler için tamam mı, devam mı? Oyuna başlamadan önce ‘sesli komut’ sistemini test ediyoruz. Bu nimetten faydalanabilmeniz için bir adet mikrofonunuz olması gerekiyor bilgisayara takılı. Test ederken size nasıl sesli komut verebileceğiniz ve hangi ses tonuyla emirleri vermeniz gerektiği gösteriliyor. Mesela ‘5’ numaralı düşman birliğine, ‘1’ numaralı birliğinizle saldırmak istiyorsunuz. Bunun için ‘space’ tuşuna basılı tutuyor ve ‘Unit, 1, attack, hostile, 5’ diyeceksiniz. Gelelim bu sistemin ne kadar işe yaradığına. Sesli komut olayı kulağa çok hoş geliyor, savaş esnasında da çok pratik bir araç olabilir. Ancak ‘İngiliz beyefendileri’ için geçerli bu durum. Benim güzelim Amerikan aksanıyla derdimi anlatamadığım ortada. ‘Three’ diyorum ‘One’ anlıyor. Şaka bir yana ama telaffuz çok önemli. Doğru söylemediğiniz zaman kelimeleri, ya sistem sizi anlamıyor, ya da düşman tanklarının üstüne helikopterleriniz yerine piyade birlikleriniz gidiyor. Tabi Los Angeles’ın güney bölgesinde yaşayan, kelimeleri yuvarlayarak söyleyen siyahi arkadaşlarımız içinde bu durum geçerli.
Üç Güç, Tek Savaş
‘Prelude to War’ bölümünde 7 adet görevimiz var. Bu görevlerde bazen Rus, bazen Amerika, bazen Avrupa birliklerini yönetiyoruz. Fazla kalabalık olmayan birlikler çarpışıyor bu görevlerde. Sonra Avrupa güçleri, Birleşik Devletlerin uzay istasyonunu yok ediyor ve 3. Dünya Savaşı başlıyor. ‘World War 3’ bölümüne başlamış oluyoruz böylece. Üç güçten birini seçmek zorundayız, ben Birleşik Devletler’i seçtim. Daha sonra karşımızdaki haritadan uygun olan bölgeleri seçerek görevlere adım atıyoruz. Oyunda ilerledikçe hem görevler zorlaşıyor, hem de meydandaki birlikler daha kalabalık oluyor. Birlik sayınız arttıkça doğal olarak onları kontrol etmek de güçleşiyor.
Çok farklı görevler var, bazen istenilen noktaları belli bir süre içinde işgal etmeniz gerekiyor. Bazen bir yeri savunmanız söyleniyor. Birliklerimizin, destek kuvvetler gelene kadar, hayatta kalmalarını sağlamak için emir alıyorsunuz, sadece düşman birliklerini yok etmemiz de isteniliyor. Görev çeşitliliğinin olması, oyundan sıkılmanızı önleyebilir, en azından erteleyebilir. Hep ‘vur, kır, patlat’ denseydi, pek zevkli olmazdı.
Her görevden önce, bulunduğumuz konum ve verilen görevler hakkında bilgiler veriliyor, düşman hakkında açıklamalar yapılıyor. Ayrıca siyasi liderlerin verdiği demeçler ekrana geliyor. Ara videolar oyunda önemli bir rol üstleniyor. Klişe olan bir kurguyu çekici hale getiriyor bu videolar. Bu sayede EndWar vasat bir oyun olmaktan çıkıyor.
Senaryo modunun yanında ‘Skirmish’ ve ‘Theater of War’ adlı iki bölüm var. ‘Skirmish’te istediğimiz bir haritada, istediğimiz ülkelerle savaş yapabiliyoruz. Yöneteceğimiz birliklere biz karar veriyoruz bu kısımda. Aynı zamanda çok oyunculu modu da var bu bölümün. Ana senaryonun yanında zevkli ve eğlenceli bir alternatif ‘Skirmish’. ‘Theater of War’ ise sadece ‘online’ oynanıyor. Sisteme bağlanıyor ve diğer bağlı olan kişilerle savaşıyorsunuz. Tabi bir de puan sıralaması oluyor bu bölümde.
Harabe Dünya
Tom Clancy’s EndWar’ın grafikleri ne çok iyi, ne çok kötü. Savaş yaptığımız alanlar çok iyi tasarlanmış. Görünümü bir enkazdan farksız olan Paris’in sokaklarında çatışmak, sizin için oldukça keyifli olabilir. Binalardan çıkan dumanlar ve yıkık dökük evlerin arasında mücadele ettiğiniz gibi, karlı havada ormanların bulunduğu bir haritada düşmanı yok etmeye çalışıyorsunuz. Moskova, Paris, Washington gibi büyük şehirler güzel hazırlanmış.
Çevre detayları yukarıda bahsettiğim gibi iyi. Çatışmalar esnasında yaşanan patlamalar da fena sayılmaz. Yangınlar ve patlama efektleri bir strateji oyunu için yeterli. Ancak World in Conflict ve Empire Total War gibi oyunları göz önünde bulundurursak EndWar oldukça geride kalıyor. Buna rağmen yüksek bir performans alamayabilirsiniz oyundan. Optimizasyon konusunda biraz mutsuzum. Yoğun çatışmalar ve patlamalar olduğu zaman ‘fps’ oranında düşüşler yaşanabiliyor ve oyun yavaşlıyor. ‘Red Alert 3’te de aynı sorunu yaşıyorduk.
Kameraman amcamız ise epey kaytarıyor. Öncelikle bunu bilmeniz lazım; harita üzerinde serbest dolaşma imkanınız yok. Hangi birliği seçtiyseniz, kamera açısınız o birliğe odaklanıyor ve seçtiğiniz birliğe bağlı bir kamera açısıyla oynuyorsunuz. Diğer birlikleriniz ise Allah’a emanet artık. Neyse ki aşağıda birliklere ait kartlar ve bir adet haritamız var. Eğer bir birliğiniz saldırıya uğrarsa, ona ait kartın üzerinde kırmızı ışık yanıp sönüyor.
Savaş Sanatı
Oyunda bulunan birliklerin sayısı yeterli değil, oyunun isminin başında ‘Tom Clancy’s’ ve erserin arkasında Ubisoft bulununca, insanın beklentileri artıyor biraz. Birlik çeşitlerinin az olmasının yanında taktik geliştirme imkanımız da kısıtlı. ‘Combat Chain’ adlı bir durum var oyunda, ara yüklemelerde karşınıza çıkar, işin ilginç yanı överek anlatılmış. ‘Combat Chain’ şu; Nakliye araçları helikopterlere karşı, helikopterler tanklara, tanklar nakliye araçlarına karşı avantajlı. Bu dengenin olması aslında gerçekçi ancak işi biraz abartmışlar. Siz helikopterlerinizi nakliye araçlarına karşı istediğiniz yerde konumlandırın, istediğiniz taktiği uygulayın, yine de kaybeden taraf oluyorsunuz. Bu dengeyi oldukça baskın bir şekilde oyuna yansıtmak iyi olmamış.
Tüm bunlara rağmen askeri zekanızı savaş meydanına yansıtmanız gerekiyor. Uzun menzilli topları öyle bir yere koymalısınız ki, düşman birliklerini oldukları yerde avlasın. Aynı zamanda düşmanın top atışlarına dikkat etmeniz gerekir, tanklarınız oldukları yerde yanıp kül olmasın. Yukarıda bahsettiğim üçlü dengeyi iyi kullanabilmek için ise, iki birliğinizi birlikte hareket ettirin. Tanklarınızı düşman üzerine sürerken, yanında ya helikopter ya da nakliye araçlarından yollayın. Piyadelerinizi ise asla ulu orta yerde bırakmayın. Şehirdeyseniz binaları siper olarak kullanın, şehir dışında ormanlık alanları kullanabilirsiniz açık hedef olmamak için.
Askeri birimler ile ilgili biraz daha bilgi vereyim sizlere. Her gurubun birlikleri farklı özelliklere sahip. Amerikan birimleri güçlü silahlardan ziyade hızlı hareket edebilme özelliğine sahipler. Avrupa birliklerinin ise elektronik üstünlüğü mevcut, bazı noktaları ele geçirirken daha çabuk hallediyorlar. Rus birlikleri ise zırhlara ve ağır silahlara güveniyor. Bir Rus tank birimiyle Amerikan tank birimi karşı karşıya geldiğinde ve siz Amerika’yı kontrol ediyorsanız, birliğinize hiç dokunmazsanız sadece yok olduğunu izlersiniz. Çünkü Rus tankları çok daha güçlü silahlara sahip. Ancak biriminizi sürekli hareket halinde tutarsanız, Rus tankları kaplumbağa gibi kalır karşınızda. Böylece rahat bir şekilde avlarsınız düşmanınızı.
Yapay zeka ise bazen saçmalasa da kötü sayılmaz. Düşman birimleri akıllı hareket ediyor. Zor duruma düştükleri zaman hemen destek kuvvet yardıma geliyor, düşman helikopterleri de başınızı ağrıtabilir. Ancak piyadeler bazen koyun sürüsü gibi hareket ediyor. Kendilerine siper edinebilecekleri yerler varken çevrede, ‘kabak’ gibi meydanda koşturuyorlar. Helikopterleriniz için kolay lokma olmaktan öteye gidemiyorlar. Bunun dışında pek bir hata yok düşman birimlerinin hareketlerinde.
Sizin birimlerinize gelince, özellikle piyadeleriniz biraz canınızı sıkabilir. Çünkü bazen çok akıllı oluyorlar, bazen abuk sabuk hareketler yapıyorlar. Etrafa kan kusan düşman tank birliğinin üstüne piyadeleriniz göndermeye kalktığınızda, ‘Çıldırdın mı?’ gibi sorular geliyor askerlerden. Emir-komuta zincirinden pek haberleri yok beyefendilerin. Böyle zeki soruları sorabilen askerler, basit bir yer değiştirme işleminde ise bocalıyorlar. Siz bir binanın arkasına saklanmalarını istiyorsunuz, onlar ‘huysuz’ beygirler gibi koşturuyorlar bir oraya bir buraya. Tabi bu durumda ölmeye başlıyorlar yoğun ateş yüzünden. İşin iyi yanı destek kuvvet çağırabiliyor olmanız. Bir biriminiz yok olduktan sonra takviye birlik çağırabiliyorsunuz.
‘EndReview’
Tom Clancy’s EndWar beklediğim gibi bir oyun olmamış. Bu isimden daha kaliteli bir yapım bekliyordum. Ancak yine de oynanabilir bir oyun yapmışlar. ‘Sesli komut’ sisteminin hatalarından bahsetsem de hakkını vermek gerekir. Telaffuzunuz istenilen şekilde olduğu sürece oldukça kaliteli bir sistem size yardımcı olacak. Komut sayısı her ne kadar sınırlı olsa da işinize yarayacak ‘sesli komut’. Bunun haricinde bu oyundan çok fazla şey beklemeyin. World in Conflict ve Empire Total War gibi yapımlar varken, ne kadar bakarsınız bilemem bu esere. Ancak oynanabilir bir oyun olduğunu yinelemeliyim.
Kapkaranlık mağaranın içinde elindeki minicik çakıl taşıyla rutubetli duvara "Yardım edin!" dercesine bir şeyler kazırken, birazdan yaşayacağı hazin sonun ıstırabıyla doğruldu. Daha önce hiç yaşamadığı bir tedirginlik vardı üzerinde. Soğuk, karanlık ve sessizliğin ardında bir şeyin onu beklediğinden adı gibi emindi. Bunun gibi bir duruma ilk defa şahit oluyordu. Kendi ırkından biri tarafından ölesiye dövülmek ve elinden kurtulduktan sonra da bu mağaraya hapsolmak. Yaşadığı dünyada böyle bir şeye rastlamamıştı daha önce. Anlam veremiyordu olup bitenlere. Çok geçmeden katilin mağaranın girişinde belirdiğini gördü. Buz gibi mağaranın karanlık bir kösesinde tir tir titreyerek ölümünü bekliyordu. Sesin ve katilin kendisine yaklaştığını anladığında gözlerini kapandı. Açtığındaysa hayatında gördüğü en korkunç manzarayla karşılaştı. Yanına eğilmiş olan Neandertal, gözlerinin içine bakarken kurbanına söyle dedi, "Artık liderlik sırası bende!".
Savaşa doyamayanlarız biz!
Yapamadık, bir türlü birbirimizle yaşayamadık. Bundan 500.000 yıl önceki ilk modern insandan beri birbirimizle savaşıyoruz. Hem de büyük bir arzuyla. Asla ölüme olan inancımızı kaybetmeden. Özgürlüğün yolunun ölümden geçtiğine inandık hep. Ama hata yaptık ve yapmaya devam ediyoruz onu kötülesek de. Her şeye rağmen biz insanlar savaşı seviyoruz. Hırs yapıyoruz amansızca. Psikolojik, sosyolojik ve ekonomik anlamda savaşı istiyoruz sürekli. Sanıyoruz ki savaştıkça zafer kazanıyoruz! Sanıyoruz ki kazandıkça itibarimiz yükseliyor! Sanıyoruz ki savaş bizi gezegenimizin mutlak hakimi yapıyor! Ama yanılıyoruz, hem de çok yanılıyoruz. Hem de tam tamına 500.000 yıldır...
Bir ajanın anatomisi
12 Nisan 1947’de, Kuzey Amerika’nın Maryland bölgesinde dünyaya gelen Thomas Leo Clancy Jr. (Tom Clancy) , İngiliz İstihbaratı (MI6) adına çalıştığı uzun yılların sonunda, global anlamda edindiği deneyimlerini kitaplarına dökmeye başlamıştı. Piyasaya çıkan sayısız romanlarının başarısının ardında Clancy’nin üstün anlatım yeteneğinden fazlası yatıyor. Romanlarındaki macera ve casusluk unsuru, okuyucuyu kitaplarını merak etmeleri için almalarına iten baş etkenlerden bazıları. Ağır bir yazı diliyle yazılıyor oluşu, her türden insanın kaldırabileceği bir durum olmasa da, dünyanın en çok satan kitapları arasında son 20 yıldır Clancy imzası olması, kendisinin bu işi cidden iyi yaptığını gösteriyor. Tom Clancy adı günümüzde o kadar popüler oldu ki, dünyanın en büyük oyun yapımcı şirketlerinden Ubisoft, Clancy isminin haklarını 61 yaşındaki Tom Clancy’den 2008 yılının başında alarak, yeni çıkacak tüm oyunlarında söz sahibi olmayı başardı.
Clancy’nin mirasına kısa bir bakış...
Tom Clancy’nin video oyunlarında kitap uyarlamaları isimlerinin anılmaya başladığı 2000 yılına gidelim. Bir anti-terör timinin dünya çapında yaptığı operasyonları anlatan 1998 yapımı Rainbow 6, Ding Chavez önderliğindeki altı kişilik profesyonel bir anti-terör timinin yaşadığı maceraları anlatıyordu. Kitabın daha ilk sayfasında bir uçak kaçırma eyleminin ortasında bulmuştuk kendimizi. Sonra bir denizaltıdan rehinelerin kurtarıldığı sayfalar hala aklımdadır. Kitap o denli sürükleyici ve iyi anlatılmıştı ki, Ubisoft hemen bir Rainbow 6 oyunu yapmak için kolları sıvadı. Rainbow 6, 2000 yılında piyasaya çıktığında taktik FPS türü ile ilk defa karşılasan oyun severler, kısa sürede bu ismi benimseyerek oyun sektöründe hak ettiği noktaya taşıdılar. Ardından gelen Rainbow 6 Vegas ve geçtiğimiz aylarda piyasaya çıkan Vegas 2’de aynı başarıyı devam ettirdi. Artık oyunları online olarak da oynayabiliyorduk.