toplu dini hikayeler

seyyid

New member
Katılım
1 Eyl 2006
Mesajlar
924
Reaction score
0
Puanları
0
Yaş
33
YARBAY HASAN BEY İN ŞEHADETİ

Fransız ölüleri arasında bir kıpırdama bir hareket gördü, oraya yöneldi. Yerde yatmakta olan bir fransız neferinin üzerine eğildi. Omuzundan tutarak çevirdi. O anda fıransız ani bir hareketle elinde tutuğu kasaturayı Yarbay Hasan Bey’in göğsüne sapladı. Alay komutanı gafil avlanmıştı.

"Ahhh" diyerek yere yıkıldı. Olayı görenler şaşkınlık içinde kaldılar. Derhal müdahale edildi. Ama iş işten geçmişti. Yarbay Hasan Bey’in göğsü kan içindeydi. Yüzü soldu "Allah şahidim olsun ki fransıza kötü bir niyetle yaklaşmadım." dediği duyuldu.


Alay imamı başında Kuran okumaya başladı. Aşağı yukarı 7-8 ayet okumuştu ki birden bire imam efendi "La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim duasını 33 kere okuyunuz" dedi. Alah komutanı azimle duayı kendiside tekar etti ve sonra "Beni ayağa kaldırınız." dedi. Tabur komutanları koltukaltlarından tutarak ayağa kaldırdılar, birden; "La ilahe illallah muhammedun resulullah" dedi. Gözlerini ileriye doğru dikmişti, yüzünde bir tebessüm belirdi ve yüksek sesle "Niçin zahmet buyurdunuz ya resulullah" derken ruhunu teslim etti.

Bir askerin not defterinden.


DÜŞMANI İÇİN DOSTUNU AZARLAYAN

Abdullah b. Mübarek Hazretleri bir vakit savaşa katılmıştı. Savaşta karşısına çok zorlu bir düşman askeri çıkmıştı. Bu düşman askeri ile uzun bir mücadeleye girişir. Birebir bu savaş o kadar sürer ki, vakit namazı girmiş ve geçmek üzeredir. İbnü Mübarek Hazretleri düşmanına der ki:

Şu kadar zamandır çarpışıyoruz, birbirimize üstünlük sağlayamadık, benim namaz vaktim girdi ve de geçmek üzeredir. İzin ver, ben namazımı kılayım, sonra çarpışmaya devam edelim. Düşmanı bu öneriyi kabul eder ve İbnü Mübarek Hazretleri namaza durur. Namazı bitip çarpışmaya başlayacakları sırada bu sefer de düşmandan bir öneri gelir:

Sen ibadetini yaptın, bana da müsaade et, ben de putlarıma gerekli tazimde bulunayım. Düşman göğsünde sakladığı küçük bir putu çıkarıp yere koyar, karşısına geçip kıyam eder. Sonra da karşısına geçip oturur. İbnü Mübarek Hazretleri düşmanının puta tazim ettiğini görünce içinden der ki: İşte düşmanı tam öldürecek zaman. Yerinden kalkar ve elinde kılıç, düşmanın başına dikilir. Tam kılıcı indireceği zaman:

Ahdinde dur, şüphe yok ki verilen sözün sorumluluğu vardır. (İsra, 17/34) diye bir ses duyar. Bu sesi duyması ile birlikte ağlamaya başlar. Düşman, başını kaldırıp baktığında, İbnü Mübarek in elinde kılıçla ağladığını görür. Düşman sorar:

Ne yapıyorsun? Sana ne oldu? İbnü Mübarek düşündüklerini anlattıktan sonra şöyle dedi ki:

Senin yüzünden bizi azarladılar. Düşman bu durumdan çok duygulanmıştır. Der ki:

Düşmanı için dostunu azarlayan böyle bir Allah a baş kaldırmak ve karşı gelmek doğru bir hareket değildir. Ardından çarpışmayı bırakarak Müslüman olur ve mü minlerin safına geçti.

BABAM SEYREDİYOR

Ortaokulda okuyan ve kısa bir süre önce annesini kaybeden genç, babasıyla birlikte yaşıyordu. Babasıyla aralarında çok güzel bir dostluk vardı. Genç, okulun futbol takımındaydı. Takımdaydı ama, ufak-tefek yapısı ve tecrübesizliği nedeniyle hocası ona bir türlü maçlarda görev vermiyordu. Bu yüzden, her maçta yedek kulübesinde oturuyordu. Buna rağmen, babası hiçbir maçı kaçırmaz ve hep ayağa kalkıp tezahürat yapardı.

Liseye girdiğinde sınıfının en sıska öğrencisiydi gencimiz. Fakat babası onu hep futbol oynamaya teşvik etti; bununla birlikte, istemezse oynamayabileceğini de belirtti. Delikanlı futbolu seviyordu ve takımda kalmaya karar verdi. Her idmanda elinden geleni yapıyor ve takımın as oyuncularından bir olmaya çalışıyordu. Bütün lise hayatı boyunca hiçbir idmanı veya maçı kaçırmadı. Ama sürekli yedek kulübesinde oturmaktan kurtulamadı. İnançlı babası her zaman ki gibi tribünlerde yerini alıyor ve oğlunu destekleyici tezahüratlarda bulunmaya devam ediyordu.

Genç, üniversiteye başladığında futbol onun için önemini kaybetmeye yüz tuttu, ama yine de elinden geleni yaptı. Herkes onun okul takımına giremeyeceğinden emin olsa da, bunu başardı. Takımın antrenörü onu listeye dahil ettiğini, çünkü her idmanda yüreğini koyduğunu ve takımın diğer üyelerini de şevke getirdiğini itiraf etti. Takıma girebildiği haberi onu o denli heyecanlandırdı ve sevindirdi ki, soluğu en yakın telefon kulübesinde aldı ve babasına müjdeyi verdi. Onun bu mutluluğunu paylaşan babası, kendisine maçların sezonluk biletlerini göndermesini istedi.

Üniversitedeki dört yıl boyunca hiçbir idmanı kaçırmayan genç, ne yazık ki hiçbir maçta oynayamadı. Futbol sezonunun sonlarına doğru, büyük bir eleme maçının idmanı için sahaya çıkmaya hazırlanan gencin yanına, elinde bir telgrafla antrenörü geldi. Delikanlı telgrafı okuyunca ölüm sessizliğine büründü. Güçlükle yutkunarak hocasına şunları söyleyebildi:

- â€?Bu sabah babam ölmüş. İzninizle bugünkü idmana gelmesem?â€?. Hocası kolunu şefkatle omzuna doladı ve :

- Bu hafta dinlen evlat� dedi,

- â€?cumartesi günkü maça gelmeyi de aklından geçirme.â€?

Cumartesi geldi çattı, ama okul takımının durumu hiç de iyi değildi. Maçın sonlarına doğru, bir kişi soyunma odasına sessizce girdi, formasını ve futbol ayakkabılarını giyip saha sahanın kenarına çıktı. Babası ölen ufaklıktı bu! Antrenör ve oyuncular azimli arkadaşlarını bu kadar kısa sürede tekrar aralarında görmekten dolayı son derece şaşırmışlardı.

Hocasının yanına giden genç:

- â€?Lütfen izin verin oynayayımâ€? dedi.

- â€?Bugün oynamak zorundayım.â€? Hocası önce onu duymamış gibi davrandı. Böylesine zor bir eleme maçında takımın en kötü oyuncusunu sahaya çıkarmasına imkan olmadığını düşünüyordu. Ama genç o kadar ısrar etti ki, sonunda ona acıyan hocası razı oldu:

- �Pekala oyuna girebilirsin.�

Gencin oyuna girmesinin üstünden çok geçmemişti ki, hem hoca, hem oyuncular, hem de maçı izleyenler gördüklerine inanamadılar. Daha önce hiç oynamamış olan bu meçhul ufaklığın her hareketi harika, attığı her pas isabetliydi. Karşı takım oyuncuları onu durduramıyordu. Koşuyor, pas veriyor, savunmaya yardım ediyor ve maçın yıldızı olarak parlıyordu. Sonunda, gencin takımı aradaki farkı kapattı, nihayet atılan bir golle de beraberliği yakaladı. Ve son saniyelerde ufaklık topu tek başına sürükleyip herkesi geçti ve galibiyet golünü attı. Maç bitmişti. Okulunun taraftarları sevinç çığlıkları atıyor, arkadaşları onu omuzlarında taşıyordu.

Seyirciler tribünü terk ettikten, oyuncular duşlarını alıp soyunma odasını boşalttıktan sonra, takımın hocası gencin köşede tek başına sessizce oturduğun fark etti. Yanına gidip:

- Evlat, inanamıyorum. Bugün bir harikaydınâ€? dedi.

- Sana ne oldu,bunu nasıl yaptın,anlat bana!

Genç hocasına baktı,gözlerine yaşlar doldu ve şöyle dedi:

- Babamın öldüğünü biliyorsunuz.Peki onun gözlerinin görmediğini biliyor muydunuz?â€? Delikanlı zorlukla yutkundu,gülümsemeye çalıştı:

- â€?Babam bütün maçlarıma geldi,çünkü görmediğim halde beni desteklemek istiyordu. Ve ilk defa bugün beni oynarken görebilirdi. Ben de bu fırsatı kullanmak ve oynayabildiğimi ona göstermek istedim.

KEDİYE BAK

İbni Helekan (ra) anlatıyor:

- “Ebu’l Hasan arkadaşları ile yemek yerken bir kedi çıkagelmiş. Ona bir lokma atmışlar. Biraz sonra yine gelmiş. Bir lokma daha atmışlar. Kedinin geliş gidişleri beşi bulunca içlerinden biri kalkıp o kediyi takip etmiş. Kedi aldığı lokmaları bir harabeye götürüyormuş. Onu takip eden adam içeri girince, kedinin lokmaları gözleri kör olan başka bir kediye taşıdığına şahit olmuş ve bunu gidip Ebu’l Hasan’a anlatmış. O da: ‘Yazıklar olsun bize! Bir kedi kadar olamadık. Gaflet içinde vakit geçiriyoruz’ demiş ve o günden sonra nerede yardıma muhtaç biri varsa onu arayıp bulmuş


ÖRNEK BİR İNSAN

Hazreti Ömer’in tanıdığı hasta ve yaşlı biri vardır. Hazreti Ömer ona hizmet edip, ihtiyaçlarını karşılayarak duasını almayı arzu ediyordu. Fakat ne zaman bu niyetle onun yanına gitse, evini temizlenmiş, yanında sıcak çorbası durur halde buluyordu. Bir süre böyle devam etti. Hazreti Ömer sonunda dayanamayarak gözleri de kör olan bu yaşlı adama sordu:

- “Ey filan, senin bu ihtiyaçlarını kim karşılıyor?”

Yaşlı zat:

- “Bilmiyorum gördüğün gibi ben ama bir kimseyim, yardım eden zat ismini bana söylemedi.”

Bunun üzerine Hz. Ömer onun evine bir gece vakti gitmeye karar verdi. Gitti ki bir de ne görsün! Hz. Ebu Bekir yerleri süpürüyor, hastanın çarşafını değiştiriyor. Hz. Ömer kendi kendine:

- “Zaten bu insan Ebu Bekir’den başkası olamazdı” dedi.


ALLAH HEP BİZİMLE

Bir gün, bir adam ellerini açıp yalvardı:

- ‘”Allah’ım benimle konuş!'’ dedi.

Tam o sırada bir çayırkuşu adamın bahçesinde en son şarkısını söylüyordu, ama adam çayırkuşuna kulak vermedi ve devam etti yakarmaya:

- ‘’Allah’ım benimle konuş!'’

Az sonra hava kapandı, gök gürültüsü ve şimşekle birlikte yağmur yağmaya başladı. Fakat adam dinlemedi, yakarmaya devam etti:

- ‘’Allah’ım! Seni görmeme izin ver!'’

O böyle yalvarırken, sağanak yağmur sona ermiş ve güneş bütün ihtişamıyla ışıklarını adamın evine kadar taşımaya başlamıştı. Fakat adam bu manzaraya aldırmadı bile. Her gün gördüğü bir şey değil miydi bu?

Yalvarmaya devam etti:

- ‘’Bana bir mucize göster Allah’ım!'’

O böyle yalvarırken, yakınlardaki evlerden birinden yeni doğmuş bir çocuğun ağlayışları geliyordu kulağına, ama adam bunu da farketmedi.

üzüntüden ağladı adam:

- ‘’Allah’ım, cevap ver bana! Burada olduğunu bilmemi sağla.'’

O sıra, bir kelebek adamın koluna kondu ama adam öbür eliyle kelebeği iteleyip kovdu ve ağlamaya devam etti:

- ‘’ Allah’ım neden bana cevap vermiyorsun?'’


ONU MELEKLER YIKADI

Ashab-ı kiramdan Hanzala hazretlerinin henüz yeni evlendiği günün gecesiydi. Sevgili Peygamberimiz, ashabını toplayarak İslama saldırmak ve yok etmek için bütün savaş hazırlıklarını tamamlayan Mekkeli müşriklere karşı harp yapılması kararını vermişlerdi. Harbe katılacak sahabiler tek tek evinden çağırıldı. Harp haberini duyuran haberci, Hanzala nın evine uğradı. Bu karar ve Resulullah Efendimizin emri ona da ulaştı. Emri duyan Hanzala, boy abdesti alma fırsatını bulamadan Uhud a gitmek üzere hemen sahabenin arkasından koşmaya başladı ve ashabının arasına katıldı. Harp sona erince Müslümanlar Medine ye dönmeye başladılar.

Harbe iştirak edenlerin yakınları acaba bizden geriye dönen olacak mı heyecanı içerisinde yollara sıralanmışlardı. Bunların arasında henüz bir günlük evli olup, gece yarısı Sevgili Peygamberimizin emrine uyarak harbe giden ve şehitlik şerbeti içen hazreti Hanzala nın dul hanımı da vardı. Herkes büyük bir heyecanla harpten dönenlere yakınlarını soruyor, fakat hiç kimse kimseye cevap vermiyordu. Ancak sorulan soruları Sevgili Peygamberimiz cevaplıyordu. En son olarak soru sorma sırası, şehit olan Hanzala nın hanımına gelmişti. Resulullah Efendimize yaklaşarak:

- Ey! Allahın Resulü! Hanzala nerede, dedi.

Sevgili Peygamberimiz:

- Hanzala şehit oldu, buyurdu.

Bunun üzerine Hanzala nın hanımı:

- Ya Resulullah, şu anda söyleceğim bir aile sırrıdır. Sizler de biliyorsunuz ki, kocamla daha henüz ilk evlendiğimiz geceydi. Kocam Hanzala, sizin mübarek emrinize uyarak boy abdestini alamadan harbe katıldı. Bildiğiniz gibi şehit oldu. Bu sebeple, emir veriniz de kocamı bulsunlar ve yıkasınlar, dedi. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz yarı hüzünlü bir şekilde Sen Hanzala için hiç merak etme! Ben Hanzala yı rahmet suları ile melekler tarafından yıkanırken gördüm buyurdu. Bunun üzerine bütün sahabiler Uhud yolunu tuttu ve herkes Hanzala yı aramaya başladı. Daha sonra sahabiler Hanzala nın henüz vücudu kurumamış ve ıslak bir şekilde buldular. Sevgili Peygamberimizin müjdesini bizzat gözleriyle gördüler. Bunun için O na Gasilül melaike yani (Meleklerin gusül ettirdiği Hanzala denir. Bu evlilikten ashabın büyüklerinden hazreti Abdullah dünyaya geldi.


GELİNCİK VE BEBEK

Uzaklarda bir köyde, kocası çocuğu doğmadan ölmüş, tek başına yaşayan
hamile bir kadın kendisine arkadaş olması açısından dağda yaralı olarak
bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlar.

Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmaz. Her ne kadar evcil bir
hayvan olmasa da, oldukça uysallaşır. Bir kaç ay sonra kadının çocuğu
doğar. Tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadır.
Günler geçer ve kadın bir gün bir kaç dakikalığına da olsa evden
ayrılmak veyavrusunu evde bırakmak zorunda kalır.

Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardır. Aradan biraz zaman geçer ve anne eve gelir. Gelinciği ve kanlı ağzını görür. Anne çıldırmışçasına gelinciğe saldırır ve oracıkta öldürür hayvanı.

Tam o sırada içerdeki odadan bir bebek sesi duyulur. Anne odaya yönelir.Ve odada beşiği, beşiğin içindeki bebeği ve bebeğin yanında duran parçalanmış bir yılanı görür.




BENDEN BU KADAR ALLAH IN İZNİYLE DEVAMI GELECEK ANCAK TEŞŞEKKÜR OLURSA EMEĞE SAYGI...KONULARDAN VERİLMİŞ OLANLARDA OLABİLİR.
 
okudukça ağladım ağladıkça okudum Allah C.C razı olsun.
 
Geri
Üst