- Katılım
- 11 Mar 2008
- Mesajlar
- 20,694
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Uğur Arslan, Ayşe Arman'a verdiği röportajda kendisiyle merak edilen soruları yanıtladı.
Deniz Fenerini kurmak nereden aklınıza geldi?
- 1996 yılıydı. İbrahim Uğurluyla ramazan programı yapmaya niyetleniyoruz. Daha doğrusu, Kanal 7 talep ediyor. Kafeteryada kara kara düşünüyoruz, "Nasıl bir şey yapsak?" diye...
Kafanızda bir prototip yok...
- Yok. İbrahim diyor ki, "Eskiden yardımlaşma çok fazlaymış. İnsanlar, fakirleri iftar sofrasında ağırlarmış!" Bir ampul yanıyor kafamızda. Soluğu Kanal 7nin yanındaki bakkalda alıyoruz. Diyoruz ki, "Abi senden şeker, un, yağ alıp Küçük Armutluda ihtiyacı olanlara dağıtacağız." O da demesin mi, "Buyurun götürün, para-mara istemiyorum." Çok etkileniyoruz, hem o bakkalı çekiyoruz hem de Küçükarmutluda kapısını çaldığımız o gecekonduda yaşayanları. Ve ertesi gün, görüntüleri yayılıyoruz...
Nasıl tepkiler alıyorsunuz?
- Muazzam! Arayan arayana. "Bizim bakkala da gelin" diyenler, "Bize de yardım edin" diyenler. Arı gibi çalışıyoruz. Deniz Feneri birden bire patlıyor ve çok popüler oluyor. Ramazandan sonra, büyük bir marketler zinciri, sponsorluk yapmak istediğini söylüyor ve yıllarca sürecek süreç başlıyor.
Siz de Deniz Feneriyle birlikte büyüyor ve herkesin sevgilisi oluyorsunuz...
- Öyle. Beni programdan takip edenler, şiirlerimi albümleştirmemi istiyor. Albümler tutuyor, insanlar şiirlerimi ezberliyor, sonra dizilerde rol almam söz konusu oluyor. Hepsi paralel gidiyor, hepsi de Deniz Feneri sayesinde!
Ve muhafazakâr kesimin Tarkanı ilan ediliyorsunuz...
- Başka bir kanalda başlamış olsaydım, muhtemelen tabanım farklı olacaktı. Çünkü, imam hatip mezunu değilim, kolejde okudum, sonra İTÜ Sakarya ve ABD... Robert de Niroun New Yorktaki film akademisinde altı ay yönetmenlik eğitimi aldım. İşin gerçeği, kafamda yardım programı yapmak yoktu. Hayata, bir yerden tutunmaya çalışıyordum. Bir taraftan Savaş Ayın A Takımına özeniyorum, bir taraftan "Komedyen olsam ne iyi olur" diyorum, çünkü ABDde "Senden iyi komedyen olur" demişlerdi. Bir taraftan da, "Şiirlerim, İbrahim Sadrininkiler gibi tutsa" hayalleri kuruyorum. Kendimi göstermek istiyorum, sanatçı olmak istiyorum. Ama kapılar, Deniz Feneriyle açıldığı için, her şey başka bir yönde gelişiyor.
O programdaki formül şahaneydi: Hem yakışıklı hem iyi insan. Bunun karşılığını nasıl görüyorsunuz?
- Müthiş bir ilgi. Her yerde insanlar saygı gösteriyor. Tabii aktivist bir ruhum da var, hoşuma gidiyor. Programa başladığımızda bizi uyarıyorlar, "Emniyetle başınız belaya girebilir. Yardım yapıyorsunuz, dernek ya da vakıf olmanız lazım!" 1998de üç-beş kişi Deniz Feneri Derneğini kuruyoruz. Kurucu başkanım.
Ve Türkiyenin en popüler yardım derneklerinden biri haline geliyor. Paralar akıyor. Bu kadar çok paraya hükmettiğinizi görünce, kendinize farklı güçler vehmetmiyor musunuz?
- Hayır, çünkü bu kadar büyümek beni mutlu etmiyor. Hayallerim farklı. Aslında Türkiyenin en büyük komedyenlerinden olmayı hayal ederken, bir yardım programının simgesi oluyorum. Ben dernekçilikten ne anlarım. 2002de işler çok büyüyor. Dernekten izin istiyorum, onursal başkan oluyorum, yönetimi devrediyorum.
Almanya ayağı ne zaman kuruluyor?
- Tam hatırlamıyorum ya 1999 ya 2000.
Nedeni ne? Almanyadaki hayırseverleri örgütlemek mi?
- Evet. O yıllarda yurtdışından Türkiyeye yardım getirmek yasak. Ama Almanyadan da yardım etmek isteyen çok kişi var. Hatırlıyorum, o yıllarda 100 bin Marka yakın bir para gönderiyorlar ama İçişleri Bakanlığı müsaade etmiyor. Mevzuata aykırıymış, para geri gönderiliyor. O yüzden Almanyada da Deniz Feneri kuruluyor. Ama ben 2002den sonra yönetimde yokum, sadece sunucuyum.
Yardım paralarının gittiği yerler hakkında ne söyleyebilirsiniz? Başka yerlerde kullanıldığına dair bir sürü iddia var...
- Program ekibi olarak, daha çok çekim yapılacak ailelerle ilgileniyorduk. Parayı toplamadığımız için ne kadar yardım yapıldı, meblağ ne kadar, para nerelere gittik bilmiyorduk.
İddialar ortaya çıkınca ne yaptınız?
- Alman polisinin açıklamalarından sonra, programı durdurma kararı alıyoruz. Olan bana oluyor. Çünkü Deniz Feneri denince akla ilk ben geliyorum. Almanya-Türkiye Deniz Fenerini ayrımını yapan da yok, dolayısıyla kurunun yanında yaş da yanmaya başlıyor. Bir de Deniz Feneri, 10 yaşındaki çocuğum gibiydi, baba olarak biliniyordum. Böyle bir şaibe çöreklenince tepeme, hayatım kaydı.
OLDUĞUM YERDE TAŞ KESİLDİM
İyi de, dünyadaki en kötü şey, yardım eden insanların iyi duygularının istismar edilmesi. Ortada bir yolsuzluk söz konusu. Bu yüzden vicdan azabı duymuyor musunuz?
- Kendimle ilgili vicdan azabı hissetmiyorum. O programda yıllarca güzel şeyler yaptık. Ama düşünmeden de edemiyorum: "Acaba, bu işi kötüye kullanan oldu mu? Hata yapanlar oldu mu?"; "İçin içini yemedi mi?" dersen, yedi. 2007den beri hem endişe hem korku bulutları üzerime çöreklendi. O tarihten beri, hayatımın üzerinde bir kara bulut gibi dolaşan bu süreç bir an evvel bitsin, her şey aydınlansın, doğrunun ne olduğu anlaşılsın diye dua edip durdum.
İnsanların en temiz, en masum duygularıyla oynandı. Bunun telafisi olabilir mi?
- Neyin ne olduğunu bilmiyoruz. Dava süreci netleştiğinde ve ortaya suç nedir, suçlu kimdir çıktığında, resmi daha iyi göreceğiz ve daha iyi yorumlayacağız. Kim kullanıldı? Ne oldu? Kim yaptı? Kimler yapmadı? Kimin suçu var? Kimin yok? Devam ettiği ve uluslararası boyutta karmaşık bir dava olduğu için, açıkçası kimseyi suçlamak istemiyorum.
Hayatta birinin başına gelebilecek en kötü şey, insanlarının güvenini sarsmak mıdır?
- Evet, öyledir. Bu davada, biri hata yaptıysa, en başta benim güven duygumu sarsmış olur.
Kaynak
Deniz Fenerini kurmak nereden aklınıza geldi?
- 1996 yılıydı. İbrahim Uğurluyla ramazan programı yapmaya niyetleniyoruz. Daha doğrusu, Kanal 7 talep ediyor. Kafeteryada kara kara düşünüyoruz, "Nasıl bir şey yapsak?" diye...
Kafanızda bir prototip yok...
- Yok. İbrahim diyor ki, "Eskiden yardımlaşma çok fazlaymış. İnsanlar, fakirleri iftar sofrasında ağırlarmış!" Bir ampul yanıyor kafamızda. Soluğu Kanal 7nin yanındaki bakkalda alıyoruz. Diyoruz ki, "Abi senden şeker, un, yağ alıp Küçük Armutluda ihtiyacı olanlara dağıtacağız." O da demesin mi, "Buyurun götürün, para-mara istemiyorum." Çok etkileniyoruz, hem o bakkalı çekiyoruz hem de Küçükarmutluda kapısını çaldığımız o gecekonduda yaşayanları. Ve ertesi gün, görüntüleri yayılıyoruz...
Nasıl tepkiler alıyorsunuz?
- Muazzam! Arayan arayana. "Bizim bakkala da gelin" diyenler, "Bize de yardım edin" diyenler. Arı gibi çalışıyoruz. Deniz Feneri birden bire patlıyor ve çok popüler oluyor. Ramazandan sonra, büyük bir marketler zinciri, sponsorluk yapmak istediğini söylüyor ve yıllarca sürecek süreç başlıyor.
Siz de Deniz Feneriyle birlikte büyüyor ve herkesin sevgilisi oluyorsunuz...
- Öyle. Beni programdan takip edenler, şiirlerimi albümleştirmemi istiyor. Albümler tutuyor, insanlar şiirlerimi ezberliyor, sonra dizilerde rol almam söz konusu oluyor. Hepsi paralel gidiyor, hepsi de Deniz Feneri sayesinde!
Ve muhafazakâr kesimin Tarkanı ilan ediliyorsunuz...
- Başka bir kanalda başlamış olsaydım, muhtemelen tabanım farklı olacaktı. Çünkü, imam hatip mezunu değilim, kolejde okudum, sonra İTÜ Sakarya ve ABD... Robert de Niroun New Yorktaki film akademisinde altı ay yönetmenlik eğitimi aldım. İşin gerçeği, kafamda yardım programı yapmak yoktu. Hayata, bir yerden tutunmaya çalışıyordum. Bir taraftan Savaş Ayın A Takımına özeniyorum, bir taraftan "Komedyen olsam ne iyi olur" diyorum, çünkü ABDde "Senden iyi komedyen olur" demişlerdi. Bir taraftan da, "Şiirlerim, İbrahim Sadrininkiler gibi tutsa" hayalleri kuruyorum. Kendimi göstermek istiyorum, sanatçı olmak istiyorum. Ama kapılar, Deniz Feneriyle açıldığı için, her şey başka bir yönde gelişiyor.
O programdaki formül şahaneydi: Hem yakışıklı hem iyi insan. Bunun karşılığını nasıl görüyorsunuz?
- Müthiş bir ilgi. Her yerde insanlar saygı gösteriyor. Tabii aktivist bir ruhum da var, hoşuma gidiyor. Programa başladığımızda bizi uyarıyorlar, "Emniyetle başınız belaya girebilir. Yardım yapıyorsunuz, dernek ya da vakıf olmanız lazım!" 1998de üç-beş kişi Deniz Feneri Derneğini kuruyoruz. Kurucu başkanım.
Ve Türkiyenin en popüler yardım derneklerinden biri haline geliyor. Paralar akıyor. Bu kadar çok paraya hükmettiğinizi görünce, kendinize farklı güçler vehmetmiyor musunuz?
- Hayır, çünkü bu kadar büyümek beni mutlu etmiyor. Hayallerim farklı. Aslında Türkiyenin en büyük komedyenlerinden olmayı hayal ederken, bir yardım programının simgesi oluyorum. Ben dernekçilikten ne anlarım. 2002de işler çok büyüyor. Dernekten izin istiyorum, onursal başkan oluyorum, yönetimi devrediyorum.
Almanya ayağı ne zaman kuruluyor?
- Tam hatırlamıyorum ya 1999 ya 2000.
Nedeni ne? Almanyadaki hayırseverleri örgütlemek mi?
- Evet. O yıllarda yurtdışından Türkiyeye yardım getirmek yasak. Ama Almanyadan da yardım etmek isteyen çok kişi var. Hatırlıyorum, o yıllarda 100 bin Marka yakın bir para gönderiyorlar ama İçişleri Bakanlığı müsaade etmiyor. Mevzuata aykırıymış, para geri gönderiliyor. O yüzden Almanyada da Deniz Feneri kuruluyor. Ama ben 2002den sonra yönetimde yokum, sadece sunucuyum.
Yardım paralarının gittiği yerler hakkında ne söyleyebilirsiniz? Başka yerlerde kullanıldığına dair bir sürü iddia var...
- Program ekibi olarak, daha çok çekim yapılacak ailelerle ilgileniyorduk. Parayı toplamadığımız için ne kadar yardım yapıldı, meblağ ne kadar, para nerelere gittik bilmiyorduk.
İddialar ortaya çıkınca ne yaptınız?
- Alman polisinin açıklamalarından sonra, programı durdurma kararı alıyoruz. Olan bana oluyor. Çünkü Deniz Feneri denince akla ilk ben geliyorum. Almanya-Türkiye Deniz Fenerini ayrımını yapan da yok, dolayısıyla kurunun yanında yaş da yanmaya başlıyor. Bir de Deniz Feneri, 10 yaşındaki çocuğum gibiydi, baba olarak biliniyordum. Böyle bir şaibe çöreklenince tepeme, hayatım kaydı.
OLDUĞUM YERDE TAŞ KESİLDİM
İyi de, dünyadaki en kötü şey, yardım eden insanların iyi duygularının istismar edilmesi. Ortada bir yolsuzluk söz konusu. Bu yüzden vicdan azabı duymuyor musunuz?
- Kendimle ilgili vicdan azabı hissetmiyorum. O programda yıllarca güzel şeyler yaptık. Ama düşünmeden de edemiyorum: "Acaba, bu işi kötüye kullanan oldu mu? Hata yapanlar oldu mu?"; "İçin içini yemedi mi?" dersen, yedi. 2007den beri hem endişe hem korku bulutları üzerime çöreklendi. O tarihten beri, hayatımın üzerinde bir kara bulut gibi dolaşan bu süreç bir an evvel bitsin, her şey aydınlansın, doğrunun ne olduğu anlaşılsın diye dua edip durdum.
İnsanların en temiz, en masum duygularıyla oynandı. Bunun telafisi olabilir mi?
- Neyin ne olduğunu bilmiyoruz. Dava süreci netleştiğinde ve ortaya suç nedir, suçlu kimdir çıktığında, resmi daha iyi göreceğiz ve daha iyi yorumlayacağız. Kim kullanıldı? Ne oldu? Kim yaptı? Kimler yapmadı? Kimin suçu var? Kimin yok? Devam ettiği ve uluslararası boyutta karmaşık bir dava olduğu için, açıkçası kimseyi suçlamak istemiyorum.
Hayatta birinin başına gelebilecek en kötü şey, insanlarının güvenini sarsmak mıdır?
- Evet, öyledir. Bu davada, biri hata yaptıysa, en başta benim güven duygumu sarsmış olur.
Kaynak