MüHeNDiS
MüHeNDiS
MANEVİ HASTALIKLAR
3-UCB 4-GURUR 5-KIZGINLIK 6-KİN
3- UCB
Kalbin huzurunu bozan manevi hastalıkların büyüklerinden birisi de ucb (kendini beğenme) dur. Bir insan kendisinde bulunan ucb hastalığından habersiz ise, ne kadar taat ve ibadet, hayır ve hasenat yaparsa yapsın kendisini zengin zanneden, büyük bir fakirdir. Çünkü kalbde bulunan ucb, aynı ateşin odunları yakıp kül ettiği gibi, hayır ve hasenatını taat ve ibadetini mahveder. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.v) bir Hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;
'Başka hiçbir günah işlemeseniz bile, ucb yapmanız sizin için yeterli bir günahtır.' (İbn-u Hibban, Bezzar)
Ucb öyle bir hastalıktır ki, insanın üzerinden Allahu Zülcelal'in tevfikini kaldırır ve her ameline şeytanı ortak yapar. Yememiz, içmemiz, hastalığımız, ölümümüz, kısaca herşeyimiz Allahu Zülcelal'in elindedir. Onun karşısında herkes fakir ve güçsüz durumdadır. Hal böyleyken ucblanmak çok yanlış bir şeydir.
Ayrıca ucb riya yapmaya da yol açar. Çünkü amelini beğenen bir kimse, onu başkalarına da gösterip onların hayranlığını kazanmak ister. Onun için herkes kendi amelini kusurlu görmesi lazımdır.
Ucb sahibi olan kimse, Allahu Zülcelal'in kendisi hakkındaki tevfik ve inayetini kendi şahsi hüneri zanneder ve bu sebeble, O'na hamd ve şükretmek yerine, kendi kendini övmeye ve göstermeye çalışır. Bir misal vermek gerekirse, Allahu Zülcelal imtihan için Karun'a çok miktarda mal vermişti kendisi ise bu olayı; 'Bu mal benim ilim ve hünerimin sonucudur.' (Kasas;78) diyerek değerlendirmiştir. 'Fakat onun bu nankörlük, kibri ve ucbu üzerine Allah kendisini malıyla birlikte yerin dibine geçirdiği zaman, onun ilim ve hüneri ortalıkta görünmemiş ve onu kurtarmamıştır.' (Kasas;81)
Şabi (rh.a) şöyle anlatmıştır;
Bir kişi vardı. Yürüdüğü zaman, daima bir bulut ona gölge yapardı. Bunu gören günahkar ve fasık bir kişi; 'Ben bu adamın yanına gideyim, belki Allah onun hürmetine beni affeder.' dedi. O, üzerinde bulut bulunan kişi, yanına gelen bu adamı küçük görüp; 'Bu günahkar ve fasık adam nasıl beni gölgelendiren bulutun altında yürüyebilir?' dedi. Ayrıldıkları zaman bulut o kimseyi terkederek o fasık adamla beraber gitti.
Ucbun en tehlikeli afetlerinden biri de, insan kendisinin kurtuluşa erdiğini ve hayır yapmaya ihtiyacı kalmadığını sanarak hayır yolunda çalışmaktan geri durmasıdır. Bu da apaçık bir helaktır.
Meşruk (rh.a) demiştir ki;
'Bir kula ilim olarak; Allahu Teala'dan korkması yeter. Cehalet olarakta amelini beğenip ucba kapılması yeter.'Şeytanın insanlara karşı oyunları çoktur. Buna şöyle bir örnek verebiliriz. Şeytan, Bayezid-i Bestami (k.s)'nin yanına gelmiş ve yirmi yıl onun yanında kalmıştır. Onu yoldan çıkarmak için çok çaba göstermiştir. Sonunda onu yoldan çıkarmaya bir çare bulamadığından dolayı onun yanında ayrılmak istemiş ve ayrılırken; “Beni tanıdın mı?' diye sormuş. Bayezid-i Betami (k.s) ona; 'Seni şimdi seğil ilk geldiğin günden bu yana tanıdım.' demiş. Şeytan ona; 'Ben elimden geleni yaptım, seni yoldan çıkaramadım. Allah senden razıdır. O seni çok seviyor ve seni çok muhafaza ediyor. Senin gibisi yeryüzünde bulunmaz.' demiş. Bunun üzerine Bayezid-i Bestami (k.s); 'Sen son olarak beni ucba kaptırarak helak mı etmek istiyorsun?' diyerek şeytanı uzaklaştırmıştır.
Bakınız, şeytan onu methetmek suretiyle ucba sürüklemek ve onu yoldan çıkarmak istedi. Daha önce de buna benzer çok hileler yapmış ve onu kandırmaya gücü yetmemişti. İşte insan şeytanın oyunlarına kanmamalı, çok dikkatli olmalıdır.
Bir gün Hz. İsa (a.s)'ya;
'Ey Ruhullah! Nasılsın?' diye sormuşlar. Hz. İsa (a.s) bu soruya karşılık şöyle bir cevap vermiştir;
'Ben öyle biliyorum ki; yeryüzünde benden daha fakir kimse yoktur. Benim ruhum benim elimde değil, sıhhatim benim elimde değil, açlığım ve susuzluğum benim elimde değil, yani bütün her şeyim başka bir zatın elindedir. Böyle olan bir kimseden yeryüzünde daha fakir biri var mıdır?'
İşte her insanın hali aynen böyledir. Yememiz, içmemiz, kuvvetimiz, hastalığımız, ölümümüz, kısaca her şeyimiz Allahu Zülcelal'in elindedir. O'nun karşısında fakir ve güçsüz durumdayız. Hal böyleyken ucblanmak çok yanlış bir davranıştır.
Ucbdan kurtulmak isteyen kimse şu dört şeyi yapmalıdır;
1-) Başarıyı Allahu Zülcelal'den bilmelidir. Çünkü bir kimse başarıyı Allah'tan bilirse, O'na şükreder ve ucba düşmez.
2-) Allahu Zülcelal'in kendisine ikram ettiği nimetlere bakmalıdır. Bir kimse Allahu Zülcelal'in nimetlerini görürse, O'na şükreder, amelini az görür ve ucba kapılmaz.
3-) Amelinin kabul olmama ihtimalini düşünüp, hesabını buna göre yapmalıdır. Bir kimse, amelinin kabul olmama ihtimalini düşünüp korktuğu sürece ucba kapılmaz.
4-) Daha önce işlediği günahları düşünmelidir. Bir kimse, Günahlarının sevaplarından fazla olmasından korkarsa, ucba kapılmaz.
Zaten böyle bir idrakte olan bir kimse, nasıl ucba kapılabilir ki? Hiç kimse kıyamet gününde amel defterinde neler çıkacağını bilmez. Bir kimsenin ucbu ve sevinci ancak kıyamet gününde amel defterini okuduktan sonra olacaktır.
Şeyh Abdulkadir-i Geylani (k.s) şöyle buyurmuştur;
'İnsan neyi ile ucublanabilir ki? İlmi ile ucblansa, o ilmi kendisine kim verdi? Konuşması ile ucblansa, dilini çeviren kimdir? Malı ile ucblansa o malı ona kim verdi? Gerçekten ucblanmak çok büyük akıl eksikliğidir.'
Hakikaten Şeyh Abdulkadir-i Geylani (k.s)'nin bu sözleri bizim için çok büyük bir derstir.
İnsan, ucbun ne kadar zararlı olduğunu, manevi hayatını alt üst ettiğini bildikten sonra kendisini bundan muhafaza etmesi lazımdır. İnsan ibadetleri eksik görmelidir ki onunla ucblanmasın! İnsan yaptığı her amelde kendisini taksirat sahibi olarak görürse o kimse ucba kapılmaz. Onun için herkes kendisine dikkat etmelidir. Biz kendimizi herkesten daha aşağı görelim. Olabilir ki kötü olarak tanıdığımız bir insan bir gün Allahu Zülcelal'e yönelebilir. Bizde onun yerine kötü olabiliriz. Onun için herkes kendisini alçak görmesi lazımdır.
4- GURUR;
Kalbin huzurunu bozan manevi hastalıklardan birisi de gururdur. İnsanların bir çoğu hatalı yolda oldukları halde, kendilerini hayır üzerine bulunduklarını zannederler. Halbuki asla gerçekleşmeyecek bir düşünce ve hayalin peşinde gitmek, yapmadığı şeyi umut etmek mağrurluktan başka bir şey değildir.
Müminlerin asi olanları; 'Allah kerimdir, O'nun affı çoktur.' gibi sözlere bel bağlayıp salih amelleri terketmek suretiyle aldanırlar. Bu kimselerin aldanmalarının bir sebebi de, atalarının durumlarına güvenmeleridir. Halbuki atalarının takvasıyla kurtulacağını zannetmek, babasının yemek yemesi ile kendi karnının doyacağına veya babasının hacca gitmesi ile kendisinin hacı olacağını zannetmek gibidir. Nitekim Allahu Zülcelal bir ayet-i kerime de şöyle buyurmuştur;
'Ey İnsan! Sen kerem sahibi olan Rabbin hakkında aldatıp yanlışlara (küfür, günah, nankörlük) süren nedir? Halbuki O seni yarattı, sana düzgün bir vücut verdi ve organlarını ihtiyaçlarına göre biçimlendirdi.'(İnfitar;6-7)
Hz. Peygamber (a.s.v) da bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;
'Akıllı insan, kendi nefsini hesaba çeker ve ölümden sonrası için çalışır. Aldanmış olan ise, nefis ve hevasına uyar ve buna rağmen Allah'tan temennilerde bulunur (affedileceğini, cennete götürüleceğini düşünür.)'
Gurur ve aldanış cehaletten de kötüdür. Çünkü cehalet bir şeyi bilmemektir. Gurur ise onu yanlış ve ters bilmektir. Bu sebebten dolayı, çok kimse kötü oldukları halde kendilerini iyi zannederler veya yaptıkları iş yanlış olmasına rağmen, onu doğru kabul ederler.
Burada zikredilen sebeblerden dolayı aldanışlar meydana gelir.
Birinci aldanış dünyayı ahiretten üstün tutmaktır. Bu en büyük aldanıştır. Bu aldanışın sebebi, dünyanın hazır ve gözönünde olması, ahiretin gayb ve zamanın arkasında bulunmasıdır. Allahu Zülcelal bu aldanışın içinde olanlar hakkında şöyle buyurmuştur;
'Dünya hayatını ahiretten daha çok seven ve bu sebeble Allah yolundan sapan ve onu eğri bulan kimseler açık bir delalet içindedirler.' (İbrahim;3)
Diğer aldanış ise, iyi ve kötü olmayı dünyadaki mal ve rahatlıkla ölçmektir. Bazı insanlar mal ve hal sahibi oldukları için kendilerini ve kendileri gibi olanları Allah nazarında iyi zannederler. Allahu Zülcelal bu kimselerin aldanmalarını şu ayet-i kerime de bildirmiştir;
'İmtihan etmek maksadıyla Allah insanı üne çıkardığı ve ona nimet verdiği zaman; 'Rabbim beni üstün kılmıştır.' der. Hayır! (Bu söz doğru değildir.) (Fecr;15)
Bu sözün ve böyle düşünmenin doğru olmaması şundandır ki, imtihan malzemeleri kimseye üstünlük sağlamaz. Onun üstünlüğü ancak bunlarla imtihanı başarmasındadır. Bundan dolayı Allahu Zülcelal maddi durumlarını hiç hesaba katmadan, imtihanı başarmış olan müminlerin imtihanı kaybetmiş olan inkarcı ve fasıklardan üstün olduklarını bildirmiştir.
Şeytandan bir dürtü olan temenniye ümit gibi sarılanlar şöyle derler; Allah'ın rahmeti çok, lütfu sonsuzdur. O'nun deniz gibi olan affı yanında bizim günahlarımız birkaç damladan ibarettir. Biz O'na iman etmişiz. Bu kadar kafir ve zalim varken bizi mi cezalandıracaktır? Allah'ın bizim ibadetimize ihtiyacı yoktur.
Biz de bu kimselere şöyle deriz; Peki peygamberler, alimler, veliler ve diğer salih insanlar Allah'ın rahmetinin geniş olduğunu, O'nun kimsenin ibadetine ihtiyacı bulunmadığını, dünyada şu kadar kafir ve zalim yaşadığını bilmemişlermi ki, gece gündüz ibadet etmişler, en küçük bir günahtan bile sakınmaya çalışmışlar ve Allahu Zülcelal'in azabından tir tir titremişler! Meleklerde bunu bilmemişlermi ki, tamamen masum ve devamlı ibadet halinde olmalarına rağmen hep korku içindedirler. Hem af ve mağfiret sahibi olan Allahu Zülcelal'in kendisi de salih amel işlenmesini ve kendisinden korkulmasını emretmemiş midir?
Bazı kimselerin bir miktar taatları vardır. Fakat günahları da vardır. Kendileri ise günahlarını önemsemez, taatlarının kendilerini kurtaracağını zannederler. Bu sebeble de kendilerini iyi durumda görürler. Bunların bu hali de bir aldanış ve gururdur.
Diğer bazı kimseler, günahlarını hiç görmez, yalnızca taatlarını görürler ve bu sebeble kendilerini çok iyi bir durumda sanırlar. Allahu Zülcelal bunlar hakkında ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur;
'O gün Allah hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah bunların yaptıklarını unutmaz, fakat kendileri unuturlar. Allah herşeye şahittir.'(Mücadele;6)
Bazı insanlar vardır ki, Allah'ın emir ve nehylerini insanlara anlatırlar. Fakat bu hayırlı ve önemli iş için gerekli ve şart olan ihlas, yumuşaklık, sabır ve şevkati göstermezler. En ufak bir direnme karşısında kızarlar. Buna da Allah için kızmak adını verirler. Fakat başkalarına söylediklerini kendileri yapmazlar ve şayet onları bu konuda uyaran olursa bunu edebe muhalefet sayarlar.
Şeytan, bütün insanları günahlarla aldatmaz. Bazılarını da amel ve ibadetlerle aldatır. Şeytan, amel ve ibadetlerin içine onları bozan yabancı unsurların karıştırılmasını sağlar ve suretle ibadet olmaktan çıkardığı bu meşguliyetleri bu kimselerin nazarında hala dereceler kazandıran ameller olarak gösterir.
Bazıları amel ve ibadetlerinin, hayır ve hizmetlerinin değer ve kıymetlerinin hakkıyla bilinmediğinden ve hak ettikleri medh ve takdiri alamadıklarından şikayet ederler. Yaptıklarının karşılığını halktan almak isteyen bu kimseler, bu yüzden halka kızgın ve kırgındırlar. Bu sebeble onlardan uzak dururlar, onlarla karşılaştıkları zaman yüzlerini ekşitirler ve onlarla konuşurken yumuşak bir dil ile konuşmazlar.
Bu kimseler düşünmezler ki, ibadetler ve hayırlar insanların takdiri için değil Allahu Zülcelal'in rızası için yapılır. Hal böyle olunca da bu işlerden dolayı kimsenin insanlardan bir şey bekleme hakkı yoktur. Bu sebeble Allahu Zülcelal ayet-i kerime de şöyle buyurmuştur;
'De ki; müslümanlığınızı başıma vurmayın. Eğer gerçekten müslüman olmuşsanız, sizin kimse üzerinde minnetiniz yoktur, Allah'ın sizin üzerinizde minneti vardır.' (Hucurat;17)
Allahu Zülcelal'e giden yolda başarılı olanlar, o yolun üzerindeki engellerin afetlerini ve kalbe giriş yollarını bilip, kendisini bundan muhafaza eden ve basiretle davranan kimselerdir.
Aldananlar ise, Allahu Zülcelal'in kendi iradelerine terkettiği ve kalblerini hakkı bilip anlamaktan geri bıraktığı kimselerdir. Nasıl insan düşman karşısında uyanık ve dikkatli duruyorsa, şeytan ve nefsin karşısında da o şekilde uyanık ve dikkatli davranması lazımdır.
Her insan amelini sadece ve sadece Allahu Zülcelal'in rızası için yapmaya gayret etmesi lazımdır. Her insan aldanmamak için ilim okumalı ve aldanma olaylarına karşı çok dikkatli olmalıdır...
5- KIZGINLIK
Kalbin huzurunu bozan manevi hastalıklardan birisi de kızgınlıktır. Kızgınlık kalbte yanan bir ateştir. Nitekim Allahu Zülcelal bir ayet-i kerime de şöyle buyurmuştur;
'Kafirler, kalblerinde haksız kızgınlık barındırmışlardır. Buna karşılık, Allah, peygamberin ve müminlerin üzerine sükûnet indirmiştir.' (Feth;26)
Bu ayet-i kerime, kafir ve imansızların kendi hayvani tabiatlarına uyup kızgınlık gösterdiklerini, peygamber ve müminlerin ise Allahu Zülcelal'in hıfz ve terbiyesi sayesinde bu huyu yendiklerini bildirmiştir.
Bir adam; 'Ey Allah'ın Resulü! Beni Allahu Teala'nın kızgınlığından hangi amel korur?'diye sordu. Hz. Peygamber (a.s.v);
'Senin O'nun kullarına kızmaman.' buyurdu. (Taberani)
Burada kıyamet gününe inanan müminler için çok büyük bir ders vardır. İnsan Allah'ın yarattıklarına karşı şevkatli davranıp kızmaması lazımdır. Bununla birlikte Allahu Zülcelal'in gazabından da muhafaza olunur. Allahu Zülcelal'in gazabından muhafaza olmak, insan için en büyük nimettir. Önümüze her hangi kızabileceğimiz bir olay geldiğinde bu Hadis-i şerifi hatırlamak lazımdır. İnsan bu şekilde bu hadis-i şerifi hatırlayıpta kızmaktan vazgeçerse, Allahu Zülcelal'de o kuluna kıyamet gününde inşallahu teala gazabı yerinde rızasını nasip edecektir. Onun için bu emirleri yerine getirmeye gayret edelim...
Hz. Peygamber (a.s.v) birgün ashab-ı kirama;
'Size göre pehlivan kimdir?' diye sordu. Ashab-ı kiram;
'Pehlivan sırtı yere getirelemeyendir.' dediler. Kendisi;
'Hayır! Gerçek pehlivan, kızdığı anda kendine hakim olan kimsedir.' Buyurdu. (Müttefekun Aleyh)
Vehb bin Münebbih (rh.a);
'İnsan kızdığı zaman, çocuğun top ve topaçla oynaması gibi, şeytan onunla oynar.' Demiştir.
Kızgınlığın ifrat hali, bu hissin din, akıl ve maslahatın kontrolünden çıkması ve taşkınlık halini almasıdır. Tefrid halindeki kızgınlık, sahibine zulüm ve haksızlık yapılmasına sebeb olur. İfrat derecesinde kızmış olan kimse, gücü yettiği zaman kızdığı insana saldırır ve onu yıkmaya çalışır. Buna gücü yetmediği zamanda kızgınlığını kine dönüştürüp kalbinde depolar. İfrat derecesinde kızan bir insan da sarhoş gibi dengesiz ve tutarsız olur. Sureti de çirkin bir vaziyet alır. Kendisi bu durumu görse, utancından saklanacak yer arar.
Anlatıldığına göre, bir adam Rebi' bin Haysem'e kötü bir söz söyledi. Rabi' bin Haysem kızmayıp; cennetle aramda bir mesafe vardır. Eğer onu aşamazsam, ben senin söylediğinden daha kötüyüm.' diye karşılık vermiştir.
Evet, kızgınlığı yutmak peygamberlerin, velilerin ve alimlerin huyudur. Kızmak ise zalimlerin, hainlerin, cahillerin ve rezillerin ahlakıdır.
Önceki bir semavi kitapta şöyle denilmiştir;
'Ey İnsan! Kızdığın zaman beni hatırla ki, bende kızdığım zaman seni hatırlayayım da seni de azabımla helak ettiklerim içinde helak etmeyeyim.'
Kızgınlığını yutmak için, kızan insanın çirkinleşen yüzünü, davranışlarını düşünmek bile yeterlidir.
Ahnef bin Kays şöyle demiştir;
'Birisi bana düşmanlık ettiği zaman, muhakkak ben onu üç sıfatın biriyle karşılarım. Benden yüksek olursa ona saygı duyarım ve karşılık vermem. Benden aşağı ise kadrimi ondan yüksek görüp kötü muameleye tenezzül etmem. Benim emsalim ise, aff ve ihsan ile muamele ederim.'
Bir gün bedevilerden biri Hz. Ömer (r.a)'e;
'Vallahi sen adaletle hükmetmiyor ve bol vermiyorsun.' dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) öfkelendi. Öyleki kızdığı yüzünden belli oldu. O vakit orada bulunanlardan bir kişi; Ey müminlerin emiri! Allahu Teala;
'Affa sarıl, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.' (A'raf;199) buyuruyor. Bu adam cahillerden biridir, dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a)'in kızgınlığı dindi ve adamı affetti.
İnsan ne vakit öfkesini yutarsa Allah için yutmalıdır. Bunun Allah nezdinde sevabı çok büyüktür. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.v) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;
'Her kim öfkesini yenerse Allah o kimseden azabını men eder. Her kim Rabbine istiğfar ederse Allah onun istiğfarını kabul eder. Her kim dilini kötü söylemekten muhafaza ederse Allah o kimsenin ayıplarını örter.' (Beyhaki)
Öfkelenen kişi euzü besmele çekmeli ve kelime-i tevhidi söylemelidir. Ayakta ise oturmalıdır. Oturuyorsa yan üstü yatmalıdır. Soğuk su ile abdest alması da müstehaptır. Zira öfke ateştendir ve ateşi de su söndürür.
İnsan Allahu Zülcelal'in kullarına kızmayıp, onlara karşı şevkat ve merhametli olması lazımdır. Bu güzel sıfatı elde edebilmek içinde hem Allahu Zülcelal'den istemeli ve hem de gayret göstermelidir.
6- KİN
Kalbin huzurunu bozan manevi hastalıklardan birisi de kindir. Kin; kalbin kin beslenen kimseyi devamlı hatırlayıp, ona buğz etmesi ve ondan tiksinmesidir.
İnsan bir kimseden hemen intikam almaktan aciz kaldığı zaman, yutulan öfke içe döner, orada birikir ve en sonunda kine dönüşür. Halbuki Hz. Peygamber (a.s.v) bir hadis-i şerifte; 'Mümin kinci değildir.' buyurmuştur.
Kin, kızgınlığın zehirli bir meyvesidir. Kinin zehiri şu şekillerde kendini gösterir;
1-) Hased etmek, hased kin duyulan kimsenin nimet görmesine üzülmek, bela görmesine sevinmektir. Bu hal münafıkların huyudur.
2-) İçteki hasedi dışa vurmak ve sözü edilen üzüntü ve sevinci söz ve fiil ile açıkça göstermek.
3-) Kin duyduğu insanla ilişkiyi kesmek. Onun yaklaşmasına rağmen ondan uzaklaşmak.
4-) Buna haklılık kazandırmak için de o insanı küçültmek ve konuşmaya, dostluğa değmediğini ileri sürmek.
5-) Onun hakkında helal olmayacak şekilde konuşmak. Örneğin, onu gıybet etmek, ona iftira etmek, sırrını ifşa etmek ve onu sıkıntıya sokan hallerini açıklamak.
6-) Onu çirkinleştirmek ve onunla alay etmek maksadıyla söz ve davranışlarını taklit etmek.
7-) Fırsat bulunca vücuduna veya malına zarar vermek.
Alacağını vermek, affını istemek, sıla-i rahim yapmak gibi haklarını ifa etmemek.
9-) Onun hakkında su-i zan etmek, kötü olduğunu düşünmek, iyi olduğuna ihtimal vermemek.
10-) Ona haksızlık yapan veya düşmanlık edenle dost olmak ve ona bu suretle eziyet vermek.
Kin duyan kimse din kardeşinin yüzüne gülmez, onunla yumuşak konuşmaz, onu önemsemez, ona acıyıp merhamet etmez ve ihtiyacını görmez, onunla birlikte bir hayır işini yapmaya yanaşmaz, onun iyiliklerini söylemez ve ona iyi davranılmasını tavsiye etmez. Bütün bunlar kin duyan müminin manevi derecesini düşüren, ona büyük sevaplar kaybettiren ve ona çok sayıda günahlar kazandıran kötülüklerdir.
Enes bin Malik (r.a) dedi ki;
Hz. Resulullah bana şöyle buyurdu;
'Eğer kalbinde hiçbir kimseye karşı kin taşımadan sabahlayıp akşamlamaya gücün yeterse bunu yap. Bu benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimi ihya ederse, beni ihya etmiş olur. Beni ihya eden ise, benimle birlikte cennettedir.' (Tirmizi)
Allahu Zülcelal'i arayan, O'nun sevgisiyle birleşen, ve O'nun zikriyle dost olan kalblerde kin ve düşmanlıktan eser kalmaz.
Netice olarak, insan maneviyatının sağlıklı bir şekilde olmasını istiyorsa, kalbinde bulunan kin ve düşmanlığı atıp, insanların kendisine karşı yaptığı kusurları affetmelidir. Çünkü kin şeytanın ahlakı, insanları affetmekse, Allahu Zülcelal'in, peygamberlerin ve evliyaların ahlakıdır.
Herhangi bir kişi, birisine kin duyduğu zaman, ona bir zarar veremeyeceğini bilmelidir. Ama kin güden insan kendisini mahveder. Madem ki bütün zarar kendisinedir. Öyle ise insanın hem dünyasına hem ahiretine zararlı olan bu kini söküp atması gerekmektedir.
Hz. Peygamber (a.s.v) ve evliya-i kiramların Kin hakkındaki sözlerini insan biraz okuyup düşündüğü zaman, insanın manevi hayatına ne kadar zararlı olduğunu kolaylıkla anlayabilir. Çünkü kin, insanın sevaplarını yok olmasına ve başkasının günahlarının da yüklenilmesine sebeb olur.
Kin sahibini bu kadar zarara koyduğu için, her insan kinden uzak durmalı ve Allahu Zülcelal'in kullarına karşı şevkatli davranmalıdır. Bu sıfatı elde etmek içinde hem Allahu Zülcelal'den istemeli ve hem de bunun için gayret sarfetmelidir.
3-UCB 4-GURUR 5-KIZGINLIK 6-KİN
3- UCB
Kalbin huzurunu bozan manevi hastalıkların büyüklerinden birisi de ucb (kendini beğenme) dur. Bir insan kendisinde bulunan ucb hastalığından habersiz ise, ne kadar taat ve ibadet, hayır ve hasenat yaparsa yapsın kendisini zengin zanneden, büyük bir fakirdir. Çünkü kalbde bulunan ucb, aynı ateşin odunları yakıp kül ettiği gibi, hayır ve hasenatını taat ve ibadetini mahveder. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.v) bir Hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;
'Başka hiçbir günah işlemeseniz bile, ucb yapmanız sizin için yeterli bir günahtır.' (İbn-u Hibban, Bezzar)
Ucb öyle bir hastalıktır ki, insanın üzerinden Allahu Zülcelal'in tevfikini kaldırır ve her ameline şeytanı ortak yapar. Yememiz, içmemiz, hastalığımız, ölümümüz, kısaca herşeyimiz Allahu Zülcelal'in elindedir. Onun karşısında herkes fakir ve güçsüz durumdadır. Hal böyleyken ucblanmak çok yanlış bir şeydir.
Ayrıca ucb riya yapmaya da yol açar. Çünkü amelini beğenen bir kimse, onu başkalarına da gösterip onların hayranlığını kazanmak ister. Onun için herkes kendi amelini kusurlu görmesi lazımdır.
Ucb sahibi olan kimse, Allahu Zülcelal'in kendisi hakkındaki tevfik ve inayetini kendi şahsi hüneri zanneder ve bu sebeble, O'na hamd ve şükretmek yerine, kendi kendini övmeye ve göstermeye çalışır. Bir misal vermek gerekirse, Allahu Zülcelal imtihan için Karun'a çok miktarda mal vermişti kendisi ise bu olayı; 'Bu mal benim ilim ve hünerimin sonucudur.' (Kasas;78) diyerek değerlendirmiştir. 'Fakat onun bu nankörlük, kibri ve ucbu üzerine Allah kendisini malıyla birlikte yerin dibine geçirdiği zaman, onun ilim ve hüneri ortalıkta görünmemiş ve onu kurtarmamıştır.' (Kasas;81)
Şabi (rh.a) şöyle anlatmıştır;
Bir kişi vardı. Yürüdüğü zaman, daima bir bulut ona gölge yapardı. Bunu gören günahkar ve fasık bir kişi; 'Ben bu adamın yanına gideyim, belki Allah onun hürmetine beni affeder.' dedi. O, üzerinde bulut bulunan kişi, yanına gelen bu adamı küçük görüp; 'Bu günahkar ve fasık adam nasıl beni gölgelendiren bulutun altında yürüyebilir?' dedi. Ayrıldıkları zaman bulut o kimseyi terkederek o fasık adamla beraber gitti.
Ucbun en tehlikeli afetlerinden biri de, insan kendisinin kurtuluşa erdiğini ve hayır yapmaya ihtiyacı kalmadığını sanarak hayır yolunda çalışmaktan geri durmasıdır. Bu da apaçık bir helaktır.
Meşruk (rh.a) demiştir ki;
'Bir kula ilim olarak; Allahu Teala'dan korkması yeter. Cehalet olarakta amelini beğenip ucba kapılması yeter.'Şeytanın insanlara karşı oyunları çoktur. Buna şöyle bir örnek verebiliriz. Şeytan, Bayezid-i Bestami (k.s)'nin yanına gelmiş ve yirmi yıl onun yanında kalmıştır. Onu yoldan çıkarmak için çok çaba göstermiştir. Sonunda onu yoldan çıkarmaya bir çare bulamadığından dolayı onun yanında ayrılmak istemiş ve ayrılırken; “Beni tanıdın mı?' diye sormuş. Bayezid-i Betami (k.s) ona; 'Seni şimdi seğil ilk geldiğin günden bu yana tanıdım.' demiş. Şeytan ona; 'Ben elimden geleni yaptım, seni yoldan çıkaramadım. Allah senden razıdır. O seni çok seviyor ve seni çok muhafaza ediyor. Senin gibisi yeryüzünde bulunmaz.' demiş. Bunun üzerine Bayezid-i Bestami (k.s); 'Sen son olarak beni ucba kaptırarak helak mı etmek istiyorsun?' diyerek şeytanı uzaklaştırmıştır.
Bakınız, şeytan onu methetmek suretiyle ucba sürüklemek ve onu yoldan çıkarmak istedi. Daha önce de buna benzer çok hileler yapmış ve onu kandırmaya gücü yetmemişti. İşte insan şeytanın oyunlarına kanmamalı, çok dikkatli olmalıdır.
Bir gün Hz. İsa (a.s)'ya;
'Ey Ruhullah! Nasılsın?' diye sormuşlar. Hz. İsa (a.s) bu soruya karşılık şöyle bir cevap vermiştir;
'Ben öyle biliyorum ki; yeryüzünde benden daha fakir kimse yoktur. Benim ruhum benim elimde değil, sıhhatim benim elimde değil, açlığım ve susuzluğum benim elimde değil, yani bütün her şeyim başka bir zatın elindedir. Böyle olan bir kimseden yeryüzünde daha fakir biri var mıdır?'
İşte her insanın hali aynen böyledir. Yememiz, içmemiz, kuvvetimiz, hastalığımız, ölümümüz, kısaca her şeyimiz Allahu Zülcelal'in elindedir. O'nun karşısında fakir ve güçsüz durumdayız. Hal böyleyken ucblanmak çok yanlış bir davranıştır.
Ucbdan kurtulmak isteyen kimse şu dört şeyi yapmalıdır;
1-) Başarıyı Allahu Zülcelal'den bilmelidir. Çünkü bir kimse başarıyı Allah'tan bilirse, O'na şükreder ve ucba düşmez.
2-) Allahu Zülcelal'in kendisine ikram ettiği nimetlere bakmalıdır. Bir kimse Allahu Zülcelal'in nimetlerini görürse, O'na şükreder, amelini az görür ve ucba kapılmaz.
3-) Amelinin kabul olmama ihtimalini düşünüp, hesabını buna göre yapmalıdır. Bir kimse, amelinin kabul olmama ihtimalini düşünüp korktuğu sürece ucba kapılmaz.
4-) Daha önce işlediği günahları düşünmelidir. Bir kimse, Günahlarının sevaplarından fazla olmasından korkarsa, ucba kapılmaz.
Zaten böyle bir idrakte olan bir kimse, nasıl ucba kapılabilir ki? Hiç kimse kıyamet gününde amel defterinde neler çıkacağını bilmez. Bir kimsenin ucbu ve sevinci ancak kıyamet gününde amel defterini okuduktan sonra olacaktır.
Şeyh Abdulkadir-i Geylani (k.s) şöyle buyurmuştur;
'İnsan neyi ile ucublanabilir ki? İlmi ile ucblansa, o ilmi kendisine kim verdi? Konuşması ile ucblansa, dilini çeviren kimdir? Malı ile ucblansa o malı ona kim verdi? Gerçekten ucblanmak çok büyük akıl eksikliğidir.'
Hakikaten Şeyh Abdulkadir-i Geylani (k.s)'nin bu sözleri bizim için çok büyük bir derstir.
İnsan, ucbun ne kadar zararlı olduğunu, manevi hayatını alt üst ettiğini bildikten sonra kendisini bundan muhafaza etmesi lazımdır. İnsan ibadetleri eksik görmelidir ki onunla ucblanmasın! İnsan yaptığı her amelde kendisini taksirat sahibi olarak görürse o kimse ucba kapılmaz. Onun için herkes kendisine dikkat etmelidir. Biz kendimizi herkesten daha aşağı görelim. Olabilir ki kötü olarak tanıdığımız bir insan bir gün Allahu Zülcelal'e yönelebilir. Bizde onun yerine kötü olabiliriz. Onun için herkes kendisini alçak görmesi lazımdır.
4- GURUR;
Kalbin huzurunu bozan manevi hastalıklardan birisi de gururdur. İnsanların bir çoğu hatalı yolda oldukları halde, kendilerini hayır üzerine bulunduklarını zannederler. Halbuki asla gerçekleşmeyecek bir düşünce ve hayalin peşinde gitmek, yapmadığı şeyi umut etmek mağrurluktan başka bir şey değildir.
Müminlerin asi olanları; 'Allah kerimdir, O'nun affı çoktur.' gibi sözlere bel bağlayıp salih amelleri terketmek suretiyle aldanırlar. Bu kimselerin aldanmalarının bir sebebi de, atalarının durumlarına güvenmeleridir. Halbuki atalarının takvasıyla kurtulacağını zannetmek, babasının yemek yemesi ile kendi karnının doyacağına veya babasının hacca gitmesi ile kendisinin hacı olacağını zannetmek gibidir. Nitekim Allahu Zülcelal bir ayet-i kerime de şöyle buyurmuştur;
'Ey İnsan! Sen kerem sahibi olan Rabbin hakkında aldatıp yanlışlara (küfür, günah, nankörlük) süren nedir? Halbuki O seni yarattı, sana düzgün bir vücut verdi ve organlarını ihtiyaçlarına göre biçimlendirdi.'(İnfitar;6-7)
Hz. Peygamber (a.s.v) da bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;
'Akıllı insan, kendi nefsini hesaba çeker ve ölümden sonrası için çalışır. Aldanmış olan ise, nefis ve hevasına uyar ve buna rağmen Allah'tan temennilerde bulunur (affedileceğini, cennete götürüleceğini düşünür.)'
Gurur ve aldanış cehaletten de kötüdür. Çünkü cehalet bir şeyi bilmemektir. Gurur ise onu yanlış ve ters bilmektir. Bu sebebten dolayı, çok kimse kötü oldukları halde kendilerini iyi zannederler veya yaptıkları iş yanlış olmasına rağmen, onu doğru kabul ederler.
Burada zikredilen sebeblerden dolayı aldanışlar meydana gelir.
Birinci aldanış dünyayı ahiretten üstün tutmaktır. Bu en büyük aldanıştır. Bu aldanışın sebebi, dünyanın hazır ve gözönünde olması, ahiretin gayb ve zamanın arkasında bulunmasıdır. Allahu Zülcelal bu aldanışın içinde olanlar hakkında şöyle buyurmuştur;
'Dünya hayatını ahiretten daha çok seven ve bu sebeble Allah yolundan sapan ve onu eğri bulan kimseler açık bir delalet içindedirler.' (İbrahim;3)
Diğer aldanış ise, iyi ve kötü olmayı dünyadaki mal ve rahatlıkla ölçmektir. Bazı insanlar mal ve hal sahibi oldukları için kendilerini ve kendileri gibi olanları Allah nazarında iyi zannederler. Allahu Zülcelal bu kimselerin aldanmalarını şu ayet-i kerime de bildirmiştir;
'İmtihan etmek maksadıyla Allah insanı üne çıkardığı ve ona nimet verdiği zaman; 'Rabbim beni üstün kılmıştır.' der. Hayır! (Bu söz doğru değildir.) (Fecr;15)
Bu sözün ve böyle düşünmenin doğru olmaması şundandır ki, imtihan malzemeleri kimseye üstünlük sağlamaz. Onun üstünlüğü ancak bunlarla imtihanı başarmasındadır. Bundan dolayı Allahu Zülcelal maddi durumlarını hiç hesaba katmadan, imtihanı başarmış olan müminlerin imtihanı kaybetmiş olan inkarcı ve fasıklardan üstün olduklarını bildirmiştir.
Şeytandan bir dürtü olan temenniye ümit gibi sarılanlar şöyle derler; Allah'ın rahmeti çok, lütfu sonsuzdur. O'nun deniz gibi olan affı yanında bizim günahlarımız birkaç damladan ibarettir. Biz O'na iman etmişiz. Bu kadar kafir ve zalim varken bizi mi cezalandıracaktır? Allah'ın bizim ibadetimize ihtiyacı yoktur.
Biz de bu kimselere şöyle deriz; Peki peygamberler, alimler, veliler ve diğer salih insanlar Allah'ın rahmetinin geniş olduğunu, O'nun kimsenin ibadetine ihtiyacı bulunmadığını, dünyada şu kadar kafir ve zalim yaşadığını bilmemişlermi ki, gece gündüz ibadet etmişler, en küçük bir günahtan bile sakınmaya çalışmışlar ve Allahu Zülcelal'in azabından tir tir titremişler! Meleklerde bunu bilmemişlermi ki, tamamen masum ve devamlı ibadet halinde olmalarına rağmen hep korku içindedirler. Hem af ve mağfiret sahibi olan Allahu Zülcelal'in kendisi de salih amel işlenmesini ve kendisinden korkulmasını emretmemiş midir?
Bazı kimselerin bir miktar taatları vardır. Fakat günahları da vardır. Kendileri ise günahlarını önemsemez, taatlarının kendilerini kurtaracağını zannederler. Bu sebeble de kendilerini iyi durumda görürler. Bunların bu hali de bir aldanış ve gururdur.
Diğer bazı kimseler, günahlarını hiç görmez, yalnızca taatlarını görürler ve bu sebeble kendilerini çok iyi bir durumda sanırlar. Allahu Zülcelal bunlar hakkında ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur;
'O gün Allah hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah bunların yaptıklarını unutmaz, fakat kendileri unuturlar. Allah herşeye şahittir.'(Mücadele;6)
Bazı insanlar vardır ki, Allah'ın emir ve nehylerini insanlara anlatırlar. Fakat bu hayırlı ve önemli iş için gerekli ve şart olan ihlas, yumuşaklık, sabır ve şevkati göstermezler. En ufak bir direnme karşısında kızarlar. Buna da Allah için kızmak adını verirler. Fakat başkalarına söylediklerini kendileri yapmazlar ve şayet onları bu konuda uyaran olursa bunu edebe muhalefet sayarlar.
Şeytan, bütün insanları günahlarla aldatmaz. Bazılarını da amel ve ibadetlerle aldatır. Şeytan, amel ve ibadetlerin içine onları bozan yabancı unsurların karıştırılmasını sağlar ve suretle ibadet olmaktan çıkardığı bu meşguliyetleri bu kimselerin nazarında hala dereceler kazandıran ameller olarak gösterir.
Bazıları amel ve ibadetlerinin, hayır ve hizmetlerinin değer ve kıymetlerinin hakkıyla bilinmediğinden ve hak ettikleri medh ve takdiri alamadıklarından şikayet ederler. Yaptıklarının karşılığını halktan almak isteyen bu kimseler, bu yüzden halka kızgın ve kırgındırlar. Bu sebeble onlardan uzak dururlar, onlarla karşılaştıkları zaman yüzlerini ekşitirler ve onlarla konuşurken yumuşak bir dil ile konuşmazlar.
Bu kimseler düşünmezler ki, ibadetler ve hayırlar insanların takdiri için değil Allahu Zülcelal'in rızası için yapılır. Hal böyle olunca da bu işlerden dolayı kimsenin insanlardan bir şey bekleme hakkı yoktur. Bu sebeble Allahu Zülcelal ayet-i kerime de şöyle buyurmuştur;
'De ki; müslümanlığınızı başıma vurmayın. Eğer gerçekten müslüman olmuşsanız, sizin kimse üzerinde minnetiniz yoktur, Allah'ın sizin üzerinizde minneti vardır.' (Hucurat;17)
Allahu Zülcelal'e giden yolda başarılı olanlar, o yolun üzerindeki engellerin afetlerini ve kalbe giriş yollarını bilip, kendisini bundan muhafaza eden ve basiretle davranan kimselerdir.
Aldananlar ise, Allahu Zülcelal'in kendi iradelerine terkettiği ve kalblerini hakkı bilip anlamaktan geri bıraktığı kimselerdir. Nasıl insan düşman karşısında uyanık ve dikkatli duruyorsa, şeytan ve nefsin karşısında da o şekilde uyanık ve dikkatli davranması lazımdır.
Her insan amelini sadece ve sadece Allahu Zülcelal'in rızası için yapmaya gayret etmesi lazımdır. Her insan aldanmamak için ilim okumalı ve aldanma olaylarına karşı çok dikkatli olmalıdır...
5- KIZGINLIK
Kalbin huzurunu bozan manevi hastalıklardan birisi de kızgınlıktır. Kızgınlık kalbte yanan bir ateştir. Nitekim Allahu Zülcelal bir ayet-i kerime de şöyle buyurmuştur;
'Kafirler, kalblerinde haksız kızgınlık barındırmışlardır. Buna karşılık, Allah, peygamberin ve müminlerin üzerine sükûnet indirmiştir.' (Feth;26)
Bu ayet-i kerime, kafir ve imansızların kendi hayvani tabiatlarına uyup kızgınlık gösterdiklerini, peygamber ve müminlerin ise Allahu Zülcelal'in hıfz ve terbiyesi sayesinde bu huyu yendiklerini bildirmiştir.
Bir adam; 'Ey Allah'ın Resulü! Beni Allahu Teala'nın kızgınlığından hangi amel korur?'diye sordu. Hz. Peygamber (a.s.v);
'Senin O'nun kullarına kızmaman.' buyurdu. (Taberani)
Burada kıyamet gününe inanan müminler için çok büyük bir ders vardır. İnsan Allah'ın yarattıklarına karşı şevkatli davranıp kızmaması lazımdır. Bununla birlikte Allahu Zülcelal'in gazabından da muhafaza olunur. Allahu Zülcelal'in gazabından muhafaza olmak, insan için en büyük nimettir. Önümüze her hangi kızabileceğimiz bir olay geldiğinde bu Hadis-i şerifi hatırlamak lazımdır. İnsan bu şekilde bu hadis-i şerifi hatırlayıpta kızmaktan vazgeçerse, Allahu Zülcelal'de o kuluna kıyamet gününde inşallahu teala gazabı yerinde rızasını nasip edecektir. Onun için bu emirleri yerine getirmeye gayret edelim...
Hz. Peygamber (a.s.v) birgün ashab-ı kirama;
'Size göre pehlivan kimdir?' diye sordu. Ashab-ı kiram;
'Pehlivan sırtı yere getirelemeyendir.' dediler. Kendisi;
'Hayır! Gerçek pehlivan, kızdığı anda kendine hakim olan kimsedir.' Buyurdu. (Müttefekun Aleyh)
Vehb bin Münebbih (rh.a);
'İnsan kızdığı zaman, çocuğun top ve topaçla oynaması gibi, şeytan onunla oynar.' Demiştir.
Kızgınlığın ifrat hali, bu hissin din, akıl ve maslahatın kontrolünden çıkması ve taşkınlık halini almasıdır. Tefrid halindeki kızgınlık, sahibine zulüm ve haksızlık yapılmasına sebeb olur. İfrat derecesinde kızmış olan kimse, gücü yettiği zaman kızdığı insana saldırır ve onu yıkmaya çalışır. Buna gücü yetmediği zamanda kızgınlığını kine dönüştürüp kalbinde depolar. İfrat derecesinde kızan bir insan da sarhoş gibi dengesiz ve tutarsız olur. Sureti de çirkin bir vaziyet alır. Kendisi bu durumu görse, utancından saklanacak yer arar.
Anlatıldığına göre, bir adam Rebi' bin Haysem'e kötü bir söz söyledi. Rabi' bin Haysem kızmayıp; cennetle aramda bir mesafe vardır. Eğer onu aşamazsam, ben senin söylediğinden daha kötüyüm.' diye karşılık vermiştir.
Evet, kızgınlığı yutmak peygamberlerin, velilerin ve alimlerin huyudur. Kızmak ise zalimlerin, hainlerin, cahillerin ve rezillerin ahlakıdır.
Önceki bir semavi kitapta şöyle denilmiştir;
'Ey İnsan! Kızdığın zaman beni hatırla ki, bende kızdığım zaman seni hatırlayayım da seni de azabımla helak ettiklerim içinde helak etmeyeyim.'
Kızgınlığını yutmak için, kızan insanın çirkinleşen yüzünü, davranışlarını düşünmek bile yeterlidir.
Ahnef bin Kays şöyle demiştir;
'Birisi bana düşmanlık ettiği zaman, muhakkak ben onu üç sıfatın biriyle karşılarım. Benden yüksek olursa ona saygı duyarım ve karşılık vermem. Benden aşağı ise kadrimi ondan yüksek görüp kötü muameleye tenezzül etmem. Benim emsalim ise, aff ve ihsan ile muamele ederim.'
Bir gün bedevilerden biri Hz. Ömer (r.a)'e;
'Vallahi sen adaletle hükmetmiyor ve bol vermiyorsun.' dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) öfkelendi. Öyleki kızdığı yüzünden belli oldu. O vakit orada bulunanlardan bir kişi; Ey müminlerin emiri! Allahu Teala;
'Affa sarıl, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.' (A'raf;199) buyuruyor. Bu adam cahillerden biridir, dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a)'in kızgınlığı dindi ve adamı affetti.
İnsan ne vakit öfkesini yutarsa Allah için yutmalıdır. Bunun Allah nezdinde sevabı çok büyüktür. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.v) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;
'Her kim öfkesini yenerse Allah o kimseden azabını men eder. Her kim Rabbine istiğfar ederse Allah onun istiğfarını kabul eder. Her kim dilini kötü söylemekten muhafaza ederse Allah o kimsenin ayıplarını örter.' (Beyhaki)
Öfkelenen kişi euzü besmele çekmeli ve kelime-i tevhidi söylemelidir. Ayakta ise oturmalıdır. Oturuyorsa yan üstü yatmalıdır. Soğuk su ile abdest alması da müstehaptır. Zira öfke ateştendir ve ateşi de su söndürür.
İnsan Allahu Zülcelal'in kullarına kızmayıp, onlara karşı şevkat ve merhametli olması lazımdır. Bu güzel sıfatı elde edebilmek içinde hem Allahu Zülcelal'den istemeli ve hem de gayret göstermelidir.
6- KİN
Kalbin huzurunu bozan manevi hastalıklardan birisi de kindir. Kin; kalbin kin beslenen kimseyi devamlı hatırlayıp, ona buğz etmesi ve ondan tiksinmesidir.
İnsan bir kimseden hemen intikam almaktan aciz kaldığı zaman, yutulan öfke içe döner, orada birikir ve en sonunda kine dönüşür. Halbuki Hz. Peygamber (a.s.v) bir hadis-i şerifte; 'Mümin kinci değildir.' buyurmuştur.
Kin, kızgınlığın zehirli bir meyvesidir. Kinin zehiri şu şekillerde kendini gösterir;
1-) Hased etmek, hased kin duyulan kimsenin nimet görmesine üzülmek, bela görmesine sevinmektir. Bu hal münafıkların huyudur.
2-) İçteki hasedi dışa vurmak ve sözü edilen üzüntü ve sevinci söz ve fiil ile açıkça göstermek.
3-) Kin duyduğu insanla ilişkiyi kesmek. Onun yaklaşmasına rağmen ondan uzaklaşmak.
4-) Buna haklılık kazandırmak için de o insanı küçültmek ve konuşmaya, dostluğa değmediğini ileri sürmek.
5-) Onun hakkında helal olmayacak şekilde konuşmak. Örneğin, onu gıybet etmek, ona iftira etmek, sırrını ifşa etmek ve onu sıkıntıya sokan hallerini açıklamak.
6-) Onu çirkinleştirmek ve onunla alay etmek maksadıyla söz ve davranışlarını taklit etmek.
7-) Fırsat bulunca vücuduna veya malına zarar vermek.
9-) Onun hakkında su-i zan etmek, kötü olduğunu düşünmek, iyi olduğuna ihtimal vermemek.
10-) Ona haksızlık yapan veya düşmanlık edenle dost olmak ve ona bu suretle eziyet vermek.
Kin duyan kimse din kardeşinin yüzüne gülmez, onunla yumuşak konuşmaz, onu önemsemez, ona acıyıp merhamet etmez ve ihtiyacını görmez, onunla birlikte bir hayır işini yapmaya yanaşmaz, onun iyiliklerini söylemez ve ona iyi davranılmasını tavsiye etmez. Bütün bunlar kin duyan müminin manevi derecesini düşüren, ona büyük sevaplar kaybettiren ve ona çok sayıda günahlar kazandıran kötülüklerdir.
Enes bin Malik (r.a) dedi ki;
Hz. Resulullah bana şöyle buyurdu;
'Eğer kalbinde hiçbir kimseye karşı kin taşımadan sabahlayıp akşamlamaya gücün yeterse bunu yap. Bu benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimi ihya ederse, beni ihya etmiş olur. Beni ihya eden ise, benimle birlikte cennettedir.' (Tirmizi)
Allahu Zülcelal'i arayan, O'nun sevgisiyle birleşen, ve O'nun zikriyle dost olan kalblerde kin ve düşmanlıktan eser kalmaz.
Netice olarak, insan maneviyatının sağlıklı bir şekilde olmasını istiyorsa, kalbinde bulunan kin ve düşmanlığı atıp, insanların kendisine karşı yaptığı kusurları affetmelidir. Çünkü kin şeytanın ahlakı, insanları affetmekse, Allahu Zülcelal'in, peygamberlerin ve evliyaların ahlakıdır.
Herhangi bir kişi, birisine kin duyduğu zaman, ona bir zarar veremeyeceğini bilmelidir. Ama kin güden insan kendisini mahveder. Madem ki bütün zarar kendisinedir. Öyle ise insanın hem dünyasına hem ahiretine zararlı olan bu kini söküp atması gerekmektedir.
Hz. Peygamber (a.s.v) ve evliya-i kiramların Kin hakkındaki sözlerini insan biraz okuyup düşündüğü zaman, insanın manevi hayatına ne kadar zararlı olduğunu kolaylıkla anlayabilir. Çünkü kin, insanın sevaplarını yok olmasına ve başkasının günahlarının da yüklenilmesine sebeb olur.
Kin sahibini bu kadar zarara koyduğu için, her insan kinden uzak durmalı ve Allahu Zülcelal'in kullarına karşı şevkatli davranmalıdır. Bu sıfatı elde etmek içinde hem Allahu Zülcelal'den istemeli ve hem de bunun için gayret sarfetmelidir.