64general1
New member
- Katılım
- 14 Haz 2007
- Mesajlar
- 1,720
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Devlet idaresi bakımından yönetim bilimi ‘hür-özgür ve hükümran ülkelerde’ adalet ve hukuk ilkesi üzerine kuruludur. Buna göre: Devleti insan kurmuştur. Kuruluş amacı: Hak kavramı ve adalet ilkesi çerçevesinde bir iştirak ve işbölümü-işbirliğini tesis ve buna mütedair yasaları ikame ve sistemi idame ettirmektir. Sistemde imkân ve fırsat eşitliği esastır. Ayrıca, yasalar önünde kimsenin bir başka kimseye nazaran bir üstünlüğü söz konusu bile olamaz.
Binlerce yıldır böylece yürüyüp giden Türk idare sistemi dönem itibarıyla müthiş bir duyarsızlık, sorumsuzluk, kaygısızlık ve daha da vahimi; Muhtemelen kasıtlı ve art niyetli bir entelektüel cehalet, sorumsuzluk, şuur-bilinç kaybı veya bazı dahili bedhahlar ile bunların doğal uzantıları olan dış güçler güdümünde vahim bir “körler ve sağırlar” diyalogu ile dumura uğramış, kaotik bir bunalım ve kriz içine sürüklenmiş bulunmaktadır..
Bu bağlamda (bazı istisnalar hariç) genel yapı ve kurulum bağlamında mükemmel bir Anayasa göz ardı edilmekte, kanunlar hukuk kavramının dışında cebri yaptırım gücü olarak algılanmakta ve bu mantıkla sorumsuzca uygulanmaktadır. Üstüne üstlük zaten de başta vekil adı verilen atanmışlar dâhil olmak üzere çok geniş bir kitle yasal ve anayasal ‘dokunulmazlık ve sorumsuzluk” zırhı gibi bütünüyle insanlık ve çağdışı bir koruma kalkanı kapsamına büründürülmüştür. Hattâ (çok acil, önemli ve zorunlu haller dışında 1924-1950 döneminde hiç görülmeyen) bir (Anayasayı yapan halk’a rağmen) Anayasa değişikliği adeti ihdas olunmuş bulunmaktadır. Bunun ne kadar doğru-yerinde ve gerekli olduğu da tartışılmadan…
Rezaletin kamuflajı uğruna objektif bilim, adalet ahlâkı, bağımsız ve tarafsız hukuk, kelimelerin kavgası ve kavram kargaşasına getirilerek kurban edilmekte; Topluma “aydın” yakıştırmacası ile lanse edilen köşe başı Donkişotları, yıllardır ülkemizde alenen uygulanan gizli işgal, psikolojik savaş ve provokatif taktiklere paralel muadil hayali hedefler yaratmakta ve düşman adına kılıç sallamaktadırlar.
Tahribatın hedefi yalnız kutsal insan unsurumuz değildir. Bilakis;
Bu defa Anayasa, hak-adalet, hukuk, ahlâk, iktisat, siyaset, eğitim, bilim, kültür, milli-manevi değerler ve savunma…
Milli refleksler dâhil, bütün değerlerimiz bir-bir yok edilme tehdidine maruzdur.
Kullanılan argüman ise “kuvvetler ayrılığı” (!) ilkesidir.
ÖNCE ANAYASAYA BİR BAKALIM:
Yasama Yetkisi: “Türk milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” (mad:7) Yürütme (icra) Yetkisi ve Görevi: “Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.” (mad:8) Yargı Yetkisi: “Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.” (mad: 9)
EGEMENLİK: “Kayıtsız şartsız milletindir. Türk Milleti egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz. (mad: 6)
EŞİTLİK: “Herkes dil-ırk-renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din-mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. (mad:10)
ANAYASANIN BAĞLAYICILIĞI VE ÜSTÜNLÜĞÜ:
Anayasa hükümleri, “yasama”, “yürütme” ve “yargı” organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan “TEMEL HUKUK” kurallarıdır. Kanunlar Anayasa’ya aykırı olamaz. KRİTER: Bir milletin siyasi alın yazısında mevki sahibi olabilmek için, onun ihtiyacını görebilmek ve onun kudretini takdirde ehliyet sahibi olmak birinci şarttır. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (1927)
ANALİTİK GERÇEK VE UYGULAMA:
1.Yasama yetkisi: Parti (sulta ve saltanat) sahipleri adına parlamentoya aittir.
2.Yürütme yetkisi: Anayasa, kanunlar ve kuvvetler ayrılığı ilkesine rağmen sadece ve yalnızca başbakan tarafından yerine getirilmekte…
3.Yargı yetkisi: Ancak başvuru halinde veya masraf ödendiğinde kullanılabilmektedir.
4.Egemenlik “iktidar partisine”, parası, torpil ve gücü olana aittir.
5.Anayasa: Millete sorulmadan sürekli değiştirilmekte, vakti zamanında çok sağlam ve mukavim bir kurulum, kuvvet ve ihanete karşı mukavemete malik olması cihetiyle “delme ve değiştirme girişimleri sonuç vermediğinden” acilen ve derhal ilgası düşünülmektedir.
6.Eşitlik: Çok eski bir mefhum olarak hafızalardaki yerini özlemle korumaktadır.
7.HUKUK: Adalet kavramı ile birlikte tebahur ettirilmiş, buharlaştırılmıştır.
8.KRİTER: Kaynağı her ne olursa olsun (sorulmaz) para’dır. Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbı yargıya ve binlerce Cumhuriyet Savcısına rağmen ‘bir toplumsal travma’ biçiminde tarif ve tavsif edilmektedir.
Büyük Türk Medeniyeti yerine, tefessüh etmiş AB uygarlığı revaçtadır.
Şimdi, yaşanan gerçekler ile millet iradesi çerçevesinde yapılması gerekenlere bakınız!
Türkiye Büyük Millet Meclisinde usul, esas ve ahlâka uygun olarak millet tarafından belirlenmiş bir tek milletvekili bile yoktur? Var sayılabilecek olanların hiçbiri millet adına hareket etmemekte ve Anayasanın 7. maddesinin amir hükmüne uygun olarak ‘bütün hak ve yetkilerini’ tefessüh etmiş ‘parti sahibi sultasının’ elinden kurtaramamaktadır?
Bağımsız Milletvekilliğinin hiçbir hükmü, etkinliği ve gücü kalmamıştır.
Yürütme yetkisi TBMM üzerinde vesayet ihdas etmiştir; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Adalet Bakanı yoluyla yargı; Siyasi atamalar nedeniyle de Anayasa mahkemesi siyasi baskı altındadır. Diğer yüksek yargı (mahkeme) başkanları ile Cumhuriyetin savcı ve Baş Savcıları işle YCB Savcısı her vesile ile hukukun bağımsızlığından dem vurmakta, lâkin kuvvetler ayrılığının doğal gereği olan “tarafsızlıktan” söz edememektedirler.
Bu bağlamda ‘muktedir olmak’ iktidar tarafından tüm kuvvetlere mutlak sahip olmak biçiminde algılanmakta ve uygulanmaya çalışılmakta; Anayasa Mahkemesi üyelerinin dahi 4 yıllığına hükümetçe atanması gereği dile getirilmektedir.
PEKİ;
Adalet ve hukuk aynı zamanda mutlak eşitlikçilik ve “bağımsızlık” değil midir?
Yukarda özellikle yazdığım TC’nin kurucusu Atatürk’ün vecizesi ile Anayasanın amir hükümleri doğrultusunda “Yargı-Yasama-Yürütme” sadece ve yalnızca “millet adına” tam bir eşitlik, adalet ahlakı ve hukuk perspektifinde halka hizmet etmek zorunda mıdır?
YOKSA!..
Adalet, eşitlik ve hukuk bağlamında (kendi alanlarında en dürüst saydam ve şeffaf bir organizasyonla) milletin huzur, güvenlik, zenginlik ve mutluluğu için çalışmak mıdır?
Mustafa Nevruz SINACI
Binlerce yıldır böylece yürüyüp giden Türk idare sistemi dönem itibarıyla müthiş bir duyarsızlık, sorumsuzluk, kaygısızlık ve daha da vahimi; Muhtemelen kasıtlı ve art niyetli bir entelektüel cehalet, sorumsuzluk, şuur-bilinç kaybı veya bazı dahili bedhahlar ile bunların doğal uzantıları olan dış güçler güdümünde vahim bir “körler ve sağırlar” diyalogu ile dumura uğramış, kaotik bir bunalım ve kriz içine sürüklenmiş bulunmaktadır..
Bu bağlamda (bazı istisnalar hariç) genel yapı ve kurulum bağlamında mükemmel bir Anayasa göz ardı edilmekte, kanunlar hukuk kavramının dışında cebri yaptırım gücü olarak algılanmakta ve bu mantıkla sorumsuzca uygulanmaktadır. Üstüne üstlük zaten de başta vekil adı verilen atanmışlar dâhil olmak üzere çok geniş bir kitle yasal ve anayasal ‘dokunulmazlık ve sorumsuzluk” zırhı gibi bütünüyle insanlık ve çağdışı bir koruma kalkanı kapsamına büründürülmüştür. Hattâ (çok acil, önemli ve zorunlu haller dışında 1924-1950 döneminde hiç görülmeyen) bir (Anayasayı yapan halk’a rağmen) Anayasa değişikliği adeti ihdas olunmuş bulunmaktadır. Bunun ne kadar doğru-yerinde ve gerekli olduğu da tartışılmadan…
Rezaletin kamuflajı uğruna objektif bilim, adalet ahlâkı, bağımsız ve tarafsız hukuk, kelimelerin kavgası ve kavram kargaşasına getirilerek kurban edilmekte; Topluma “aydın” yakıştırmacası ile lanse edilen köşe başı Donkişotları, yıllardır ülkemizde alenen uygulanan gizli işgal, psikolojik savaş ve provokatif taktiklere paralel muadil hayali hedefler yaratmakta ve düşman adına kılıç sallamaktadırlar.
Tahribatın hedefi yalnız kutsal insan unsurumuz değildir. Bilakis;
Bu defa Anayasa, hak-adalet, hukuk, ahlâk, iktisat, siyaset, eğitim, bilim, kültür, milli-manevi değerler ve savunma…
Milli refleksler dâhil, bütün değerlerimiz bir-bir yok edilme tehdidine maruzdur.
Kullanılan argüman ise “kuvvetler ayrılığı” (!) ilkesidir.
ÖNCE ANAYASAYA BİR BAKALIM:
Yasama Yetkisi: “Türk milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” (mad:7) Yürütme (icra) Yetkisi ve Görevi: “Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.” (mad:8) Yargı Yetkisi: “Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.” (mad: 9)
EGEMENLİK: “Kayıtsız şartsız milletindir. Türk Milleti egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz. (mad: 6)
EŞİTLİK: “Herkes dil-ırk-renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din-mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. (mad:10)
ANAYASANIN BAĞLAYICILIĞI VE ÜSTÜNLÜĞÜ:
Anayasa hükümleri, “yasama”, “yürütme” ve “yargı” organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan “TEMEL HUKUK” kurallarıdır. Kanunlar Anayasa’ya aykırı olamaz. KRİTER: Bir milletin siyasi alın yazısında mevki sahibi olabilmek için, onun ihtiyacını görebilmek ve onun kudretini takdirde ehliyet sahibi olmak birinci şarttır. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (1927)
ANALİTİK GERÇEK VE UYGULAMA:
1.Yasama yetkisi: Parti (sulta ve saltanat) sahipleri adına parlamentoya aittir.
2.Yürütme yetkisi: Anayasa, kanunlar ve kuvvetler ayrılığı ilkesine rağmen sadece ve yalnızca başbakan tarafından yerine getirilmekte…
3.Yargı yetkisi: Ancak başvuru halinde veya masraf ödendiğinde kullanılabilmektedir.
4.Egemenlik “iktidar partisine”, parası, torpil ve gücü olana aittir.
5.Anayasa: Millete sorulmadan sürekli değiştirilmekte, vakti zamanında çok sağlam ve mukavim bir kurulum, kuvvet ve ihanete karşı mukavemete malik olması cihetiyle “delme ve değiştirme girişimleri sonuç vermediğinden” acilen ve derhal ilgası düşünülmektedir.
6.Eşitlik: Çok eski bir mefhum olarak hafızalardaki yerini özlemle korumaktadır.
7.HUKUK: Adalet kavramı ile birlikte tebahur ettirilmiş, buharlaştırılmıştır.
8.KRİTER: Kaynağı her ne olursa olsun (sorulmaz) para’dır. Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbı yargıya ve binlerce Cumhuriyet Savcısına rağmen ‘bir toplumsal travma’ biçiminde tarif ve tavsif edilmektedir.
Büyük Türk Medeniyeti yerine, tefessüh etmiş AB uygarlığı revaçtadır.
Şimdi, yaşanan gerçekler ile millet iradesi çerçevesinde yapılması gerekenlere bakınız!
Türkiye Büyük Millet Meclisinde usul, esas ve ahlâka uygun olarak millet tarafından belirlenmiş bir tek milletvekili bile yoktur? Var sayılabilecek olanların hiçbiri millet adına hareket etmemekte ve Anayasanın 7. maddesinin amir hükmüne uygun olarak ‘bütün hak ve yetkilerini’ tefessüh etmiş ‘parti sahibi sultasının’ elinden kurtaramamaktadır?
Bağımsız Milletvekilliğinin hiçbir hükmü, etkinliği ve gücü kalmamıştır.
Yürütme yetkisi TBMM üzerinde vesayet ihdas etmiştir; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Adalet Bakanı yoluyla yargı; Siyasi atamalar nedeniyle de Anayasa mahkemesi siyasi baskı altındadır. Diğer yüksek yargı (mahkeme) başkanları ile Cumhuriyetin savcı ve Baş Savcıları işle YCB Savcısı her vesile ile hukukun bağımsızlığından dem vurmakta, lâkin kuvvetler ayrılığının doğal gereği olan “tarafsızlıktan” söz edememektedirler.
Bu bağlamda ‘muktedir olmak’ iktidar tarafından tüm kuvvetlere mutlak sahip olmak biçiminde algılanmakta ve uygulanmaya çalışılmakta; Anayasa Mahkemesi üyelerinin dahi 4 yıllığına hükümetçe atanması gereği dile getirilmektedir.
PEKİ;
Adalet ve hukuk aynı zamanda mutlak eşitlikçilik ve “bağımsızlık” değil midir?
Yukarda özellikle yazdığım TC’nin kurucusu Atatürk’ün vecizesi ile Anayasanın amir hükümleri doğrultusunda “Yargı-Yasama-Yürütme” sadece ve yalnızca “millet adına” tam bir eşitlik, adalet ahlakı ve hukuk perspektifinde halka hizmet etmek zorunda mıdır?
YOKSA!..
Adalet, eşitlik ve hukuk bağlamında (kendi alanlarında en dürüst saydam ve şeffaf bir organizasyonla) milletin huzur, güvenlik, zenginlik ve mutluluğu için çalışmak mıdır?
Mustafa Nevruz SINACI