Yargısız infazcılar

64general1

New member
Katılım
14 Haz 2007
Mesajlar
1,720
Reaction score
0
Puanları
0
İNSAN eskiden yaşadıklarıyla bugün karşılaştıklarını yan yana koyunca bazen ne diyeceğini tayin edemiyor.

İsterseniz önce eskisinden başlayalım:

Rahmetli Müfit Duru’nun ismini, bu satırları okuyanların yüzde 95’i anımsamaz bile.

O 1950’li yılların tanınmış gazetecilerinden biriydi. Muhafazakár eğilimliydi.

Muhalefeti tuttuğu için de iktidarın sevmediği gazetecilerdendi. Nitekim bir sebep bulup hakkında dava açıp mahkûm ettiler. Dava Yargıtay’a gitti. Oradan sonuç beklenirken Adnan Menderes bir yurt gezisinde Müfit Duru hakkındaki kararın Yargıtayca onaylandığını açıkladı.

Ve kıyamet koptu:

İsmet Paşa, Başbakan Adnan Menderes’in Yargıtay’daki bir davanın sonucunu ilgiliye tebliğ edilmeden önce hangi hak ve yetkiyle öğrendiğini ve bunu açıklayacak kadar pervasız olduğunu sordu.

Muhalefete göre Menderes’in sözleri yürütmenin yargı ile iç içe olduğunu gösteriyordu. Böyle bir ortamda kimse yargıya güvenemezdi.

Şimdi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, "Ergenekon soruşturmasını dikkatle takip ediyoruz" dediği bir Türkiye’de yaşıyoruz.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, "Ergenekon soruşturması konusunda yargı ile yakın işbirliği içindeyiz" dediğini ve "sonuna kadar gidileceğine" ilişkin sözlerini kaçıncı defa duyduk.

Sonuna kadar elbet gidilsin. Ama bundan hükümete ne?

Dün Radikal Gazetesi Ankara Temsilcisi Murat Yetkin ile Milliyet Temsilcisi Fikret Bila’nın CNN Türk’teki "Ankara Kulisi" isimli programına katılan Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu da aynı konuya değindi.

Gerçekten Başbakan Erdoğan’ın "Biz bunu (Ergenekon’u) biliyorduk. Emniyet yolu ile bu işi soruşturmaya başladık. İşin belirli bir bölümünde savcılığa devrettik" dediğini de anımsarsanız, olayın daha baştan çarpık bir yaklaşımla ele alındığı ortaya çıkar. Nitekim Kanadoğlu da;

"Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’na göre, soruşturma sadece ve sadece Cumhuriyet Savcısı tarafından sürdürülür. Polisin görevi savcının talimatlarını yerine getirmektir. Herhangi bir şekilde bir suçun işlendiğini öğrendiği zaman doğrudan Cumhuriyet Savcısı’nı haberdar eder. Başbakan olarak ’Bu işe ben emniyet ile başladım. Belirli bir evreye geldiği zaman bunu savcılığa verdik’ diyorsunuz. Bununla da kalmıyorsunuz. Yürütme ve yargının işbirliği ile bu işi yaptığını ve büyük bir başarı sağladığını söyleyerek hem yargıyı hem de yürütmeyi kutluyorsunuz. Böyle bir şey olamaz. Çünkü yürütme bir adli soruşturmada yargının emrindedir. Mademki bir suçu biliyorsunuz, derhal yargıya bildirmelisiniz. Bu, soruşturmayı daha baştan sakatlayan bir durumdur. O soruşturmanın inanılırlığını ve güvenilirliğini sakatlayan bir durum" dedi.

Yasal kural bu. Hukukun sağlıkla işlemesinin temel koşulu bu. Ama ötede henüz yazılması bitmemiş iddianamede "karşımızda silaha ve teröre uzak durmayan bir çete bulacağımızı" yazan gazeteciler var. Henüz kimse resmen suçlanmadığı halde Avrupa Parlamentosu üyesi Cem Özdemir gibi, zanlıları idam sehpasına göndermeye kalkanlar var.

Fazla ayıp olmuyor mu?
Oktay EKŞİ
 
hükümet doğru bir şeyi yanlış yollardan yapıyor.
 
Kahrolsun ergenekoncu teröristler
 
hükümet doğru bir şeyi yanlış yollardan yapıyor.

Hükümet kendi uydurduğu dipsiz kuyu çetesinin içine bütün muhalifleri atıp, harmanı zalimce ve büyük hukuk skandalları ile yapıyor. Başka izahı var mı? İddeanemesi bir türlü kılıfına uydurulmamış iftira ve baskının filmini izliyoruz. Çamur at, izi kalsın! Yahu! birgün gelip, bu zalimler aynı muameleye tabii tutulunca hem de haklı ve kanuni olarak, onlardan çıkacak çırtlak sesi merak ediyorum. Fehtullah medyası başlık atar. " Müslümanlara ilk zamanlar Kabe'de bile böyle zulüm yapılmamıştı." Sizi din tacirleri sizi! :goz:
 
Burası Ergenekon, Burdan Çıkış Yok


Olay korku filmine dönmeye başladı...

"Burası Ergenekon, burdan çıkış yok!"

Önceleri, pek çoğu adı sanı bilinmeyen, kimsesiz insanlardan oluşan "Ergenekon sanıklarının" ve ailelerinin bir yıldır çektikleri zulüm kimseyi ilgilendirmedi. Hatta, ilk gözaltına alınanlar bir kaç ay içinde yargılanıp mahkûm edilseler herkes rahat bir soluk alacak, kimse olayın üstüne gitmeyecekti. AKP de "devlet içindeki çeteleri çökertiyoruz" edebiyatından sonsuza kadar nasiplenebilecekti...

Ama birileri dur durak bilmeyi kabullenmedi...Daha doğrusu, "dur durak bilmeyen arsız nefisler" bir güzel kullanıldı. Başbakan'ın kin dolu bünyesinden, dedikodular ve hurafelerden beslenen kişiliğinden, kindarlığın batağında çırpınan ruhundan ustaca istifade edenler oldu.

Size bir anektot aktarayım:

Tarih 28 Nisan 2007...

Açık İstihbarat'taki yazılarımdan ve Başbakanlığın Bilinmeyenleri adlı 'mizah' kitabımdan dolayı başıma gelmeyen kalmadı. İşimden, mesleğimden oldum. Bakmakla yükümlü olduğum bir ailem vardı ve parasızlıktan kıvranıyorumdum. Yeniçağ'ın İstanbul'da çıkan Günboyu adlı bir gazetesi var. Sağolsunlar, yürekleri mühürlenmemiş bir-iki iyi insan, "Sana maaş veremeyiz ama hiç değilse basın kartın devam etsin, sağlık sigortan işlesin" diye beni bu gazetenin kadrosuna dahil ettiler. Elimde kalan tek şey basın kartım ve sağlık sigortam..AKP bunu da çok gördü. Her gün kapıya polis dayanıyor ve benden "basın kartımı hangi statüyle sürdürdüğümü" soruyorlar. Durmadan karakollara davet ediliyorum. Polislerin dediğine göre hakkımdaki bu 'tahkikatı' Başbakanlığa bağlı olan Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü Ankara Valiliği'nden istemiş, Böyle bir uygulama yok! Daha doğrusu, basın kartlı gazeteciler için zaman zaman valilik kanalıyla güvenlik soruşturması güncellenir ama bundan bizim haberimiz olmaz. Öyle her gün kapıya polis dayanmaz..
Basın-Enformasyon Genel Müdürü Salih Melek'e gittim, Dostumdur, doğru söylediğine inanmak istiyorum, "Fatma, vallahi billahi benim haberim yok" dedi...

Bunun üzerine, o dönem basından sorumlu Başbakan Yardımcısı olan Beşir Atalay'a gittim. Tekrar ediyorum, tarih 28 Nisan 2007, yer Beşir Atalay'ın Başbakanlık'taki odası.."Bu nasıl bir uygulamadır Sayın Bakan? Basın kartları ne zamandır semt karakolları tarafından takip ediliyor? Üstelik ben polis arkadaşlara gerekli açıklamayı yaptığım halde, her gün eve gelip yaşlı annemi korkutuyorlar" dedim...

Beşir Atalay ne karşılık verdi biliyor musunuz?

"Bizim de genel müdür adaylarımızın evine polis gönderilip eşlerinin türbanlı olup olmadığı araştırılıyor Fatma hanım, ne yapalım yani?"

O dönem Zaman gazetesi, Cumhurbaşkanı Sezer'in hükümet tarafından ataması yapılmak istenen TRT genel müdürü adayı hakkında tahkikat yaptırdığını, komşularına eşinin başörtülü olup olmadığını sordurduğunu yazmıştı...

Diyelim ki bu haber doğruydu ama Sezer'in uygulamasıyla benim alakam neydi ki intikam benden alınmak isteniyordu?

İşte o zaman, korkunç bir zihniyetle karşı karşıya olduğumuzu açık seçik gördüm. Belli ki AKP, gücünün yetmediklerine karşılık 'tuttuğunu öpecekti' Cumhurbaşkanı'na ilişemiyor musun? Vur muhalif gazeteciye! Genelkurmay Başkanı'na gıcık mısın? Karart Kuvai Milliye Derneği çaycısının hayatını..Yargıtay'a mı diş biliyorsun? Tutukla gariban avukatı...

İşte bu zihniyet bizi, bugün "Bu kadar da olmaz ki, toplumun saygın insanları gece yarısı gözaltına alınıyor" diye ağlaşanların da desteği, en azından sessiz kalmaları ile buraya kadar getirdi...

İşte bu zihniyet ve bu zihniyete çanak tutuculuk, hepimizi Kuddusi Okkır'ın ölmeden önceki o acılı bakışlarıyla başbaşa bıraktı. Ömür boyu içimizde çivi gibi duracak o bakışlar. Uyudukça, uyandıkça hançer gibi saplanacak...Yaşadıkça insanlığımızdan utanacağız, ebediyete geçtikten sonra da büyük günahlarımızın hesabını vereceğiz..

Ergenekon bir bataklıktır...

Sonu toplama kamplarına kadar gidecek olan bir bataklık.. Birilerini hiç bir korkaklık, hiç bir haysiyetsizlik, hiç bir kendini satma, hiç bir 'silah arkadaşını' düşmana elleriyle teslim etme kurtaramayacaktır. Kendisini en aşağılık biçimde satanlar bile Kuddusi Okkır'a benzer bir akıbetten kurtulamayacaklar. "Dün Ömer Çelik'le Reina'da oturduk" diye yazılar yazan, yetinmeyip kelle avcılarına Emin Çölaşan'ı teslim eden Ertuğrul Özkök, bugün neyden korkuyor sanıyorsunuz?

Sıranın apaçık kendisine geldiğini görüyor da ondan korkuyor...28 Şubat'ta üstlendiğin vazifeleri affedecekler mi sanıyorsun Ertuğrul Bey?

Unutmayın, burası Ergenekon, burdan çıkış yok...

Ergenekon bataklığına sadece Mustafa Balbay, Sinan Aygün, Şener Eruygur, Doğu Perinçek, Behiç Gürcihan vs'nin saplandığını zannedenler acele etmesin. Hele hele "Veririz beş-on kelle, sonra sen sağ ben selamet" hesapları yaparak viski yudumlayanlar, üç kere daha düşünsün...

Mehmet Bekaroğlu, "Operasyon muvazzaflara uzanacak" dedi; doğrudur. Uzansın ayrıca...

"Darbe günlükleri" yazıp da sonra da oğullarını AKP'nin 'gemicik' ihalelerine sokanları da görelim. Zerre kadar erkeklikleri varsa, çıksınlar ve "Ben de bedel ödemeye hazırım" desinler...

Pekiii...

"Ergenekon bataklığı" Atatürkçüsünü, Cumhuriyetçisini, AKP muhalifini, mafyacısı, çetecisi, tetikçisini yutacak da...

Geleceklerini bu operasyonlara bağlayanları, daha şimdiden sevinç ve intikam çığlıkları atanları unutacak mı sanıyorsunuz?

ERGENEKON OPERASYONU İLE EN BÜYÜK TUZAK AKP'YE VE BAŞBAKAN ERDOĞAN'A KURULMUŞTUR!

Amaç, "gerçek gladyoyu" ortaya çıkarmak olsaydı, daha dava açılmadan bu kadar adli hata, bu kadar hukuk katliamı yapılır mıydı- yaptırılır mıydı dersiniz?

Ortaya saçılan soruşturma skandalı ve bu inanılması zor acemilik, "gerçek gladyoyu" ortaya çıkarmanın önünü de sittin sene kapatmıştır.

Olan, herşeyi eline yüzüne bulaştırmış, büyük hatalar sonucu masum insanların hayatını karartmış ve bin yıl yaşasa bir daha "mazlum" rolü oynayamayacak bir figür olarak tarihe geçecek olan Tayyip Erdoğan'a olacak. Herkes suçu ona atıp kendisini aklamaya çalışacak. Arkasına bir bakacak ki, 'Hocaefendi' bile kalmamış....

Erdoğan ve çevresindeki güruh, "Atatürk'ü toprak kabul etmedi, onun için betonla Anıtkabir'e gömdüler" şeklindeki hurafelerle büyümüş bir kuşaktır. Orada, akıl ve vicdan değil, kin ve intikam vardır Bütün fikri ve duygusal altyapıları dedikodulara, hurafelere, iflah olmaz husumetlere dayanır.

İşte bu 'kanserli hücreden" çok iyi yararlandılar..

Birileri Tayyip Erdoğan'ı "Derin devletin üzerine gidiyoruz" diyerek Ergenekon bataklığına çektiler...

O da çırpındıkça batacak...

Burası Ergenekon, burdan çıkış yok...


Kaynak: Fatma Sibel Yüksek-Açık İstihbarat
 
Abartma bacım


Ahmet HAKAN


TAMAM...

"Ergenekon da neymiş? Hepsi palavra" demeyelim...

Tamam...

"İşte demokrasinin dört yapraklı yoncası: Hurşit... Şener... Sinan... Mustafa..." sloganı atmayalım...

Tamam...

"Darbe Günlükleri" gerçeğine sırtımızı çevirmeyelim...

Tamam...

"Ümraniye’de ele geçirilen bombalar" ile "Cumhuriyet Gazetesi’ne leblebi çekirdek gibi atılan bombalar" arasındaki akrabalık ilişkisine gözlerimizi kapatmayalım...

Tamam...

Abdurrahman Bey’e "Görevini layıkıyla yapan eli öpülesi savcı" muamelesi çekerken, Zekeriya Bey’e "Tespih adı verilen irticai materyali her daim elinde sallayan adam" muamelesi çekmeyelim...

Tamam...

Danıştay saldırganı "Alparslan" adı verilen psikopat ile "Ergenekon" çetesinin bazı "pasif agresif" unsurları arasındaki esrarengiz ilişkiye kayıtsız kalmayalım...

Tamam...

"Tek suçumuz Ata’yı sevmek" sözüne gülü geçelim...

Tamam...

Emekli de olsa iki orgeneralin hesap veriyor oluşunu önemseyelim...

Hepsine ama hepsine tamam...

"Kolpa"dan değil ama... İçtenlikle tamam...

Ama ne olur coşmayalım!

Abartı sanatının insanın aklını başından alan galeyanına kapılıp desteksiz atmayalım...

Ayaklarımızın hiç olmazsa bir tanesini yere basmaya azami özen gösterelim...

Mesela...

"Ergenekon diye bir şey yoktur" diyenlere karşı, "Ergenekon bütün kötülüklerin anasıdır" düsturuyla yayın yapan Taraf Gazetesi’nin Yazı Müdürü "Yasemin bacı" gibi yapmayalım...

* * *

Ne diyor "Yasemin bacı"?

Şu iki şeyi söylüyor:

BİR: PKK, İBDA-C, DHKP-C ve Hizbullah... Bütün bu örgütler Ergenekon tarafından yönlendiriliyor olabilir...

İKİ: Ergenekon örgütünün nükleer, kimyasal ve biyolojik silah geliştirme planları yaptığının ortaya çıkması şaşırtıcı olmaz...

Görüyorsunuz değil mi?

"Yasemin bacı" sayesinde bizim "Ergenekon", nasıl da masalsı ve destansı bir hal almaya başladı...

Bütün terör örgütlerini yöneten bir yapıymış Ergenekon...

DHKP-C ondan sorulurmuş... PKK ondan sorulurmuş... Hizbullah ondan... İBDA-C ondan sorulurmuş...

Demek ki bir tek "El Kaide"ye nüfuz edememişler... Yoksa "Usame Bin Ladin, Mustafa Balbay’ın Ankara’daki evinde saklanıyor" diye sallamak da mümkün olabilirdi...

Dahası...

Saddam gibi bir sapığın bile üretemediği nükleer silahları, Şener ile Hurşit adlı generallerimiz, yanlarına ATO Başkanı Sinan Aygün’ü de alıp üretmeye kalkışmış olabilirmiş...

"Mübalağa cenk olundu" şeklinde bir yaklaşım, yıllarca ABD başkentinden hepimize soğukkanlı ve doğru dürüst bilgiler aktaran Yasemin Çongar’ı acayip sarıp sarmalamış durumda...

* * *

Ben esas bu türden yaklaşımların "Ergenekon" soruşturmasını sekteye uğratacağını düşünenlerdenim...

Çünkü...

"Abartı" da inkár gibidir... Gerçeğe ulaşmanın önünde takoz olur...

Bazen el bombaları, fünyeler, tabancalar ve tüfeklerle idare etmesini bilmemiz gerekir...

Olayın ne denli büyük olduğunu göstermek için, işin içine ille de kimyasal, nükleer ya da biyolojik silah sokmaya gerek yok ki...

"Başarısız bir darbe girişimi" de yeterince suçtur...

Bu suçun içine "Ülkemizin bütün terör örgütlerini yönetmek" gibi "Vay be" dedirten bir suçlamayı katma hevesini anlayabiliyorum...

Ama unutulmamalıdır ki, böyle bir çaba, en azından bir yıldır hazırlanamayan iddianamenin en az 10 yıl daha hazırlanamamasına neden olur...

Kısacası "Yasemin bacım"...

Abartarak Ergenekon’a aşkın bir anlam yüklemek yerine...

Gerçekçi olup mümkün olanı istemelisin...

Sonra iş işten geçer, "Hani nerede kimyasal silahlar?" diye adama fena yüklenirler...
 
biliyor musunuz ergenekon operasyonunu yöneten amir fetullah güLenin adamı... emin çöLaşan herseyi art tv de acıkladı... biraz tv lerde ki tartısma programlarını izLeyin sonra burda yapın arkadasLar... kimse yanLıs biLgiLendiriLmesin...
 
biliyor musunuz ergenekon operasyonunu yöneten amir fetullah güLenin adamı... emin çöLaşan herseyi art tv de acıkladı... biraz tv lerde ki tartısma programlarını izLeyin sonra burda yapın arkadasLar... kimse yanLıs biLgiLendiriLmesin...

Haklısın.Dogru ve bilinen bir bilgi ama takiyyeciler,bu savcının kendilerinin ve fetulahın,dolayısıyla emperyalizmin bir tetikçisi olduğunu bilmelerine rağmen içlerinden gurur duyarlar ama uyuyanlar uyanmasın diyede fetulahın takiye taktiği geregi ,normal bir savcı gibi kabul eder görünürler.kapatma davasında Başsavcıya hakaretler ederler,buna ise saygı duyulmasını isterler.
 
......Fıkrası !..


Son günlerde ne zaman bir besleme sayfasına baksam, hemen o fıkra geliyor aklıma.
Uzun süredir görüşememiş iki hanım bir misafirlikte karşılaşınca sohbete başlamışlar.

“Eee, sizin kızdan ne haber?”

“Valla ne olsun, işte biliyorsunuz işe girdi geçen sene. Başını kaşıyacak vakti yok. İlk başlarda geceleri fazla mesai yapıyordu, sonra hafta sonları da çalışmaya başladı. Patronu onu çok sevmiş, her işi ona veriyormuş. Derken Ankara seyahatleri başladı. Patron nereye, bizim kız yanında oraya. Paris seyahatleri filan derken baktılar bu iş böyle olmayacak, patronu bir ev tuttu. Deli gibi çalışıyor evladım. Eee, peki sizinki ne âlemde?”

“Valla bizimki de orospu oldu ama ben senin kadar güzel anlatamıyorum...”

Yasalar zorlanarak, hukuk ayaklar altına alınarak gözaltına alınan insanları –ki aralarında iki üç gün sonra mahkemece serbest bırakılan meslektaşları da var- yargı kararını beklemeden manşetlerinde, kiralık köşelerinde darbeci, elebaşı, büyük balık ilan eden;

Kendilerini bir eli yağda bir eli balda yaşatan patronları için gece gündüz demeden, soluk almadan çalışan, hem savcılık hem yargıçlık hem yargısız infaz yapan gazeteci kılıklı tetikçileri okuyunca işte bu fıkra düşüveriyor aklıma...

Çok çalışıyorlar, çoook !

Kemal ÖNCÜ
 
helal olsun devlete böylelerinin başını ezmek lazım ki ortalığı karıştırmasınlar.
 
Sevdim bu Ergenekon soruşturmasını


BUGÜN hiç değilse bazı genel detaylarını öğreneceğimiz Ergenekon soruşturmasını, ortaya çıkardığı bazı gerçekler için sevdiğimi söylemeliyim.

Altı yıldır bana, "Darbe olur mu" diye her sorulduğunda, "Bu ülkede darbeciler yok değil; ama darbe dönemleri artık bitmiştir" dedim.

Çünkü, içeride de dışarıda da darbelere destek atmosferi yok artık.

Bakın işte, soruşturma çerçevesinde öğreniyoruz ki, darbe yapmak isteyenler, defalarca denemeye kalkışmış; ama bir tekinde bile kıpırdayamamışlar; alt edilip, saf dışı bırakılmışlar.

"Aman, bütün darbeciler böyle olsun" dedirtircesine, mantık yoksunu, her delili ortada bırakan, taban bulamayınca çareyi Doğu Perinçek gibi oyu binde şu kadar olan bir siyasiye sığınmakta bulan birileri ile karşı karşıyayız. Buna rağmen birileri altı yıl halkı, darbe öcüsüyle korkutup durdu.

Amaçları, bu yolla muhalefeti, farklı sesleri yok etmek, gen ve geçmişlerindeki faşist/darbeci anlayışı herkeste var sanarak terör estirmek.

İTİRAF VE JURNALE İTİBAR

Bir eski komutan günlük tutmuş, günlük değil sanki tutanak mübarek.

Sonra, "Bu benim değil" demiş; ama olaylar ve konuşulanlar doğru.

Hani sanki, "Ya bunlar sonradan iyi para eder" denilmiş, para görününce de ifşa edilmiş gibi bir durum var ortada.

İnsanın, "Canım, bu usulüne uygun bir itirafçılık" diyesi geliyor.

Biraz da milyon dolarları alınca eski sesi çıkmaz olan bir TV sahibine benzer bir durum söz konusu sanki.

Liberalizmi, "İnsan her şeyden, devletten de önemli" diye tanımlayanlar, Kuddusi Okkır’ın, vardıysa bir gün daha yaşama hakkını savunma yerine ölümüne, "Haber değeri (her gün gazetecilik dersi verseler de) yok" diye baktılar; gözaltılardaki hoyratlıkları, komik soruları görmezden geldiler.

Düpedüz, "Söz konusu benim insan hakkım değilse, darbe dönemlerindeki gibi olabilir" izlenimi verdiler; yetinmediler, aynen darbe günlerindeki gibi komşularını jurnallediler, "Şu niye içeri alınmadı?" diye bağırdılar. Muhafazakárlara, "Ne olur demokrasi ittifakı yapalım" diye yalvardılar, yüz bulamadılar, ama onlara ’gerçek demokrat’ payesi vermeyi sürdürdüler.

Öbür yandan unutulmaz bir şey daha gördük bu süreçte.

Ana muhalefet lideri, velev ki Başbakan savcılık yapıyor olsa bile, birden eski mesleğini anımsadı, sanıkların avukatlığına soyundu.

Darbe döneminde içeri alınmış bir sosyal demokrat lider için ne ironi!

AKP’NİN TERSTEN DESTEKÇİLERİ

Genelkurmay eski Başkanı Hilmi Özkök’ü, darbeleri önlediyse takdir etmeli; ama bugün de kafa karıştırmak yerine daha cesur olabilmeliydi.

Satırbaşlarıyla sıraladığım bu gerçeklerin ortaya çıkması sonrası AKP’nin işinin de şu nedenlerle daha zorlaşacağını düşünüyorum.

Artık, "AKP’ye en karşı benim" deyip, tersten AKP’ye çalışan birileri; her gün garip demeçler veren bazı eski askerler, parayı bulunca kimliğine bakmadan kanalını satıp parasını alanlar, eski YÖK başkanları, eski başsavcılar vs. yok.

Ve de artık "Darbe olacak" paranoyası öcüsü bitti. Peki ya totalitarizme prim vermek de bitiyor, diyebilir miyiz?

Liberalliği küfür etmek sanan birilerine sorsak, "Bitti", derler. Demeyenleri de terörize ederler, içeri attırırlar, olur biter.

Şükrü KÜÇÜKŞAHİN
 
oktay ekşiyi herkes tanıyor. chp sempatizanıdır kendileri.
 
10.YIL MARŞIMIZ, ERGENEKON’A DELİL OLMUŞ!

– NURTEN AKYAZILILAR
Nazlı Ilıcak hanımefendi Sabah’taki köşesinde ATO Başkanı Sayın Sinan Aygün’ün Ergenekon kapsamında gözaltına alınması üzerine hazırladığı yazısını, biraz ikilemli sorgulama içerisinde de olsa, yine kendine yakışır bir şekilde değerlendirmiş...
İlginç bir saptamada bulunuyor Nazlı Ilıcak; 10. Yıl Marşımızı da Ergenekon denilen ‘Cumhuriyetimizi darbe ile yıkmak üzere silahlı eylem yapacak terör grubunun’ delillerinden biri olarak gösteriyor! ‘Aygün ve Karineler’ yazısının ilgili bölümü şöyle:

“Gelelim konunun Sinan Aygün ile ilgili kısmına: Aynı tarihlerde, Ankara Ticaret Odası'nda üst üste iki toplantı düzenlendi. Hilafetin kaldırılmasıyla ilgili olan toplantıda, ev sahibi Atatürkçü Düşünce Derneği idi. Kuvvet komutanları panele tam kadro katılmıştı. Salona alkışla girip, 10. Yıl Marşı'yla çıkmışlardı. O zaman, Şener Eruygur henüz emekliye ayrılmamıştı. Anlaşılıyor ki, emeklilik sonrası faaliyetlerini sürdürmek üzere, taa o tarihte Atatürkçü Düşünce Derneği'ni kurdurmuştu. Panelin sonuç bildirisinde şöyle deniliyordu: "Karşı devrim yol buldu; yöntem buldu; mevziler ele geçirdi; şimdi yeniden toparlanma vaktidir."

Bu toplantının hemen ardından, Sinan Aygün, aynı salonlarda Rauf Denktaş'ı ağırladı ve Annan Planı, "Türkleri imha planı" gibi takdim edildi.
Toplantılar herkesin ilgisini çekmişti. Mesela ben şöyle yazmıştım. Yazının başlığı "Sinan Aygün neyin peşinde?"
"Aygün siyasete meraklı ama, 10. Yıl Marşı eşliğinde gerçekleştirilen eylemlerin demokrasilerde garipsendiğini hatırlatmalıyız. ATO'nun Hilafetin kaldırılmasıyla veyahut Kıbrıs'la doğrudan ne ilgisi var? İktidarı yıpratmaya yönelik adımların odak noktası bir oda başkanı. Sempatik bir insan Sinan Aygün. Ama zaman zaman beşer şaşıyor; hırs aklın önünde gidiyor.

Hem Atatürkçü Düşünce Derneği'nin panelinde, hem de Denktaş'ın katıldığı toplantıda, 28 Şubat'ın sembolü haline gelen 10. Yıl Marşı'nın çalınması bir tesadüf değil. Belli ki, kitlelere mesaj veriliyor. 'Kanla irfanla kurduğumuz cumhuriyet tehlikede.'... 28 Mart mahalli seçimleri öncesinde, iktidarı yıpratmaya yönelik adımların atılması normal karşılanabilir. Ama bu arayışın orta yerinde, bir oda başkanını ve KKTC Cumhurbaşkanı'nı görmek yadırgatıcı." (6 Mart 2004)
Dediğim gibi, karineler bulunabilir. İrtibat da tesbit edilebilir. Fakat, bu gibi ilişkiler, örgütün mensubu sayılmak için yeterli mi? Bu hususta henüz önümüzü göremiyoruz.”

Cumhuriyetimizin 10. Yıl kutlamaları için özel olarak hazırlanan 10. Yıl Marşımızın güftesi Behçet Kemal Çağlar ve Faruk Nafiz Çamlıbel'e, bestesi ise Cemal Reşit Rey'e aittir. Bu güzel marşımız çalındığında her Türk; şevk, heyecan, onur ve cesaretle eşlik eder. İlk kıtası bilinir genelde ama sözlerinin tamamı çok özeldir:

Çıktık açık alınla on yılda her savaştan
On yılda onbeş milyon genç yarattık her yaştan
Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan
Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan.
Türk'üz cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi
Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri

Bir hızda kötülüğü, geriliği boğarız
Karanlığın üzerine güneş gibi doğarız.
Türk’üz, bütün başlardan üstün olan başlarız
Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız.
Türk'üz cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi
Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri

Çizerek kanımızla öz yurdun haritasını
Dindirdik memleketin yıllar süren yasını
Bütünledik her yönden istiklal kavgasını.
Bütün dünya öğrendi Türklüğü saymasını
Türk'üz cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi
Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri

Örnektir milletlere açtığımız yeni iz
İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz
Uyduk görüşte bilgi, gidişte ülküye biz.
Tersine dönse dünya yolumuzdan dönmeyiz.
Türk'üz cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi
Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri

Ergenekon operasyonu kapsamında sapkın iddialarla gözaltına alınıp tutuklanan kişilerin genelindeki ortak noktası; AKP hükümet politikalarının muhalifi olmalarıdır. Özlerinde Atatürk sevdası, laik, cumhuriyetçi, Türkiye’nin ulusal birlik ve bütünlüğü azmi vardır. Ve bütün bu olanların cevabını da yine Nazlı Ilıcak hanımefendi iyibilgi web sitesine 2 Temmuz’da verdiği demecinde veriyor:
İyibilgi, şöyle soruyor: “Sayın Başbakan da dün AB’ye vurgu yapan bir açıklama yaptı. Acaba ‘Bu operasyon AB’ye giden sürecin önünü açtı, bundan sonra hükümet AB’ye, demokratikleşmeye daha sıkı sarılacak’ şeklinde bir yorum mümkün mü?
Nazlı Ilıcak şöyle yanıtlıyor bu soruyu:
“Tabi, ihmal etmişti; şimdi daha sıkı sarılabilir. AB de bu operasyonları umutlu bir şekilde karşılıyor. Onlar da farkındalar…”

Peki, AKP hükümetiyle gelen son durum nedir?
Türkiye gırtlağa kadar borç batağına sürüklendi… Toprakları satılıyor… İşler sanayileri yabancıya özelleştiriliyor… AB-D’nin talepleri olan İran, Kıbrıs, Ekümeniklik, Adalar, sözde Kürdistan, sözde Ermeni soykırımı ve sınırların açılması, Vakıflar Yasası, 301 yasa maddesi ve daha niceleri; saymakla bitmez. Hepsi Soros kiralaması medya ve sivil toplum kuruluşları desteğiyle Türkiye’nin laik ulus devlet yapısını yıkmaya yönelik kararlar…

Oysa, ‘Anadolu’ denen bu bereketli topraklar tarih boyunca neler görmedi ki... Son sözümü Ergenekon delili olarak gösterilen 10.Yıl Marşımızdan vermek istiyorum:
“Bir hızda kötülüğü, geriliği boğarız. Karanlığın üzerine güneş gibi doğarız. Türk’üz, bütün başlardan üstün olan başlarız. Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız. Türk'üz cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi. Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri ”
 
daha çok bagırır durursunuz...Ergenekon Savcısı bütün bunlar uydurmadır,dava açacak bi şey yok deseydi bayram yapardınız herhalde .Savcıdan iyisi de gözünüzde olmazdı o zaman .Dava süreci başlamıştır.Sonuclansın ondan sonra kritiğine geçeriz.üç beş kişi toplanmışsınız temcid pilavı gibi ısıtıp ısıtıp konuyu saptırmaktan başka bi amacınız yook.kendi zihniyetinizi ifade eden uzun uzun gazete köşe yazılarını alıp foruma eklemekten başka ne yapıyosunuz...buna zırvalamak denir
 
Kendilerine Ergenekon adı veren çeteyi savunanlar aslında şunu söylemek istiyor. Evet bu adamlar darbe planı yapmış, bunu uygulamaya çalışmış olabilirler bunda ne varki, AKPyi başka nasıl durduracağız, yapacak tek şey darbeydi, adamları neden suçluyorsunuz, AKPyi yıksınlar da nasıl yıkarlarsa yıksınlar....vb. şeyler söylüyorlar...ne yani bu emekli paşaların darbe planlamadıklarına inanmam için bir sebep var mı? daha önce en az 6 kez darbe planlayıp 4 kez yapabilen ben miyim?
 
Ben AKP li falan degilim onu söylim.
Emin ÇÖLAŞAN , Melih GÖKÇEK malumunuz hep mahkemelik....
Kim kazanıyooo..Belediye Başkanı:
Ondan sonra B.Başkanı diyo ki: Benim para babam Emin ÇÖLAŞAN

Bunlarıda söylselerya ÇÖLAŞAN' ı savunanlar.
Melih GÖKÇEK' e karşı açılan davaları kaybetmiş ,iftira kampanyalarının baş aktörü olmuş zatın yazısını okumam bilee..
millet neyin nolduğunu iyi biliyor.


Şimdi buna da şöyle dersiniz: Hakim taraf tuttu...:durdurun
 
Geri
Üst