alicengiz
New member
YARGIYI ELE GEÇİRMEK, YARGI REFORMU DEĞİLDİR
Bu ülkede kabadayılık prim yapıyor. İnsanların dikkatini çekiyor. İnsanlar maalesef ‘dik duruş’ zannederek alkışlıyorlar ve oy veriyorlar. Oysa medeni ülkelerde kabadayılığa oy verilmez, prim verilmez. Bu ülkede siyasi iktidarlar mağdur rolünü oynayarak oy alıyorlar. Aslında medeni ülkelerde buna da yer yoktur. O nedenle bu toplumun kendi haklarına sahip çıkması lazım. Kendi elindeki gerçek bir demokrasiyi yaratacak olan oyuna sahip çıkması lazım, yani oyuna gelmemesi lazım.
İstanbul Barosu önümüzdeki hafta 132. Kuruluş yıldönümünü kutlayacak. Bu durum132 yıldır hukukla yaşayan, daima dik duran, daima hukuk içinde kalarak hukuk devletini savunan bir kurum olarak Baronun ne kadar önemli bir yer işgal ettiğini açıkça göstermektedir. İstanbul Barosu daima Cumhuriyetin niteliklerini, Atatürk ilke ve devrimlerini, laikliği, ulus bütünlüğünü ve üniter yapıyı savunmuştur. Bu dün de böyleydi, bugün de böyle, yarın da böyle olacaktır, bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Ama bir gerçek var ki, bütün bunları söylediğiniz zaman yandaş medya, siyasal iktidarın yandaşları kurumları halkın gözünden düşürmek ve kötüleyebilmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bunu sadece İstanbul Barosu ve Türk silahlı Kuvvetleri için yapmıyorlar, bunu yargı için de yapıyorlar. Neden? Çünkü kendilerine karşıt olan ve halkı aydınlatan hiç kimseyi ya da kurumu ayakta tutmak istemiyorlar. Bu ülkede yaşayan herkesin artık bunu görmesi lazımdır. Yasama bizde, yürütmeyi biz temsil ediyoruz, dolayısıyla hesap veren biziz, o halde yargı da benim olmalı. Yargı yaptıklarından dolayı bana hesap vermeli, benden hesap sormamalı. Bundan sonra yapacaklarım için de bana hesap soracak bir yargı kalmamalı. O halde bunu gerçekleştirmek için ben yargı reformu yaparım. Nedir o yargı reformu? Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluyla Anayasa Mahkemesini tasfiye etmek. Peki, yargı reformu deyince bu iki kurumu mu akla geliyor? Benim aklıma bu hiç gelmiyor. Belki en son geliyor. Ben yargı reformu deyince adliyeye gittiğimde işlem yapamadığım, ya da müvekkilimin hakkını teslim etmesi için gerekli yeri ve zamanı bana vermeyen icra dairelerini görüyorum. Mahkeme kalemlerinde oturup dosya inceleyebilecek hiçbir mekân yok. Memurlara yer yok ki avukatlara yer olsun, ya da vatandaşa yer olsun. Adliye kalemleri olması gerekenden daha az hizmet verecek personelle işlerini yapmaya devam ediyorlar. Hâkim ve savcılar önlerindeki iş sayısıyla bunalmış durumdalar. Hafta sonları ev iş götürüyorlar. Oysaki hafta sonu, hafta içindeki yoğun tempo dolayısıyla dinlenmeleri gerekiyor. Hâkim ve savcılarımızı bu iş yükünden kurtarmak için yeterli araç-gereç ve elemandan hiç biri verilmiyor. Kararlar veriliyor, aylarca yazılamıyor. UYAP diye bir sistem getirdiler, güya yardımcı olacak, ne gezer? Yargıyı gözetliyorlar. Gerçek yargı reformu bu sorunları çözmek ve adaleti gerçekleştirmek, geciktirmemektir. Tutuklamayı cezaya dönüştürmeden zamanında mahkemenin karşısına çıkartılmasıdır. Ama tutuklular zamanında getirilemiyor. Neden? Araç yokluğundan, personel yokluğundan... Bunların hepsi birer insan hakları ihlalidir. Siz bunlara gözünüzü, kulağınızı tıkayacaksınız, sonra da ben yargı reformu gerçekleştiriyorum diyeceksiniz, bunu da yargının unsurları ile tartışmayacaksınız. Ya kimle tartışacaksınız? Avrupa Birliği ile Amerika ile... Sanki Türkiye’deki yargı sisteminden rahatsız olan, eksikliklerden sıkıntıya düşen onlar. Hayır, benim vatandaşım, adalete erişim konusunda önü tıkalı olan benim vatandaşım, benim meslektaşım, benim hâkimim, benim savcım. Sorunu bunlar yaşıyorlar, ama tartışmayı başkalarıyla yapıyorlar.
Bunları yapmak için, ‘ben size bunu uygun gördüm’ anlayışıyla anayasa taslağı hazırlıyorsunuz. Bunu ABD’de tartışıyorsunuz. Bir sonuç alamayınca da hazırlattığınız anayasa tasarısına sahip çıkmıyorsunuz. Sonra Türkiye’de bir takım mizansenler gerçekleştiriyor, hep birlikte koro halinde “artık yargı reformu yapmanın zamanı gelmiştir” diyorsunuz ve düğmeye basıyorsunuz. 29 madde değişikliğini öngören Anayasa değişiklikleri aslında iki madde. Birincisi HSYK’nın, ikincisi Anayasa Mahkemesinin tasfiyesini öngörüyor. Geri kalanlar ise kandırmaca. Birilerinin ağzına bal sürüp, “bakın sizlere de bu hakları veriyoruz” deyip bu iki maddeyi yasalaştırmak istiyorlar. Bu ve benzeri siyasetle yapılmak istenene bu ülkenin kuruluş değerlerini ortadan kaldırmaktır. Bugün artık Atatürkçü olmak, cumhuriyetçi olmak neredeyse suç olmuştur. Bunları yargılamaya kalkmak... Hayır, bu kimsenin hakkı değil haddi de değil. Bu gerçeklere elbet bir gün açığa çıkacak, bunları bilerek ve isteyerek yapanlar da hukukla karşı karşıya kalacaklardır.
Av. Muammer Aydın
İstanbul Barosu Başkanı
Kaynak>>>> http://www.istanbulbarosu.org.tr/idariisler/baskanin_yorumu_01042010.doc
Bu ülkede kabadayılık prim yapıyor. İnsanların dikkatini çekiyor. İnsanlar maalesef ‘dik duruş’ zannederek alkışlıyorlar ve oy veriyorlar. Oysa medeni ülkelerde kabadayılığa oy verilmez, prim verilmez. Bu ülkede siyasi iktidarlar mağdur rolünü oynayarak oy alıyorlar. Aslında medeni ülkelerde buna da yer yoktur. O nedenle bu toplumun kendi haklarına sahip çıkması lazım. Kendi elindeki gerçek bir demokrasiyi yaratacak olan oyuna sahip çıkması lazım, yani oyuna gelmemesi lazım.
İstanbul Barosu önümüzdeki hafta 132. Kuruluş yıldönümünü kutlayacak. Bu durum132 yıldır hukukla yaşayan, daima dik duran, daima hukuk içinde kalarak hukuk devletini savunan bir kurum olarak Baronun ne kadar önemli bir yer işgal ettiğini açıkça göstermektedir. İstanbul Barosu daima Cumhuriyetin niteliklerini, Atatürk ilke ve devrimlerini, laikliği, ulus bütünlüğünü ve üniter yapıyı savunmuştur. Bu dün de böyleydi, bugün de böyle, yarın da böyle olacaktır, bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Ama bir gerçek var ki, bütün bunları söylediğiniz zaman yandaş medya, siyasal iktidarın yandaşları kurumları halkın gözünden düşürmek ve kötüleyebilmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bunu sadece İstanbul Barosu ve Türk silahlı Kuvvetleri için yapmıyorlar, bunu yargı için de yapıyorlar. Neden? Çünkü kendilerine karşıt olan ve halkı aydınlatan hiç kimseyi ya da kurumu ayakta tutmak istemiyorlar. Bu ülkede yaşayan herkesin artık bunu görmesi lazımdır. Yasama bizde, yürütmeyi biz temsil ediyoruz, dolayısıyla hesap veren biziz, o halde yargı da benim olmalı. Yargı yaptıklarından dolayı bana hesap vermeli, benden hesap sormamalı. Bundan sonra yapacaklarım için de bana hesap soracak bir yargı kalmamalı. O halde bunu gerçekleştirmek için ben yargı reformu yaparım. Nedir o yargı reformu? Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluyla Anayasa Mahkemesini tasfiye etmek. Peki, yargı reformu deyince bu iki kurumu mu akla geliyor? Benim aklıma bu hiç gelmiyor. Belki en son geliyor. Ben yargı reformu deyince adliyeye gittiğimde işlem yapamadığım, ya da müvekkilimin hakkını teslim etmesi için gerekli yeri ve zamanı bana vermeyen icra dairelerini görüyorum. Mahkeme kalemlerinde oturup dosya inceleyebilecek hiçbir mekân yok. Memurlara yer yok ki avukatlara yer olsun, ya da vatandaşa yer olsun. Adliye kalemleri olması gerekenden daha az hizmet verecek personelle işlerini yapmaya devam ediyorlar. Hâkim ve savcılar önlerindeki iş sayısıyla bunalmış durumdalar. Hafta sonları ev iş götürüyorlar. Oysaki hafta sonu, hafta içindeki yoğun tempo dolayısıyla dinlenmeleri gerekiyor. Hâkim ve savcılarımızı bu iş yükünden kurtarmak için yeterli araç-gereç ve elemandan hiç biri verilmiyor. Kararlar veriliyor, aylarca yazılamıyor. UYAP diye bir sistem getirdiler, güya yardımcı olacak, ne gezer? Yargıyı gözetliyorlar. Gerçek yargı reformu bu sorunları çözmek ve adaleti gerçekleştirmek, geciktirmemektir. Tutuklamayı cezaya dönüştürmeden zamanında mahkemenin karşısına çıkartılmasıdır. Ama tutuklular zamanında getirilemiyor. Neden? Araç yokluğundan, personel yokluğundan... Bunların hepsi birer insan hakları ihlalidir. Siz bunlara gözünüzü, kulağınızı tıkayacaksınız, sonra da ben yargı reformu gerçekleştiriyorum diyeceksiniz, bunu da yargının unsurları ile tartışmayacaksınız. Ya kimle tartışacaksınız? Avrupa Birliği ile Amerika ile... Sanki Türkiye’deki yargı sisteminden rahatsız olan, eksikliklerden sıkıntıya düşen onlar. Hayır, benim vatandaşım, adalete erişim konusunda önü tıkalı olan benim vatandaşım, benim meslektaşım, benim hâkimim, benim savcım. Sorunu bunlar yaşıyorlar, ama tartışmayı başkalarıyla yapıyorlar.
Bunları yapmak için, ‘ben size bunu uygun gördüm’ anlayışıyla anayasa taslağı hazırlıyorsunuz. Bunu ABD’de tartışıyorsunuz. Bir sonuç alamayınca da hazırlattığınız anayasa tasarısına sahip çıkmıyorsunuz. Sonra Türkiye’de bir takım mizansenler gerçekleştiriyor, hep birlikte koro halinde “artık yargı reformu yapmanın zamanı gelmiştir” diyorsunuz ve düğmeye basıyorsunuz. 29 madde değişikliğini öngören Anayasa değişiklikleri aslında iki madde. Birincisi HSYK’nın, ikincisi Anayasa Mahkemesinin tasfiyesini öngörüyor. Geri kalanlar ise kandırmaca. Birilerinin ağzına bal sürüp, “bakın sizlere de bu hakları veriyoruz” deyip bu iki maddeyi yasalaştırmak istiyorlar. Bu ve benzeri siyasetle yapılmak istenene bu ülkenin kuruluş değerlerini ortadan kaldırmaktır. Bugün artık Atatürkçü olmak, cumhuriyetçi olmak neredeyse suç olmuştur. Bunları yargılamaya kalkmak... Hayır, bu kimsenin hakkı değil haddi de değil. Bu gerçeklere elbet bir gün açığa çıkacak, bunları bilerek ve isteyerek yapanlar da hukukla karşı karşıya kalacaklardır.
Av. Muammer Aydın
İstanbul Barosu Başkanı
Kaynak>>>> http://www.istanbulbarosu.org.tr/idariisler/baskanin_yorumu_01042010.doc