Yel Vuruşları III

Acemi Şef

Moderatör
Moderatör
Katılım
26 Ağu 2008
Mesajlar
6,396
Reaction score
0
Puanları
0

Firavunlar secde ediyor bak!
Yoksun diye bet kaldı dualar.

Durma!

Daya, bir gece bile doyamadığım dudaklarını musluklara
Ve iç su pıhtısı paslı kanları!

Ameller uyudu.
Ödenmiş tüm bedeller hacizde.
Acizde var bu işin içinde tabirine caiz de.

Gülme!
Aksır, adımı ispiyonladığın ayrılığın yüzüne!
Öksür!
Öksüz şifalara defnettim ben tenimi, senin yokluğunda.

Avuçlarındaki sahte gülümseme refakat bırakıldı,
Geri kalan ömrüme.
Bak kaçırma gözlerini,
Sudaki renk tenini çalmış!
Ayaz düşmüş içime, çıkıp gittiğin kapının tokmağına aç karnımla dokunurken…

Secdede firavunlar!
Seccade gibi dönmediğin yollar,
Bakma eğil!
Eğik başım naaşına bile hesap soracak kadar yanmış bir canın bedenini taşır.

Dokun, beş vakit sustuğun çığlık bozması ‘‘aşk’’a!
Dallarını budaklarını ayır hayırsız selamlarından!
Her düğüm bir ben kör eder!
Her kör duruş, ağzımdaki lokmayı almak için bir ense vuruşu hak verir sana.

Bak yine!
Bak!

Aynalara süs ederken gözlerini erinmeden,
Eğil'' dedim diye değil,
Bak firavunlar secdede!
Gör!

Bil, duy, hisset!
Bendeki nefret dilde yatalak.
Tenimin fahişeliği bir yalnızlığa, bir yokluğuna,
Bir bir karanlığınadır, anla!

Ama bak yine!
Bak!

Kör cinnet ummalarındayım her gece,
Yüzünden men.
Nem varsa saçlarına doladın,
Nem çoksa yollarına kül edip savurdun bak!

Bak ve Gel!

İdamı kesin bir suçun iki bulanık çamuruyuz;
Öleceğini bilen basar üzerimize.
Gel!

Diz çök önünde yangının!
Düz dök gözyaşını, oynama dudaklarının abdest bozan ıslak dokunuşlarıyla da
Gel!

Bir el silah sesi sesin.
Bir intiharlık har, düşürdüğün kimsesizliğim.

Gel!

Koy ver ömründen birkaç dakikayı bir kenara uy bana
Gaybanalığıma rakı masallarından kalk gel!
Bak!

Olmuş mu sahiden ölmek?

Ödlek iniltiler inceltir sesini, cesur gel!
İnim inim titrerken gözyaşları,
Gel dibime basarak yaşa!
Bastığın gibi ihanetinin kuru, çorak, kir yuvalı toprağına!

Dön yüzünü gözüme!
Gel!
Bak sesini çağırır bendeki zar!
Gel o'nu del!

İnlet kan göllerinin içinde yıkamaya bile kıyamadığım rüzgârlarımı!
Bana ya da sol yanıma at adımını!
Seç adamının yok oluş maksadını!
Seçtir ikimize bizi hangi felç tutmaz eder?
Hangi duvar altında göçük kalırız seninle?
Gel!

Hüznü cüzam olmuş yüreğimin kan davalı can pazarına,
Gözlerini ban!

Noktalarken ömrümü, ömründe,
Gel!
Çel aklımı!

Tel tel ayıklayıp boya gözündeki yaşınla, kurban olduğum saçlarının renk bilmez uçlarını!
Kına, ellerine yaktığın sebepsiz kınaları!
Atlası kaybet!
İhanetsizliğime ihanet et yine!
Gel!

Erken davran davranmamalarıma!
Savur savurganlığınla savrulmuş sav bilmez sol kötürüm yanımı!

Ama gel!
Ama şaşı, ama kör baksan da
Gel!

Seni doğuranın hakkı için,
Yaradanın sabrı için,
Bak!

Bak tövbende de heybetli yalanların var!
Zikrine sus dök!
Gel!
Mahsus ölümler can yakartırken içime,
Kulağım sesinin gölgesini kökünden çıkartırken,
Gel!

Senin yüzünden düşen bin parçalar parçaladı benim yüzümü,
Bak!

Yırtınır öğlesi günün, sabahın bıçağından.
Öylesi gece,
Böylesi kara kadavra,
Söylemesi bedavaysa eğer ‘‘Sevdim!’’ de
Ve ver aşkı velvelelerinle!
Sıkıştır ellerini, ellerime!

Batır kirpiklerini yatır yüzümü yere!
Anlat bana secdeden kalkmadan firavunlar!
Işık karanlığın varlığını anlamadan,
Duman ateşten uzaklaşmadan,
Ateş sudan korkmadan,

Gel!

Gel,bak!
Alnımın ortasındaki lehçe neyce?
Dilimdeki öfkenin dilini kaç memleket bilir sence?
Sesimin suya ‘‘sus’’ diye düşmüş halini aldır masallarının düşperest rahminden,
Gel!

Gel, bak!
Sabahladığın geceliğinin ilmeliğinde
Sabahlığın kılığı uykularım var.
Dön yüzünü, buruşmuş zaman eskisi zindan odalı şehre!
Çehrendeki deli gömlek yazgısı adımı başkalarına adım attıkça karala!
Yarala yine, çürümüş dudaklarımla dokuduğum bardakları,
Kır bir bir!
Birik parmaklarınla oyduğun göz mazgalımın sancılarına!
Gel!

Gel, dibimi de kazı benden!
Yok etmeye her şeyimi, her şeyinle gayret et!
As sırtıma ölüp duran yılan ısırığı ‘‘özledim’’lerini!

Benden ben doğur!
Yeni ölümler dene üzerinde ‘‘biz’’in üzerinde susarak!

Ciğerlerime kaç!
Nefes borumu tıkayacak yalanlarını kursağımda sakla yine!
Gel!

Kıvransın rüyalar!
Duvarları tırmalasın kokundan sinmeyi öğrenmiş fotoğraflar!
İlaç raflarını arşa sat!
Arafları cehennemin dibindeki tövbe laflarının azabına at!

Dön yüzünü düze çıkmaz yüzüme!

Ertele bütün dünlerini!
Saati kıskandır yine, zamanla oyunlar oynaş!

Doyurmadığın hamuruna mayalar ara!
Takvimlerini çaldığın günahsızların ömründeki törpüleri parçala!
Hicri aldat yatalak odalarında sadıklığını!
Miladi sadakat besle her sesle uyanan aldatmalarını!
Ve gel!

Aynanda alenen üreyen kokulara suçüstü olsun,yıkılışım!
Ayağında türeyen gez göz gitmelerine,
Yol üstünde rastlasın avunuşlarım!

Bak, firavunlar secdede daha!
Dışarımdan vurulmuşluğumun leşi eşmeden çukurunu,
Uçkurunu çözmeden ayrılık,
Gel!

Gel dön yüzünü!
Vurup gittiğin ölü kapının ardındaki yarı ölüleri dirilmeyecek hüznün koynuna…

‘‘Git!’’diyerek beni yanındaki cennetten kovdun.
Havva’nın suçu bir ısırıklık o elmaysa,
Ben zaten çoktan beri her elmadaki kurtmuşum!

EMRE GÖKÇE
 
Geri
Üst